• nurullah ataç; bir kanaat önderi, ufuk açan bir denemeci, usta bir çevirmen ve öncü bir eleştirmendir. ayrıca, aydın boysan'ın deyimiyle "istanbul beyefendisidir" (ataç, pertevniyal lisesi'nde okuyan boysan'ın öğretmeniydi).

    ataç memlekete büyük katkıları olmuş nitelikli bir düşünce insanı, hakbilir değerbilir bir aydın.

    ne yazık ki bir alanda ilk olmak çok zordur, göze batar çünkü rahatsız eder, zamanla da ilk olduğu unutulur.

    oysa bakma'nın görmek'ten farkını onun denemelerinden öğrendik. yazmış, düşünmüş, kelimeleri dert edinmiş bir insan nurullah ataç. (herkes biliyor devrik cümlenin ilk efendisidir.)

    ayrıca zamanında onun önerdiği birçok sözcüğü şimdi hiç farkında olmadan kullanıyoruz. tutmayan kelimeleri de olmuş, bunda tuhaf bir yan göremiyorum. türkçe muazzam bir dil, bünyesine aldığı yapay kelimelere isterse can verebiliyor, istemediğini de istemiyor o kadar. dil zaten böyle büyümez mi? yeni bir şey görürsün ona bir isim verirsin veya yeni bir ifade biçimi önerirsin, tutar tutmaz orası ayrı bir serüven. bu açıdan toz duman dağıldıktan sonra görülen o ki öztürkçe hareketi türkçeyi geliştirdi, daha duru bir dil yaptı, var olan kelimelere yeni kelimeler eklenmiş oldu, türkçe zenginleşti.

    örneğin "günlük" sözcüğünün arkasında bu tarz bir yol vardır: günlük, türk edebiyatına tanzimat'tan sonra gelir. edebiyatımızda bu türün ilk örneği direktör ali bey’in 1897 tarihli “seyahat jurnali” isimli kitabıdır. yani günlük için ilk önerilen kelime olduğu gibi fransızcadan alınmış. sonra tabii abdülhamit döneminin havası nedeniyle bu sözcük farklı bir anlam taşımaya başlar. ruzname dendiği olur. falih rıfkı atay ise "gündem" ve "gündelik" önerilerinde bulunur, gündelik zamanla "günlük" olur. ataç ise "günce" demiştir, bence çok yerinde bir tanım ve güzel bir sözcük, halen kullanılmaya devam ediliyor ama günlük daha popüler oldu. (hulki aktunç da "günlük tutulur, günce ise yazılır" dermiş.)

    benzer bir başka kelime: makina mı makine mi? doğrusu nedir? ataç, makina demiştir, başkaları makine, aradan seneler geçti ama bugün hangisinin doğru olduğunu (mutlak) kimse söyleyemez, ikisi de doğru. fakat eğilim yıllar içinde makine'ye doğru oldu.

    eleştirmenliği hakkında bir değerlendirme ise şöyle: "değişimi izleyip çözümlemenin yanı sıra, gelecek öngörülerini de yapabilen bir eleştirinin olmayışı, kendi eleştirisini yapmayan, yapamayan bir edebiyatın bu alışkanlığını gelecek dönemlere aktarmasına neden oldu. nurullah ataç’ın varlığı ve unutulmayışının nedeni burada. katkısız bir modernistti o, kendi doğrularından ve bireysel duruşundan başka hiçbir şeyi umursamaz tutumu onu alıp döneminin önüne, bir lokomotif gibi yerleştirdi. 1940’ların ilk yıllarından 1957’de ölümüne kadarki dönem, aynı zamanda 1950 kuşağı’nın kendini yaratma sürecine de karşılık geliyordu. ataç ne 1950 kuşağı ile bire bir ilişki içindeydi, ne de öteki herhangi bir çevre ya da anlayışla. eleştiriyi bir sanat olarak gören ataç, öznelliğin değerini edebiyatımıza onaylatırken, elbette döneminin en köktenci modernistlerinden biri, bir öncüydü, ama sözgelimi ne onun için bir inceleme kitabı yayımlayan asım bezirci onu böyle tanımlıyordu, ne de başka bir yazar." (s.gümüş, radikal kitap, 13.03.2009)

    eleştirmenliği cesaret isteyen türdendir, mesela "şiirden anlamak mehmet akif'in şair olmadığını anlamakla başlar" der. bugün benzer bir ifadeyi yazacak cesareti olan bir eleştirmen yoktur.

    en büyük katkısı tercüme bürosudur, bu konuda hakkını ödeyemeyiz, ruhu şâd olsun:

    "hasan âli yücel’in 1938’de maarif vekili olduktan sonra başlattığı tercüme hareketinden sonra kurulan tercüme bürosu’nun türkçeye kazandırdığı klasikler, ülkenin düşünce ve kültür hayatını değiştirdi. 1940’ta kurulan tercüme bürosu’nu nurullah ataç yönetti. adnan adıvar, saffet pala, sabahattin eyuboğlu, sabahattin ali, bedrettin tuncel, enver ziya karal, nusret hızır gibi, dönemin saygın düşünce ve edebiyat adamları da büro’nun çalışmalarına etkin biçimde katıldı. dünya edebiyatı klasiklerinden tam 496 yapıt altı yıl içinde türkçeye kazandırıldı." (notos, ocak 2011)

    meral ataç "babam nurullah ataç" isimli kitabında babasının açık sözlülüğü yüzünden çok çektiğini, yazdıklarını eleştirdiği için melih cevdet anday tarafından dövüldüğünü de anlatır.

    son olarak nurullah ataç’ın, reşat nuri güntekin, ali süha delilbaşı ve ismail hami danişmend ile birlikte hazırladığı "fransızca-türkçe resimli büyük dil kılavuzu" çıkar çıkmaz temel başvuru kaynağı olmuş değeri hiç azalmamış bir eserdir.
  • "bu ülkede batı uygarlığının üstünlüğünü anlamış, bunun için de o uygarlığın gereklerini yaymaya çalışan kimseler var, en aşağı yüz yüz elli yıldan beri. ne yapabildiler? getirebildiler mi batı uygarlığını? hayır, onlar da ılımlı olmaya kalktılar, yahut önlerine ılımlılar çıktı. 'yoo' dedi ılımlılar ' biz büsbütün de batılı olamayız, bizim de geleneklerimiz var, ayrılmamalıyız o geleneklerden. batı uygarlığını mı alacağız? peki ancak ona biraz da doğu uygarlığını karıştırmalıyız' dediler. neye vardı bu? batı uygarlığı gücünü yitirdi doğu uygarlığı içinde, eridi, ancak bir gölge olarak kaldı. batının bir takım düşüncelerini, görüşlerini aldık, kendimiz uydurduk onları, doğu düşüncelerine, görüşlerine, inanışlarına göre yorumladık, özlerini değiştiriverdik, tanınmaz kılığa soktuk onları.

    anladık batı çalgısının doğu çalgısından çok üstün olduğunu. bunu anlayınca doğu çalgısını bırakmamız, çocukları artık ondan uzaklaştırmamız, ona alıştırmamamız gerekiyordu. bunu aşırı buldular: 'kaldıralım artık doğu çalgısını' diyenlere, yurda, ulusa kötülük etmek istiyormuş gibi baktılar. ılımlı olduk, batı çalgısıyla doğu çalgısını bir arada yaşatmaya, birbirine karıştırmaya kalktık. görüyorsunuz şimdi neye vardığımızı. bütün gün doğu çalgısı dinletiyorlar bize, nihavendi, rastı, karçığarı ile doğu çalgısı, peşrevleri, semaileri, şarkıları ile doğu çalgısı. hani eskiden 'batı çalgısına gitmeliyiz biz' diyenler vardı, onlar bile değiştirler ağızlarını, 'doğu çalgısının da güzelliği var' diyorlar, ruhlarını mı okşuyormuş neymiş? işte böyle lakırdı çıkardılar. buna vardı ılımlıların çabalaması.

    bütün başarısızlıklar ılımlılar yüzündendir. eski uygarlığa aşırı bağlı olanları, doğu çalgısına aşırı bağlı olanları, eski dile aşırı bağlı olanları sorumlu tutmayın bundan, suç onlarda değil, suç ılımlılardadır, iki yana da eğilip gülümseyenlerdedir. bizim doğu uygarlığından ayrılıp batı uygarlığına geçmemizin, doğu çalgısını bırakıp batı çalgısını almamızın, dilimizi değiştirmemizin bir devrim işi olduğunu düşünmediler. devrimin ılımlısı mı olurmuş? karışmam gençlerin işine, onlar da isterlerse ılımlı olsunlar. ancak bilsinler ki ılımlı devrim olmaz, ılımlı oldular mı gerçekten devrimci olamazlar. seçsinler birini: ya devrimcilik ya ılım... birbiriyle uzlaşmaz bunlar."
  • "sokakta bana 'ağabay! amca!' demiyorlar mı, sinirleniyorum. belli etmyorum sinirlendiğimi, ses çıkarmıyorum, ama içimde bir öfke duyuyorum. neden? bizim ulusun törelerinden bu, kişi kendinden yaşlılara 'ağabey' der, 'amca' der, 'baba' der, kadınlara da 'anne', 'abla','teyze'. ben işte bu töreye kızıyorum. niçin birbirimizi kardeş sayıyoruz, bir soydan sayıyoruz? bunun toplumda ne kadar kötü etkileri olduğunu görmüyor musunuz? biz birbirimizi böyle kardeş saydığımız, bir soydan saydığımız için çabucak laubali oluyoruz, ötekinin berikinin, bize yabancı olanların bile işine karışıyoruz, hemen özel yaşamını da öğrenmeye kalkıyoruz. biraz yabancı olalım birbirimize, laubalileşmeyelim, yakınımız saymayalım birbirimizi." demiş yazar.

    yazar haklı. çünkü gerçek dostluk gerçek arkadaşlık laubalikten uzak toplumlarda olur.
  • çalınmış fotoğraflar

    "çalınmış fotoğraflar" dediğim, gözlerimizle çektiklerimiz. kimini gelişigüzel, her şeyi attığımız bir kocaman zarfa atarız; gün gelir bulamaz oluruz o zarfı, sonra gün gelir kat kat tozların içinden çıkıverir karşımıza. kimini ise özel zarflara yerleştirir, özenle kaldırırız bir yere, ara ara tozunu alırız, değerli edintilerimizdir bunlar. bir gün bakacak oluruz içlerine, inanmak istemeyiz gördüğümüze: yaşanmış anların doluluğunu, doluluğunun anısını, fotoğrafını çaldığımız kişileri üzerine bildiklerimiz, bildiğimizi sandığımızla karıştırmışızdır.
    anı dediklerimiz, durmadan ürettiklerimizdir. bu fotoğraflarsa anı olabilmek için yeniden kurulmak, çizilmek ister.

    ataç öleli otuz yıl oldu. bende kalan birkaç "fotoğraf"ından üçünü, on yıl önce, kurmayı denemiştim; anılarının yazmakta ustalık gösterenlere imrenerek, bu işi beceremediğimi bilerek...

    _bıçakla kesilecek yoğunlukta bir sarı toz, sabahtan bu yana, beş altı adım öteyi gözümüzden saklıyor, genzimizi yakıyordu.
    "ataç da gelecek." dendiği için koşuyor, karşıma çıkanlara çarpmamak için cambazlıklar ediyordum. ataç'la önce geniş pencerenin önünde durduk. "insan bir tuhaf oluyor" dedi. sonra gene faulkner'den söz açıldı. onu sevmediğini söylerdi.

    [ önemli olduğunu söylüyorlar, siz de söylüyorsunuz ya, ben tadına varamadım. benim anladığım hikâye "bakkal mehmet efendi 27 yaşındaydı, dükkânı küçüktü" diye başlayan bir hikâye olabilir, ben öyle amerika hikâyelerini pek anlamıyorum, tadına varamıyorum onların. ]

    pencerenin önünde yüzü bana biraz solgun gibi gelmişti. ne ki havanın, ışığın, göğün, yerin sapsarı kesildiği gün, yüzler de sapsarı görünebilirdi.
    son görüşmemizmiş. birkaç gün sonra "büğün* sayrılar evine..." diye bir şey okuyacaktım gazetedeki güncesinde. sayrılar evine gidemedim o günlerde. öleceği usumdan geçmezdi._

    ( gergedan, sayı 10, 10 aralık 1987)

    sözler, sözler

    sevdiğim bir insanın ölüm haberi bana hemen koymuyor, inanamıyorum o habere. inanamıyorum da demeyelim, anlayamıyorum o ölüm haberini ama neden sonra birden bir şey cız eder, o zaman sevdiğim kişiyi artık ne yapsam bir daha göremeyeceğimi, nereye gitsem onu bir daha bulamayacağımı bilirim; acısı o zaman çöker içime ama delici, bunaltıcı bir acı değil; ince, sinsi, onmaz bir acı...

    ataç kopmadı daha içimde. gerçi yazıları yok artık. ardından birçok yazı yazıldı. nasıl bir yazar, nasıl bir düşünür, nasıl bir devrimci olduğu anlatıldı. ben hesabı kapatamıyorum işte.
    benim tanıdığım ataç "durmadan konuşan", "inançları, saplantıları tartaklayan, silkip arındıran, aydınlığa kavuşturan" bir ataç değildi; bendeki ataç, yazar ataç'tan başka...

    ince, sinsi, onmaz acısını duymağa başladığım bir gönüldeşin ölümünden söz açamadım. parmaklarım işlemiyor istediğim gibi, makine takılıyor...

    (forum, sayı 78, 15 haziran 1957)

    (bkz: bilge karasu)
    (bkz: susanlar)
  • "kaybettik... yitirdik..." ölüler arkasından söylenen bu söz tiksindirir beni. ben "kaybolmam", "yitmem", ölürüm, "öldü" desinler.
  • "kimsenin zevkine karisilmaz, kedileri ille herkes sevsin demiyecegim, ama ben , kedi sevmiyenlerle anlasamam."
    ..gunlerin getirdigi..
  • 70 küsür sene önce ulus gazetesi'ndeki köşesinde şöyle söylemiş:

    "çünkü bugünün dâvâcı, kavgacı sanat adamları ille gidip bir yana bağlanmak istiyorlar. stendhal gibi içinden solculuğu duyduğu için solcu olan sanat adamı başka, sol partilerden birine bağlandığı için solcu olan sanat adamı başka. stendhal kendi söylüyor, bir buyrukla söylemiyor. balzac da öyle, tolstoy da öyle. stendhal, balzac, tolstoy birer partidir; bugünküler ise birer partinin adamı. onlarla bunları bir tutamayız."
  • dili turkcelestirme cabalari sonucu dilimize kazandirdigi ya da kullanimini arttirdigi sozcuklerden bazilari:
    oykunmek, doga, ozgur, birey, tanım, uzman, tumce, gereksinme, uygar, sorun, sav, kuram, kez, yapıt, ilke, bagnaz, uyum, ozellik, oyku, urun, ezgi, oge, yoresel, giz, olanak, ozgun, deginmek, ornegin, bilinc...

    bunlar da tutmayan sozcuk denemeleridir:
    bilim-yurdu(universite), gokce-yazin(edebiyat), oz yoru(mana), nen(sey), ucuk(harf), durul(devlet), ep(sebep), ugum(karar), nite(nasıl), durulman(devlet adami), budun-buyrumcu(demokrat), yin(vucut), betik(kitap), yir(siir), dorut(sanat), dorutmen(sanatkar), tilcik(sozcuk)...
    ekleme: "sozcuk" kelimesi (arapca olan kelime yerine) melih cevdet anday tarafindan onerilmis, atac'in "tilcik" onerisi ragbet gormemisdir zamaninda.
  • birbirimizi hala konusarak anlayabiliyorsak bu adamin cabalari sonucunda oldugunu dusundugum yazardir. turkceye katkilari yadsinamaz.deneme kitaplarindan bir iki tanesini okursaniz ne demek istedigini anlarsiniz. ayrica hayat uzerine dusunceleri de almak isteyene cok seyler katabilir.
  • bazılarının sadece tanpınar'a "kırtıpil" dediği için gündeme getirdiği eleştirmen, üstat. bunu gündeme getirenler de genelde tanpınar merkezi'nde sunum yapanlar, o çatı altında görüş beyan edenler. bi bıkmadınız klişeleri dillendirmekten. ataç bu kadar kitabı böyle anılmak için mi yazdı yavşaklar?!
hesabın var mı? giriş yap