• uzun zamandır ohrid'in ne kadar güzel olduğunu duyuyor, çok takmıyordum.
    sonuçta bir yer en fazla ne kadar güzel olabilir? diyordum
    hem türkiye'de bu kadar güzel yer görmüşken, ohrid çok da etkileyemez değil mi? diyordum.

    ve yanılıyordum.

    gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ohrid şu ana kadar dünya üstünde gördüğüm en güzel yer. kıpırtısız, pırıl pırıl bir göl, kenarında aralıksız bir orman ve daracık taş sokakları, balkonlarından çiçekler sarkan sevimli evleri, sayısız kilisesiyle ohrid.

    bir göl ne kadar temiz olabilir diyordum. ohrid gölünde kışın 20 m derinliği görebiliyorsunuz. çünkü göl yüzün üstünde pınar tarafından sürekli besleniyor ve makedonlar gölü kirletmemek için büyük çaba gösteriyor, gözleri gibi bakıyorlar. su o kadar temiz ki içine girerken suyu kirlettiğiniz hissine kapılıyorsunuz.

    ohridi de, ohrid insanınıda daha turizm bozamamış. şehirde sadece ufak pansiyonlar var, büyük pteller şehrin dışında. insanlar makedonuyla, türküyle çok sıcakkanlı, çok yardımsever. türkiye'de olduğu gibi her köşe başında kazıklamaya hazır bir çakal beklemiyor. her yerde fiyatlara bakmadan gönül rahatlığıyla istediğinizi yiyip, içebiliyorsunuz. çok makul ve standart fiyatlar var ve yediğinizden 1 dinar fazla gelmiyor kesinlikle.

    yemekler harika. porsiyonlar, sağlam bir yiyici olan beni bile gayet zorlayan büyüklükte. ohrid gölüne özel ohrid alabalığı diye geçen balık deniz balıklarıyla yarışamasada, benim yediğim en lezzetli alabalık. şopska salatası kesinlikle denenmeli. aslında her şey denenmeli, daha hiç hayal kırıklığına uğramadım önüme gelen bir yemekle. skopsko birası mükemmel olmasa da gayet tatmin edici.

    biliyorsunuz evliya çelebi abartmayı sever. ohrid için de yılın her gününe bir kilise düşüyor demiş. saymadım ama bunu abartmıyor olabilir. her köşe başında bir kilise var, üstelik hepsi de güzeller. özellikle bununla ilgilenenler st. panteleimon kilisesindeki bizans ekspresyonizmi fresklerini çok ilgi çekici bulacaklardır eminim.

    ohrid hakkında ilginç bir ayrıntı buranın kiril alfabesinin bulunduğu yer olması. aziz kiril hapishanede, yan hücredeki keşişle haberleşebilmek için bulmuş deniyor.

    ohrid incisi diye sattıkları şey sedef. bu satılan yerlerde yazmıyor ama o kadar turist kazıklamaktan uzaklar ki, zaten bunları da sedef fiyatına satıyorlar, hiç inci olduğu gibi bir iddiada da bulunmuyorlar. öyle bir isim koymuşlar sadece.

    o zaman asıl güzel haberlere gelelim. sırplar bir tatil yeri olarak burayı çok seviyor. bu da slav ırkının nadide örnekleriyle burada bol bol karşılaşabileceğiniz anlamına geliyor. yurdum delikanlılarına hizmetim olsun bu da.

    (bkz: balkan turu /@vsop)
  • öncelikle tebrik ederim alaçatı'da değilsiniz.

    pırlanta küpeli, yanındaki kıza büyük ihtimalle kötü davranan ama libidodan ölüyormuş gibi görünen çocukların olduğu mekanda ödeyeceğiniz 2 saatlik bir summer beach party parasına haftalık tatil yapmaya geldiniz ya da planlıyorsunuz.

    işbu yazı yakın zamanda burayı ziyaret edecek olan bal porsuğu arkadaşım vesilesiyle hepinizi aydınlatsın istedim.

    nasıl gidilir?
    öncelikle üsküp'te uçaktan indikten sonra tüm balkan ülkelerinde olduğu gibi size dünyayı dolaştırmak isteyen taksiciler yanınıza gelecek(bir keresinde beni karadağ'dan alıp arnavutluk üzerinden makedonya'ya götürmeyi çok isteyen bir taksici olmuştu). öyle levyeli terli ve badem bıyık sevici abiler değil ama işte ekmek parası. otogara giden araç varsa toplu taşıma ihtimalini kullanmanızı tavsiye ederim zira otobüs dolmuş falan ender rastlanan durumlar, değerlendirmek lazım.
    uyarmayı da borç bilirim bineceğiniz tüm araçlardan beklentiniz çok düşük olsun, çocukluğunuzdaki koltuk arkası küllüklü otobüsleri özlemişsinizdir umarım.
    ulaşım biraz sıkıntı.
    kaldığınız dönem içinde bittola’ya vs gitmeyi planlıyorsanız önceden ohrid istasyonda otobüs saatlerini öğrenin. az sefer var. ve hiçbir balkan ülkesinde internetteki sefer saatlerine güvenmeyin, bizzat insanlara sorun.

    otogarın atanamamış harem görüntüsü, esenler'i mumla aratışı ürkütmesin sonunda mutlu olacaksınız. üzerinde büyük harflerle "oxdna" ya benzer yazı yazan her şey size yarar. biniyorsunuz okul servisi kıvamında klimasız araca birkaç saat içinde ver elini ohrid.
    otelinizi pansiyonunuzu söyleyecek değilim ama şehrin eski kısmında göle yakın tatlı küçük odalar beni hep mutlu eder.

    orada ne yenir ne içilir?

    menüde görüp siparişini vereceğiniz hemen her şey köfte.
    öyle parmak değil ama.
    tam tabağı kaplayacak şekilde tek parça dev yuvarlak kalın köfteler. burger deseniz de, et deseniz de, türk erkekleri çok yakışıklı deseniz de köfte geliyor. çok lezzetli sorun yok. bir de menülerin girişinde ufak bir kısım oluyor geleneksel yemek diye onlar çömlekte kuru fasulye, yaprak sarma falan çıkıyor. fasülyeyi özellikle tavsiye ederim hatta "antika" diye bir mekan var göle paralel bir sokak arasında bizzat orada tadın. kahvaltıda ise benzer şekilde söylediğiniz çoğu şey aslında menemen. karadeniz usulü menemen. bol domatesli değil yumurta belli. içinde domates biber parçaları var. summer dish, traditional macedonian breakfast, vegetable omlette falan bunların hepsi menemen. fiyatlar uygun. iki kişi baya biralı ana yemekli salatalı yemekten 20-25 liraya kalkarsınız en iyi yerde de.
    lakin
    türkiye'den geldik ve 3 tarafımız denizlerle çevrili falan ya, o göl balığına o kadar para vermeyin derim. tek pahalı besin o ve hiç gerek yok,
    köfteye devam.
    bakkallar dev plastik şişelerde (bizim skol gibi) çok ucuza bira satıyor. zlaten dub ve skopsko orda en çok söyleyeceğiniz kelimeler arasında. şahsen dub favorim ama "erkek adam skopsko içer" diye de bir atarları var. birayı geçiyorum
    biraz sevilebiliteniz varsa şu hayatta onlar zaten o kadar tatlı ve gönlü geniş insanlar ki biri size illa ki ev yapımı rakijasından ikram edecektir. işte onu için.
    onu şat sanmadan
    o minyatür bardaktan yudum yudum için.

    nasıl eğlenilir?

    yine sizin sevilebilitenize kalmış. orda eğlenmek parayla değil insanla. popülasyon; geyiği kuvvetli, eğlenceli olup da büyük şehir kötücüllüğü baş göstermemiş değişik bir tür. kimse süt kokmuyor ama çakal da değiller.
    ingilizce ve türkçe bilmediği halde neden olduğunu anlamadan bizi evine çağırıp torun tombalak akşam yemeği yediren sonra "bu benim evlat bu da sen ikiniz aynı bundan sonra" şeklinde el kol hareketiyle duygularını ifade eden dedelerin olduğu aileler var.
    birleşmiş milletler tadında karışık turist masaları oluşuyor bazı geceler, birden sabaha kadar sohbet. siz deveye mi biniyorsunuz yok.

    sahilden sağa sağa yürüyüp asma bir köprü geçerek gidilen, göle girmek için ideal bir işletme var. yüzme işi tekneyle gidilebilecek kuba libre gibi plajlarda olabilirken sadece 5 dk yürüyerek burada da gerçekleştirilebilir.
    heyecanlı turistseniz işiniz biraz zor. sabah manastıra gideriz öğlen plaj akşam komşu şehre gidip gece parti sıkışmışlığında bir 51 haftanın acısını o günden çıkarma tatili ise tatmin olamazsınız. yavaş yaşamı seviyor olmanız şart.

    mutsuz dönme ihtimaliniz çok düşük. yiyin için yürüyün yüzün. insanlarla bol bol konuşun, kimse sizi dolandırmaya çalışmayacak ve zaten böbreğinizi alsa o böbrekle yapacak birşeyi yok. umrunda da değil.
    maksat muhabbet.
    iyi tatiller dilerim.
  • yaz aylarinda gidildiginde bodrum tadi, eylul ayinda gidildiginde ise hayatin anlamini veren kasaba. tanrinin cenneti yaratirken bir damlasini yanlislikla dunyaya dusurdugu ve buranin da ohrid oldugu soylenir. kiril alfabesinin bulundugu sehirdir (st. cyrill tarafindan). geceleri yildizlar o kadar yakin gorunur ki en asik olmayacak insan dahi o anda yaninda ne varsa (adam, at, kedi, bocek) ona asik olabilir.

    ohrid golu kenarinda bu kasabanin yaklasik olarak tam karsisina st.naum manastiri duser. ohridden motora binip st.naum'a gitmek guzeldir. st.naum'da her 31 agustos'ta siir yarismasi duzenlenir. agaclarin arasinda, bir piknik havasi icerisinde sairler siir okur. bir kelimesini anlamasaniz bile guzel bir ortam yaratir.
  • henüz 3 günlük seyahatten dönmüş biri olarak sıcağı sıcağına fikirlerimi yazayım.

    ilk söyleyeceğim şey burası ölmeden önce görülmesi gereken muhteşem bir şehir. şehir demek için biraz küçük ama toplam 2 milyon nüfuslu ülke olan makedonya'da zaten büyük şehir olmadığı için şehir sayılıyor. muhteşem bir tektonik gölün kenarında kurulmuş. unesco da bunun farkında olsa gerek ki dünya mirası olarak korumaya almış. bir minik çöp bile bulamadığınız gibi gölün 25 metresine kadar dibini görebiliyorsunuz. söylediklerine göre bir deprem sonucu 2 dakika içinde oluşmuş bir göl. deniz seviyesinden 800 metre yukarıda olmasına rağmen muhteşem akarsularla sürekli beslendiği için bir deniz gibi sürekli akıntısı mevcut. ilk bakışta yeşil ve maviyi buluşturan bu yer sapanca gölünü anımsatıyor olsa bile gerek otellerin gerek tesislerin gerekse insanların katlettiği bu bulanık gölün yanında göle akan tüm akarsuların filtrelendiği, atıkların boşaltılmadığı, insanların da canı pahasına koruduğu ohrid gölü adeta akvaryum suyu gibi tertemiz kalmayı başarmış.

    ohrid'de tekne turları çok yavan kalıyor, ama bir otele yerleşip kafa dinlemek için tatil yapacaksanız ve gölün etrafındaki milli parkları gezmeyecekseniz tekne turunu yapın ve diğer kıyıları da görün. gölün yüzde 70'i makedon, yüzde 30'u arnavut toprağı olarak kabul ediliyor.

    insanları inanılmaz rahat, sakin ve huzurlu. bizdeki gibi hırsları ve gelecek kaygıları yok. kafeler ve restoranlar oldukça salaş. burası bende olacak var ya piüvvv filan dediğiniz yerlere adamların yatırım bile yapmıyor olduğunu göreceksiniz. çünkü küçük bütçeleriyle minimal zevkleriyle yaşayıp giden insanlar. üzerimde lacoste olsun, ayağımda nike diye diye ömür tüketmek yerine anın tadını çıkarıp zamanın yavaş akmasının formülünü bulmuşlar. ülke olarak zaten makedonya bu şekilde. eski sovyet alışkanlıklarını daha atamamış, eski arabalar, eski binalar, eski kıyafetler her şey eldekini korumaya ve kollamaya yönelik. o yüzden bu şehir bu kadar korunmuş ve güzelliğini muhafaza etmiş de diyebiliriz. 2015 yılında bitmesi gereken üsküp ohrid otoyolu bile bütçe yetersizliğinden hala bitirilememiş, 5 yıl daha gideri var gibi görünüyor. çünkü burada zaten minimal bir hayat yaşayan insanların sırtından geçinip yol yapmak yerine eldeki imkanları ve avrupa birliğinden gelen yardımları değerlendiriyorlar ve hiç mi hiç aceleleri yok. şimdilik üsküp'ten tek şerit gidiş tek şerit geliş olan 3 saatlik kötü ve virajlı bir yol mevcut ve kalabalık olmasını da bu faktör etkiliyor olabilir ama buna rağmen dünyanın her yerinden turistler akın akın geliyorlar. bu yolun tam ortasında tek bir dinlenme tesisi var. burada ömrünüzde yiyebileceğiniz en güzel pişilerden yiyebilirsiniz.

