• sunu kisa net aciklamak isterim: coen kardesler cile cekse izlerim, rastik cekse beklerim, halay cekse katilirim, niyet cekse inanirim.

    ama coen'ler havasini bulup da film cekince aglarim, gulerim, hayret ederim, nese dolarim, kiskanirim, imrenirim, sapsallarim. bu da oyle bir film olmus, filmi bastan sona oyle avanak gibi izledim ki yarin yine gidip izledikten sonra entrysini yazabilecegim.

    coenler sadece kendileri yapabilecekleri bir seyi, sadece kendilerinin yapabilecegi bir ustalikla, hem yikiyor, hem de ustune kat cikiyor (nasil yapiyorlar sormayin). ayni cagda, ayni donemde yasadigima cocukcasina mutlu oldugum bu abilerimin ellerinden opuyor, alkislarla yaziyorum.
  • belki o filmin sonunu anladınız mı lan diye milyon kişiye sorduğum filmdir çünkü yaptığım mallığı yediremiyorum şöyle ki filmi izledikten sonra satıcıya geri götürdüm bu filmi eksik çekmişsiniz dedim (sahte yani olabiliyor böyle şeyler) bunun sonu eksik bana yenisini verin dedim.akabinde adam filmi koydu sona sardık filmin sonu bu zaten dedi sonra ben de "yok benim bilgisayar orayı açmadı" diyerekten ve kıvıraraktan ortamı terk ettim.evet bu filmin sonunu anlayan var mı?
  • alkışları görüyorum ve artırıyorum.
    coen biraderlerin, meksikalıya acıyarak su vermenin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini irdeledikleri filmde, oksijenin sanıldığı gibi sadece hayat veren bir gaz olmadığı alt metin olarak işleniyor. coen'lerin new york'taki kayip kardesleri otisabi ile sinemadan gecenin saat birinde çıkıp, new mexico'dan union square'e doğru ağır adımlarla ilerlediğimizde, "uproariously touching! two thumbs up! breathtakingly brilliant! tommy lee jones at his best! javier bardem delivers! funniest woody harrelson ever! adamlar yapmis!" gibi o gune kadar kimsenin aklina gelmemis ozgun kritiklerde bulunmak disinda birsey diyemedik uzun sure.
    "abi tesis yok, holywwod'taki para bizde olsa neler yaparız" gereksizliğinin, isin ehlinin, üj bej oyuncu ile ne gorkemli isler yapabildiğini görmesini isterim.

    - tikat! yüzde 10 ifşaat içerir-

    kurbanlarının kaderine yazı tura atarak karar veren, cizmelerini kan bulasmasin diye gozu gibi sakinan duyarli bir katil... canımın içi batı teksas. "fuck 1" vizesiyle giriş çıkış yapılan meksika sınırı...sinemanın en çok konuşulan, en çok taklidi yapılan sahneleri arasina kafadan gireceğinden zerre şüphem olmayan "psycho katil - benzinlik kasiyeri" diyalogu... yerde beraber yatan bir köpek ölüsü ve 6 meksikalının cesedini goren her teksaslınin, sadece köpek icin uzuldugu hayvansever duyarlılik... kapalı bir televizyondan da hayatı ve ölümü seyretmeye devam edebilen farkindalik... gayet sakin bir anlatimda ciddi gerilim...
    ...ve tabi bir de, cevaplar sunmak yerine hayata dair sorularımızı çoğaltan coen'lerin son nihilist kazığı; what's the most you ever lost on a coin toss?
    buyur burdan...
  • once kitabi okunmali film sonra seyredilmeli ya da tam tersi. ama roman mutlaka okunmali. ana yerlerde sapmadan, kacinilmaz olarak bazi kisimlari makaslanarak filme cekilmis. sinema elestirmeni degilim (hasa) ancak kitap ile karsilastirinca tatmin edici bir yapim.

    ha bu yarim agizli tatmin edici, yavan anlaminda degil. romanin kendisi (ki kisacik) okurken zaten geriyor, ayni gerilim filmde de devam etmis. cormac mccarthy, zerre gereksiz kelime kullanmadan yazmis, coen biraderler'de zerre kare israf etmeden filme cekmisler. aynen almaya kalksalar, film bir yarim saat kadar devam ederdi. gereksiz.

