• babam eski bir denizci ve ilki beş yaşında olmak üzere galiba ondokuz yaşıma gelene kadar yaz tatillerinin çoğunda beni yanında gemiye götürmüştü.

    doksanların başındaki ilk gemi seyahatlerimizden birini bitirmiş istanbul'dan çanakkale'ye dönerken otobüsün sallanmasıyla uyanıp şöyle bir yola bakmış ve "amına kodumun ömer seyfettin'i" deyip gözlerini tekrar kapamıştı.

    akşam ışığı içinde camdan bakmış ama yol ve tarlalardan başka birşey görmemiştim. kendisin kitaplarla arası öyle çok iyi değildir de hiç okumayan biri de sayılmaz. buna rağmen türk edebiyatının klasik bir yazarına uyku arasında sövecek kadar garez beslemesini gerektirecek ne olabilirdi allah aşkına?

    seyahatler ve yıllar birbirini kovalarken yine bir dönüş yolundaydık. bursa'yı geçmiş sallana salana çanakkale istikametine giden otobüste pek kimse yoktu. otobüsün tavana sabit televizyonunda oynayan rambo filmine bakıyordum. fakat izlemek zordu çünkü en önde oturuyorduk koltukta iyice yayılmıştım. derken babamdan yine ömer seyfettin'in şahsına ani bir küfür geldi. ilk seferi aklımdan çıkan bu galiz hakaret karşısında yine önce babama sonra etrafa baktım. bu sefer uyku arasında değildi. püüü allah belanızı versin der gibi suratı, otobüslerdeki sigara yasağına henüz uyum sağlayamadığı için elinden çakmak tutmasından da belli olduğu kadarıyla sigarasızlık siniriyle ilişkiliydi. bakışımı ondan yola çevirince tabelayı gördüm: " ben gönen'de doğdum." altında da ömer seyfettin.

    otobüs ana yoldan gönen'e saparsa gir çık yola en az bir saat ekleniyordu. ben bu bilgiyi haiz olsam da ömer seyfettin bağlantısını bilmiyor, otobüs yolculuklarını da çok sevdiğim için buna pek takılmıyordum. fakat ömrü yollarda, habire limandan limana gemi peşinde geçen, eve gittiğinde izni kısıtlı olan babam için otobüsün gönen'e sapması ve ömer seyfettin tabelası hayatından çalınmış bir saatin nişanesiydi. sabah debe'de ömer seyfettin başlığını görünce yazmadan edemedim.

    edit: ssg'nin uyarısıyla bir kelime hatası düzeltildi.
  • ömer seyfettin'in hikayelerinin psikolojilerini bozduğunu iddia edenler ne yazık ki ömer seyfettin'in "türk halkının durumunu gördükçe kanayan ruhunu" bir kere daha kanatmaktadırlar.

    öncelikle yaşadığı devrin şartlarını bilmek lazım. onun devrinde yokluk vardı, ekmek yapmaya doğru dürüst buğday bulunmazdı. köylerden adını bilmedikleri cephelere gönderilen ve geri dönemeyen delikanlılar vardı. bitip tükenmek bilmeyen mağlubiyetler, esaretler, acılar, gözyaşları, işkenceler, toprak kayıpları vardı.

    facia yıllarının hikayecisi olarak halkta milli bir bilinç oluşturmaya çalışmıştır. hikayeleri acıdır, serttir, ağlatıcıdır, vurucudur. milliyetçilik bilinci oluşturmanın kısa yolunu seçmiştir. osmanlı yıkılırken bütün aydınlar kurtuluş için farklı fikirleri savunmuş; kimi osmanlıcı, kimi türkçü, kimi islamcı olmuştur. ömer seyfettin türkçülük fikrine sarılmıştır. ona göre bu memleketi yine memleketin öz evlatları kurtarabilirdi. şahit olduğu yıkımları anlattı sadece! esir düştü, esareti yazdı, kahpeliği gördü kahramanlığı yazdı. dostluğu, kardeşliği anlattı. antlaşma masalarında ağlayan osmanlı heyetleri ibret alsın diye şerefli insanların hikayelerini anlattı. tekkeye yazılan asker kaçaklarını, zamane züppelerini yazdı.

    hayatta kalmak ve karnını doyurmaktan başka derdi olmayan, düşünce yönünden cahil olan toplumu bilinçlendirmek için bir çocuğun anlayacağı tarzda basit ama akılda kalıcı hikayeler yazmıştır. yazdığı hikayeler çocuklar için değil koskoca adamlar içindir.

    millet bilinci ve onuru oluşturmak için sert hikayeler yazmıştır ama ne yazık ki bütün bu çabalarına rağmen milletinin kurtuluşunu göremeden 1920 yılında ölmüştür.

    edit: cümle düzeltme.
  • üslup itibariyle türk hikayeciliğinin zirvelerindendir. yazdıklarını bugünün edebiyat anlayışıyla değil yazıldığı devrin şartlarına göre değerlendirmek gerekir.

