• newcastle united sayesinde tanıdığımız, merak ettiğimiz, görmesek bile sevdiğimiz, adını normandiya dükü robert carthose'nin 1080'de bu mevkiye inşa ettirdiği yeni kale (new castle)'den aldığını ögrendiğimiz ve hakkında oralara giden yazarların da 3-5 entry'sini okuyup fikir edinmek istediğimiz şehir.

    gelin görün ki bira içmekten başka bildiği bir bok olmayan ekşiciler bu başlığı da piç edip bırakmışlar.

    türkiye'de bu isimle pub, bar, cafe gibi bir işyeri var bilgi küpü yazarlarımızın döşedikleri entryler şu şekilde;

    - güzel mekan.
    - beğendiğim mekan.
    - beğenmediğim mekan.
    - birası şöyle mekan.
    - birası böyle mekan.
    - ankara'ya gittiğimde uğradığım mekan.
    - cips servisiyle gönüllerde taht kurmuş mekan.
    - kız arkadaşlarımdan biriyle kavga edip ayrıldığım yer. biraları böyle seramik büyük muglarda getirirlerdi. (2003 yılında yazılmış kutsal bir bilgi.)

    ekşi sözlük'ün en sevmediğim yanı bariz olan bu anlam ayrımının yapılmamış olması. newcaste pub, neecastle cafe, newcaste türkü evi, öz newcastle birahanesi şeklinde başlık açıp bu anlam karmaşanının önüne geçip newcaste şehrini rahat bıraksanız daha hoş olurdu.

    bu eleştiri sadece newcaste için değil genel olarak özel isimlerin kullanımına izin verilip karışıklığa sebep verildiği için yazıldı. zamanında alessandro del piero nickli bir troll vardı. herif 5 sayfa küfür yedi. alessandro del piero başlığını okuyayım dedim dumur oldum. del piero ne yaptı da millet hep bir ağızdan küfür yağdırıyor diye merak içinde kaldım bir süre. sonradan jeton düştü tabi.

    ne diyorduk; ingiltere'de bir şehir...

    edit: imla.
  • mektubuma baslamadan once sozluk yonetimine sesleniyorum: arkadas su basligi sehir ve bar olarak gruplayin allasen. resmen kultur karmasasi var baslikta, bir yandan ingiltere'nin bir sehri; diger yanda ankara'nin bari.

    neyse sehir olanina gelirsek:
    kuzey doguda olmasina ragmen ulkenin en az yagiz alan sehirlerinden biridir; sagda solda dolasan istatistiklere gore manchester, liverpool gibi sehirlerden %35-40 daha az yagmur alir. inanmasi oldukca guc fakat yillik ortalama yagis miktari ise istanbul'dan %15-20 kadar daha az.

    turistik olarak bi espirisi oldugunu soyleyemem ama yasamak icin oldukca kompakt bir sehir. 15-20 dakikalik mesafe icerisinde gunluk ihtiyaclarinizi giderebilme olanagina sahip, hemen hemen her magazanin subesi var, metrocentre gibi avrupa'nin en buyuk indoor bir avm'si var, okyanus cok yakin*, ne cok kalabalik ne cok kasaba gibi, avrupa'ya hatta turkiye'nin bir cok yazlik yerlerine (ant, bod, dal, izmir) direkt ucusun oldugu havalimani var, iki uc tane her turlu paketli, konserve urunlere ulasabileceginiz turk marketleri var.

    edinburgh, lake district, york gibi turistik yerler gunu birlik seyahat* mesafesinde.

    gocmen mahalleleri haricinde fazla gocmen yok diyebilirim. ons verilerine gore bazi bolgelerindeki gocmen nufusu %5'in altinda. merkezde ise %15 civarinda. dolayisiyla gocmenlere karsi olusmus bir onyargi veya irkicilik tarzi yaklasimlar genel olarak yok diyebilirim. turk gormek ya da turkce duymak, helal marketler ve turk restoranlari haricinde oldukca dusuk bir ihtimal.

