• girit'teki mezar tasinda tam olarak sunlar yazilidir:
    "hic birsey ummuyorum,
    hic birseyden korkmuyorum
    ben ozgurum..."
  • şu sözleriyle beni çok etkileyen değerli bir yazardır;

    "bir zamanlar diyordum ki: bu türk’tür, bu bulgar’dır ve bu yunanlı’dır. ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… neden? çünkü bunlar bulgar’mış, ya da bilmem neymiş… şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum: hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: bu iyi adamdır, şu kötü. ister bulgar olsun, ister rum, isterse türk. hepsi bir benim için. şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! hepsine acıyorum işte… boşversem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrı’sı ve karşı tanrı’sı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… hey zavallı hey! hepimiz kardeşiz be… hepimiz kurtların yiyeceği etiz…"
  • "ne makine şu insan be,
    içine ekmek,şarap,balık,
    turp koyuyorsun.
    iç çekmeleri,gülüşler
    ve düşler çıkıyor"

    kazancakis
  • zorba'da mutluluktan bahsettiği birkaç cümlesi vardır:

    “i was happy, i knew that. while experiencing happiness, we have difficulty in being conscious of it. only when the happiness is past and we look back on it do we suddenly realize - sometimes with astonishment - how happy we had been.”

    benim bir aralar üzerinde döne dolaşa kafa yorduğum, benimle birlikte pamuk'un da hayli kafa yormuş olduğunu bildiğim ve #141744026 entry'sini yazdığım bu mutluluk konusu yine bir yerlerden uçuşup aklıma girince bu iki adamın mutluluğa dair fikirleri ne kadar paralel, fark etmiş bulundum.

    aslında hayatının mutlu anlarını yaşarken, anın içinde mutlu olduğunun ayırdına varamıyor oluşun, o idrakin daha sonraları hatıraların içindeyken sana gelişi, uzakta kalmış bir anı iken mutluluk, içindeyken yalnızca bir an oluşu, sanki yalnızca geriye dönüp bakma kaydıyla kişiye tahsis edilmiş bir uzak ve erişilmez cennet oluşu.

    yaşarken mutlu olduğunu bilmiyorsun, bildiğinde ise geri dönüp yaşama ihtimaline sahip değilsin.

    bunun adı, kazancakis'ten doğma pamuk'tan olma, mutluluk paradoksu.
  • nikos kazancakis... çocuksu bir heyecana kapılıyorum ismi her geçtiğinde; hakkında yazdıklarıma bakıyorum, hep düzeltesim, elden geçiresim geliyor, sanki bir eksiklik, bir fazlalık, bir olmamışlık... nikos kazancakis'le elest bezminde karşılaşmışız, öyle hissedip demişiz, ne âlâ. insanlık olarak tarihimiz sahiden çok varsıl, nice ağbi, abla, usta, dede gelmiş geçmiş ruhumuzdan; fakat kazancakis'in yeri başka. bir tür aynı salıncakta sallanmak, aynı oyuncakla oynamak gibisinden.

    has bir yüreği, yaman bir zihni varımış bu giritlinin. giritli oluşudur belki beni bu denli çeken. ben giritli miyim ki? neden olmasın, nikos dede giritliyse ben de giritliyim. girintili çıkıntılı olduğum muhakkak en azından. ege gibiyiz biz böyle, akdeniz'ine kavuşmuş da yine de hep büyük kavuşmaların hayalini kuran...

    geçen sene (2011 haziran) tam da bu vakitler gitmiştik nikos dedenin mezarına. ruhi torungil eşimin sayesinde, enikonu nikos manyağı olduğum bir vakitte gitmiştik. toprağı hür, ruhu şâd olsun. heraklion'un bir tepesinde zevcesiyle birlik yatıyordu, etrafında yavru dut ağaçları, orada sadece ikisinin mezarı. mezar taşında yazanlar evvelce zikredilmiş, temcite lüzum yok. sonradan eğreti bir haç dikmişler başına, tahtadan bir haç, değneklerini de birbirine kırnapla bağlamışlar, bir kolu yamulmuş. sonradan konulduğunu belli edecek denli yabancı. e zaten zannetmem ki istemiş olsun öyle bir haç. hür bir adamın haçla taçla ne işi olur?