    üstadın yaşadığı devir, sevgilinin göğsüne yoğurt döküp oradan kaşıkla yemenin ahmet altan ağzıyla anlatıldığı devir değildir. üstadın yaşadığı devir süpürge tohumundan ekmek yapılan devirdir. üstadın yaşadığı devir köy köy dolaşılıp toplanan gençlerin bilinmez cephelere asker sürüldüğü devirdir. ömer seyfettin facia yıllarının hikayecisi; felaketlerin vakanüvisidir. gördükleri ve yaşadıklarından ötürü milliyetçi olması normal hatta ve belki elzemdir. kol bacak ömer seyfettin'in hikayelerinde evet kopmuştur ama üstadın yaşadığı devirde (1884-1920) bu ülke, balkan savaşlarını, sarıkamış faciasını, yemen'i, çanakkale savaşlarını, ikinci meşrutiyeti ve ittihat terakki iktidarını yaşamıştır ve bu tarihî olaylarda ölenleri, yaralananları birilerinin anlatması gerekir.

    evet milliyetçidir ömer seyfettin. ama aynı dönemde balkanlı edebiyatçıların kaleme aldığı risalelere, hikayelere ve de novellalara bakmak gerek. insan asıl o zaman anlıyor yıkıcı bir milliyetçiliğin ne olduğunu.

    osmanlı yıkılırken bütün aydınlar bir taşa tutundu. kimi osmanlı, kimi türkçü, kimi islamcı oldu vesaire... ömer seyfettin şahit olduğu yıkımları anlattı sadece. esir düştü esareti yazdı, kahpeliği gördü kahramanlığı yazdı. dostluğu, kardeşliği özledi ant hikayesini yazdı. antlaşma masalarında ağlayan osmanlı heyetlerini gördü pembe incili kaftanı yazdı. cepheden kaçmak için tekkeye derviş yazılanları gördü forsa'yı yazdı. tanzimat-meşrutiyet aydınlarının züppeliğini gördü efruz bey'i yazdı.

    ömer seyfettin 36 yıl yaşadı ve bu ömre bir sürü kitap sığdırdı. yüzyıl başındaki anadolu manzaralarını, gönen'in sokaklarını merak edenler için kalemini fotoğraf makinesi gibi kullandı. iyilikleriyle kötülükleriyle türk edebiyatının mümtaz bir kişisidir şimdi ömer seyfettin.
  • ısmarlama hikâye yazdığı yolundaki suçlamalara karşı şöyle cevap vermiştir:

    “ısmarlama hikâye… düşünüyor, düşünüyor, bunun ne olduğunu anlayamıyorum. ben her şeyden, en ehemmiyetsiz bir fıkradan, bir cümleden bir hikâye, koca bir roman çıkarabilirim. sanat, o hikâye ve roman çıkardığım ehemmiyetsiz şey değil, benim o şey etrafında canlandırdığım hayattır.”

    (rûznâme, hayat dergisi, 1927)
  • iki üç yaşında iken yalnız kağıt ve kurşun kalemiyle oynarmış. bir gün bunu gören bir kadın hoca, annesine: “maşallah çocuğun pek hevesi var, bana yollasanız da okutmaya başlasam.” demiş.

    işte böyle bir teklifle ömer dört yaşında o kadıncağızın mektebine başlamış.

    ant” isimli hikâyesinde bu ilk mektep hayatını şöyle anlatır:

    “nasıl sokaklardan ve kiminle giderdim, bilmiyorum. mektep bir katlı ve duvarları badanasızdı. kapıdan girilince üstü kapalı bir avlu vardı. daha ilerisinde küçük, ağaçsız bir bahçe... bahçenin nihayetinde ayak yolu ve gayet kocaman abdest fıçısı... erkek çocuklarla kızlar karmakarışık otururlar, beraber okur, beraber oynarlardı. ‘büyük hoca’ dediğimiz kınalı ve az saçlı, kambur, uzun boylu ihtiyar bir kadındı. mavi gözleri pek sert parlar, gaga gibi iri ve sarı burnuyla tüyleri dökülmüş hain ve hasta bir çaylağa benzerdi. ‘küçük hoca’ ise erkekti. ve büyük hoca’nın oğluydu. çocuklar ondan hiç korkmazlardı. galiba biraz aptalcaydı. ben arkadaki rahlede, büyük hocanın en uzun sopasının uzanamadığı bir yerde otururdum. kızlar, belki saçlarımın açık sarı olmasından, bana hep ‘ak pak’ derlerdi. erkek çocukların büyücekleri ya adımı söylerler, yahut ‘yüzbaşı oğlu’ diye çağırırlardı…”

    pembe incili kaftan” hikâyesindeki kahramanını anlatmak için yazdığı şu satırlar da kendi şahsiyetinin pek sahih bir tasviridir:

    “namusuyla yaşar, kimseye eyvallah etmezdi. yegâne mefkûresi allah'tan başka kimseye secde etmemek, kula kul olmamaktı. insan her mevcudun fevkinde idi. kuyruğunu sallaya sallaya efendisinin pabuçlarını yalayan köpeğe tabasbus pek yakışırdı. ama insana...”

    (hayat dergisi, c. 1, nr. 15, 10 mart, 1927)
  • dünyanın çıldırdığı 1900-1920 yılları arasında yaşamanın, bi de bu yılların bazılarını, ilinden ayaklanmasını falan balkanlarda yaşamış olmanın insan hayatı ve ruh hali üzerinde nasıl etkiler bırakabileceğinin yansımasıdır benim gözümde ömer seyfettin.
    işin ömer seyfettin'in yazdıklarından da korkunç yanı şudur ki, insanların bugün, karanlık bir hayal gücünün ürünü sandığı ömer seyfettin hikayelerindeki şiddet unsurları, yazarın balkanlarda gördüklerinden, duyduklarından devşirilme tespitlerdir maalesef.
    balkan savaşı'nı görmüş insanların yaşadıkları, anlattıkları ömer seyfettin hikayelerinden farklı değildir. hatta bazen daha korkunçtur. kurgu olarak kabul edilen bir kitaptan değil de gerçek insanlar tarfından anlatılmış olmasının etkisinden hiç bahsetmiyorum.

    o yüzden ömer seyfettin ile, örneğin poe arasında bağ kurmak doğru gelmiyor bana.
    poe cehennemini kendi yaratmıştır, seyfettin cehennemde memurluk etmiştir.
  • ilkokuldaydim, annem es dost akraba ziyaretlerinden birine beni de goturmustu. bana da oyalanayim diye evin kutuphanesinden bir kitap vermislerdi. omer seyfettin'in oyku kitaplarindan biriydi, ilk oyku de bomba'ydi. hani askerler bir eve gelirler evdeki genç kadina "kocan elimizde, eger istediklerimizi yapmazsan onu oldurecegiz." derler. kocasini kaybetmekten odu kopan kadincagiz da onlar ne isterse yapar ve her istekleri yerine gelen adamlar giderken yanlarinda getirdikleri kutuyu kadina odul diye verirler. paketi acan kadinin gordugu kocasinin kesik basidir.
    simdi bile dusununce tuylerim diken diken oldu.
    ben oykuyu okuyunca aglama krizlerine girmistim ve annemle eve donmustuk. bir daha da anneyle gezmeye gidilmedi tabii ki...
  • edebiyatçılığına zerre sözüm yok, laf edebilecek kalibrede değilim. fakat bu şahsın kitaplarını ilkokul çocuklarına okutup bir milletin ruh hastası yetişmesine önayak olan zihniyeti esefle kınıyorum.

    eserlerinden birinde bir yunan askerinin bir türk kızına tecavüz ettiği bir sahne vardır misal, benim diyen erotik romanda olmayacak detaylarla bir kaç sayfa anlatılır. nice türk kızında ciddi fobilere sebep olduğunu zannederim.

    yine bir başka eserinde * *, yine muhtemelen yunan askerlerinin, bir türk ailesinin oğlunun kafasını kesip evine bir kutuyla yolladıkları bi enstantane vardır ki harry potter filmlerinin 13+ gösterimini dayatan (iyi de yapan) zihniyetin bunu neden gör(e)mediğini düşündürür durdurur.

    kabus konulu hikayeleri vardır ömer seyfettin'in. yetişkinler okusun, çok şahane, ama el kadar çocukları uzak tutmamız gereken ikinci şahıstır kendisi. birincisi için (bkz: kemalettin tuğcu)
  • pazar sabahının köründe yine yoldayken radyodan dinledik hayat hikayesini. akşama kadar da öyküleri okundu.

    edebiyatı, siyasi görüşü değil meselemiz, bir hayat hikayesi, olmamış, olduramamış bir hayat daha da vahimi ölümü ve sonrası.