    --cok buyuk spoiler--
    --cok buyuk spoiler--
    --cok buyuk spoiler--

    bay moss, kesinlikle bir insandir. parayi alacak kadar oportunist, olen meksikaliya su goturecek kadar insan. ve iyiliginin bedelini oder. karakteri hakkinda kitaptan aynen aktarilmayan bir kisimda, yolda buldugu bir otostopcu kiz ile otelde kalirken (ama ayri odalarda !) oldurulmesidir.

    anton chigurh, bana kalirsa kotulugun maddelesmis hali degil ama sansdir. eger sans diye bir sey varsa. "bu bozukluk buraya nasil geldiyse bende oyle geldim" der. ne iyi ne kotudur ama ama onunla konusup sag kalan adamda nerdeyse yoktur. bu acindan moss'un anton tarafnidan oldurulmemis olmasi da bir ironi. anton, insan degildir.

    gelelim serif ed tom bell'e. efendim kitapta kendisi hakkindaki onemli bir detay, ikinci dunya savasinda madalya almis olmasi ama sonra amcasi ile konusurken, aslinda korkup kactigini ve madalyayi hakketmedigini anlatmasidir. yani bir korkaktir. ama hala bir insandir. zaten surekli ikilemdedir. bir yandan serifin asil gorevinin yeri geldiginde olmek oldugunu bilir ama geciktirmek icin elinden geleni yapar. korumak ister, koruyamaz ve sasirip kalir "kim bu insanlar, bundan 30 yil once okullardaki en buyuk sorun yuksek sesle konusmak, kavga cikarmakti. simdi cinayet ve uyusturucu". zaman degismistir, ne kadar etkisiz oldugunu bilir: " iyi insanlari yonetmek cok kolaydir, kotuler ise zaten yonetilemezler".

    bayan moss, her ne kadar filmde final konusmasi kesilmis olsa dahi kitabin melegidir. kotu sans onu bulur, balkonda otururken vurulan 3 yasindaki cocuk gibidir.

    --cok buyuk spoiler--
    --cok buyuk spoiler--
    --cok buyuk spoiler--
  • ince ayrıntı manyakları için şölen gibi bir film. iki sahne yazıcam:

    --- spoiler ---

    1- filmin başlarında llewelyn vadide vurulmuş kanama geçiren köpeğe dürbünle bakarken, kamera dürbün moduna geçmişken ani bir aşağı doğru hareketlenme, sonra dış kameraya geçiş ve llewelyn'i dürbünü aşağı indirirken görüşümüz.

    2- filmin oratalarında chigurh'un carson'u öldürdüğü evde yaptığı telefon konuşmasında yerden sızan kanı görünce ayaklarını yukarı kaldırması; sonra filmin sonunda izleyiciye cinayeti izletmeden llewelyn'in karısının evinden çıkarken çok büyük ihtimalle kan var mı diye ayakkabılarının altını kontrol etmesi.

    inanılmaz güzeldi.

    --- spoiler ---

    ha bi de, öyle ayrıntıdan başka bişi yok diil, hayvan gibi gerilim var. bi sahnede nefesimi tutmaktan boğuluyodum. öle bi film.
  • sonunu bir şeye benzetemeyip mal gibi kaldığım bir filmdi. ta ki oscarı alana kadar, heh dedim şimdi tamam. sonunu bağladık rahatlayabiliriz.
    --- spoiler ---
    filmin finalinde oscar alınıyor.
    --- spoiler ---
  • yıldırım demirören in "katil tupcu" roluyle en iyi yardimci erkek oyuncu dalinda oscar i goturdugu film.
  • ilginctir ki film de hic muzik yoktur. daha bi heyecanli oluyor galiba muziksiz.
  • yapabildiklerimiz, yapamadıklarımız ve uğruna yapabileceklerimiz üzerine güzel bir film.

    - bunu yapmak zorunda değilsin..
    - neden herkes aynı şeyi söylüyor.!
    - çünkü değilsin..
    ve kadın ölüyor. çünkü adamın yapabildiği en iyi şey, hatta yapabildiği tek şey öldürmek. adam böyle.