    yeme içme olarak minik bir sahil kasabasından ne bekliyorsanız var. deniz, geleneksel yemekleri ve avrupa mutfağı gayet doyurucu. türk mutfağına oldukça yatkın bir damak zevkleri var. türkiye'de yeme fırsatı bulamayacağınız domuz ürünlerini (kaburga, bonfile, pastırma vs) bizim damak tadımıza uygun bir şekilde tüketebilirsiniz. sadee ohrid gölüne has alabalık yine çok lezzetli. ülkemizdeki gibi kılçık eziyeti de yok, hamsi gibi çektiğiniz zaman komple buyur abi diyor. gece hayatı yok, zaten şehir tamamen sakinlik ve dinginlikle dolu. gölün her yerinde girebiliyorsunuz, yer yer şezlonglu yer yer havlunuzu atıp rahatça girip tatlı suda yüzme şansınız oluyor, öyle ki çıktıktan sonra duş alma ihtiyacı bile hissetmiyorsunuz. yer yer kıyı otelleri var ama çok gerekli değil, sade bir apart veya kiralık ev bile tutsanız her yer göle çıkıyor zaten hiç yadırgamazsınız.

    ikinci günümde çok övdükleri st naum manastırına gittim ve neden bu kadar övüldüğünü canlı görme şansım oldu. bir manastır (içinde efsane bir kilise de var) nasıl bu kadar huzurlu ve güzel olabilir diye düşünürken cevabı almamız uzun sürmedi. st naum denilen arkadaş avrupa'da hristiyanlığın yayılmasında çok etkili olmuş, incili kiril alfabesine çevirmiş, manastırında bir çok büyük rahip yetiştirmiş mübarek ötesi bir adam. o yüzden buraya gidenler yarı hacı oluyor, kıyısındaki suda yıkananlar günahlarından arınıyor, kulağını mezar taşına dayayıp kalp atışını duyanlar cennetle müjdeleniyor (ben duyamadım ama 2 arkadaşım müjdelendi) manastır orta çağda dünyadaki ilk psikoterapi merkezlerinden biri olarak da kullanılmış. öyle ki öldükten sonra bile mezarının bulunduğu şapelin yan odasına akıl hastaları bir geceliğine misafir edilmiş, sabahında akıllanmış olarak uyandıkları için mucizevi olarak kabul edilmiş. ilginç bir anektod, dünyada 40.000'den fazla enerji akışını sağlayan ve dünya etrafında dönen hatlar vardır. bu hatların birbiriyle kesiştiği noktalara çakra adı verilir ve 40 adet çakra noktası vardır. bu 40 çakra noktasından 10 tanesi master çakradır ve bir tanesi burasıdır. o yüzden otele çevrilmiş huzur içindeki tarihi manastırda meditasyon yapmaya gelen oldukça insan var. bu huzur ortamını bozmamak için motorlu tekne ile yanaşmak veya ırmak turu yapmak bile yasak. bu arada güzel bir ırmak var arnavutluk sınırına kadar uzanan, elle çekilen küreklerle ilerleyip keyifli bir yolculuk yapma şansınız var ve mutlaka değerlendirin. nehir kenarındaki cafe ve restoranda da yemeğinizi yiyip türk kahvesi içebilirsiniz. ama burada yapacağınız en eğlenceli aktivite nehrin göle karıştığı yerde göle girmek. 10 saniyeden fazla kalamayacağınız ve vücudunuzu uyuşturacak kadar soğuk bir debdebeli suya girmek için mutlaka mayolarınızı götürün. burası ohrid'den yarım saatte dünya güzeli bir milli park içinden giden virajlı bir yolla ulaşılabilen bir yer. pişman olmazsınız.