    36 yaşında ölmüş yahu sadece yazıyla otuzaltı yaşında.

    okumuş, düşünmüş, öğretmenlik etmiş, okumuş, yazmış, asker olmuş, savaşmış, esir düşmüş, kurtulmuş. bir rivayete göre yüzerek kurtulmuş esaretten.

    evlenmiş, bir kızı olmuş, becerememiş, kalkedonda bir eve yerleşmiş, "münferit yalı" koymuşlar evin ismini.

    yazmış bu arada, durmadan yazmış, beğenilmemiş eli yüzü düzgün iki paragraf bile yazamayanlar tarafından.

    yalnız kalmış. bakanı olmamış. bir yazar dostu (ismiyle müsemma ali canip) dışında. o almış ağırlaşınca münferit'ten atmış faytona hastaneye gitmiş, haydarpaşa'ya.

    ağır hastayken "çocuk" demiş sadece "çocuk"

    hastalığı basitmiş aslında: şeker. bilememişler. romatizma tedavisi uygulamışlar. romatizma tedavisi uygulaya uygulaya öldürmüşler adamı.

    bitti mi bizimkinin dramı. elbette bitmedi. cesede sahip çıkan olmadığı için kimsesiz olduğunu varsaymışlar. kafasını kesmişler testereyle.

    150'den fazla öykü yazmış başı kesildikten sonra.

    bedenini kadavra olarak kullanmış tıp öğrencileri. bunun fotoğrafını da çekmişler. internette bulunuveriyor hemen.

    fotoğraf yayılınca tanıdıklar sahip çıkmışlar cesedin kalan bölümüne. bir cenaze töreni düzenleyip gömmüşler ömer'i.

    ömer seyfettin hikayeleri hep bir sürprizle biter. hikaye böyle bitmemiş bittabi. mezarı "otomobil garajı" yapılacağı gerekçesiyle açılmış nakledilmiş, yakına falan da değil, anadoludan avrupa yakasına.

    şimdi kim korkunçlu şeyler yazmış? kim daha çok yaşamış?

    not: yazıya hiç dokunmadık ama sağolsun @sudanlızencimusa bir link gönderdi. kadavra meselesinin yanlış olduğuna dair. biz referans belirtmiştik bu da burada dursun. gerçek ne ise o olsun

    ?gerçek?
  • ömer seyfettin 11 mart 1884’de gönen’de doğdu. babası kafkasya türklerinden, alaylı bir subay olan binbaşı şevket bey, annesi ankaralı topçu kaymakamı mehmet bey’in kızı fatma hanım’dır. ablası güzide hanım, küçük kardeşi ise on dört yaşında ölen hasan’dır.

    babasının görevinden dolayı anadolu’nun bazı yerlerinde bulunan ömer seyfettin, dört yaşındayken gönen’deki reşit efendi mahalle mektebi’ne başlar. 1892’de istanbul, aksaray’daki mekteb-i osmani’ye devam eder. türk-yunan savaşının patlak vermesi üzerine cepheye giden şevki bey,küçük ömer’i askeri baytar rüştiyesi’ne yatılı olarak kaydettirdiğinde o henüz dokuz yaşındadır.

    1896’da eyüp askeri rüştiyesini bitiren ömer seyfettin, edirne askeri idadisi’ne kaydolur. 1900 yılında idadiyi bitirip tekrar istanbul’a dönerek, henüz on altı yaşındayken mekteb-i harbiye-i şahane’ye girer. burada derslerden ziyade spor merakı, ilginç iddiaları ve kavgaları ile dikkatleri çeker. 9 ağustos 1903’de patlak veren makedonya ihtilallerinden dolayı devre arkadaşlarıyla birlikte aniden mezun edilir ve derhal merkezi selanik’te bulunan 3. ordu, izmir redif tümeni’ne bağlı kuşadası redif taburu’na teğmen rütbesi ile göreve başlar.