    ev kiralari cok uygun, 2-3 odali house olarak tabir edilen mustakil evler 500-750 pound civarinda.

    kotu yanlarindan birisi manchaster 2.5 saat, londra 3 saat falan suruyor trenle. canin istediginde kalkip gidebilecegin mesafeler degil cok.
    gelismis bir metro yapisi yok, otobus ve/veya kendi aracinla ulasimi saglamak zorundasin. dumduz bir sehir olmadigi icin bisiklet birincil ulasim aracin olamiyor, bununla birlikte otobusler katlanir bisikleti bile almiyor/almak istemiyor iceriye*. sosyal aktiviteler acisindan imkanlar bir miktar kisitli.
    evet yagmuru az ama ulkenin guneyine gore 4-5 derece daha soguk seyrediyor hava sicakliklari, bu da dusuk sicakliklarda disarda dolasmayi, aktivite yapmayi vs. oldukca olumsuz etkiliyor ki hali hazirda boktan havasi olan bir memleketi biraz daha tatsiz kiliyor.

    eyyorlamam bu kadar! gelecek, gelmeyi dusunen arkadaslara; bu civarda yasana sozluk yazarlarina bir mesaj kadar uzagim.

    edit: bir takim guncellemeler.
  • 3 aylık yaşama tecrübesinden sonra ufak tefek bilgiler vermek istediğim şehir.

