• 1970'ler ve punk dediğimizde herhalde ilk anmamız gereken albüm sex pistols'ın never mind the bollocks here's the sex pistols albümü olsa gerek. ancak her büyük albüm gibi bu albüm de bir plaktan daha fazlası. bunu da anlamak için 1950'lere geri gidelim. savaştan çıkmış ingiltere'de savaş döneminde ile korku ile yetişenler bu yıllarda gençliklerini yaşıyorlar, tüm çocukluk travmalarının üstüne sünger çekip rock'n'roll ile kendilerinden geçiyorlardı. işte böyle iki genç çocuğun hayatın ağırlığını tartmadan verdikleri karar ile londra'da bir çocuk dünyaya geldi: steve jones. baba, çocuk mocuk dinlemedi ve anneyi terk edip gitti. genç ve fakir anne de ona maddi olarak destek olacak birini buldu. üvey baba anneye göre daha yaşlıydı. bu durum kendini güçlü hissettiriyordu. ukala tavırlarının zirve yaptığı bir gün üvey baba, küçük jones'u taciz etti. sadece o mu? bir gettoda yaşayan jones, kısa bir süre sonra başka bir adam tarafından para karşılığı cinsel teklif aldı. bu olaylar, ergenliğe arkadaşlarından geç giren jones'un cinsel anlamda ciddi kafa karışıklıkları yaşamasına neden oldu. bir yandan fakirlik var. öte yandan da bir türlü okuma yazmayı sökemiyor. böyle zor bir durumda jones'u ayakta tutan şey müzik oldu. jones, şarkı söylemeye bayılıyordu. bu dönemde paul cook ile arkadaşlığı gelişmeye başladı.

    cook, jones'un mahallesinden bir çocuktu. jones'un karanlık çocukluğuna karşın cook daha şanslıydı. ekonomik durumları parlak olmasa da en azından yanında bir ailesi vardı. annesi jones'un annesi ile arkadaş olduğu için ikili birbirlerini çok küçük yaştan beri biliyorlardı. ancak yakınlaşmaları beraber gittikleri liseyi buldu. gerçi cook her ne kadar okulunu aksatmasa da jones'un okulda pek bulunduğu söylenemezdi. o nedenle ikili genel olarak okul sonrası takılıyordu. cook da jones gibi müzik dinlemeyi sevmekteydi. ancak okul sonrası bir yandan da elektrikçide çırak olarak çalışmakta ve böyle sigortalı bir işte hayatını devam ettirmek istemekteydi. ancak takvimler 70'lerin başını göstermekte. glam rock zirve yapmış. parıltılı, kışkırtıcı müzisyenler ortaya çıkmaya başlamış. bir rockstar olmak herkesin hayali. cook ve jones da bu hayalin peşinden gitti ama ellerinde enstrüman yoktu. jones, bir yolunu buldu ama bu yol çok da legal değildi. zaten konserlere gitmeyi seven jones, konserler bitince bir süre daha salonlarda takılıp sahneden aldığı şeyleri eve götürmeye başladı. mesela 1973'te david bowie'nin ziggy stardust karakterini emekliye ayırdığı son konserlerinden birinin sonunda bowie'nin mikrofonunu çaldı. sadece müzikal enstrüman da değil. jones, keith richards'ın ortada bıraktığı bir cekete de el koymaktan kendini alamamıştı.

    jones ve cook, çalıntı enstrümanlar ile bir grup kurdu. cook, davulcu olmayı kabul etti. jones zaten vokalist. bir de yanlarına lise arkadaşları wally nightingale'i gitarist olarak aldılar. ara ara başka elemanlar gruba girip çıksa da grubun beyni bu üçlü oldu. hatta nightingale, besteler yapmaya başladı. bu bestelerden biri daha sonra did you no wrong adını alıp bir b-side olarak yayınlanacaktı. jones, bir yandan gitara da merak sarıyordu ve de sıfırdan gitar öğrenmeye başladı. kısa sürede de kendini geliştirdi. bunun sırrını soranlar için de jones'un yanıtı basit: speed. bu uyuşturucu sayesinde hiçbir yorgunluk hissetmeden saatlerce gitar rifleri çalıştı. gitarı öğrendi öğrenmesine de tüm hayat düzeni alt üst bir duruma düştü.

    müziğe geri dönelim. dönem aslında progresif rock'ın zirve yaptığı dönemler. gençler ve eleştirmenler pink floyd, yes, genesis, jethro tull gibi grupların dakikalarca süren şarkılarının, edebi olarak güçlü sözlerinin, zaman zaman klasik müzik etkili ve de birçok enstrümanın kullanıldığı komplike müziğinin tutkunu. ancak sen londra'nın gettosunda yaşıyorsan böyle müzikten zevk alacak bir altyapıya kolay kolay sahip olamıyorsun. böyle bir müziği çalabilecek enstrümanlara da erişimin yok. bu nedenle daha jones, cook ve tayfası düz ve eğlenceli bir rock müziği tercih ediyorlardı. sevdikleri gruplarından birifaces'tı. birkaç faces konserinde abd'li yeni rock gruplarından new york dolls alt grup olarak dahil edilmişti. dolls'un bu londra çıkarması grup ve seyircisini buluşturmak için yararlı olsa da dolls'un davulcusu londra'da bir konser sonrası verdiği partide overdose sonucu hayatını kaybetti. dolls yine de yola devam etti ve 1973'te ilk albümünün içerdiği eğlenceli ama sert rock şarkılarının yanında kadın kılığında poz verdikleri kapak ile dikkat çektiler. bu imaj cinsellik konusunda kafası karışan jones'un özellikle dikkatini çekmiş olsa gerek. bu sansasyonel imajları new york dolls'un müziğinin bile önüne geçti. zaten glam rock denilen şeyin imaj ve moda ile dirsek teması vardı. ilk albümlerinden sonra new york dolls üyeleri bir gün londra'dan new york'a bir fuar için gelmiş malcolm mclaren ile tanıştı. mclaren, londra'da bir kıyafet mağazası işletiyordu. grup ve modacının kimyası tuttu. hatta muhabbet ilerledikçe grup üyeleri, o talihsiz londra turnesinde mclaren'ın dükkanını ziyaret etmiş olduklarını farkettiler. mclaren'in aslında müzikle hiçbir ilgisi yoktu ama new york dolls'u dinleyince müzikal olarak çok beğenmese de duruşlarını ve enerjilerini çok farklı buldu. böylece dolls ve mclaren, ilişkiyi koparmadılar. new york dolls, ikinci albümünden sonra bekledikleri patlamayı bir türlü yapamamıştı. malcolm mclaren, müzikten hiç anlamamasına rağmen grubun menajeriliğini yapmak istedi ve gruba sovyet esintlili bir imaj yarattı. tabii bu imaj abd'de tepki görünce ve başarısız olunca dolls, mclaren ile yollarını ayırdı ve de kısa süre onra da dağıldı. ancak mclaren bir kez provokasyonun ve müzik düyasının tadını almıştı. aklında hemen memleketine dönüp yeni bir projeye başlama fikri doğdu. nasıl andy warhol'un the velvet underground'u varsa, onun da kendi grubu olacaktı.