    1908 meşrutiyetin ilanı üzerine, merkezi selanik’te bulunan 3.ordu nizamiye taburları’na atanır. rumeli’nde bir çok yeri dolaştıktan sonra bölük komutanı olarak atandığı yakorit sınır bölüğü’nde tehlikeli ve çetin görevler alır, çarpışmalara katılır.

    rumeli ve balkanlar’daki bu görevler sayesinde buradaki milli uyanış ve istiklal hareketlerini yakından görme imkanı bulan ömer seyfettin’de milli şuur olgunlaşır.

    31 mart isyanı’nı bastırmak üzere 17 nisan 1909’da hareket ordusu ile istanbul’a gelen ömer seyfettin, bir yıl sonra ordudan ayrılarak, selanik’e döner. rumeli gazetesi, genç kalemler, kadın, bağçe dergilerinde yazılar yazar. bu sıralarda arkadaşları ziya gökalp ve ali canip yöntem ile birlikte sade türkçe’yi savunarak, edebi örneklerini verme gayreti içine girerler.

    1911’de trablusgarb-bingazi-tobruk cephelerinde süren savaşın zararları devam ederken 1912’de patlak veren balkan savaşı sebebiyle tekrar orduya çağrılır. yazar garp ordusu 39. alay 3. tabur emrinde, sırp ve yunan cephelerinde çarpışır. yanya kuşatmasında esir düşer ve bir yıla yakın yunanistan’ın nafliyon kasabasında esir kalır. 15 kasım 1913’te kurtularak istanbul’a gelir.

    esaretteyken yazdığı hikayeleri ali canip’in yardımıyla halka doğru ve türk yurdu dergilerinde yayımlanır. 23 şubat 1914’te ordudan ikinci defa ayrılarak tekrar sivil hayata döner.

    1914’ten sonra, bir yandan edebi faaliyetlerine devam ederken bir yandan da kabataş sultanisi ve istanbul erkek muallim mektebi’nde edebiyat öğretmenliği yapar. ayrıca darülfünun’da tedkikat-ı lisaniye encümeni üyeliğine seçilir.

    1915’te kadıköylü dr. besim ethem bey’in kızı calibe hanım’la evlenir. 1916’da kızları fahire güner(elgen) dünyaya gelir. ancak bu evlilik yürümez, 1918’de sona erer. bu ayrılık ömer seyfettin’i ciddi anlamda sarsar. ayrıca 1. dünya savaşı sonunda uğradığımız malubiyet, istanbul’un işgali ve mütareke, ardından ittihat ve terakkinin ileri gelenlerinin istanbul’dan kaçmaları sanatçının zaten bozulmuş olan sağlığını olumsuz etkiler.

    1918’den sonra faaliyetleri arasında ise öğretmenlik yanında diken dergisi ile zaman ve vakit gazetelerinde yayımlanan yazıları sayılabilir. şairler derneği adlı bir topluluğa katılması, dostlarıyla yaptığı edebi sohbetler ile harem ve efruz bey adlı eserlerinin yayımlanması da bu döneme rastlar.

    sağlığı gitgide kötüleşen ömer seyfettin’in durumu 24 şubat 1920’de iyice ağırlaşır. 4 mart 1920’de haydarpaşa tıp fakültesi hastanesi’ne kaldırılan sanatçı, 6 mart 1920’de henüz 36 yaşında şeker komasına girerek vefat eder.

    8 mart 1920’de kadıköy kuşdili’ndeki mahmut baba mezarlığı’na defnedilen ömer seyfettin daha sonra istimlak sebebiyle 25 ağustos 1939’da zincirlikuyu’daki asri mezarlığa nakledilir

    sanatı:

    ömer seyfettin, şiir ve tiyatro üzerine de eser vermiş olmasına rağmen asıl şöhretini hikaye yazarlığı ile kazanmış bir sanatçımızdır. genç kalemler’de yayımlanan hikayeleri ile tanınmaya başlayan sanatçı ömrünün sonuna kadar yazdığı pek çok eserle türk okuyucusuna seslenmiştir.

    konularını çoğunlukla hayat tecrübelerinden seçen ömer seyfettin’in sanatını, hayatının dört evresi şekillendirmektedir.