    -asıl adı newcastle upon tyne. iki tane newcastle olduğu için * topalın ali, sarının memed gibi bir isim vermişler.
    -eylül ayında geldim buraya ama geldim geleli hava kapalı ve rüzgarlı. arada sırada gökyüzü görünüyor ama hakkını yemek istemem. gündüz çok koymuyor ama akşamüstü ve sonrasında rüzgar dolayısıyla sokaklarda rahat dolaşmak çok zor. fekat bunu takmayan ve o havada şortla mini etekle sokaklarda gezen bir çok insan görebilirsiniz. yalnız bu kişilerin de gene ingilizler olduğunu hatırlatmak isterim.
    -çok yağmur yağıyor.
    -yağmur nadiren yukarıdan yağıyor.
    -sarışın insandan daha fazla siyah saçlı insan var.
    -arabalar yayalara yol vermiyor. tanıdık geldi mi?
    -arabalar ışıklarda bekliyor. bu tanıdık gelmedi de mi?
    -alkol marketlerde satılıyor. fiyatlar da idare eder. bira 1.5-3£ arası değişiyor.
    -pub’lar(türkçe yazıldığı gibi okunuyo burada) oturup muhabbet etmek, içmek, günün her saati yemek yemek için birebir. masaya servis, hesap kitleme, alman usulu ödeme falan derdi yok çünkü bara gidip isteğinizi söylüyosunuz masaya getiriyorlar(içkiyse hemen veriyolar).
    -sayamadığım kadar çok telefon ve internet servis sağlayıcısı var.
    -24 saat açık devasa alışveriş mekanları var
    -hala çift katlı otbüs kullanıyorlar. çift katlı otbüs mü kaldı ya?
    -otbüsler dakik değil. 15 dakikada bir gelmesi gereken otobüs bazen yarım saat sonra geliyor. bazen 2-3 tanesi arka arkaya geliyor(yakıt israfı)
    -her yer, abone olur, form doldurun, şunu yapın, bunu yapın 500£ ödül kazanın diye reklamlarla dolu.
    -insanları club’cı. özellikle cumartesi gecesi dışarı çıkarsanız şuurunu kaybetmiş, iştahla hamburger yiyen, bağıran çağıran yüzlerce insan görebilirsiniz. her ne kadar benim hoşuma gittiyse de manzara arkadaşlarım pek bi tedirgin oldular.
    -gece dışarıya eğlenmeye çıkan yaşlı insan nüfusunu görünce çok şaşırmıştım. sokaklarda neredeyse gençlerden çok sarhoş yaşlılar vardı.
    -bir de bu yaşlılar aralarında anlaşmış gibi hepsi çok rüküş giyiniyor. gece adam kaldırmaya çalışan baya bir yaşlı kadın var anlayacağınız (yaşlı=40+)
    -yolcular otobüsten inerken şöföre teşekkür edip de iniyorlar. çok sevdim
    -insanlar yoldan geçerken yüzünüze bakıp gülümsüyorlar. öylece dururken yanınıza gelip konuşuyorlar. alışık olmadığım için yanıma gelip konuşanlardan hala biraz kıllanıyorum ama alışacam umarım
    -nüfusun büyük bir kısmı öğrenci ve şehir de ekonomisinin büyükbir kısmını bunun üzerine kurmuş
    -yaşadığım mahallede 30 bin öğrenci varmış yaklaşık.
    -haliyle etraf emlakçı kaynıyor.
    -öğrenci yurtlarından çok ev paylaşımı tercihi yapıyor öğrenciler. zaten yurt da yok o kadar. 2-3-4 odalı evlerde oda kiralayıp beraber yaşıyorlar. ben 5 odalı 2 katlı bahçeli bi evdeyim mesela bölümden 3 arkadaş kalıyoruz. sonradan 1 tane 57 yaşında master yapan brezilyalı bir alman geldi (ironilerin insanı).
    -ev kiraları 3-4 odalı ortalama kalitede evlerde kalıyorsanız haftalık 150-210 tl arası değişiyor.
    -evlerin çoğu 1930’larda yapılmış. sağlam ama eski.
    -ingiliz tamircilerin de çalışırken çatalı görünüyor.
    -tabe ki etraf çinli öğrenci kaynıyor.
    -şehirde iki tane büyük üniversite var*. öğrencilerin çoğu bu üniversitelerden.*
    -hırsızlık burada da oluyo. bir sürü evde öğrenci kaldığı için okul vakti falan boşaltıyolarmış evleri. ama polis'in evlere broşür gönderip bölgenizdeki hırsızlık olayları geçen yıl şu kadardı bu yıl bu kadar falan diye dürüst davranması hoşuma gitti. her ne kadar pek azaltamamışlarsa da en azından yok canım bizde hırsızlık olmaz diyerek konuşmayınca yok olacakmış trbine girmiyorlar.
    -bira fiyatı 6 tl civarında. mcdonalds'da bir menü 12-15 tl civarında. karşılaştırabilirsiniz.
    -avrupadaki en büyük alışveriş merkezi buradaymış. övünenlere ankamall'u bir göstermek isterdim.
    -edinburgh'a otbüsle 3 saat uzaklıkta. gelecek olursanız oraya da gidin atlamayın.

    kaldığım mahallede bi tane pizzacı var. pizzalar efsane ama bir alana bir bedavaları falan da var fiyat biraz tuzlu tabi. pizzacıyı 5-6 tane türk işletiyo. evlere servis mutfak kasa fırıncı falan işte. adamlar baya makara ama güzel oturtmuşlar işi. müşterileri hiç eksik olmuyor. mahallede kahvecileri falan da var yani büyütmüşler işi. 4 aydır gördüğüm tek türk insan da bunlar ve markette birbiriyle konuşan iki gençti.
  • bir kaç kelam da ben edeyim o halde newcastle ile ilgili.