    - yazı mı tura mı..?
    tercih yapamıyor adam bir türlü. korkuyor. hep güvende yaşamış. istasyon karısının babasından. tekdüze, mücadelesiz bir hayat. sorsan fransa nerde, afrika kıtasında arar. tipik amerikalı. dışa kapalı kalın bir zırhı var. üzerinde düşünecek bir şeyi yok adamın. bela istemiyor. yazı/tura; tercih yapmak istemiyor.

    karavandan bozma evde düşük gelirli düz bir hayat. eline fırsat geçse.. hiç yapamadığı ama hep yapmak istedikleri uğruna neler yapabilir insan..?
    daha iyi bir hayat için mesela eşini ve kendisini tehlikeye atar mı..

    aslında yapabilecekken, sevdiklerimiz uğruna döndüğümüz davalar. yapmadıklarımız.. tıpkı şerifin yaptığı gibi.

    filmde müzik yok.
    herkes kendi şarkısını söylüyor çünkü.
    işinden istifa etmek isteyip bir türlü edememek gibi. basıp gitmek isteyip bir türlü gidememek gibi.
    aslında başka bir yoldan gitmek isteyip de her seferinde kolay, kısa ve acısız olduğu için o hep aynı yoldan gitmek gibi.
    yapabildiğimiz en iyi şey o olduğu için belki. hatta iyi yapabildiğimiz tek şey olduğu için. gidecek başka yerimiz olmadığı için belki de.
    gidecek başka yerler bulmak adına feda edebileceklerimiz ve hiç yapamadıklarımızı yapmak uğruna neler yapabileceğimiz şarkısı bir de.

    ***

    iyi film..
    her gün seyrettiğimiz iyi bir film.
  • coen kardeslerin cormac mccarthy'nin aynı adlı romanını beyaz perdeye ustalikla uyarladigi filmdir. ilginc bir adaptasyon ve oykuleme örneğidir, asagida nacizane nedenlerine deginecegim.

    --- spoiler ---

    kitabın anlatıcısı şerif ed tom bell'ken filmde ise bell giris monologu haric bir anlaticilik misyonuna sahip degildir.

    film, şerif tom bell'in kitabın girişinden neredeyse kelimesi kelimesine alıntılanmış bir voice-over monolog ile başlıyor. kitabın her bölümü* bell'in benzer monologlarıyla başlıyor olsa da, coen kardeşler filmin başına tek bir voice-over monolog koyup sonuna da karakterin karısına rüyasını anlatmasına yer veriyor.

    voice-over, yani filmdeki bir karakterin filmi yer yer sesiyle anlatması tekniği beyaz perdede sık sık kullanılan bir yöntem. fight club, forrest gump ve the shawshank redemption gibi kitap uyarlaması filmler bu tekniğe örnek. coen kardeslerin boylesi geleneksel bir anlatma yöntemini reddetmesi, asagida bahsedecegim 2+2 teorisiyle baglantili olacak.

    mccarthy'nin kitabındaki iç-monologlar yerine filmdeki şerif bell'in iç dünyasının yansımalarını, diğer karakterlerle yaptığı diyaloglarda görüyoruz. mesela chigurh'un cinayetlerinde kullandığı silahı tahmin etmesini, llewelyn moss'un karısı carla jean moss'a anlatmasıyla anlıyoruz. veya genel anlamda, etrafında olup bitenin kendisini aştığını, hatta kendisini bir nebze korktuğunu, departmandaki memurlarla yaptığı dry humor ile anlayabiliyoruz. bu espri anlayışı korkuyla bezenmiş, sorumluluktan kaçan bir yerde.

    ayrıca bell, içinde bulunduğu modern dünyanın kendi zamanına göre ne kadar acımasız ve vahşi olduğundan söz ediyor. bundan söz ederken insanların eskiden birbirine karşı daha nazik olduğunu da belirtmeden geçmiyor. bu davranışları ve açıklamalarıyla, filmin veya kitabın adının örtüştüğünü görmek için pek bir altmetin okuması yapmaya gerek yok diye düşünüyorum.

    bu kitabın/filmin türü neo-westerndir. western türünde filmleri hatırlayacak olursak, bu filmlerde iyi ve kötü karakterlerin er ya da geç yüzleşmelerini görürüz. ethan coen de filminden bahsederken bu duruma değinir.

    bu filmde ise moss çiftinin cinayet anları kadraja girmiyor. moss'un filmin protagonisti, carla'nın da onun suçsuz eşi olduğunu hatırlatalım. özellikle chigurh'un carla'yı öldürdüğünü, katilin verandada ayakkabılarına kan bulaşmış mı bulaşmamış mı diye bakmasından anlıyor olmamız, buna rağmen kitapta bile carla'nın cinayetinin apaçık tasvir ediliyor olması, coen kardeşlerin hikaye anlatımında çıtayı ne kadar yükselttiğinin bir kanıtı. özetle seyirciye 2+2=4 demiyorlar, 2+2'yi veriyorlar ki biz seyirci olarak boşlukları dolduralım.