    eğer turla gidiyorsanız size kişi başı 40 eur civarına balkan gecesi önerebilirler. ohrid gölünden çıkan alabalık ve balkan müzikleri eşliğinde güzel bir gece geçirebilirsiniz ama beklentinizi çok yükseltmeyin. avrupalı turistlere inanılmaz eğlenceli gelen bu gece bildiğin bir köy düğünü gibi. gecenin sonunda kasap havası veya çiftetelli oynarken bulabilirsiniz kendinizi. tur programı uymuyorsa rezervasyonla gidip bireysel 15-20 eur civarına kapatabilirsiniz. yemek makedonya genelinde çok uygun. iki kişi alkollü etli salatalı tatlılı kahveli bir masadan 100 lira civarına rahatça kalkabilirsiniz. türkiye fiyatlarını yarıya bölebilirsiniz diyebiliriz kabaca. ayrıca makedon denarı da türk parasının yaklaşık onda biri olduğu için hesaplaması da kolay oluyor. 900 denar gelen hesaba ha 90 iyidir diyip kartınızı verip geçiyorsunuz. deniz ütünleri ve göl manzarası için merkezden sağ tarafa doğru olan göle sıfır restoranları tercih edebilirsiniz. et yemek için ise belvedere iyidir. cuma cumartesi rezervasyon yaptırın ama.

    ohrid'in tepesinde kale ve antik bir tiyatro var, yürüyerek 15 dk filan sürüyor zaten gitmişken mutlaka gezersiniz. ikisi de görülmeye değer yerler. hatta şehir merkezinden sağdan ilerlediğinizde önce elveda rumeli dizisinin çekildiği evi, ardından eski kağıt fabrikasını geçip yine yolun sağında beyaz inci adındaki türk aksesuarcısından sertifikalı ohrid incisi ürünleri çarşının yarı fiyatına alabilirsiniz. ben bir arkadaşıma 10 eur'a tespih aldım, çarşıda 20 eur'dan aşağı yok mesela. inci küpeler çarşıda 10 iken burada türk olduğunuzu söylerseniz 5'e veriyor. mağazada makedonya genelinde bulamayacağınız demleme çay da sürekli var. (not: ohrid incisi gerçek istiridye incisi değil, ohrid gölündeki gümüş balıklarının pullarından imal edilmiş sedeflerden yapılan kusursuz bir inci, aslında inci değil ama bu isimle patent almışlar ve dünyada ohrid incisi olarak biliniyor) bu yolu sağdan sağdan düz devam edip tepeye ulaştığınızda ilginç hikayesi olan antik bir tiyatroyla karşılaşacaksınız. ohrid tarihi milattan önceye dayandığı için nereyi kazsanız bir bir tarihi esere rastlıyorsunuz. dolayısıyla evlerin temelleri genelde yakalanmamak için gece kazılırmış. bu tiyatro bölgesinde de arkadaşın biri lan ne olacak diye gündüz temel kazıyor ve antik tiyatro kalıntıları ortaya çıkıyor. sonra tiyatronun ne kadar devasa olduğu ortaya çıkınca tümünü bulana kadar bu bölgedeki 8 ev de yıkılmak zorunda kalıyor ve hatta 2 adet daha var yıkılacak halen. yani geri zekalı 8 aileyi evsiz bırakıyor ama tesadüf eseri tarihi bir miras ortaya çıkıyor. bu tiyatroda zamanında paganlar hristiyanları aslanlara yem etmek için gösteriler düzenlediği için hristiyanlık hakim din olduğu zaman bu kötü anıyı unutturmak için üzeri toprakla örtülerek gömülüyor ve tarihe karışıyor. o yüzden günümüze kadar bozulmadan kalmış oluyor. biliyorsunuz bu gösteriler oldukça kanlı olur ve kanı toprağın çekmesi güçtür. o yüzden bu gösteri merkezlerinin zeminleri deniz kumuyla kaplanır ve kanlar bir tırmık vs tardımıyla kum karıştırılarak gözden kaybedilir. kum zaten latince arena demek. bu gereksiz bilgiyi de buraya koyalım. bu kumlar hala tiyatronun zemininde. ohrid'deki konserler ve şenlikler bu tiyatroda yapılıyor ve akustiği muazzam. ohrid kalesini de yakından incelediğinizde aynı istanbul ve bazı şehirlerde de görebileceğiniz eski mısır rölyeflerine rastlayabilirsiniz. bu, kalelerin yapımında kullanılan taşların yağmalanan iskenderiye kütüphanesinin kalıntılarından oluştuğunun kanıtıdır. o zamanlar böyle düzgün kesilmiş taş nerede ve mısır rölyefleri ohrid'de istanbul'da ne alaka derseniz zavallı iskenderiye kütüphanesinin acı tarihinden kalıntılar olduğunu hatırlayabilirsiniz. fotoğrafını çekmiştim, bir ara yüklerim.

    onun haricinde, adına veya yıldızına (4) güvenip belvedere otelde kalmayın, ya ohrid'den uzaklaşıp göl kıyısında bir otele yerleşin (zaten en uzak yerden taksi 4 eur tutuyor) ya da ev kiralayın veya apart otellerde kalın. bunların 4 yıldız verdiği oteli türkiye'de hostel bile yapmazlar. beklentilerinizi ve hedeflerinizi daima minimumda tutun.

    son söz: imkanlarınızı zorlayın ve ölmeden önce mutlaka bu şehri gezin. hazır vize yokken, hazır daha tam keşfedilmemişken, hazır otoyol bitip turist kalabalığı olmamışken, hazır hala türkiye'den daha ucuzken gidin, gezin, yiyin, için, yüzün, tarihin ve doğanın nefesini içinize çekin. lan adamlar bile benim kadar övmemiştir herhalde. tur rehberi gibiyim şerefsizim.
  • tatilimin dört gününü geçirdiğim makedonya kenti.

    hani biz deriz ya, burası italya'da olsa bütün dünya bilirdi. bu ohrid de öyle bir yer. italya'da, fransa'da olsa dünyaca meşhur olurdu. ama olmasın, böyle güzel.

    ohrid'ye gelmeden önce, daha önce gelmiş bir arkadaşım "pek de bir şey yok" demişti. benim de beklentim yoktu. laf olsun diye gittim ohrid'ye. belki gölde yüzerim. bir iki gezerim, en olmadı bir kafe bulurum, oturup kitap okur, kafamı dinlerim demiştim. bunları düşünerek yola çıktım ama ohrid beni yanılttı. balkanlar'a karşı bir zaafım var. hangi balkan kentine gitsem çok etkileniyorum. belki yarım günlüğüne, bir turun parçası olarak gitsem, ben de arkadaşım gibi düşünürdüm. biraz havasını soluyup yaşayınca farklı oluyor.

    bu yazıyı okuyorsanız büyük ihtimalle kısa bir süre sonra ohrid'ye gitme planınız veya hayaliniz var. size yardımcı olacak birkaç bilgi vereyim.

    konaklama yerini iyi seçin. kent merkezinde görünüp tam deniz kenarında olmayan birçok yer çok yokuşta. fotoğraflara iyi bakın. yokuş da yokuş hani. tepelerde de görülecek güzel yerler var. yani kısacası bol bol yokuş tırmanmaya hazırlıklı olun.

    her tatil yöresi gibi buranın da bir çarşısı var. türk çarşısı falan gibi isimleri var. bir kez görün yeter. hiçbir özelliği yok. sonra kiliseleri gezin. tek tek yazmayacağım, zaten bulursunuz. sadece beni en çok etkileyen bir tane holy mother of god diye bir kilise var epeyce tepede. oranın içini bir görün. küçük bir kilise ama hayatımda gördüğüm en canlı freskler buradaydı. bir de elbette st.john kilisesi. gitmeyeni döverler. st.john için gün batımında orada olmayı hedefleyin. manzara doyumsuz. st.john'da güneşi batırdıysanız yemeğe buyurun. st.john'dan merkeze doğru deniz kenarından giden yolun üstünde kaneo restoran var. burada yemek yiyin. kentin nispeten daha az turistik şık restoranı. balık çorbası çok lezzetli.

    yemek yiyecek yerler konusunda bir önerim daha olacak cvrga. burası sıfır turistik bir restoran. benim kaldığım otelin sahibi amca önerdi. müşterilerinin hep yerel halkın olduğu bir et lokantası. yeri nerede: ohrid merkeze geldin, sırtını denize verince sağdan bir sahil yolu gider. otellerin falan olduğu taraf. oradan git. yürü yürü üstünde otel olmayan bir binada bu restoran var. ama kiril alfabesiyle yazıldığı için adını okuyamayacaksın. yeşil zlaten dab biranın brandasından tanı. civarda otel restoranı olmayan tek restoran bu.

    eğer yaz mevsimindeyse seyahatiniz gölde yüzmek mümkün mü, diye düşünüyorsunuz. hiç tahmin etmezdim ama inanılmaz temiz, berrak, muhteşem bir su var. yüzmeye doyulmuyor. tavsiyem: şehir merkezinden ziyade biraz şehir dışındaki plajlara gitmek. çok daha güzel bir deneyim. ben gradiste plajına gittim. bank ohrid çaprazından kalkan dolmuşlar gidiyor buraya. bir euro bir kişi. kamp alanından geçince harika bir çakıl plaja geliyorsunuz. plajda farklı küçük işletmeler var. şezlong 1,5-2 euro civarı. bira 2 euro, yemek 3-4 euro en fazla. göl ılık, su havuz gibi. tertemiz ama. gözünüzle görene kadar inanmayacaksınız biliyorum. gölde bir sürü minik balık var. siz suya girince sağınızı solunuzu bik bikliyorlar. plaj olarak gradiste iyi seçenek. ama erken gidin. öğlen giderseniz yer bulunmuyor.

    ohrid'ye gidip yapılmadan dönmeyecek bir şey st.naum gezisi. limandan kalkan teknelerle gidiliyor. bu ohrid'deki en pahalı aktivite. gidiş dönüş 10 euro. buraya da otobüs var aslında ama tekne ile giderken şahane manzaralı yerlerden geçiliyor. st.naum, ohrid gölünü besleyen kaynakların olduğu yere kurulmuş kilise ve manastır kompleksi. geldin tekneyle, gezdin kiliseyi, manastırı. şimdi ne yapacaksın? kaynakların üzerinde tekne gezisi. kayıklarla kişi başı 2,5 euro karşılığında yaklaşık yarım saat süren etkileyici bir gezi. su burada buz gibi. yaz kış sekiz derece. farklı noktalarda yüzeye çıkan sular birleşip ohrid'ye akıyor. kayık gezisi de bitti. işte şimdi esas olay. çok az turistin yaptığı bir şey. manastırın biraz ötesinde bir yürüyüş parkuru girişi var. bütün kaynakların etrafını dolaşıyor bu rota. ama çok çok önemli uyarı. bu rotaya girmeden önce bütün vücudunuza off vs. bir sinek kovucu tatbik edin. ohrid genelinde sinek, arı pek yok ama burası bir sivrisinek cenneti. bu yürüyüş esnasında suyun kaynadığı noktaları göreceksiniz. hatta bir tanesi var kaynak noktasına küçük bir şapel yapılmış. inanılmaz bir yer. yol üstünde erik ağaçları var, böğürtlen var. bir yandan yiyin, bir yandan yürüyün.

    daha yazılacak bir sürü şey var aslında. göle karşı oturup kahve içmek, manzaraya dalıp gitmek... bence mutlaka en az 3-4 gün ayrılıp görülmesi gereken bir yer. hatta bence yaz tatilini, bir haftayı falan yani geçirmelil bir yer. denize gireceğine göle gir. tuz derdi de yok. mis gibi su.

    ha bitirmeden dönüş için bir şey diyeyim. eğer otobüsle gelip dönüyorsanız, gelirken yarım saatte bir otobüs var da, üsküp'e dönüş öyle değil. yani nasılsa istediğim saat dönerim deyip aldanmayın. dönüş saatinizi uçak saatinizi iyi hesap edin. üsküp-ohrid otobüs üç saat sürüyor. ohrid'de otobüs terminali merkez arası taksiyle 100 mkd tutuyor. yani 1,5 euro. ama sizden 200 isteyeceklerdir. ben 150'ye kadar düşürmüştüm. dönüşte otelci çağırınca taksiyi 100 oldu :)
  • daha önce yazılmış ama tekrar yazalım.
    biz ohrili türkler bu şehire ohri diyoruz.
    bu şehrin türkçesi ohri.
    manastıra bitola diyen
    üsküpe skopje diyen sazanlarda çıkmaya başladı.
    özetliyorum.
    ohri tıklandığında ohrid e değil ohrid tıklandığında ohri ye yönlendirmesi gerekir sözlüğün.
    not: cedi osman nın şehri
  • 27 kasım 2011 alesde boy göstermiş, kendini hatırlatmış, sınav esnasında kah gülümsetmiş kah burun sızlatmış memleketim.

    fethiye çükümü yesin ohrinin yanında bu arada
  • üç günde gezilip bitirilemeyen kent... salak saçma yerlere gidip gezmektense buraya gitmek çok doğru bir seçimdir. avrupa birliği'ne onlar girmeden önce, vizeyle uğraşmadan, fazla kazık yemeden tatil yapmaya gidilesi yerdir.
  • belki de gidilebilecek en kötü zamanlardan birinde, ocak ayında gittik ohrid'e. hangi kafayla ne umuldu, vizyon neydi, şu anda sahiden yanıt veremeyeceğim sorular bunlar.

    üsküp'ten ohrid'e indiğimiz vakit ülkenin geri kalanı gibi karlar altındaydı. yıllardır görülmemiş derecede feci bir kar yağmış makedonya'ya. biz de çok şükür böylesine özel bir dönemin canlı tanığı olduk. yollar buz tutmuştu, kara alışık olmadığımdan yol tutuşum da pek iyi değildi haliyle. hava sıcaklığı öğlen saatlerinde -7 civarındaydı. o öğleden sonra hostel sahibisinin kağıda çizip elimize tutuşturduğu bir tur rotasına güvenerek yürümeye/kaymaya başladık. tek bir insan evladının görünmediği, tek bir sesin duyulmadığı daracık sokaklarda, hızla kararan bir gökyüzünün altında yürüdük. her yer kar buz altındayken pek belli olmuyor ama yürüdükçe sevimlileşti kerata. sahiden de gölün etrafındaki köprüde yürüdükçe burası huzurluymuş yahu diyor insan. bir tarafı çirkin balkan/türk kenti, bir tarafı enfes bir göl manzarası, sakin sokakları. çirkin turistik tesisleri yerine eli yüzü düzgün hoş mekanları var. "skmeseler bari" diye diye bulduğumuz bir kilisenin konumuna sahiden hayran kaldık. orada rastladığımız bir fransız (onları da deli skmiş çünkü) "yolun ilerisi buz ve uçurum, kaydın mı işin biter. ölmeye değmez bilader." deyince hep beraber turu yarıda kesip göl tarafından merkeze döndük. iki adımda bir durup "keşke baharda gelseydik," dedik. iç çektik.

    yolu düşecek olanlara hostel olarak şehre birkaç km uzaklıktaki ikar hut'u önerebilirim bu arada, biz dadmin olduk. sahibisi ilina, everest'e (ya da zirvelerinden birine işte) tırmanan ilk ve tek kadın dağcı/ressam/aktivist/kayakçı/şucu/bucu. göle ve dağlara pek yakın olduğu için yazın hiking turları da organize ediyor. takviminiz kışı ve yazın sıcağının çatısını göstermiyorsa gidin.
  • bayram tatilini fırsat bilerek 3 günlüğüne gittiğim ve çok beğendiğim gelecek yaz daha uzun bir süreliğine gidip gölünde yüzmeye şimdiden can attığım huzur dolu bir makedon şehri.

    gidecek olanlara birkaç tavsiye de ben vereyim:

    - üsküp'e uçakla gittiyseniz havaalanından otobüs terminaline ulaşmak için vardar express'i kullanabilirsiniz. fiyatı kişi başı 175 denar. pegasus ile anlaşması olduğundan saatleri uçağın iniş saati ile uyumlu oluyor.

    - ohrid - üsküp arası otobüs firması olarak galeb turizm'i tercih etmenizi öneririm.

    - ohrid'e giderken otobüsün mola verdiği yerde mutlaka bişi yemenizi tavsiye ederim. tadı çok güzel. fiyatı 30 denar.

    - ohrid otogarından şehir merkezine 20-25 dakikada yürüyerek ulaşabilirsiniz ama yürüdüğünüze pek değmez çünkü burada diğer her şey gibi taksi de ucuz olduğundan 1.5 euro civarında bir paraya şehir merkezine ulaşabilirsiniz.

    - pastanelerinde her türlü börek ve diğer hamur işi ürünleri rahatlıkla deneyebilirsiniz. diğer balkan ülkelerinde olduğu gibi burada da pekara adı verilen pastanelerde inanılmaz güzel hamur işi ürünler çok ucuz fiyatlara satılıyor.

    - göl kenarında ramstore isimli marketten her türlü ihtiyacınızı oldukça ucuz bir fiyata karşılayabilirsiniz.

    - struga'ya gitmek için ohridska banka society geneal isimli bankanın 50 metre kadar ilerisinde bekleyin. oraya taksi gibi arabalar yanaşıyor ve kişi başı 50 denar'a sizi struga'ya götürüyor.

    - struga'ya giderseniz angela isimli restoran'ı tavsiye ederim. ev yapımı ekmeği, pizzası ve peynirli tavuğu oldukça lezzetliydi. fiyatları da oldukça makul.
hesabın var mı? giriş yap