• olumle ilgili en buyuk yanilgi bireyin ba$ina geldigi sanrisidir. halbuki bu dogru degildir. olum bireyin ba$ina gelmez, kalan herkesin ba$ina gelir. birey tarafindan ya$anmasi ya da tecrube edilmesi asla mumkun olmayan bir $eyin ba$a gelmi$ atfedilmesi en ba$ta akla yatkin degilken, "talihsizlik", "cok yazik", "vah vah" diye yaftalandirilmasi da bu yanli$ anla$ilmadandir.

    halbuki olum sadece kavu$masiz bir ayrilik buruklugunda mayho$ bir meyvedir.
  • annemi sonsuzluğa uğurladım bir süre önce...
    ablam, "annem hiç kımıldamıyor, 112'yi aradım" dediğinde bittiğini anladım.
    hemen apar topar gittim yanına.
    sıcaktı daha...
    elleri soğuktu, ama yüzü sıcak...
    artık onun için hastalık riski olmadığından öptüm onu. doya doya sarılıp öptüm.

    sıcaklığı yavaş yavaş düşüyordu. belediye cenaze hizmetlerinden geldiklerinde hala yüzü hala sıcaktı...
    üzerindekileri çıkarın dedi görevli. yaşlılıktan ötürü artık hiç bir şey yemeyen, bu sebeple de iyice zayıflamış annem... bedensel görünümü bambaşkaydı...
    yine de mahremiyet kaygısıyla bir bez örtelim dedim. görevli mekanik bir sesle formaliteye gerek yok, hemen alıp morga kaldıracağız zaten...

    bir yandan onunla da empati kurmaya çalışıyorum...
    sabahtan beri yaptığı çok sayıda işten sadece biriydik biz...
    daha 5 dakika önce bir cenazeyi göndermiş, belki annemden sonra da başka bir eve daha gidecek...
    formaliteyle kaybedecek vakti yok...

    ama o annemiz... yine de formaliteden uzak bir şekilde çuval bezinden mamul bir tuluma yerleştirdik. femuar çekildi üstüne, dikkatle indirdik alt kata...

    aşağıda tabut açılmıştı...
    nedense ufacık göründü gözüme, annem sığar mıydı?

    tabii ki sığdı, cenaze arabasına yerleşti, torunuyla gittiler morg alanına... ben ablamın yanında kaldım.
    yapılacak çok iş var, yarın bir sürü gelen olacak...

    yavaş yavaş haber veriyoruz herkese...

    bekliyorduk aslında...
    o yüzden çok üzülmedim. arayanlardan daha soğukkanlı olmak, işte bu daha rahatsız ediciydi... uzun yaşamıştı annem. sırasız ölümlerin acısını da yaşamıştı.
    normal bri şekilde, son yemeğini yiyip gözlerini kapatıp ayrılmıştı dünyadan. bundan daha güzel bir ölüm olabilir mi?
    gözlerini kapıyorsun, uyudun uyanamadın oluyor... üstelik de şairin hesabını da altüst etmiş, yolu iyice uzatmışsın...

    tüm cenaze işlerinin ardından dinlenmeye çekildim... o dönem yaşadığım sürece hümeyra eşlik etmişti, sessiz gemisiyle.
    ve dün akşam aldığım haber, bana bu satırları yazdıran, onun da sırasız ölümün ateşiyle yandığını öğrendim.

    ölüm, sıralı sırasız, kendiliğinden ya da dışarıdan bir etkiyle...
    ölüm ölen için değil ama geride kalanlar için farklı...

    bekliyorduk annemi, gayet sıralı bir ölümdü...
    ama dün, çok sevdiğim bir sanatçının hiç tanımadığım evladının ölümü, sırasız...
    bu yakıyor... evladının acısıyla yanan tüm anneler beni de yakıyor...
  • ölüm, başarısızlık kavramından yoksundur. ölümden dönmek, kötürüm kalmak vardır ama yarım yamalak ölmek diye bir şey yoktur. bir kere öldün mü herkes kadar mükemmel bir ölüsündür. hepimizin başarılı olacağının garanti olduğu tek şeydir.