    şehrin havaalanı küçük ve bilgi akışının sağlandığı ekranlar 90'lı yılların tabelalarını anımsatıyor, belki de ta kendileridir. havaalanı içinde bir döviz bürosu, bir starbucks, bir kaç tane de seyahat, araç kiralama acentası var. metro sistemi ingiltere genelinde olduğu gibi yaygın ve şehrin hemen hemen tüm noktalarına metro kullanarak gidebiliyorsunuz. kenti a - b - c diye üç bölgeye ayırmışlar. biletleri de seyahat edeceğiniz bölgeye göre seçiyor ve o şekilde ücret ödüyorsunuz. tek yön bilet yerine günlük veya haftalık/aylık bilete inanılmaz teşvik ediyor sizi fiyatlar. tek yön bilet 3,25 pound gibi bir rakamken günlük bilet 4,4 idi yanılmıyorsam. metrolar nostaljik ve eski sayılabilecek nitelikte. sesli ve görüntülü sistem var, sarı renkli. metroya evcil hayvan ve bisiklet alınıyor, aynı zamanda otobüs için de aynı şey geçerli. bu arada bu fırsat kaçmaz diyenler için metroda kimse bilet kontrolü yapmıyor. yapanına denk gelecek kadar bahtsızsanız da no english falan deyip yırtmaya çalışın. o da tutmazsa 25 pound gibi bir cezası var sanırım. neyse devam edelim.

    kent merkezi ve kentsel bölge arasındaki fark bariz bir şekilde hissediliyor burada. merkezin dışında, alt kentler var raylı sistemle merkeze entegre edilmiş. bu arada sunderland'da newcastle'a çok yakınmış onu söylemeden geçemeyeceğim. hatta metro ile bu iki kent arası yaklaşık yarım saat. newcastle'ın en büyük iki kültürel ürünü futbol takımı new. united ve tyne nehri. tyne nehri özünde coğrafi olarak bir nehir değil. okyanus kara parçasının içlerine kadar nüfuz etmiş. kaynaktan çıkıp denize dökülmüyor yani. tam tersine işliyor akış. kuzey denizinden başlayan ve şehrin içlerine kadar giren geniş bir nehir diyorlar ama kendileri. nehrin üstünde 5 - 6 adet köprü var ve turistler için ilgi çekici. gündüz ve gece nehrin kenarında yürüyüş yapabilirsiniz. tyne nehrinin karaya girdiği yerin kuzeyi ve güneyi, north shield ve south shield diye ikiye ayrılmış. her iki kıyıdan da birer mendirek denizin ortasına doğru uzanıyor ve kanatlardan deltayı koruyorlar. uçan bir kartalı kanatlarıyla başını koruyan bir şekilde tepeden bakıyormuşsunuz gibi hayal edin. en kötü google mapse bakın. onu da yapamıyorsanız zaten newcastle'a da gidemezsiniz! sınır polisini geçemezsiniz.

    burası görece küçük bir kent, kent merkezinde 300.000 civarı insan var, kentsel bölgenin tamamında ise toplamda 500.000'e yakın insan yaşıyor. iskoçya sınırında, ingilterenin belki de bu ölçekteki en kuzeyindeki şehir newcastle'dır.

    kent merkezinde grey street adında bir cadde var. cadde boyunca royal theatre ve alışveriş merkezleri, gece kulüpleri mevcut. fiyatlar ingiltere'ye göre daha ucuz gibi geldi bana. şehrin tam merkezinde kafanızı 90 derece ile yukarıya kaldırmanız gerekecek uzunlukta bir sir earl grey anıtı var. zaten monument diye geçen bu yer metronun ve şehrin merkezi. early grey çayını endüstriye ve bize sunan adam işte. çay adını bu adamdan alıyor. yine şehirde gidip görülecek yerlerden birisi katedral. yanlış bilmiyorsam ingiltere'de kent statüsü kazanmanın gerekliliklerinden biri katedrale sahip olmak. iç mimarisi güzel. ben bir pazar günü uğradım ve kendimi ayinin ortasında buldum. beleş gofret ve şaraba da göz kırptım. ama 500 kişinin içtiği bardaktan içmeyip stajyer rahibin kalbini kırdım. günahımı bağışlasın! amen!