    2+2 teorisini açacak olursak andrew stanton'dan söz etmemiz gerekir. kendisi bir ted konuşmasında, seyirciye 2+2=4 demek yerine, onları olay örgüsüne dahil etmenin ve karakterlere dair ipuçları vermenin karakterler arasında basit diyaloglar kurmaktan daha interaktif olduğundan bahsediyor.

    karakterlere göz attığımız zaman, llwelyn moss'un bir metodunun olduğunu, yani kafasını çalıştırarak çıkarımlara varıp öyle hareket ettiğini daha uyuşturucu çatışmasının hemen ardından anlarız. hikaye ilerlediğinde moss'un vietnam'da askerlik yaptığını da öğrenmemiz, onun maharetli silah kullanımını ve çatışmalardaki stratejik hareket etmesini açıklayabilir.

    bell'e dönelim: yukarıda söz ettiğim üzere, bell film boyunca olan bitenle hep arasına görünmez bir bariyer kurar. bir yere girilecekse önce genç polis girer, kaçamak, esprili cevaplar vererek yüzleşmekten kaçar. bunun sebebi, zamane insanlarının nasıl bu kadar vahşi ve acımasız olduklarını anlayamıyor olması. insan anlamadığı şeyden korkar, korkmasa da en azından endişe duyar.

    antagonist anton chigurh hakkında bir backstory verilmemesine rağmen onun katillikte ne kadar tecrübeli olduğunu seyirci olarak hemen anlarız.

    2+2 teorisine döndüğümüzde, motel sahnelerinde llwelyn, odasının perdelerini sonuna kadar çekip odasından çıkar. akşam olduğunda taksiyle odasının önünden geçtiğinde perdenin hafif aralandığını görür. böylece odasına birinin girmiş olduğunu anlar ve taksiciye onu başka bir motele götürmesini söyler. seyirci bunu gözlemler, 2+2'yi toplar, 4'ü bulur. ayrıca moss'un film boyunca bir av olduğunu, ancak metodolojisi lan zeki bir av olduğunu hatırlamakta fayda var.

    chigurh ise woody harrelson'ın canlandırdığı carson wells'i öldürdükten sonra ayakkabılarını yatağın üstüne koyar, çünkü ayakkabılarının kana bulanmasını istememektedir. bu bilgi seyirciye verildikten sonra carla'nın ölümünden sonra verandada chigurh'un ayakkabılarını kontrol ediyor olması da bir 2+2 anı olmaktadır. seyirci tekrar 4'ü bulur.

    kitabın/filmin teması şerifle ilgilidir. filmin açılışında bell, eskiden şeriflerin silah dahi kuşanmadıklarını anlatır. şimdi ise 14 yaşındaki bir kızı öylesine öldüren adamlar tanımaktadır şerif. bu vahşetin altındaki motivasyonu anlayamaz. içinde bulunduğu dünyaya yabancılaşmıştır. bu acımasız zamanlarda eski şeriflerin ne hale düşeceklerini sorgular giriş monologunda. arkadaşı bell’in emekli olmasından bahsettiğinde bell, “i feel overmatched,” yani “benden geçti, artık tüm bu olanlar beni aşıyor,” alt metinli bir cümle kurar.

    film, bell’in babasını gördüğü bir rüyasını karısına anlatmasıyla sona erer. babası kendi yaşından erken öldüğünden kendisinden 20 yaş gençtir, yani rüyada da ed tom bell yaşlı adamdır. baba oğul atları üstünde dağların arasından geçerlerken babası elinde bir boynuz, boynuzun içinde ateş vardır. bir süre sonra babası ed’in önüne geçer. ed ise, onun bu zifiri ayazda bir yerlerde ateş yakmaya çalıştığını, oraya vardığında babasının orada olacağını düşünmektedir. sonra rüyasından uyanır.

    yazıyı yazarken faydalandığım kaynaklar:

    https://www.youtube.com/…l=lessonsfromthescreenplay

    https://www.cinemablend.com/…een-the-book-and-movie

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap