• filmde ajan amca ingrid bergman'a davetteki erkeklerin isimlerini ezberlemeye çalışmasını tembih eder. az sonra kendimizi davette, ingrid bergman'ın açısından bakarken buluruz; kötü adamlar bir bir isimleriyle takdim edilir ve elimizi öperler, haliyle biz de adamların ismini ezberlemek için üstün bir çaba sarfederiz. sanki scorsese filmi izliyormuşuz da ilerde bir dolu karmaşık karakterle işimiz olacakmış gibi, adamlara dikkatle bakar isimlerini dikkatle dinleriz. halbuki bu isimler film boyunca hiçbir işimize yaramayacaktır. fakat bu tanışma sahnesi sayesinde, kötü adamların kötülüğü ikiye katlanır, bu dikkat sayesinde korkunçluklarına korkunçluk katılır, bir daha karşımıza bile çıkmayacak olan mr. knerr'in kaşları akıldan çıkmaz işte.
  • bu film bana kalırsa hitchcock'un daha sonra vertigo ve psycho ile ulaştığı zirvelerden biridir.* her şeyiyle hitchcock'un tüm takıntıları, görsel başarısı, kurgusu burada da mevcuttur. akla birçok filmi getirmesi muhtemeldir, ilk olarak ingrid bergman (hakikaten kendisi çok başarılı ve tanrıça gibi kadınmış) etkisiyle casablanca'dır. tabi benzerlik bununla bitmez. iki filmde de egzotik bir mekan tercihi ön plandadır ve üçlü aşk ilişkilerinde sevdiği kadını 'feda' eden erkekler vardır. ve ikisinde de hays code yüzünden hissedilen bir erotizm ön plana çıkar.

    filmin açılışından itibaren hitchcock klasını konuşturmaya başlar. mahkeme kararının hemen sonrasında ingrid bergman'ı sarhoş bir halde saçmalarken görürüz, bu sahnenin sonunda bir adamın kafası sadece arkadan gösterilir, yüzü gizlidir; o adam cary grant'tir. zaten bilinmezlerle dolu filme nefis bir giriştir bu.

    filmde bahsedilecek sahnelerden en çok bilinenlerinden biri de öpüşme sahnesidir malumunuz. dönemin şartlarında 3 saniyeden uzun öpüşmenin yasak olmasından dolayı hitchcock 3 dakikalık öpücüğü saniyelere böler ve bunu plan sekans şeklinde çeker, ortaya çıkansa en etkileyici öpüşme sahnelerinden biridir bana kalırsa. bir de tabi ki balo sahnesinin girişinde kameranın yukarıdan herkesi taradıktan sonra yavaşça ingrid bergman'ın eline zoom yapması filmin en unutulmaz anlarından biridir. ve daha önce spellbound'ta kameranın önündeki silah gibi bu filmde de yine öldürücü bir şekilde zehirli çayın kameranın önünde olup mizanseni domine ettiği bir sahne vardır.

    bana kalırsa notorious akla ikinci olarak psycho'yu getirir. bu ilk önce anne-oğul ilişkisinde belirgindir, ilişkideki gerilim karşı karşıya geldikleri her sahnede net bir şekilde hissedilir. ayrıca iki filmde de olayın geçtiği mekan üç katlıdır. (burada zizek'in de hakkını vererek) ikisinde de 'asıl' olay en katta yani bodrumda gerçekleşir; giriş katı her şeyin normal olduğu, partinin verildiği yer, üst kat ise adamın aslında sahip olmadığını öğrendiği, arzuladığı ama elde edemediği kadını hapsettiği yerdir. filmin sonunda ise psycho'daki duş sahnesine paralel güzellilkte bir kurguyla merdivenden iniş sahnesi vardır, devamında arabaya alınmayan claude rains karanlık gecede sadece küçük bir aydınlığa çağırılır ve filme mükemmel bir nokta konulmuş olur.

    tabi film yine bu okumaları yapmadan da salt bir romantik gerilim olarak şaheserdir. bana kalırsa cary grant'in imajı yüzünden (sonunun değiştirilmesinden dolayı) mahvedilen suspicion'ın ardından hitchcock'un her anlamda zirveye ulaştığı noktadır.
  • az önce bir şey fark ettim, gizli toplantıyı yaptıkları odanın girişine bakın: http://i.imgur.com/kr1fw.jpg

    iki sütun arasında damalı zemin :) http://whale.to/b/masonicpillars.jpg http://blackhawklodge65.org/images/door.jpg

    internette arattım kimse bahsetmemiş.

    birisi sikkofield'i çağırsın.
  • alfred hitchcock'un en güzel filmlerinden birisi, tırnak yedirten, hitchcock usülü tipik gerilimin yanısıra olağanüstü bir aşk filmi, casablanca ile yarışır cinsten. filmde kötü adamın neden kötü olduğu belli değildir, macguffin tekniğiyle bunu tamamen önemsiz kılmıştır hitch amca. kendisinin "kötü bir şey peşinde olduğunu" biliriz, şarap şişesinde ne idüğü belirsiz kum taneleri sakladığını ve bu kumların hede dağından geldiğini biliriz; ama başka hiçbir şey...

    zaten önemli olan o değildir filmde. bugüne dek hangi filmde gördüysem ibrahim tatlıses tonlamam ile "benimle evlenir misün?" diye sorasımı getirtmiş** ingrid bergman, aynen casablanca'da olduğu gibi bu filmde de iki erkek arasında kalmış, ama bu sefer erkeklerden biriyle sadece görev uğruna beraber olan bir kadını canlandırıyor. mük-kem-mel claude rains ise (yine casablanca'dan tanıdık bir isim) filmin aslında çok kötü olmayan kötü adamı. carry grant ise sevdiği kadını* görev için başka bir erkeğin kollarına bırakmak zorunda kalan bir amerikan ajanı.