    mclaren'ın o dönemde kız arkadaşı ile işlettiği "let it rock" adlı bir kıyafet dükkanı vardı. bu dükkan 1974'te "sex" adını aldı. dönemin aykırı gençlerinin uğrak noktası olan bu dükkanda mclaren ve steve jones bir gün tanıştılar. elbette ikilinin tanışması normal şartlarda olmadı. steve jones yine kendini tutamamış ve de dükkandan bir şey çalıp kaçmaya başlamıştı. mclaren de hemen arkasından fırlayıp kendisini yakaladı. ancak jones ile muhabbet edip, onu tanımaya başlayınca gencin kişiliğinden etkilendi. mclaren, müzik dünyasına adım atmayı kafayı koyunca hemen jones'a gitti ve de gruplarına destek olacağını açıkladı. böylece jones, cook ve nightingale, mclaren'in kanatları altına girdi. mclaren, grubu yeniden yaratmaya isimden başladı. kendi dükkanının isminden esinlenerek grubun adını "sex pistols" olarak belirledi. grubun bir de basçı problemi vardı. bu problemi çözmek için de dükkanında çalışan glen matlock'u gruba dahil etti. matlock da diğerleri ile aynı yaşlarda londralı bir çocuktu. müzikal altyapısı jones'dan farklı değildi. ancak jones the beatles gibi klasikleri ve popülerleri küçük görüp, daha çiğ bir müziğe hayranken, matlock daha melodik bir rock müziği dinlemeye devam ediyordu. hatta motown gibi punk ile alakası olmayan müzikler de seviyordu. aslen gitarist olsa da bas çalmayı öğrenmişti. en önemlisi ise matlock'un beste yapabilme yeteneği olmasıydı. böylece matlock, her ne kadar karakter ve ilgi alanları bakımından grup arkadaşlarından farklı olsa da grupta önemli bir boşluğu doldurdu ama mclaren'a göre grupta halen eksik olan bir şey vardı: yırtıcı bir frontman. steve jones, çok iyi bir frontman değildi. ayrıca gitarda kendini çok geliştirmişti ve de ona odaklanmayı tercih ediyordu. mclaren de zaten grubun imajına hiç uymadığını düşündüğü nightingale'e, jones'un da gitara geçmesiyle, gerek olmadığına kanaat getirdi. böylece nightingale gruptan kovuldu. nightingale, yıllar içinde zaman zaman müzik gruplarında yer alsa da dikiş tutturamadı ve de 1996'da, yani sex pistols'ın orijinal kadrosu ile yıllar sonra ilk kez bir araya geldiği yılda, uzun süre boğuştuğu uyuşturucu problemi nedeniyle hayatını kaybetti.

    tıpkı jones, cook ve matlock gibi londra'nın gettolarında iki genç anne babanın ilk oğlu olarak john lydon dünyaya geldi. irlanda'dan londra'ya çalışmaya gelen bu ikilinin çocuk bakma ile ilgili hiçbir fikri yoktu. ama çocuk yapmanın kendisiyle daha içli dışlıydılar. lydon, dört kardeşti ama annesi birçok kez de düşük yapmıştı. zayıf bir bünyesi olan anne, daha lydon küçükken ona abi olarak kardeşlerine göz kulak lma sorumluluğu verdi. çocuklar evde curcuna çıkarsalar da anne baba oldukça sessizdi. lydon, anne ve babası ile oturup hiçbir şey paylaşmıyordu - plaklar dışında. çok paraları pulları olmasa da anne ve baba plak almayı çok seviyorlardı ve lydon da birçok farklı müziği evdeki plaklardan ve açık duran radyodan öğrendi. büyüdükçe de sevgisi gelecekteki grup arkadaşları gibi daha sert bir rock müziğe döndü. the stooges, alice cooper ve t-rex gibi isimlerden etkilendi. ama müzik yapma gibi bir ihtiyacı yoktu. zaten hayatta ne yapmak istediği konusunda kafasında şekillenen bir şey yoktu. bir gün john lydon, sex'in kapısından içeri girince mclaren, renkli saçlı, garip bakışlı, karizmatik bu elemanı kaçırmak istemedi ve de "şarkı söyleyebilir misin?" diye sordu. lydon da "sadece detone" dedi. lydon'ın asi duruşu, mizahi yapısı ve de geleneksel müzik anlayışına uymaması mclaren için yeşil ışık demekti. lydon'ın çığlık çığlığa şarkı söylemesi ve verdiği enerji mclaren'in beklentileri ile örtüşünce klasik sex pistols kadrosu bir araya geldi. tabii mclaren yine bir şeylerle oynamaktan kendini alamadı. lydon'ın bir sahne adı olması gerektiğini düşündü ve de çürük dişlerinden ilham alarak kendisine johnny rotten ismini layık gördü.

    grup 6 kasım 1975'te ilk konserini verdi. nightingale döneminden kalan "did you no wrong" ile açılan konser üç cover şarkı sonrası grubun görücüye çıkardığı ilk şarkı seventeen ile bitti. ilk adı "lazy sod" olan şarkı "never mind" albümünün altıncı sırasında yer alarak, b yüzünü açmakta. 2 dakikalık tam bir punk eseri olan şarkı, basit yapısı ile grubun ilk çalışmalarından biri olduğunu belki etse de etkileyici bir eser. isminden belli olduğu gibi şarkı on yedi yaşındaki rotten'ın etrafındakilere gösterdiği bir orta parmak. ama etkileyici bulduğum şey 17 yaşındaki vokalistin 29 yaşındaki bir kişiye akıl veriyor olması. bu akıl da hayatın gerçeklerini yüze vuracak bir akıl: "sadece 29 yaşındasın, daha öğrenecek çok şeyin var. lakin annen öldüğünde geri gelmeyecek". ilginçtir, şarkının ilk versiyonunda "şirketin öldüğünde geri gelmeyeceksin" demekte. ancak annenin ölümü imgesi 30'lu yaşlara girerken halen daha toy olduğumuzu ve de yalnız kalmak üzere olduğumuzu daha güçlü bir biçimde yüzümüze vurmakta. bunu da çok genç birinin yapması ilginç. ikinci bölümde de yine bir üst jenerasyonları olan hippie'lere çakıp uzun saç sevmediklerini ve gürültü yaptıklarını anlatıyor. keza o dönem bütün rockçılar saçlarını uzaktırlarken sex pistols ve diğer punk'ların ilk dikkat ettikleri şey saçlarını hep kısa tutmalarıydı. şarkının devamında ise tembelliklerinden dem vurmaktalar. grup, daha sonra bolca kullanacağı "no x" kalıbını da bu şarkıda ilk kez kullanıp "no reality" demekteler. vokalde rotten'ın klasik sözleri yaya yaya söyleme tarzı ve bağışlarını duysak da aslında sesini çok da melodik kullanmış. davul çok sağlam. cook'un basit bir şarkıyı davullar ile nasıl zenginleştirebileceğini çok iyi gösteriyor. sonunda koro şeklinde sözlerin tekrarlanması çok gaz. üç kıta sonrası tek nakarat gibi basit ama farklı yapısı ile, sözleri ile, temposu ile çok başarılı bir şarkı. bu arada ilk konsere geri dönelim çünkü konumuz sex pistols ve de ilk konserleri tabii ki sorunsuz geçmiyor. aslında yerel bir grubun alt grubu olan sahnede çıkan pistols, bu grubun enstrümanlarını kullanmaktaydı. ancak konserde kendilerinden geçip adamların enstrümanlarına zarar vermeye başlayınca kavga çıktı ve "seventeen" sonrası konsere devam edemediler.