    (kandiye) heraklion da sevdiği, bıraktığı gibi değil. kaderi istanbul'dan hallice, özentilik diz boyu, mamçaklık adam boyu. şükür ki tanık olmadı demişim bu hassas adam, dünyanın adamakıllı paçozlamış hâline. biz tanık oluyoruz da ne oluyor sanki. vah vah, düşündüğüm şeye bak! kazancakis de çok şey gördü bu dünyada, dünya böyle, çok şey görme yeri. hem bergson'un talebesi. o ne güzel hoca, bu ne güzel talebe. buddha ve nietzsche ayrıca, fikriyatındaki iki mühim figür. fakat o nikos, ziyadesiyle kendine özgü. tam bir giritli, allah'ın bir garibi.

    bir de müzesi mevcut memleketinde. zeytinlik tepelerin arasında bir köyde, eski taş evlerin içinde. seyahat bavulu filan var müzede, hususi eşyaları, nevi yazmaları. muhammed nam librettosu mesela. çevrilse de yesek. biz de, onun için yaptığımız şiirli bir gravürü bıraktıydık oraya, aziz anısına...

    sevgili dedeciğim, sen el greco'ya biz sana dede diyoruz. evet, demeye ve ardından yazdıklarımızı demâdem düzeltmeye devam ediyoruz. bıraktığın yerden ele avuca gelmez mavi kuşun seyrine de... ulu kanadının altında hep birlikte gölgeleneceğimiz güne dek sevgiyle, sağlıcakla.
  • "insan uçurumun kenarına varmadan kanatlanmaz." - kazancakis
  • "ben", dedi, "bir şeye özlem duydum mu, ne yaparım bilir misin?
    bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim... ya da tiksintiyle hatırlamak için.

    bak bir zamanlar çocukken, kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı.
    param olmadığı için azar azar alıyor, yiyor, yine istiyordum.
    günün birinde, kızdım mı, utandım mı, bilmiyorum;
    baktım ki kirazlar bana istediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlar, ne plan kurdum bilir misin?
    geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım.
    sabah sabah da kalktım, bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz satın aldım.
    bir çukurun içine oturup başladım yemeye. yedim, yedim, şiştim, midem bulandı, kustum. kustum patron.
    o zamandan beri de kirazlardan kurtuldum; bir daha gözüme görünmelerini bile istemedim. özgür oldum.

    artık kirazlara bakıp şöyle diyordum: size ihtiyacım yok! şarap için aynı şeyi yaptım, sigara için de. hâlâ içiyorum ama, istediğim anda 'hart' diye bıçakla keser gibi kesiyorum. tutku bana egemen olamamıştır. "

    nikoz kazancakis - zorba s.193
  • "mutluluğun, basit ve açık bir şey olup, bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı.
    yalnız, bütün bunların, mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu."
    diye söyleyerek mutluluğun tanımını ne güzel yapmış üstad. ne mutlu bunu anlayabilecek kadar açık bir kalbe sahip olanlara.
  • "dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be insan, avare et ve korkma! tanrı baş şeytandan çok, yarım şeytandan iğrenir!"

    * *
  • eserleri yabancı dillere en çok çevrilmiş olan yunan yazar. şu anki şöhretine, 1964 yılında gösterime girmiş olan michael cacoyannis'in yönetmiş olduğu zorba adlı sinema filmiyle kavuşmuştur. bu film, aynı ismi taşıyan kendi kitabından uyarlanmıştır.

    “dünyada, ”çiçek, çocuk ve kuş” olduğu sürece korkma; her şey yolunda demektir.” -nikos kaxancakis-

    "dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir
    misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım
    günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be
    insan.!" -nikos kazancakis
hesabın var mı? giriş yap