    newcastle united'ın stadyumu st james' park kentin önemli merkezlerinden. bobby robson'un heykelini dikmişler. metroda uyuyakalmamın akabinde kendimi son durak olan st james park istasyonunda buldum ve istasyonun tamamen newcastle united konseptinde dekore edildiğini görüp şaşırdım. buraya çocuğunuz ile gidiyorsanız discovery museum'a gitmenizi öneririm.

    açıkçası hiç türk görmedim newcastle'da. ama türk olduğundan şüphelendiğim bir kaç kişiye rastladım. bir tanesi pizzacı idi. o üslup, tavırlar, bakışlar, giyiniş ve kılların vücut yüzeyine dağılımı başka bir millete ait olamaz. bu topraklardandı o abi, eminim. bir diğeri sokakta gece vakti yürürken beşiktaş çarşı formalı bir abimizin yanımdan geçip gitmesi idi ama sonra onu gözden kaybettim. katedralin tam karşısında da bir ottoman restaurant var merak edenler için. atmosferi falan güzeldi ama tad konusunda bir şey diyemeyeceğim, ta oraya gidip kuru pilav yemeyeyim dedim kendi kendime.

    gelelim gece hayatına. tam anlamıyla çılgın bir şehir. yediden yetmişe tüm şehir sanki cuma cumartesi geceleri dışarıya akıyor. yolda içenler, bağıranlar, işeyenler mi dersin. ne ararsan. bir sürü ingiliz magandası dolu. buz gibi havada yaşlı maşlı demeden herkes cıbıl cıbıl dolaşıyor. sevgilisinin yanında geğirenler, kusanlar, bağıranlar cabası. tabi bunlar göreceli kavramlar, kimse kimsenin hayatına karışamaz. kurban olduğum yaresulallah'tan gelen bir şeydir. en dikkatimi çeken yer gotham diye bir rock bar oldu. anlatılmaz yaşanır.

    iki tane üniversite var şehirde ama normal 15 - 20 katlı devlet binaları gibi. kampüs mampüs hak getire. uzakdoğu'dan bi dolu çekik gözlü arkadaş buraya okumaya, ilim irfan öğrenmeye gelmişler.

    pazar günleri bizdeki pazara benzer açık marketler kuruluyor ama meyve sebze satımı yok tabi. ev yapımı tatlı - kurabiye - çörek benzeri şeylerden tutun, eski plaklara, hotdogculara, el işi örgülere, tabloculara, ikinci el kitapçılara kadar bir dolu tezgah var. tyne nehrinin kenarına kurulan bu markete gidin derim. güzel şeyler bulacaksınız. hem sizin için de pazar sakinliği ile nehir kenarında bir yürüyüş olur. hem de fiyatlar çok iyi.

    yazımın sonuna yaklaşırken bildiğin "her şey bir pound" dükkanından bahsetmeden edemeyeceğim. ama bizdeki gibi lafta kalmamış. cidden her şey ya 1 pound ya da daha ucuz. en çok şaşırdığım şey bu oldu newcastle'da.

    benim orada bulunduğum sırada en beğendiğim yerler, tynemouth kalesi, tyne nehrinin kara parçasına sızdığı yer ve tynemouth dediğimiz o bölge, hadrian's wall (buna apayrı bir sayfa ayırmak lazım) ve bamburgh kalesi oldu. newcastle'a gidince şehir merkezine çok uzak olmayan bu yerlere kesin gitmenizi tavsiye ederim. yazın giderseniz de whitley bay denize girilebilecek fena olmayan bir yer. ben ölü sezonda gittim bişi bulamadım. ha tabi buraya kadar gitmişken edinburg'a da uğrayın artık. trenle bir buçuk saat.

    şimdilik aklıma gelenler bunlar. daha ne diyem. alan shearer'ın hayat hikayesini anlatacak halim yok ya burada.

    işte böyle gidip görülebilecek, bir süre yaşanabilecek ama uzun vadede kalınabilecek olmayan bir şehirdir. hele ki istanbullular, sıkıntıdan çatlayıp patlayabilir.
  • tepe primedaki subesi alenen gözümden düsen isletmedir.

    yaklasık 12-13 kişilik bir grup olarak gittik. yedik, içtik falan. neyse sonra hesabı istedik. cogu kisi kredi kartıyla ödüyor, biz de kart fişlerini topluyoruz herkes ödedikten sonra. bazen çünkü ödemelerde yanlıslıklar oluyor. bazen kalabalık görüp direk kitlemeye çalısıyorlar. bize de zamanın da cok kitledikleri için tecrübeliyiz artık. neyse hesabı verdik, ickilerin bitmesini bekliyoruz, eleman gelip 20 lira eksik verdigimizi söyledi. biz de çıkardık fişleri hesapladık, 20 lira fazladan vermisiz (bahsis). neyse eleman peki dedi gitti, biz de kalktık. kapıda tekrar geldi, biz kasada hesapladık, siz 20 lira eksik vermissiniz falan diye, almadan gönderemem falan dedi. peki dedik git sizdeki fisleri getir hesaplayalım. bu arada kapıda bekliyoruz yani 15 kişi. geldi hesapladık, bahsis bırakıcagımız 20 lirayı da aldık gittik sonra. yani hani hatalar olur da, aynı sey tekrar tekrar oluyorsa, yani ya cok salaklar ya da kendilerini cok akıllı sanıyorlar.

    newcastle cheeseburger yemistim, az pişmiş falan değildi, bildigin pismemisti. kötüydü yani tadı. olur böyle seyler dedim geçtim, çünkü gerçekten olur böyle seyler. ama hesabı kitlemeye calismaları can sıkıcıydı.
  • ingiltere'nin ogrencisi bol, gece hayati hareketli kenti. milliyet internet fotograf galerisi'ndeki "ingiliz gencleri yine dagitti" temali sikimsonik yazi ve fotograflar genelde buraya aittir.
  • tepe prime'da açılan şubesi hizmet bakımından bir yere kadar iyidir. garsonlarının tutumu ne kadar iyi ise sizi kapıda karşılayan insanlarla konuşmaya karar verme kriterini merak ettiğim burnu havada görevlinin kişiye tutumu bir o kadar kötü. gerçi merakımın cevabını gece sonunda almış bulunuyorum. saçını aslan kral modeli yapıp dekolte giymez isen kendisi masa gösterme zahmetinde bulunmuyor. terbiyesizliğini kapatan diğer çalışanlar sağolsun belki hizmet sektöründe varlıklarını sürdürebilirler.
  • kuzey doğu ingiltere bölgesinin başlıca üç şehrinden biridir (diğerleri sunderland ve durham) ve kesinlikle en canlı, en neşeli olanıdır. çoğu ingiliz, newcastle'a ülkenin parti merkezi gözüyle bakar çünkü cuma ve cumartesi günleri sabahlara kadar eğlencenin durmadığı, pub'ların, sokakların insan almadığı bir yerdir. bekarlık partileri, doğum günleri vb. için başka şehirlerden insanlar akın akın eğlenmeye gelir buraya.

    halkı ünlü geordie'lerdir. dolayısıyla geordie ingilizcesi konuşulur. bu, tüm ingiltere'nin en bozulmamış ağızlarından biridir ve muhtemelen en anlaşılmazıdır. bunun sebebi de 16. yüzyılda nispeten sapa bir yer olan newcastle'ın orta ingilizceden (middle english) modern ingilizceye geçişin dönüm noktası olan büyük ünlü kayması'ndan nasibini en az alan yer olmasıdır. dolayısıyla telaffuzunun bbc'den alıştığımız ingiliz ingilizcesiyle uzaktan yakından alakası yoktur. bu yetmezmiş gibi, newcastle halkı kendi argosunu da geliştirmiştir, o yüzden başka bir dil konuşurlar resmen.

    insanları neşelidir, sıcaktır. tıpkı tüm ingiltere'de olduğu gibi, her üç berber dükkanından ikisini türkler işletir. maalesef bizdeki apaçi kültürünün neredeyse bire bir karşılığı olan chav kültürü çok yaygındır.