    halbuki doğum öyle değildir. herkes için zordur, meşakkatlidir. doğumun tarihi başarısızlıklarla doludur. anne de bebek de doğumda büyük bir sınav verirler. doğduktan sonra doğmuş kalacağının da garantisi yoktur. yeni bir hayat gelirken adeta ömürlerden ömür gider.

    başlangıcı bile bu kadar zor olan bu bol kavgalı, tökezlemeli hayatımızın sonunda ölümün hep kusursuzca varacağımız bir kilometre taşı olarak durmasında bir rehavet var. hiçbir gücün ölmemize engel olamıyor olması, bizleri ondan alıkoyamıyor olması da her canlıya haşmet katıyor. hayatımızı ne kadar sıkıntılı, sendeleyerek yaşarsak yaşayalım onu iade ederken her birimiz bunu kusursuz bir maharetle, kovan ören bir arının şaşmaz zerafetiyle beceriyoruz. gözlerimizi yummuş durgun halimizde hiç değişmeyen bir üstümüzden büyük yük atmışlık oluyor. hiç her şeyini kaybetmiş gibi durmuyoruz. tam tersine nihayet hayattan kurtulmuş görünüyoruz.

    ne olursa olsun en basit, önemsiz görünen bir hayat bile pürüzsüz ve kusursuz veda ediyor bu dünyaya. velhasıl, çok güzel ölüyoruz.
  • “öldükten yaklaşık 30 dakika içerisinde vücutta refleks diye bir şey kalmıyor.
    gevşeyen kaslar dolayısıyla ağız ve göz kapakları açık kalıyor. boşaltım sistemi tamamen gevşiyor, idrar akıntısı oluşuyor.
    ölümün gerçekleşmesinden 24 saat sonra vücut çürümeye başlıyor. solunumun durması bakteriler için işaret oluyor ve çalışmaya başlıyorlar.
    ilk çürüyen organlar ise göz, beyin, mide ve bağırsaklar.
    ceset şişman ise daha çabuk çürürken, tuzlu suda boğulanlar daha geç çürüyor.
    en geç çürüyen kısımlar ise kalp, mesane, böbrek .
    ilk çürüyen yer olan mide ve bağırsaklarda bakteriler yoğun çalıştıkları için hızla gaz ortaya çıkıyor. bu gaz, karın bölgesinin şişmesine sebep oluyor. derinin üstü yanık gibi su toplarken, vücutta biriken sülfür yüzünden renk siyaha dönmeye başlıyor.
    günden güne şişen karın patlıyor ve göğüs çöküyor. bu olay mezar üstünden duyulabilecek kadar sesli olabiliyor.
    ortalama 4 yıl sonra insan tamamen kemik haline dönüşüyor.
    güzelliğin, yakışıklılığın, zenginliğin, kibrin, malın mülkün, makamın mevkin nerede?yeryüzünde kasıntı bir şekilde gezen, küçük dağları ben yarattım egosuna sahip olan, insanları küçücük beyniyle aşağılamaya çalışan, hayatı statü ve dünyada kazanacağı geçici başarılara odaklayan her o kibirlinin sonu budur.
    paranın satın aldığı insanların sonu budur. mevkiye gelmek için karakterini satan, çevresini ezen, zulme uğrayan insanların üzerine basarak bir şeyler elde etmeye çalışanların sonu budur.
    güzelliğiyle, hayatı boyunca makyaj/süse adanan, cildi kurumasın diye her gün özenle kremlenip yumuşatılan bedenin sonu budur.
    hayatını fitness salonlarında ayna karşısında kaslarına bakarak geçiren, tek hedefi vücut büyütüp bununla ınstagrama fotoğraf atan kişilerin de sonu budur.
    çalışın, başarılı olun, insanlığa fayda verin ama hayatı büyütmeyin.”
    °alıntı°

    debe editi: bitte komm zurück.
  • keşke bir dinim olaydı dediğim tek an.
    belki fatiha okurdum geçerdi.
    ama böyle olmuyor lan, ''canımmm, şu an o o kadar güzel bir yerde ki'' diyemeyince geçmiyor.
    neredesiniz bilmiyorum. sadece toprağa mı karıştınız, boyut mu atladınız, ne yaptınız bilmiyorum.
    ama biz kalanlar çok acı çekiyoruz ibneler.
    bizi bırakmayın lan artık yeter.
  • iki hafta önce annemi kaybettim...

    vefat edeceği günün akşamı hastanenin yakınındaki mezarlığa çekildim, o soğuk mermerler arasında dolaştım. bir tür yarına hazırlıktı, anlamadım. ancak annem vefat edince hem mezarlığa alıştım hem de ölüme. korkarım sanıyordum ama anneme dokundum, ona ne kadar güzel olduğunu söyledim.

    ölüm çok ani, istediğimiz kadar bekleyelim yine ani. 6.5 yıldır kanserdi annem. hep hayal ediyordum o günü, öldüğünü. hayal ettiğimden çok daha güzel oldu ölümü. zira huzur doluydu, rüyalarda hiç hissetmediğini söyledi.

    anneniz hayattaysa gidin doya doya sarılın gibi klişeler söylemeyeceğim. annem dirilse, seni çok seviyorum anne ama hemen gitmelisin derdim. burada boğuluyorum ve sen orada kalmalısın derdim ona. biri gelecekse ben gelirim.

    canı o kadar acıyordu, o kadar acı çekiyordu ki üzülünce kendime kızıyorum, kendini düşünme diyorum. annem acılarından kurtuldu, sana düşen sevinmek, başka bir şey değil diyorum kendime. pek ağlama fırsatı tanımıyorum kendime. "kendim" dediğim şey de günden güne kayboluyor, kimde eriyorum bilmiyorum. benliğim yok oluyor sanki, aynı zamanda yeni bir şey de ortaya çıkıyor. ya kozasından çıkan bir kelebeğim ya da ağlarında yeni dolaşmaya başlayan bir örümcek.

    daha içten bir şeyler yazardım sanıyordum, ölüm kadar soğuk bir yazı oldu...

    spiegel im spiegel
  • ennnn çok istedigim..

    daha 1 saat bile olmadı belki kocam olacak şerefsiz beni öldürmek için boğazımı sıktığında.

    oysa ondan iki saat kadar önce de aklı sıra şakacıktan boğazımı sıkarak beni öpmeye çalıştığında korkup geri çekildiğimde de neden öyle yaptığımı sordu sadece öpecektim dedi. daha önce yaptıklarından, bilinçaltı dedim hayır, yanlış, başka bir şey var demişti. çok anlarmış gibi sanki psikolojiden. oysa incir çekirdeği kadar bile anlamaz.

    daha önce de defalarca yasadim bunu ben. nikahtan iki gün sonra sus pus bir kere dayak yedim. ondan sonrakilerde hep kendimi savunmaya çabaladım. karşılık vermem bile bir nebze azaltiyordu sanırım şiddetini. çünkü her seferinde direk üstüme gelip boğazımı sıkıyordu ben de tirnagimda dna si kalsin diye hareket edemedigim zamanlarda yüzüne saldırıyordum. yüzünde elimi hissettiği an bi an bırakıp kendini yokluyor sonra tekme tokat saldiyordu. o kendini yoklarken bana hareket kabiliyeti yaratiyor ve ben de bacaklarimla tekme atip onu uzaklastiriyordum. spor geçmişimden dolayi da gücüm fena değildir aslında. ama bir erkeğin gücüyle yarışacak kadin ancak güreşçi filan olmali sanırım.

    biraz önce de siralama değişmedi aynen anlattığım gibi oldu yine. ben yatağın önünde yerde oturuyorum, o yatakta. direk üstüme saldırıp iki eliyle bogazimi sıktı öldürmeye çalışıyordu. sonra ben de kolumun uzandığı sekilde onun yüzünü tırmaladım tírnagimda dna si kalsin diye. o bir elini yüzüne götürdüğü anda da tekme attım kalktim yerden. burnunun kenarinı ve kulağının dibini yirtmisim tirnagimla.

    (bu arada bütün kadinlar sirf bu sebepten tirnak uzatmali, nerden ne gelecegi hic belli olmuyor. ) 22 agustos ta yine siddeten karakolluk oldugumuzda kaldiramadim yasadiklarimi. o günden beri ilk defa yeni yeni tirnak uzatmaya başlamıştım. saçlarımı bile kazımıştım o psikolojiyle. gerisini siz düşünün.

    bu yuzundeki kani sildi peceteyle sanki bana brad pitt şerefsiz haysiyetsiz karaktersiz herif. çok kıymetli yüzü var sanki yüzsüz karaktersiz. yatağın üstünde oturuyordum yine geldi saldırdı yine bi şekilde kurtuldum elinden çünkü üstüme gelirken bir kac saniyelik zamanim oldu. ama bu sefer kaçarken yatagin ayak ucundaki gardropla arasi 50 60 cm lik bir mesafe

    geliyor heralde, birazdan devam..

    gelmedi devam ediyorum..

    gardropla yatağın arasinda o ayakta yüzü yataga dönük vaziyette benim kafamı kucağına aldi ve arkamdan dirseğinin iç kismiyla boğazımı sıkmaya başladı yine. o ara nefesim tamamen kesiliyordu artik hiç nefes alamamaya basladim. bi ara kolunu daha sıkılaştırmak için hafif gevsetti o ara biraksam mi bırakmasam mi tereddütünü de yaşamış olabilir. o bi anlık nefesle öldür, öldürmezsen orospu çocuğusun dedim. biraz daha sıktı sonra bıraktı. o muhteşem yakışıklılığı! bozuldu mu diye aynanın önüne gitti.
    götü yemedi heralde hapse girmeyi. daha once zaten anam avradim olsun diye yada anami siksinler ki diye yalan yemin etmeye alışkın olduğu için söylediğimi hiç umursamadi bile. karakolluk olduğumuz zaman onun isteğiyle sikayetimizi geri çekmiştik. o da benden şikayetçi olmuştu. ama görgü tanıkları sayesinde benim sadece kendimi korumaya çalıştığım ortaya çıktı ve onun sicili temiz oldugu için hapis cezasini paraya çevirmişler. bu mahkeme kararının bildirimi geleli daha bir hafta bile olmadı. 5 yil denetimli serbestliği var. çok emin degilim ama sanırım 5 yıl içinde ayni suçu tekrarlarsa hapse giriyor. bu arada daha önce de boğazımı sıkıp ölümle tehdit ettigi için de ceza vermemişler. ölüm tehditi suç teşkil etmiyor sanırım ülkemizde.

    şimdi gelelim ölüme.

    ölmeye en yakın oldugumda bile zerre korkmamış olmam ve onun beni öldürmesi için boğazımı sıkmayı bıraktığı anda onu teşvik etmeye çalışmam..

    ölüm böyle bir hayattan daha hayırlı değil midir, soruyorum size? 38 yaşındayım. çocuk tacizinden tutun tecavüze kadar yaşamadığım şey kalmadi nerdeyse. 1 yıllık evliliğimde alkolu kumarı şiddeti karisi kızı pornosu hakareti tehditi yalani dolani bitmedi. ( her zaman oldugu gibi bu akşam da alkolluydu zikkimin dibini içesice ) bir yılda evimizde bir sürü eksiğimiz olduğu halde 25 bin liraya yakın parayi sadece alkole ve iddiaya yatırdı.

    söyleyin şimdi ölüm toprağın altına girmek mi sadece?
    ya benim bunca yaşadıklarım?

