• bu haftasonu arkadaşlarımla buluşup sohbet ettik. konu kaygılara ve ölüme geldi. ölmekten korkmadığımı söylediğimde bunun nasıl olabileceğini çok iyi anlayamadı arkadaşlarımdan birisi.

    belki 20 yaşında bir genç olsaydı - aslında ölmekten korkmadığı için değil - ölümle henüz net bir ilişki kurmadığı için beni anladığını düşünebilirdi (oysa anlamazdı aslında)
    ama arkadaşım çocukları olan bir adam. o yüzden ölümle bir ilişkisi var. ve ölümle kurduğu ilişki toplumsal bağlamları da barındıran bir ilişki.

    buraya sık sık yazıyorum ama kendimle ilgili pek az şey söylüyorum aslında. bu sefer bir değişiklik yapıp kendi özgün deneyimimi anlatmayı istiyorum.

    gençliğimde, çoğu genç gibi ölümü düşünmezdim, ne korku ne başka bir şey. bu fikir kafamda bir yer etmiyordu. muhtemelen bastırıyordum ve zaten bununla ilgili bir endişem olmadığı için bastırmak kolay oluyordu. ölüm düşüncesi yoktu kafamda.

    4 yıl önce yanlış bir patoloji tanısı nedeniyle çok ölümcül bir kanserin öncülü olan bir durumum olduğunu zannettim. çok kısa sürede hekim dostlarım sayesinde ülkenin en iyilerine başvurup işin basit bir durumdan ibaret olduğunu anladım. o sırada tek çocuğum vardı ve henüz 2.5 yaşındaydı. öleceğimi sandığımda tek düşüncem 'kerem bensiz ne yapar' olmuştu. ikinci patoloji sonucu on günde çıktı. o 10 gün ne kadar uzun gelmişti bana allahım. her gün sanki beş gün gibi geçiyordu. gece uyuyan oğluma bakıp ağlıyordum. çünkü eğer tanı dogruysa oğlumun güzel yüzünü görebileceğim en fazla birkaç yılım kalmıştı.

    peki bu dört yılda ne oldu da artık ölsem de gam yemiyorum? bu, süreç içinde gelişen bir durum ama bunun üstüne ben de düşündüm.

    öncelikle ölümü yaşamdan ayrı bir şey gibi görmeyi bıraktım. doğum gibi o da hayatın bir parçası. mehter marşıyla gelip izmir marşıyla gidiyoruz. yaşamak elbette harika. gözümü açtığım her sabah için müteşekkirim. ama bunun ölümle hiç ilgisi yok. bu sabahım, yarın ölecek olsam da güzeldi. bu kadar basit.

    gelelim geride kalanlara... beni sevenler, ihtiyaç duyanlar, özleyecekler...bu kişilerin hepsini çok seviyorum ve onlarla uzun yıllar birlikte olmayı isterdim. intihar etmediysem - ki etmeyeceğim - ölümüm bana bağlı gelişmedi. elimden gelen bir şey yok. keşke sizinle daha çok vaktim olsaydı ama olmadı. ve bana en çok ihtiyaç duyanlar, yani evlatlarım dahil, bensiz yaşayabilirler. hangimizin hayatı tam? kimin eksiği yok? öyle ya da böyle insan yaşamaya devam ediyor. başka insanları seviyor, bağlanıyor, seviliyor ve hayat sürüyor. bensiz de sürecek elbette.

    geçen gün rahmetli psikiyatrist fikret ürgüp'ün 1977 yılındaki ölüm ilanındaki bir cümleyi okudum:

    fikret ürgüp bu dünyadan kurtuldu.

    ben ne dünyadan kurtulmak isterim, ne dünyanın benden kurtulacağını düşünürüm. ama doğduğum gibi öleceğimi; bunun vaktine, şekline kafa yormanın anlamsız olduğunu bilirim.

    ölüm benim hediyemdir. bir gün biteceğini bildiğim şu kısacık ömrü tadını çıkararak yaşamama yardımcı olur. çiçek açan ağacı, çocuklarımın gülüşünü, sevgilimin sesini, kedilerin güzel gözlerini daha bir severim sanki. bunu düşünerek yaşamam ama içten içe bilirim: bugün bu güzelliği tattın, yarın belki tadamayacaksın.

    bedenim elbet toprağa karışacak ama hayatına dokunduğum insanların aklında, kalbinde, hikayelerinde yaşayacağım. belki onların bazıları beni çocuklarına anlatacak. torunlarım fotoğraflarıma bakacak. belki eski bir sevgilim, çocuğuna böyle bir kadına aşık olmuştum diye anlatacak. tedavi ettiğim bir hastanın duasında, bir arkadaşımın rüyasında tekrar hayat bulacağım.