    şehir tyne nehrinin üstünde yer alır. gerçekten de nehrin üst (kuzey) kısmı newcastle'dır, hemen aşağısında gateshead şehri bulunur. newcastle'dan gateshead'e sayısı bir hayli fazla olan köprülerden yürüyerek 10 dakikada, araçla 1,5-2 dakikada geçebilirsiniz, resmen nehrin iki yakası farklı şehirdir.

    şehrin gurur kaynağı hepimizin içtiği o ünlü bergamot aromalı çayın da mucidi olan ingiliz başbakanı charles grey'dir, zaten bizdeki taksim meydanı'na denk düşen yer de the monument adıyla bilinen charles grey (nam-ı diğer earl grey) heykelidir. yine aynı kişinin adını taşıyan grey street ise defalarca ingiltere'nin en güzel caddesi seçilmiştir. tiyatro binası, sanat galerileri, güzel restoranlar, kitapçılar, bilgisayar oyunu dükkanları, ne ararsan vardır.

    görülmesi gereken yerler arasında türkiye'deki kapalıçarşı'yı andıran grainger market (dünyanın ilk ve en küçük marks & spencer şubesi buradadır), discovery museum ve life science center gibi harika müzeler, her adımda karşınıza çıkan eski katedraller (st. nicholas favorim) vardır. avm seven biriyseniz şehrin göbeğindeki intu eldon square ingiltere'nin en büyük avm'lerindendir (ama avrupa'nın en büyük avm'si gateshead'deki intu metrocentre). küçük ama gayet otantik bir çin mahallesi vardır. iki üniversitesi olduğundan öğrenci nüfusu da çoktur. ucuza karın doyurmak isterseniz, burada elinizi sallasanız greggs'e rastgelir çünkü tüm ingiltere'ye yayılmış bu zincirin merkezi newcastle'dır (yanılmıyorsam şehirde 30'a yakın şubesi var).

    iklimi klasik kuzeydoğu ingiltere iklimidir. kışın saat 15.00-16.00 arası hava zifiri karanlık olur ve sabahları buz gibidir. yazları da güneş 21'den önce batmaz, gece bile hava doğru dürüst kararmaz. halkı soğuğa karşı inanılmaz dayanıklıdır. 3-4 derece sıcaklıkta bile çocuklar tişörtle, kadınlar mini etekle ve askılı bluzla gezer. termometre 20 dereceyi görünce erkekler şortlarını giyip üstleri çıplak dolaşırlar, özellikle de newcastle united maçı varsa.
  • garip bir ingiltere şehri, iskoçya'dan önceki son durak benim için. insanları adanın başka kısımlarına göre daha bir sarhoş, daha bir saldırgan olduğu şehir. misal liverpoolda gezerken de sarhoş görürsünüz ama akşam 6da falan, newcastle'da çok sürmez, öğlen 2 gibi kafayı bulur bu abilerimiz, başlar bağırmaya çağırmaya, horoz gibi dövüşmeye, ilginç bir kafa, derdiniz nedir diye sorup araştıran bir sosyolog da çıkmamış bugüne kadar anladığım kadarıyla, soğuk falan demeyin edinburgh daha soğuk ama sarhoşu daha az. ama hakkını yemeyelim gece hayatı güzel bir yer, millet te londra'lardan burdaki stag partilerine katılmaya geliyor.
    olur da yolunuz düşerse, ve fast food yemekten sıkıldıysanız ( fakir olduğunuzu varsayıyorum), al baik denen lübnan restoranında uygun fiyatlarla çok güzel yemekler mezeler yiyebilirsiniz. adlarını da yazmamışım günlüğe ama o civarda 3-4 tane güzel pub var, kaliteli müzik ve şahane ambiansları var hakikaten, bir uğrayın derim.
    işiniz bitince de çok durmayın, edinburgh sizi bekler!
  • ıngilterede sehir olanindan bahsediciiim uleyyynnn acilin.

    yaklasik 1.5 aydir burdayim. yasamasi accayip zevkli olan bi sehir. bi defa yaptiginiz her seyden zevk aliyorsunuz: insan az, ulasim kolay, hayat ucuz ve daha bir suru sey. yeride harika, kolayca gunubirlik gezilere gidebilirsiniz.
    (bkz: edinburgh) : off cok guzeeelsin ama fazla kalabalik. trenle yalnizca 1.5 saat.
    (bkz: yorkshire): viking sevdalilarinin sehri. her an karsiniza 2 metreli boyunda bir viking torunu cikabilir. otobusle 2 saat.
    (bkz: leeds) bir sonrak hedefim henuz gidemedim. otobusle 2.5 saat.

    vee tabisi (bkz: newcastle united). pek futbolla ilgilenen biri degilim yalnizca 1 macina gittim. efsane seyircisi var ve kale arkasi biletler 25 pound civari, biraz daha iyi yerler 45 pound gibi.

    queyside sehrin nehir ve koprulerin bulundugu kismi. pazar gunleri supper bir pazar kuruluyor. gece su ve isik gosterileri oluyor.

    yine queyside tarafinda baltic flour mill ve gateshead kultur sanat aktivitelerini bulabileceginiz, ayrica muthis kopru manzaralarini gorebileceginiz yerler.

    northumberland street deliler gibi alisveris yapabileceginiz cadde. molanizi costa'dan kahvenizi alip monument'in dibine oturup sarki soyleyen zenciyi dinleyerek verin. ıkinci sarki benden size. aaa bide eger mevsimiyse grainger marketten cilek alin. tartismasiz newcastle'in en guzel meyvelerinin satildigi yer.

    kalabalik ve gurultuden azcik uzaklasayim derseniz 10 dakika kadar yurume mesafesinde leazes park var. ormanin tam ortasinda gizli bir cennet. sansliysaniz azcik gunes varsa, o merdivenlerden ciktiginizda muthis gol manzarasi ve kugulari gorunce kalbinizin ritmi degisecek. ama dikkat edin fare cikabuluggg.

    bale, opera ve tiyatro gibi aktiviteler theatre royal binasinda yapiliyor. eger uzun kalacaksaniz mutlaka programi inceleyin. ozellikle baleler eff-sa-neee. biletler pahali malesef sahneye ennnn uzak koltular 16-19 pound arasinda degisiyor.

    ayrica newcastle'a trenle 15 dakika uzaklikta olan (bkz: durham)'a mutlaka ama mutlaka gidin. harika nehri ve supper yesil nehir kenari huzur veriyor.
    buradaki katedral bir harika dostum. okadar katedral gezdim sanirim ennnn begendim katedral durham'dakiydi. unesco mirasi listesindeymis. accayip kocaman ve ucretsiz. haftasonu giderseniz yaslilardan olusan koroyu mutlaka dinleyin. arada sozleri unutan parcaya yanlis giren yada fazla bagitan yaslilar oluyor. koro sefi uyariyor tabi hemen. tanriiim cok tatlilar.
    ayrica durham universitesinin durham kalesi turlari oluyor katilim ucreti ogrenciler icin 4 pound. kesinlikle katilmanizi oneririm.

    enjoy!!!

    edit: ilk entriyi 1.5 aylikken girmistim. 8 aydir burdayim yeni eklemeler yaptim efenim.
hesabın var mı? giriş yap