    a) ilk devre: öğrencilik yılları (1896-1908)
    b) ikinci devre: ordu mensubu olarak görev yapıtığı yıllar (1908-1915)
    c) üçüncü devre: sivil hayata geçtiği yıllar (1915-1918)
    d) dördüncü devre: ömrünün son yılları (1918 ve sonrası)

    sanatçının hikayelerinde seçtiği konuların kaynakları da yine biyografisinde uygun bir manzara arz eder. buna göre sanatçının seçtiği konuların başında çocukluk yıllarına ait hikayeler gelmektedir. and, nakarat, falaka, , ilk namaz bu yıllara ait hatıraların beslediği hikayelerdendir. ikinci sırada, asker olarak vazife yaptığı yıllara ait hatıralara dayalı hikayeler yer alır. at, nakarat, hürriyet bayrakları, primo türk çocuğu bu tür hikayelerdendir. ömer seyfettin’in istanbul’da bulunduğu yıllardan esinlenerek kaleme aldığı hikayeler üçüncü sırada yer alır. bu gruba dahil hikayelerin arasında piç, ashab-kehfimiz, yemen, foya, nokta, horoz, yüzakı, yeni bir hediye, cesaret gibi eserleri sayabiliriz.

    ömer seyfettin’in konularında tarihten seçtiği hikayeler dördüncü sırada yer alır. bu grupta forsa, başını vermeyen şehit, kızılelma neresi gibi hikayeler sayılabilir. halk hikayeleri ve masallardan ilham alarak yazdığı hikayeleri arasında ise mermer tezgah, acıklı bir hikaye, kurumuş ağaçlar, yalnız efe sayılabilir.

    ömer seyfettin bu kaynaklardan ilham alarak kaleme aldığı eserlerini sosyal hayattaki aksaklıkları dile getirmek için hizmete sunmuştur. sosyal bir hiciv niteliği taşıyan eserlerinde batılılaşmayı yanlış yorumlayarak dejenere olmuş tiplerden, kendi değerlerimizin farkında olmayan kimselere kadar çeşitli kesimlerden insanları mizah unsuru ile yoğurarak türk okuyucusuna çeşitli mesajlar verir.

    türk insanının milli şuurunu uyandırmak amacıyla yazdığı hikayeler arasında beyaz lale, bomba, hürriyet bayrakları, ashab- kefhimiz, primo türk çocuğu, kızılelma neresi, çanakkale’den sonra sayılabilir. kaybedilen savaşların toplum psikolojisine yarattığı moral bozukluğunu gidermek amacını taşıyan hikayeleri arasında vire, başını vermeyen şehit, pembe incili kaftan, forsa, topuz sayılabilir. batılılaşmayı yanlış yorumlayarak komik duruma düşen insanları hicvettiği hikayeleri arasında efruz bey serisi, cehalet ve taassubu sayılabilir.

    159 hikaye yazmış olan ömer seyfettin’in hikayeleri teknik bakımdan kuvvetli değildir. diyalog olarak zengin olan bu hikayelerde psikolojik derinlik gözlenemez. sanatçı toplumdaki bozulmayı gözler önüne sererken, mizah unsurunu başarıyla kullanır. mesajları başarıyla sunabilen kahramanları, ömer seyfettin hikayelerinin değerini bir kat daha artırmaktadır.

    ömer seyfettin, batıdan gelen romanla henüz tanıştığımız yıllarda eser vermiştir. yazarlarımızın bir çoğunun hikayeyi romana geçiş için basamak olarak gördüğü bir dönemde o, hikayenin üzerinde dikkatle durulması gereken hususi ve müstakil bir edebi tür olduğu fikrinde ısrar etmiştir. bugün türk hikayeciliğinin tartışmasız ilk büyük ismi olarak edebiyat tarihindeki yerini almıştır.

    eserleri:

    sanatçının müstakil kitap olarak yayımlanmış eserleri iki gruba ayrılır:

    a) sağlığında yayımlananlar:

    tarih ezeli bir tekerrürdür (hikaye,1910)
    ashab-ı kefhimiz (roman,1918)
    efruz bey (roman,1918)
    yalnız efe (roman tefrikası,1918)

    b) ölümünden sonra yayımlananlar:
    gizli mabed (hikaye,1926)
    yüksek ökçeler (hikaye,1926)
    bahar ve kelebekler (hikaye,1927)

    ömer seyfettin’in tahkiyeli eserlerinin ilk külliyatı 1938 tarihini taşır, bunlar:

    yüksek ökçeler, ilk düşen ak, bomba, gizli mabed, asilzadeler, bahar ve kelebekler, beyaz lale, mahcupluk imtihanı, dalga, tarih ezeli bir tekerürdür

    kaynaklar:
    1:yılmaz ayfer, türkçenin klasiklerinden ömer seyfettin'in hikayeleri
    2:akyüz kenan, modern türk edebiyatının ana çizgileri

    (bkz: copy paste değil alınteri)
hesabın var mı? giriş yap