    ölümsüzlük belki de düşünsel bazda kaderimiz zaten. ölümlülüğün bedensel olarak kaderimiz olduğu gibi...
  • "ben ölmek istemiyorum anne, sonsuza kadar yaşamak istiyorum." - selim (5). demek insan daha kalemi bile düzgün tutamazken varoluş sancısı çekebiliyor...
  • "öleceğimiz günü bilmemek bizi ölümsüz kılar."

    andrei tarkovski
  • "yeryüzünden yıldızlara giden yol, öyle kolay bir yol değildir."
    (seneca, "hercules furens")

    sen başardın bunu. 2000 yıl önce söylenen bir sözün yüreği titretmesi. homeros'un şiiri, seneca'nın düz yazısı! yıldızlardan kopararak devşiriyoruz kendi içimizde.
  • arkada bir eser bırakarak bu alemden göçmek suni bir ölümsüzlük nitelemesi sağlasa da önümüzdeki 20 30 yıl içinde insanların ölümü geciktirebilme yolunda büyük yol alacaklarından şüphem yok.

    bunların başında hepimizi heyecanlandıran yapay organlar ve genetik hastalıkların tedavisi geliyor. biliyorsunuz çatır çatır üç boyutlu yazıcı ile böbrek üretiyorlar ve bunun halka inmesi birkaç nesil içinde değil şu anda burada yazar olan nesiller ölmeden gerçekleşecek.

    internet ve bilginin kolay erişimi ile son 100 yılda neredeyse 1000 yıllık gelişim sağlandı ve bu hızda uzun bir zaman daha devam edecek bir gelişim çağındayız. insan beyninin çözülmesi ve sanal ortama aktarılması çok uzak değil ve inanın gerçekleşecek. sevdikleriniz bu dünyadan göçse dahi onlarla sanal alemde hala diyalog halinde olabileceksiniz.

    ilk başta gerçekten saçma geliyor evet. hayal edin, arkadaşınızın cenazesinden çıkıp eve geldiğinizde bilgisayardan bir sesin "nabiyonuz olm kimin cenazesi vardi" dediğini duysanız "senin" diyebilir misiniz acaba? karmaşa. süper değil mi? yapay zeka bir kurbağa beyninden çok daha fazlasına ilerlemiş durumda. o yüzden arkadaşınızın robot versiyonu ile "iyi adamdın erken gittin mübarek" diye dertleşmeniz de pek olası. teknolojinin ve bilmin önündeki en büyük engel, her zaman olduğu gibi enerji oldu ve olacak. bir gün dünya üzerindeki enerji problemi dünyayı yok etmeden çözülecek duruma geldiğinde değil 100 yılda 1000 yıl insanlığın varoluşundan beri süregelen zaman toplansa o vakitlerin 10 yılı kadar değerli olmayacak.

    bir diğer tarafında geleceğe uyanmak isteyen pek çok insanın dondurulma kabinlerinde bekletildiği yıllardayız. evet bu da şaka değil. aslında bu işlem şu an için ölmeden yapılamıyor, en azından ben öyle biliyorum fakat bilim adamları bir köpeğin bedeninden kanını çekip onu bozulmayacak şekilde dondurduktan sonra kan nakli ile geri vererek tekrar hayata getirmeyi başardılar. aynısı insanlar için neden olmasın? 70 100 yıl sonrasında 1 günlük bile olsa gözlerinizi açabilmek istemez miydiniz? ben şahsen çıldırırdım. peki bu tip bir teknolojinin uzay yolculuklarında kullanıldığını düşünün? güneş sistemindeki gezegenlere veya uydularına yolculuk yapmak ne kadar kolay olurdu öyle değil mi?

    bilme ve teknolojiye inanın, güvenin. ben en çok bu bal nehrinin yeni akmaya başladığı zamanlardaki insanlar olarak en süper zamanlarını göremeyecek olmamıza üzülüyorum.

    ayrıcs hepiniz öleceksiniz. yağma yok.
  • maalesef büyümesi hiç durmayan prostat nedeniyle erkekler için pek de mümkün gözükmeyen vasat olay. ben kendim ortaokul mezunuyum cahil bi insan değilim yani ama ailem bilimle iç içedir, eski yazılarımı bilen bilir dayım damacana pompasını, dedem ceviz kıracağını bulan kişidir. velhasıl ben bu mevzuya çok kafa yordum dracula, underworld ve twilight gibi bu konuyla ilgilenenen filmler izledim, çıkardığım sonuç önümüzdeki 10000 yıl pek mümkün değil bu olay arkadaşlar.
  • canlılar için yaşamın sona ermemesi durumu. 500 yıl sonra doğal yollarla ölüm tamamen engellenecek ve 1000 yıl sonra ise artık istediğimiz yaşta kendimizi sabitleyebileceğiz. üzülüyorum. ölmek istemiyorum. kötü bi zamanda varolmuşum. ancak bu yarı-ölümsüzlük de yeni korkuları beraberinde getirecek. sonsuz bir yaşam mümkünken insan nasıl kendini riske atabilir? uçağa binmek, ekstrem sporlar ve hatta sosyalleşmek, insan içine çıkmak bile göze alınamayacak. hayatın büyük bölümünde robotlar bizim yerimizi almış olacak. bir nevi yaşayan robotların evcil, kırılgan, organik ev sahipleri olacağız. yaşamın temel çelişkisini ortadan kaldırmak, ne gibi çelişkiler yaratacak? merak ediyorum ama elden bir şey gelmiyor. ölümsüz çocuklarıma mutluluklar diliyorum ve onlara şu mirası bırakıyorum: bu günlere gelmelerini sağlayan atalarını asla unutmasınlar, varolan bilincin yokolmadğı bu dünyada, yokolmuş ilkel bilinçleri tekrar varetmek için çabalasınlar.
  • "ölümsüzlük anlamsızdır; insan dışında bütün yaratıklar ölümsüzdürler, çünkü ölümden habersizdirler; tanrısal, korkunç, anlaşılmaz olansa, kendi ölümsüzlüğünü bilmektir." (s .54)
    (bkz: el aleph /@hanging rock)
  • ntvmsnbc de ölümsüzlüğe yönelik çalışmalar anlatılmış. vücuttaki organların yaşlanmasının nasıl durdurulabileceğinden bahsedilmiş, en altta ise klon başlıklı son bir paragraf var, en ilginci de bu bana kalırsa. orada şöyle bir ifade var:

    "insanın kendi kök hücrelerinden üretilecek bir klona, beyninde sahip olduğu içerikler de yüklenecek. böylece canlı tek bir vücuda bağlı olmadan yaşayabilecek."

    bu benim de düşündüğüm birşeydi, yani ölümsüzlük keşfedilirse öncelikle vücudun değil bilincin yaşamaya devam etmesi sağlanır diye düşünüyordum. örneğin beynin o anki durumu (hatta belki bütün sinir sisteminin, hormonların, dokuların durumu) herşeyiyle bir yere kaydedilir ve benzer bir ortama aktarılırsa (klon bir beyne ya da elektronik bir beyne), bu ikinci beyin de aynı şekilde düşünmeye devam etmez mi? bilimin ve teknolojinin bu hızıyla beklediğimizden de yakın bir gelecekte gerçekleşebilir bunlar. ama işte kafamı kurcalayan birşey var: benim beynim(bilincim) bir yere kopyalansa bile 'o' artık ben olur muyum? ya da ben ölsem ölmemiş gibi hissedip kaydettiğim yerden düşünmeye devam mı ederim?*

    bu yöntemin ölen kişiye bi faydası olmazmış da, en fazla çevresindekilere olurmuş gibi geliyor. örneğin biri öldüğünde hemen onun bilincinin son kaydedilen kopyası uygun bir klon vücuda veya robota aktarılıp, o anki düşünceleriyle yaşamaya tekrar başlaması sağlanabilir. ölenin yakınları ölen kişinin (en azından bilinç olarak) birkaç ay önceki halinin gelip kendileriyle muhabbet etmesini nasıl karşılarlar acaba? ya da tam tersi, ölen kişi(veya kopyası) kendini nasıl hisseder? diğer kopyanın ölmesi sonucu bi anda canlandırılmış bir bilinç olduğunun farkına varır mı? daha da ilginci şu, diyelim ki bu yöntem uzun süre kullanıldı. örneğin ben öldüm yerime kopyam geçti, ondan sonra başkası öldü yerine onun kopyası geçti. bi süre sonra sadece kopyalar kalıcak dünyada (tabi bi de yeni doğanlar var). bana sanki bişeyler eksik kalır gibi geliyo bu kopya olayında. yani o kopyaların bizden hiç farkı olmaz mı şimdi? (ruhlara inanmak da buradan geliyor sanırım. o ruh inancı değil aslında, benim kopyam ben öldükten sonra benim gibi olamaz inancı.*) bilemedim ben onu.
  • silmarillion'da ölüm ve ölümsüzlük üzerine geçen şu sözler bence her şeyi açıklıyor, yani ölümün aslında bir ceza değil ödül olduğunu;

    ''onlar kaçamazlar; bu dünyaya bağlılar, ne kadar sürerse sürsün, asla burayı terk edemezler.''

    ''bu ilk başta bir ceza olarak tasarlanmadı. siz ölüm sayesinde, alıp başınızı dünyadan kaçabiliyorsunuz, ona bağımlı değilsiniz, umutta da, usançta da.''
hesabın var mı? giriş yap