    şarap mahzenindeki sahne, ingrid bergman'ın bayılmasından önceki dakikalar ve bayılması, final sahnesi... hepsi o kadar muhteşem ki, insanın dili tutuluyor. artık böyle filmler çekilmiyor...
  • hitchcock'un gerilimin dozunu müthiş bir ustalıkla ayarladığı, seyirciye nefes aldırmadığı en iyi filmlerinden biri. özellikle ünlü şarap mahzeni sahnesi ve finale kadar tüm bir sekans ders niteliğinde, hitchcock'a hayran olmak için yetiyor da artıyor bile. hitchcock her zamanki cinliğini bu filmde de telefon başındaki öpüşme sahnesi için kullanmış, adeta o zamanın sansür kurallarıyla dalga geçercesine öpüşmenin aralarına telefonla konuşma sahneleri sıkıştırmış ve bu yolla sansürden yırtmayı becermişti.

    filmle ilgili bir başka enteresan nokta ise şarap mahzenindeki şarap şişelerindeki gizli maddenin içeriğine dairdir. hitchcock filmi tasarlarken, filmin macguffini olan şişelerin içinde ne olabileceği üzerine kafa yorarken uranyum olacak diye tutturmuş. 1944 yılında, henüz atom bombası kullanılmamışken bu öneri kimlerince saçma ve anlamsız olarak nitelendirilmiş. 1946'da film gösterime çıktığında tüm dünya uranyum ve atom bombasını çoktan tanımıştı. filmdeki naziler ve uranyum böylece tam yerini bulmuş oldu. biraz da böyle öngörülerdir zaten hitchcock'u büyük yapan, bu da onlardan biridir.
  • --- spoiler ---

    benim diyen aşk filminden daha çok romantizm vardır bu filmde. en sevdiğim sahne ingrid bergman ve cary grant'in parkta birbirlerini iğneleyerek konuştukları sahnedir. sevdiği kadının adım adım zehirlenerek öldürüldüğünün farkında olmadan, titreyen ve yalvaran gözlerine aldırmayarak, yapabildiği kadar acımasızca sorar: "iyi görünmüyorsun?" yanıt çok masum: hangover

    --- spoiler ---
  • ingilizcede kötü manada ünlü olmak anlamına gelen kelime.
  • filmde grant'in kullandigi araba kaldirima yana$ip park ettikten sonra, kendisinin yol tarafinda kalan surucu kapisindan degil de kaldirim tarafinda kalan diger kapidan di$ari cikmasi dikkatimi cekti ve bunu film boyunca sanirim bir kac kez yapiyor.. acaba o devirde bir trafik kurali miydi bu, yoksa cekim kolayligi olmasi icin mi yapiliyordu bilemiyorum..

    hitchcock'u yine diger filmlerinde oldugu gibi kisa bir anligina rains'in, evinde verdigi buyuk partide arkaplanda ayakustu iki bayan ile sohbet ettigi sahnede goruyoruz..

    casablanca'dan sonra burda da muthi$ olan ingrid bergman 40'larin en guzel aktrisi oldugunu bir kez daha kanitliyor..
  • hitchcock filmin konusuyla ilgili her şeyi o derece çabuk geçiştirmiştir ki, filmin arka planı o derece basittir ki, insan filmin konusunu bir başkasına anlatırken aptal durumuna düşer. bu tür ayrıntılarla uğraşmayı hiç sevmeyen hitchcock, filmin sahnelerine, karakterler arasındaki ilişkilere konsantre olmaktadır; başka bir yönetmenin elinde pejmürdelik olarak durabilecek bu tavır hitchcock'un mük-kem-mel sineması sayesinde önemsizleşir, hitchcock seyirciyi avcunun içine alır, filmin neyle ilgili olduğunu umursatmadan izletir seyirciye filmi.
  • filmin çekimlerinde, hızlı çalışmayı seven alfred hitchcock ve yavaş, yavaş rolüne konsantre olmayı tercih eden ingrid bergman arasinda yaşanan geçimsizlik, hollywood efsanesine dönüşmüştür. bir çekimden önce bergman, hitchcock'a "karakterimi hissedemiyorum; motivasyonumu bulamıyorum" der. hitchcock'un cevabı: "ingrid, rol yap. altı, üstü sadece bir film bu."

    ingiliz eleştirmen alexander walker da otobiyografimsi bir kitabının ismi için bu anekdottan ilham almıştır: "it's only a movie, ingrid."

    hikaye, başka bir efsaneyi de akla getiriyor. (bkz: laurence olivier in dustin hoffman a verdigi ayar)
hesabın var mı? giriş yap