    ben gerçekten ölmek istiyorum kurtulmak istiyorum bu hayattan. başedecek gücüm sabrım psikolojim kalmadi artık. ıntihar edeceğim zaten ama önce tüm hayatımı yazıp gerçek ismimle buraya açacağım başlığa yazacağım. sessiz sedasız gitmiycem bu dünyadan. herkesin ismini cismini tek tek deşifre edeceğim. o şerefsizlere arkamdan sallama hakki vermiycem. ölünün arkasından konuşmak kolay. şimdiye kadar yazmadim çünkü bilgisayarimi verdiğim kişilerden geri alamıyordum. aldim, bu sefer de kocam olacak şerefsiz (adam demeye dilim varmıyor) format attiricam dedi, laptop im siyasi partideydi çünkü guvenmedi, hala götürecek aylar oldu. flash a yazıp her gün saklamak da bana göre değildi. çünkü arkadan iş çevirmeyi pek beceremem, kesin yakalanirim, herif zaten paranoyak ruh hastasının teki. bu sefer başka bir bok yiyorum zannedecek. mesela afedersiniz dün gece yatakta ritmik hareketten yatağın sesiyse eger alt kata ses gitmesin diye dinleyip anlamaya çalışırken ne düşünüyorsun aklindakinin kim olduğunu ikimiz biliyoruz falan diye saçma sapan ithamlarda bulundu. kıskandığı da 15 yıl önceki sevgilim. adama karşı içimde en ufak bir şey olsa nişandan sonra beni arayıp hayatına çağırdığında bu gerizekalıyı bırakır ona giderdim. yada kocam beni dövdüğünde ortak arkadaşımızdan duyup aradığında bilmem kaç yüz km uzaktan yola çıktım seni almaya geliyorum dediğinde gelme diye kavga etmek yerine gel derdim. evdeki şizofren de onu kıskanıyor. kıskandığı adamla ilgili sozlukte ismini vererek yazdığım hoş olmayan bir şey bile var hatta. ne oldugunu hatırlamıyorum şu an ama bulmak kolay.

    bunca yaşadığım taciz tecavüz dayak işsizlik ızdırap psikolojik baskiyla hala yoşomon lozum ölme filan demeyin sakın. çok direndim çok çabaladım ama olmadı, olduramadım. ölümü düşününce insan güler mi, ben gülüyorum içimi huzur kaplıyor. o belirsizlik bile korkutmuyor beni. o kadar çok okudum ve araştırdım ki, ölüm ve sonrasıyla ilgili. korktugumdan degil ha, meraktan..

    yarından itibaren yazmaya başlıyorum artık. allah kerim. ne zaman biterse..

    yazım ve imla hatalari için kusura bakmayin. telefonumun ekrani paramparca aylardır, yazılar düzgün görünmüyor.

    edit: mesaj atan herkese çok teşekkürler. hepsine mutlaka geri dönüş yapacağım ancak itiraf etmem gereken bir şey var. çok uzun zamandır kimseyle konuşup mesajlaşmadığım için psikolojik olarak bir anda herkesle iletişime geçemiyorum. eskiden her gün saatlerce sözlükte okurken şimdi girmeye bile korkuyorum. bazen evden dışarı çıktığımda da hissediyorum bu korkuyu. yada telefonum çalarsa, mesaj gelirse filan.

    boşanmayı kabul ettiğini söyledi. pazartesi gidelim birlikte davayı açalım boşanalım dedi ama gitmeyeceğine o kadar eminim ki..

    daha önce de defalarca yaşadık bunu. tabi hepsi olaylı bitti ve hiç adliyeye gidilmedi. birini mesaj atan arkadaşlardan bir tanesine anlatmıştım. o mesaji buraya kopyalayacağım. çünkü tekrar tekrar yazmak, anlatmak, o anları hatırlamak bile o kadar zor ki..

    copy paste yapıyorum yazdığım mesajları:

    ''ciddi ceza alacagina inanmadigimdan yapamiyorum zaten. ölümle tehdit ediyor adam beni ama bu sadece benim beyanimmis sanigin suçu sabit değilmiş beraat!!! uzaklaştırma karari vardı, sitenin güvenliğini aşıp evin kapısına kadar gelmiş, 1 saatten fazla kapidan iceriyi dinlemiş(bunu da sonradan kendisi anlattı), çıkarken guvenlik görmüş beni aradi haber verdi ki ben de gördüm pencereden jandarmayi aradım. size bişey yaptı mi dediler hayır dedim o zaman bişey yapamayız dediler bak yemin ederim aynen böyle söylediler. susuz jandarma karakolu. sitenin güvenlik kayıtlarına bakmaya gerek bile duymadilar''

    ''öldürürüm diye tehdit ediyor. boşan(a)mıyorum. ben seni çok seviyorum ayrılmak istemiyorum ayrilmam diyor. bir gün anlaştık birlikte adliyeye gidip boşanmak için dava acicaz. giyindim hazırlandım adam gelmiyor çok seviyormuş ayrilmak istemiyormus. tamam o zaman ben kendim gider açarım dedim. sonrası savaş. bildiğin savaş. anahtar bile kırıldı düşün artık. küçük sert demir. üstümdeki kazağım paramparça. ev darmadağın, yatak odasının kapısı kırık. sanırım o günden 1 gün önce kırmıştı çok emin değilim ama belki o gün belki bir iki gün sonra. bir iki ay önce de uyaptan davayi başlattım ama 320 lira yatırıp davayı açamadım. param yok, eve para bırakmıyor. kendisi de açamazmış parası yokmuş. bahane yani. beni çok seviyormuş ayrılmak istemiyormuş. hatta önce anlaşmalı açtım uyap tan. sonrasında delirdi rub hastasi benim 15 yıl önceki sevgilimle görüştüğümü ona gideceğimi söyleyince, ki sürekli bu tarz suçlamalar yapıyor. ben de dedim ki o zaman çekişmeli açıyorum ki sen de benim orospulugumu kanitla zina davası da aç hadi bakalim hodri meydan dedim. senle tanıştigimiz tarih itibariyle telefon, sms, whatsapp, instagram, facebook, e mail bütün hesaplarım incelensin en ufak bir şey bulacak mısın bakalim dedim. her seferinde o bana bu suçlamaları yapiyor ben de her seferinde ayni şeyleri tekrarlıyorum. sonra ben öyle söyleyince ben uğraşmam öyle şeylerle ne halin varsa gör diye mercimek kadar beyniyle akli sıra bana lütfetmiş oluyor ruh hastasi. haa bi de hee hee kesin öyledir diye dalga geçerek bi sırıtması var ki, kim görse nefret eder. ''
  • vucut tamamen olmeden hemen once yuksek miktarda endorfin salgilar. ve boylece yasayacagi bu en son deneyimin mumkun oldugunca acisiz, agrisiz gecmesi saglanir.
    (bkz: discovery channel)
  • hiçbir kalan, ölenin ardından ölümle tek başına kalmamalı. hayatta olanlar, yedi kat eli bile ölümle baş başa bırakmamalı. bugün, son 24 yıldır birlikte neleri atlattığımız, atlamadıklarımıza alışmayı birlikte öğrendiğim en yakın dostumun babasını toprağa verdikten sonra yol boyunca, bireyselliğin önünde eğilip buyur diyeceği tek şeyin ölüm olduğunu düşündüm. düğün haber veriyor, doğum haber veriyor, boşanma haber veriyor, terfi haber veriyor, aşk bile haber veriyor gelişini de ölüm vermiyor. insan sağında solunda tutunacak bir yer olmadan, basılamayan bir zeminde öylece kalakalıyor. ölenden geriye kalana bir el, bir omuz olmak elzem. aksi halde varlıkla yokluğun bir farkı kalmıyor.
  • eski bir çalışma arkadaşımın öldüğünü öğrendim bugün. çok samimi değildik, 8 yıldır hiç görüşmedik, öyle duygusal bir bağım yok ama durup durup ağlamama engel olamıyorum. 2 sene bütün gün birlikte olduğum, iyi kötü bir sürü şey paylaştığım bir insan, 47 gibi genç bir yaşta, arkasında 15 yaşında bir evlat bırakıp gitti. rahmetli hırslı ve girişken biriydi, zaman zaman kırıp dökerdi insanları, huysuz ve tatlı kadın gibi. ona biraz kırgın olarak ayrılmıştım oradan. şimdi bakıyorum her şey boş, bomboş. kırgınlığım kalmadı, kalsa da ne farkeder? artık hiçbir şeyin anlamının olmadığı bir yere gitti. elalemin işi için bu kadar çırpınıp çabalamak nedir bu üç günlük dünyada? bomboş saçmasapan hayatlar yaşayıp gözümüz açık gidiyoruz. her şey öyle boş ki... bir çiçek fazla koklasam, birinin yüzüne bir gülücük kondursam, başka hiçbir şey düşünmeden bir kuşun uçuşunu öylece seyretsem... sadece bunlar yanıma kar kalırdı giderken.
hesabın var mı? giriş yap