    eğer konser yarım kalmasaydı grup kendi bestelerinden iki tane daha çalacaktı. bunlardan biri olan "submission"a daha sonra değineceğim. diğeri ise pretty vacant. matlock, şarkının önce nakaratını hem söz hem beste olarak buldu. aklında kayıp gençlik teması vardı. sonra da akılda kalacak bir intro bulmak için uğraştı. başarılı da oldu. jones, şarkıyı daha sadeleştirip, punk bir hale getirdi. rotten ise şarkının geri kalan sözlerini tamamladı. nakaratı da "vacant" değil de va-cunt şeklinde okumayı tercih ederek küçük bir sansasyona imza attı. nakarat gerçekten de akılda kalıcı. "seventeen"de olduğu gibi geri vokallerle desteklenmiş, güçlü, bağıra çağıra söylemelik bir halde sunulmuş. cook'un davul atakları yine mükemmel. adam, şarkının enerjisinin düşmesine hiç izin vermemiş. steve jones'un kıtaların sonunda eklediği solo gitar numaraları miksajda geri kalsa bile çok iyi. hatta şarkının basları bile çok iyi. "bile" diyorum çünkü albümün basları konusuna da daha sonra geleceğim. rotten'ın "we don't care" bağırışları grubun duruşuna çok uygun. her şeyi boş vermiş, hiçbir şey yapmayan gençliği "pretty" olarak ironik bir şekilde betimleyen eser, bitmez tükenmez enerjisi ve vurucu nakaratı ile grubun ikonik çalışmalarından biri oldu. hatta albümün üçüncü single'ı olarak yayınlandı.

    grup yukarıda adı geçen şarkıları bolca çaldıktan sonra yeni bir şarkıyı görücüye çıkardı: new york. açıkçası albümün en zayıf şarkısı ancak sansasyondan geri kalmıyor. şarkı muhatabına faggots demekte ki şarkının sonunda aynı anlama gelen ama küfür olarak sayılmadığını sandığım batty boy tabirini de kullanmakta. peki bu şarkının muhatabı kim? genel olarak new york'ta müzik yapan sözde "rock" gruplarına laf çakılsa da rotten'ın bu sözleri mclaren'ın eski gözdesi new york dolls'a yazdığını biliyoruz. mclaren'ın bu şarkıya göz yumması sanki çok etik değil. özgürlükten bahseden bu genç punk'ların başka bir grubun müziğinin yanında görünüşlerindeki feminenliğe laf etmesi de bence bir çelişki yaratıyor. halbuki matlock, şarkının bestesini yaparken şarkının böyle bir yola sapacağını hiç düşünmemiş. sözler, tamamen bir johnny rotten ürünü. ancak şarkının bestesi rotten böyle sözler yazmasa unutulup gidebilecek bir beste olduğu için bir yandan da sözlerin şarkıyı kurtardığını söylemeli. rotten'ın sonlarda delirip tamamen konuşma moduna geçmesi de şarkının güzel bir özelliği. birde intro melodisinin başarılı olduğuna değinmek gerek ki demo versiyondan sonra ortaya çıkmış gözüküyor. her ne kadar özgün olmayan müzik yapanları ve de değişime karşı çıkanları eleştirmesine diyecek bir şeyim olmasa da new york dolls'a biraz ayıp etmişler. keza new york dolls ya da o tayfadan başka biri de "e sizin de şarkılar birbirine benziyor, bir formül tutturmuş gidiyorsunuz" gibi benim katılmadığım ama çok da saçma olmayan bir eleştiri ile cevap verebilir.

    14 şubat 1976'da bir sevgililer günü hediyesi olarak problems ortaya çıktı. "problems" grubun en sevdiğim şarkılarından. hatta hak ettiği değeri görmediğini bile iddia etmek mümkün. başta da dediğim gibi rotten'ın ağzına bazı sloganlar çok iyi oturuyor. "i don't care" ya da "i'm a lazy sod" diye bağırması ne kadar etkileyiciyse "problem, the problem is you!" diye bağırması da o kadar etkileyici. ama nakarat mı daha iyi yoksa kıtalar mı daha iyi, bilmek zor. rotten'ın kıtalarda hızlı ve melodik performansı çok gaza getirici. şarkıda baya da söz var. zaten albümün en uzun şarkısı bu eser. rotten, otoriteye karşı duyduğu öfkeyi sanki bir süre içinde biriktirip bu şarkıda kusmuş. kısacası robot gibi masa başı işlerde çürümeye yüz tutmayacağını ve de aslında kendilerini problem olarak insanların bir problem olduğunu anlatıyor. baştan sona hiç durmadan çatır çatır bir performans gösterilmesini çok seviyorum. ana rifi sade olsa da jones, araları hep küçük sololarla doldurmaya çalışıyor. chuck berrymsi bir solosu da var. solo biraz fazla tekrar içerse de gitaristin nerdeyse sadece iki senedir gitar çalan bir adam olduğunu unutmamak gerek. tekrar demişken şarkının sonunda rotten'ın tekrarları, jones'un soloları ve cook'un yine makina gibi çalınan muazzam davulu ile birleşince çok güçlü bir kapanış olmuş.

    nisan 1976'da karşımıza iki tane yeni şarkı çıkıyor. satellite b-side olarak kalıyor ve albüme girmiyor. ancak no feelings albümde yerini alıyor. şarkı aslında çok pozitif duyuluyor. rotten şarkıya dahil olana dek the ramones'dan bir şarkı gibi. bir yandan da 1950'lerin klasik rock'n'roll şarkılarından çok fazla farklı değil gşbş. şarkının ilk kısmı tamamen kendine aşık bir adamın ağzından yazılmış. kahramanın kendisine "paran yoksa seni terk ederim" demesi ya da "beynin çalışmıyor ama seninle olmaktan hoşnutum" demesi şarkının mizahi yönünü öne çıkarıyor. kendisini tüm problemlerine rağmen güzel bulma teması "pretty vacant" ile benzerlik göstermekte. e zaten kahramanın kendi güzelliğinden başka hiçbir şeye sevgi duymaması çok boş (vacant) bir durum. aslında dağınıklıkları, hırpanilikleri ve yıkanmamaları ile kendilerini tanımlayan bu punk arkadaşların kendilerine böyle güzel sözler söylemeleri de ayrı bir ironi. daha sonraki kıtalarda ise kahramanımız kendisini çok severken etrafındaki elemanlardan ne kadar nefret ettiğini anlatarak bir ikilik yaratıyor. rotten, rolling stone'a verdiği röportajda bu şarkıyı bir yetim kızın kendisine kafayı takmasından esinlenerek yazdığını söylemiş. bu şarkının sonunda da "baban gitmiş, duvarda resmi var" satırları ile bu anıya sanki direkt bir gönderme yapmış gibi. şarkının nakaratı, klasik basit ve eğlenceli pistols nakaratı. rotten söylerken belli ki zevk alıyor. e dinleyiciye de geçiyor. daha ne olsun.

    albümün bu dönem yeni yazdığı şarkılardan birisi liar. düz ama eğlenceli bir punk rock şarkısı. şarkıyı yine vokali oldukça eğlenerek bir tekerleme gibi söyleyen johnny rotten taşımakta. şarkı boyunca kendisine yalan söylemeye çalışan bir adamı suçlamakta. yani sözlerde yine yakın çevreye duyulan bir öfke var ama bu sefer daha çocukca bir öfke. kulağa çok eğlenceli gelen bu şarkının çok güzel bir davul introsu var. devamında da cook davulu çok iyi çalmış. gerçeken de bu albümü dinlerken paul cook'un aslında ne kadar "underrated" olduğunun farkına vardım diyebilirim. steve jones da yine rock'n'roll kokan, basit bir solo ile şarkıya hoş bir ekleme yapmış. şarkının ilginç bulduğum bir başka yönü de kıtalardan nakarata geçerken aynı dönemde yazılan başka bir sex pistols şarkısını andırması. şimdi de ondan bahsedelim.

    şu ana grubun yazdığı şarkılarda toplumsal eleştiriler olsa da politik bir duruş yok. ta ki grubun belki de en önemli şarkısı olan anarchy in the uk'e kadar. matlock'un yine akılda kalıcı, basit ve ikonik bir introsu ile açılan şarkı, rotten'ın klasikleşmiş sözleri ile devam ediyor: "i am an antichrist, i am an anarchist" ki matlock bu sözlere uyuz kapmış, sözlerin hem ergenliğine hem kafiyesinin oturmamasına takılmış. lakin rotten'ın amacı provokasyon ve de bunu en direkt hali ile yapmakta. aslında daha bu sözler başlamadan rotten'ın "rrrright now" deyişi var ki sırf aksanı ile gaza getiriyor. zaten şarkı boyunca rotten'ın sadece "r" harfini kullanarak yaptığı vurgular çok muazzam. ayrıca "right now" sonrası gelen şeytani gülüş de çok iyi ki daha ozzy osbourne'un crazy train'ine dört sene daha var. şarkı boyunca anarşi ve kaos var. aslında rotten politik olarak bildiğim kadarıyla anarşist değil. ancak bir şeylerin değişmesi gerektiğine ve bunun da kaos ile geleceğine inanmakta. en sonunda da "destroy" diyerek şarkıyı bitiriyor zaten. şarkı boyunca tüketim toplumuna, elini taşın altına koymayanlara lafını geçiriyor. şarkının son kıtasında birkaç kısaltma var. kim bunlar? mpla: angola'nın bağımsızlığı için halk hareketi. o dönem angola'nın portekiz'den bağımsızlığını kazanması için uğraşan örgütlerden daha sol bir çizgide durup sovyet, çin ve küba desteği alanı. o zamandan beri de ülkeyi yönetiyorlar. uda: ulster savunma birliği. kuzey irlandalı bazı protestanların kurduğu, britanya dostu örgütlenme. barışçıl bir görüntüsü olsa da tamamen kontrol edemediği silahlı bir kolu da var. peki uda kimin karşısında? bu da üçüncü kısaltma: ira: irlanda cumhuriyet ordusu. ira'i anlatmaya gerek yok. peki bu üç kısaltma şarkıda niye geçiyor? birincisi kulağa çok güzel geldiğinden. ikincisi de rotten'ın bir başka kısaltma olan uk'i eli silahlı, bazı kimseler tarafından terörist olarak görülen örgütlerle aynı kefeye koymak istemesinden. sözlerindeki öfkeyi, vokalin asi üslubu ile vermekte. şarkı da güçlü bir şarkı. ancak beste albümdeki diğer eserler kadar çiğ değil. hatta steve jones'un farklı farklı sololar atması ile grubun müzikal kaliteye en önem verdiği şarkılardan biri bile denebilir.

    bu noktada bir başka kısaltmaya daha değinmeden olmaz: emi. 1976 yılı ortalarında artık sex pistols ingiltere'den çıkan en iyi yeni şey. kendi alt kültürünü oluşturan, mesajını çatır çatır veren grup rock müziğe yeni bir soluk getirmiş. hatta ingiltere'den çıkıp paris'te bile konserler vermiş. elbette, müzik şirketleri bu grubun peşine düştüler. kazanan emi oldu ve grup 8 ekim'de emi ile anlaştı. iki hafta sonra da chris thomas ile stüdyoya girildi. thomas, aslında punk'a tamamen ters bir adamdı. ilk büyük işi the beatles olan thomas, mesela beatles'ın meşhur piggies'inde harpsichord çalmıştı. sonra gidip pink floyd'un the dark side of the moon'un da mix yaptı. ancak emi, sex pistols'a prodüktörlük yapması için thomas'ı uygun gördü. gerçi thomas, grubu dinleyince çok beğendi ve bu proje için heyecanlandı. grubun büyük çoğunluğu da profesyonel olarak ilk kayıtlarını yapacakları için heyecanlıydılar. rotten dışında. vokalist olarak artan egosundan mıdır yoksa thomas'ın kariyerine gıcık olmasından mıdır bilinmez, thomas ile kayıtlar boyunca adam gibi konuşmadı bile. ama sonuç güzeldi. ama grubun gıcıklığı bir türlü sonlanmıyordu. "anarchy in the uk"i kaydedip single olarak yayınlama kararı almışlardı. ancak grup bu single'ı tamamen siyah bir kapak ile yayınlamak istedi. ilk baskıda başarılı da oldular. daha sonraki baskılarda ise emi, klasik renkli kapaklarına dönmeyi başardı. single 26 kasım'da yayınlandı ancak listelere sadece 11 aralık'ta girebildi ve sadece 38 numaraya çıkabildi. listelere girmesini sağlayan olay ile grup için daha tam başlamamış bir hikayenin sonunu da bir yandan başlatan bir şeydi.

    1 aralık 1976'da thames television kanalında yayınlacak televizyon şovu today'e katılacak queen'in vokalisti freddie mercury'nin bir diş ağrısı sonucu son anda televizyona çıkamayacak oluşu emi şirketini paniğe soktu ve de tv'ye çıkma fırsatını kaçırmamak için anarchy in the uk ile ilk single'ını çıkaran ve de promosyona ihtiyacı olan sex pistols'ı apar topar yayına yollama kararı aldı. aslında grup üyeleri çok da meraklı değildi. ancak mclaren, "hele bir çıkmayın, maaşlarınız yatmaz" diyince fikir değişti. yeni şarkıları sonrası televizyonda canlı yayına çıkacak grup üyeleri oldukça heyecanlıydı. yanlarına grubun en koyu fanlarını da alan grup üyeleri hem şov öncesi, hem de yayına çıkmayı beklerken adrenalinin etkisiyle bol bol demlendi. ancak bilmedikleri şuydu ki bill grundy de bir yandan demlenip, oldukça alkollü bir durumdaydı. yayın başladığı anda grundy, bir üst jenerasyondan olmanın verdiği ukalalık ile sex pistols'a ilk soru olarak plak şirketinden 40'000 pound almalarının anti-materyalist bakış açılarına ters olup olmadığını sordu. yanlış bir soru değildi ancak konuşmaya bölye girmesi ve de aşağılayıcı ses tonu grup üyelerini rahatsız etmişti. matlock, " ne kadar çok, o kadar iyi" dedi. steve jones ise daha az kibardı ve de "we've fuckin' spent it" dedi. sonra konu saçma sapan bir hal almışken rotten'ın ağzından "shit" kelimesi belirli belirsiz duyuldu. jones'un "fuckin'"ine laf etmeyen grundy, bu sefer rotten'ın üstüne giderek kelimeyi tekrarlattırdı. bu sırada grubun fan'lerine dönüp onlarla da muhabbete girmeye çalıştı. arkada, daha sonra post-punk'ın önemli isimlerinden olacak, sex pistols hayranı siouxsie sioux vardı. bu muhabbet sırasında sioux fettan bir şekilde "sizinle hep tanışmak istemiştim" dedikten sonra grundy "programdan sonra tanışalım, tamam mı?" dediği anda da steve jones, grundy'e küfürlerini saydırmaya başladı. grundy de programı kapadı. sex pistols, program sorası polise ifade vermek zorunda kaldı ve de canlı yayında ettiği küfürler sayesinde ingiliz medyasında adından çok söz ettirdi. tabii bu medya ilgisi oldukça olumsuzdu. bu olaylar anarchy in the uk'in listelere girmesine yardımcı olsa da 1977 yılının başında, grupla sözleşme imzaladıktan sadece 3 ay sonra emi, grup ile sözleşmesini feshetti. bu olay grup içinde de bir sıkıntı yaşattı. televizyonda tüm olanları paul cook, eli çenesinde izliyordu. matlock da bu kavga gürültüden pek hoşnut değildi. steve jones, tamamen sarhoş olup kendinden geçerken, johnny rotten da küfür etmekten kendini alamasa da orada olmaktan ne kadar mutsuz olduğunu belli ediyordu. grundy ise bu skandal sorası proramına birkaç hafta ara vermek zorunda kaldı. bir süre sonra da programı kaldırıldı. kendisi de medyadaki eski yerini bir daha hiç yakalayamadı.

    peki sex pistols, böyle bir skandalın altında kalır mı? kalmaz. grup, emi'den kovulduktan sonra emi adlı bir şarkı yazdı ve eski şirketinden intikam aldı. grup, "siz bizi punk moda oldu diye aldınız. şimdi de bizim ölmüş olmamızı diliyorsunuz ama biz kimseden emir almayız" gibisinden bir mesaj ile bir güç gösterisi yaptı. şarkıdan anladığımız kadarıyla emi, grubun gerçek anlamda punk olduklarına inanmayıp, para kazanmak için böyle davranan adamlar olduğunu düşünmüş ancak bill grundy olayından sonra emi'ın şirket sahipleri grubun gerçek yüzünü görmüş ve grubu şirkete kabul eden yöneticileri fırçalamış. bu şarkı ile beraber tarihe geçen grup ve şirket arasındaki bu kavga, geri vokallerle desteklenmiş "emi" nakaratıyla bir marşa dönüşmüş. zaten rotten'ın bütün nakaratlarının bir marşa dönüşme durumu oluyor. steve jones'ın gitar soloları eğlenceyi devam ettirmekte. büyük bir enerji ile ne kadar güçlü olduğunu gösteren grup sonunda da "bu işlevsiz aptallara dayanamıyorum" ve "hoşçakal emi" diyerek şarkıyı bitiriyorlar. ancak rotten dayanamıyor ve de şarkının sonuna bir a&m ekliyor. peki bu ne demek? grubun emi'dan sonraki şirketi. ancak grubun emi'dan a&m'e geçişi grupta yaşanan tek değişiklik değil.

    belki emi şarkısında grup bir güç gösterisi yapmakta ancak hayatın da gerçekleri var. grubun hayatına devam edebilmesi için bir şirketle anlaşması lazım. 1977 yılının başında malcolm mclaren harl harıl başka şirketlerle görüşüp anlaşmak istedi. ancak canlı yayında millete küfür eden çılgın çocukları kabul etmek çok kolay bir karar değildi. emi ile gül gibi var olan kontratın bitmesi ve tüm bu kavga gürültü, özellikle grup elemanı glen matlock'u oldukça rahatsız etti. zaten grup ve matlock arasında ipler taa en baştan beri gergindi. sonuçta matlock, gruba mclaren tarafından getirilmiş biriydi. bunun dışında daha önce de bahsettiğimiz gibi, matlock müzikal anlamda da grubu bir yere taşımaya çalışıyordu. ancak yaptığı besteler, grup üyeleri tarafından çok basit hale getirilip çalınıyordu. kendisinin orijinal fikirleri de "biz beatles değiliz" diyerek reddediliyor ve de matlock'ın müzikal ilhamları ile dalga geçiliyordu. sadece bu da değil. matlock'ın rotten ve jones'a göre daha "cici" bir çocuk olması da dalga konusu oluyordu. mesela, jones'ın tarihe geçen açıklaması şöyle diyor: "matlock, grupta ayaklarını yıkayan tek isimdi. biz de onu kovduk". o dönemde grupla çalışan herkes grup içindeki gerginliğin farkında. hatta mclaren, grup için gerginliğin daha çok ilhama yol açabileceği için arka plandan da grup üyelerini gaza getiriyor derler. grundy'de olup bitenler ve şirket problemleri de gerginliği arttırınca şubat 1977'de matlock gruptan ayrıldı. glen matlock, daha sonra the rich kids adlı bir grup kurdu. peki tahmin edin bu grup hangi şirketle anlaştı? tabii ki emi. matlock ve emi'dan sex pistols'a bundan daha güzel bir orta parmak olamazdı.

    peki bas gitara kim gelecek? burada devreye johnny rotten girdi ve de lise arkadaşı sid vicious'u gruba tavsiye etti. asıl adı john simon ritchie olan vicious, babasının genç yaşta çekip gitmesi sonucu annesi ile büyüyen bir çocuktu. annesi, ibiza'ya yerleşmiş ve orada kendine yeni bir yaşam kurmaya çalışıyordu. ancak çocuğunun babasının onu terk etmesi, sonraki kocasının kanserden ölmesi derken küçük bir çocuk ile yaban elde bir başına yaşama tutunuyordu. bir çıkış yolu olarak uyuşturucu bağmlısı oldu. hatta ingiltere'ye küçük john'un kıyafetleri içinde uyuşturucu kaçırmaya çalışıyordu. vicious'un da bu batağa düşmemesi kaçınılmazdı. liseyi ingilitere'de okuyan ritchie, burada john lydon ile tanışıp kanka oldu. bu dönemde de lydon'dan sid vicious lakabını aldı. lydon'un anlattığına göre vicious ders aralarında eroin kullanacak kadar bağımlıydı. yine lydon'ın anlattığına göre annesi vicious'a 16. yaş gününde eroin armağan etmişti. vicious'un arkadaşları da kendisinin annesi ile beraber speed kullandığını söylediler. vicious'un müziğe yeteneği yoktu ama bir karizması vardı. punk camiasında yer alan gruplarda davul çalmaya başladı. bunlardan biri grundy skandalında da kendisini andığımız siouxsie sioux'ydu. vicious, arkadaşı lydon'ın vokalisti olduğu sex pistols'ı da ilgiyle takip ediyordu. rotten, matlock gruptan uzaklaştırılınca yerini doldurmak için vicious'a teklif götürdü. bu teklif hemen kabul edildi. yalnız sorun şuydu ki vicious bas gitar çalmayı bilmiyordu. gruba katılmadan kısa süre önce ya gruba katılacağı ihtimali ortaya çıktığı için ya da merak saldığı için o dönem kendi grubu motörhead ile ilk albümü üstünde uğraşan arkadaşı lemmy'den bir süre bas gitar dersi alsa da sonuç hüsrandı. gruptakiler de "nasıl olsa punk müzik yapıyoruz, bir şekilde ileride öğrenir" diye düşünmüş olsa gerek. böylece grubun en iyi müzisyeninin yeri, bas gitar hakkında pek bir fikri olmayan vicious ile dolduruldu.

    grup, plak şirketi arama ve yeni basçı bulma döneminde kayıt yapmaya devam etti. bu sırada bas gitarları da steve jones kaydediyordu. en sonunda mart 1977'nin başında grup yukarıda andığımız a&m records ile sözleşme imzaladı. onlara da dediler ki "sizin için muhteşem bir single'ımız var". bu single da yeni şarkıları olan god save the queen'di. aslında şarkı 1976'ın sonlarında yazılmış ve grubun konserlerde çaldığı bir eserdi. şarkının rifi tabii ki de glen matlock tarafından yazılmıştı. rotten da bir sabah, çayını içip şarkının sözlerini yazdı. "anarchy in the uk"den kısa süre sonra yazılan şarkı, tıpkı anarchy gibi oldukça politikti. hatta direkt kraliçe'ye yazıldığı için tehlikeli sularda da yüzmekteydi. şarkının ingiltere'nin milli marşı ile aynı adı taşıması da ayrı bir cesaret örneği idi. rotten'ın sözleri hiçbir kıvırma, saklama, metafor içermeden ortadaydı: "tanrı kraliçe'yi korusun / faşist rejimi / seni bir moron yaptı / muhtemel bir hidrojen bombası / tanrı kraliçe'yi korusun / o bir insan değil / hiçbir gelecek yok / ingiltere'nin düşlerinde". gerçi şarkı en sonundaki tekrarlarda da "no future" dese de (ki punk dendiğinde akla ilk bu "no future" mesajı gelir) şarkının ikinci kıtasında rotten sanki bir an fikrini değiştiriyor ve "biz geleceğiz, senin geleceğin" diyor. müzikal olarak da baktığımızda cayır cayır bir kayıt var. matlock'un bestelediği ikonik rif, steve jones'un elinde tam bir silaha dönüşmekte. ayrıca jones'ın çok iyi bir solosu var ki bundan önceki şarkılarda jones şarkılarıya iyi bir katkıda bulunsa da böyle akıl alıcı bir solo daha önce atmamıştı. bu şarkıdaki solosu oldukça kaliteli ve de kendisinin gitarist olarak gelişimini gösteriyor.

    peki bu kadar sert bir şarkının piyasaya sürülmesi kolay oldu mu? tabii ki hayır. e bu da başka bir hikaye. a&m records grup ile sözleşme imzaladı imzalamasına ama aslında şirket yöneticileri grubun yeni bir basçı alacaklarını bilmiyorlardı ve de anca sözleşme imzalanırken bu durum kendilerine bildirildi. tabii ki bu yeni basçının müzik yapamayan bir eroin bağımlısı olduğunu öğrenmeleri şirketi pek de mutlu etmedi. tabii grubun sözleşmeyi imzaladıktan sonra adamların ofislerini darmadağın etmeleri de şirket üstünde çok iyi bir izlenim bırakmadı. grup bir de single olarak şirketin eline "god save the queen" gibi bir şarkı verince a&m şirketi ne yapacağını bilemedi. bir yandan single'ın ilk kopyaları hazırlanıyordu, öte yandan da grup içinde tartışmalar devam ediyordu. en sonunda a&m records, "alın şu parayı tazminat olarak ve gidin" dedi. daha bir ay bile geçmemişti. "god save the queen" single'ını da yayınlamadılar. bu versiyon fiziksel olarak basıldığı ama piyasaya verilmediği için bugün çok değerli ancak sadece ortada 25 tane olduğunu zannediliyor. geçen sene tanesi 13'000 pound'a satılmıştı. bugünün kuruyla 134'000 lira. iyi para.

    mayıs 1977'de sex pistols, bir yılın içindeki üçüncü şirketi ile anlaştı: virgin records. şirketin sahibi richard branson hem bir eski hippie, hem de bir iş insanı olarak grubun değerlerinin tamamen karşınıda bir görüntü çiziyordu. ancak branson, sex pistols'ı daha önceden izlemiş ve enerjilerine hayran kalmıştı. grubun bir tehlike olduğunun bilincinde ve de bu riski almayı göze alarak bu kararı verdi. ay sonunda da "god save the queen", virgin etiketiyle çıktı. single'ın kapağında kraliçe'nin bir fotoğrafı vardı. ancak gözleri şarkının ismiyle, ağzı da grubun adıyla sansürlenmişti. tüm yazıların kolaj şeklinde ortaya çıkarılması ise grubu bir fidye mektubu hazırlamış haydutlara benzetiyordu. grup, kraliçe'yi eleştiren bir şarkı yazmışlardı ve de aslında şubat ayında yayınlanması gereken single'ı yeni şirketleri ile mayıs sonunda yayınlamışlardı. bu başkaları için sıradan bir durum olsa da malcolm mclaren, tilki gibi bir adamdı. keza 1977, kraliçe'nin tahta çıkışının 25. yılıydı. her yerde milli marş "god save the queen" çalarken, mclaren de bu marşı duymaktan bıkanlar için kendi "god save the queen"lerini çalmak istiyordu. bu nedenle single'ı misilleme yaparcasına kraliçe'nın kutlamalarının büyük günü olan 7 haziran'dan hemen önceye denk getirtti. ama iş burada bitmedi. 7 haziran günü, mclaren bir bot kiraladı ve sex pistols üyelerinin performans sergilediği bir parti düzenledi. thames nehrinde çılgınca parti yapmalarının bir nedeni, devlet binalarının yanından geçerken bangır bangır "god save the queen" çalmaktı. hareket halinde olmaları polisin müdahale edememesi anlamına da geliyordu. işin sembolik bir tavır da vardı çünkü iki gün sonra kraliçe de gemisi ile thames nehrinde ilerleyip halka selam verecekti. tabii parti sonunda polis, organizasyondan sorumlu mclaren'i göz altına aldı. bu organizasyona katılanlardan biri de virgin'in patronu branson'dı. yıllar sonra 2000 yılında richard branson, kraliçe tarafından iş alanındaki üstün başarısı nedeniyle "sir" ilan edilecekti. zamanında god save the queen'in yayınlanmasını sağlayan branson, "kraliçe o günleri hatırlayıp, elindeki kılıç ile omzuma dokunmak yerine kellemi uçuracak diye çok korktum" diyecekti. hayat çok garip. bu arada tüm bu promosyona rağmen single, ingiltere'de bir numara olamadı. listelerde ikinci sırada kalan single için yukardan gelen bir emir ile liste başı yapılmadığına dair bir şehir efsanesi de doğmuş oldu.

    ingiltere'nin en önemli "queen"i ile dalaşan grup, ikinci önemli "queen"i ile dalaşmaktan da çekinmedi. zaten müzik grubu olan queen'i bill grundy şov macerasında anmıştık. o dönem iki grup da emi çatısı altındaydı. ancak iki grubun yolları bir kez daha kesişti çünkü 1977 yılında iki grup da wessex sound studios'ta kayıt yapmaktaydı. queen, we are the champions ve we will rock you gibi en önemli hitlerini içeren news of the world'ü hazırlıyordu. queen, sex pistols'ın tamamen öteki ucu gibiydi. sex pistols üyeleri müzik teorisi bilmezken, queen'in her elemanı enstrümanlarının ustasıydı. sex pistols düz rock yaparken, queen müziklerini farklı müzikal anlayışlardan beslerdi. sex pistols görünüşe dikkat etmezken, queen için işlerinin paketi çok önemliydi. bu örnekler daha da arttırılır. tabii bu durumda sid vicious, queen'i kolay lokma olarak gördü ve bir gün onların stüdyo odalarını bastı ve mercury'e "baleyi kitlelere ulaştırmaya çalışan sen misin?" diye gülerek sordu. mercury ise sid vicious'un ismiyle ve kolundaki faça izleriyle dalga geçip onu stüdyodan kovdu. rivayete göre punk'ın asi çocuğu dut yemiş bülbül gibi oradan ayrıldı. öte yandan brian may, johnny rotten'ın kendisine çok saygılı davrandığından ve müzik hakkında konuştuklarından bahsetti. iki zıt kutbun bir araya gelmesi de kayıtlara böyle geçti.

    sex pistols albüm kayıtlarına devam ederken tüm bu kavga ve gürültüden uzaklaşmaları için mclaren, grup üyelerini ufak bir tatil için berlin'e gönderdi. orada grubun en çok ilgisini çeken berlin duvarı oldu. orada merdivenlerden çıkıp doğu berlin'e ve bambaşka bir dünyaya bakmaları onlara çok heyecan verici geldi. bu ziyaret sonrası holidays in the sun'ı bestelediler. bu şarkı matlock sonrası vicious ile ortaya çıkardıkları ilk ürün oldu. ancak bana kalırsa matlock'un bestelerinden arda kalan hiçbir özelliği yok. bu da grubun aslında tek bir kişiye bağımlı olmadığını ve kendi sound'unu oturttuğunu gösteriyor. çok eğlenceli bir şarkı. albümün birinci şarkısı olmayı hak ediyor çünkü hem eğlenceli hem de mesajı olan bir şarkı. postal sesleri ile başlayan şarkı, sadece bununla bile bir mesaj vermekte. ilk sözüyle de insanı bir düşündürüyor: "başka insanların üzüntüsünde ucuz bir tatil". gerçekten de daha fakir ülkelere tatil amaçlı gittiğinde kişiye bir suçluluk duygusu gelmiyor değil. adaletli bir dünyada yaşamıyoruz ve de bu şarkı ile bu durum yüzümüze vuruluyor. ama sex pistols'ın tatil anlayışı biraz daha farklı çünkü onlar güneşli bir tatil yerine, berlin duvarı'nı görmeyi tercih edenlerden. çünkü askerlerin oraya yaklaşanları izliyor olması, duvarın diğer tarafında farklı değerlere inanan insanların olması, orada olmanın gerginliği çok daha ilgi çekici. nakaratta pistols, tüm albüm boyunca yaptığı gibi geri vokalleri çok iyi kullanıp gaza getiriyor. şarkının rifleri de çok gaz. yine de şarkıyı yine rotten'ın vurdumduymaz vokali taşıyor. özellikle solodan önce ve de şarkının en sonunda kendini tutamayıp coşması çok iyi. çok iyi bir albüm açılış şarkısı. grubun da aslında istese matlock'suz bile ilerleyebilecegini gösteren bir eser.

    albümün neredeyse bütün şarkılarına değindik ama bir tanesi kaldı. o da bodies. bu da tabii matlock sonrası bir şarkı. en önemli özelliği sid vicious'un bas gitarda kısmen duyulabilmesi. sadece bu şarkı için yaptığı kayıtlar albüme girebilecek kalitedeydi. şarkı, karanlık introsu sonrası klasik bir sex pistols şarkısı formuna dönse de konu itibari ile albümün en rahatsız edici eserlerinden. keza şarkı bir kürtaj hikayesi anlatmakta. şarkı birmingham'da yaşayan pauline adlı bir hanımefendinin bir fabrikada ilişkiye girmesi sonrası hamile kalması ve de çocuğunu aldırmasından bahsediyor. ancak nakarat bebek ağzından yazılmış ve de bebek şöyle diyor: "vücut / ben bir hayvan değilim / anne / ben bir kürtaj değilim". şarkı boyunca da bu cenini anlatmak için çok direkt tabirler kullanılmış. geri vokallerle desteklenen "body" çığlıkları çok etkileyici. genel olarak rotten'ın konunun sertliğini çok iyi verdiğini söyleyebiliriz. "fuck" kelimesini de cömertçe kullanmış. sıkıntılı bir konuya değinse ve bir miktar kürtaj karşıtı gibi gözükse de rotten aslında bu konuya nötr yaklaşmakta ve de kürtaj meselesini en tarafsız ve direkt şekilde sunabilmeye çalıştığını söylemekte. direktlikte başarılı olduğu kesin. albümün en iyi ve de daha önemlisi sahici şarkılarından biri demek yalan olmaz.

    böylece albümün bütün şarkılarının üstünden geçmiş olduk (sayılır). anarchy in the uk'den beri tüm şarkıları craig thomas ve sağ kolu bill price ile kaydettiler. şarkıların demoları ile karşılaşacak olursak şarkıların tempolarının hızlandığını ve ses kalitesinin çok yükseldiğini göreceksiniz. thomas, çok iyi bir iş çıkarmış. steve jones'a da ciddi iltimas geçmiş keza şarkılarda birden fazla gitar kaydının üst üste kullanılıp enstrümanın gücünü ciddi bir şekilde öne çıkardıkları ortada. ara ara bahsettiğim gibi jones, bas gitarları da çalan isim. bir ara "glen matlock'u albüm için stüdyo müzisyeni gibi geri mi çağırsak?" demişler ama bir anlaşma gerçekleşememiş. albüm ile ilgili isim konusuna da değinmeden olmaz. bollocks kelimesi ingiliz ingilizcesinde bir küfür olduğu için tabii ki albümün çıkışı başka bir skandalı da doğurmuş oldu. "bollocks" aslında erkek yumurtalıklarını tabir etmek için kullanılan bir kelime. kökü "ball" ile aynı yerden geliyor. zaman içinde de kullanımı dallanıp budaklanmış. aslında tam olarak küfür mü yoksa hoş olmayan bir hakaret mi belli olmayan biraz arada bir kelime. yine de sex pistols, bu kelimeyi kapakta kullanması nedeniyle dava edildi. neyse ki virgin'in tuttuğu bir ingilizce profesörü kelimenin tarihi üzerinden ilerleyip çok eskiden kelimenin rahipleri tabir etmek için de kullanıldığını anlatınca grup ceza almaktan kurtuldu. bu arada albüm kapağının cırtlak sarı rengi ile çirkin bir çekiciliği olduğunu söylemek gerek. albümün vermek istediği sadeliği ama vuruculuğu bence çok iyi sunmakta.

    artık herhalde albüm ile ilgili her türlü hikayeyi, skandalı dinledik diyorsanız size haberim var. daha bitmedi. bir de albümün çıkış karambolü var. virgin harıl harıl albümü bitirmek için çalışırken bir anda piyasaya blank adlı bir şirketten çıkmış kapaksız bir albüm düştü. plağın üstünde spunk yazmaktaydı. içinde ise sex pistols'ın 1976 yılı boyunca orijinal kadrosu ile kaydettiği demolar vardı. hem grup üyeleri hem de plak şirketi üstüne özendikleri albüm çıkmadan kötü kalite demoların piyasaya çıkmasına sinir oldu. virgin, albümün çıkmasını bu nedenle daha da acele ettirdi. bu spunk plağını kimin piyasaya sürdüğü tam olarak belli olamasa da bu hareketin malcolm mclaren'in albüm öncesi sansasyon yaratma çabası olduğu iddia ediliyor. bu da yetmiyormuş gibi grubun albümünü fransa'da dağıtacakbarclays şirketi 11 şarkılık albüme "submission" şarkısını da ekleyerek ingiltere baskısı çıkmadan bir hafta sonra piyasaya sürdü. tabii bu versiyon hemen meraklısı tarafından ingiltere'ye ithal edilmeye başlandı. böylece virgin, albümün hedef kitlesini alternatif versiyonlara kaybetti. alelacele çıkardığı ilk versiyon resmi plaklarda albümü ilk düşündükleri gibi 11 şarkı mı 12 şarkı mı yayınlamak istediklerine son ana kadar karar veremedikleri için (ama 11'de karar kıldılar) arka kapağı boş bırakıp ilk versiyonu çıkardılar. hatta bu versiyonu fransa'ya göndererek intikam da almaya çalıştılar. kısa süre sonra içinde posterli ve de submission'ın tek yüz 45'lik bir single olarak yer aldığı bir versiyon yayınladılar. daha sonra da yine fikir değiştirdiler ve de submission'ın yer aldığı 12 şarkılık bir versiyon çıktı ki bunların da bazılarının kapağında yine de 11 şarkı ismi yazıyordu. bu versiyonun şarkı listesi de orijinalinden farklıydı. bir farklı olan şey daha vardı. orijinal albümde prodüksiyon için "chris thomas ve bill price" tabiri kullanılmışken ikili "bu şarkıyı ben yaptım", "hayır ben yaptım" diye tartışmış. anlaşmazlıklar çözülemeyince de prodüksiyon için "chris thomas ya da bill price" gibi çok yaratıcı bir tabir kullanmışlar.

    o kadar adı geçmişken submission'ı da bir analım. asli da malcolm mclaren tarafından sipariş edilen bir eser bu. şarkının ismini de gruba o vermiş. o dönem dükkanı sex, fetiş ürünleri sattığı için "teslimiyet" temalı bir eserin kendi işine yaradığı düşünmüş. rotten ise "başlarım senin dükkanına" diyerek "submission" yerine "submarine mission" hakkında bir eser yaratmış. denizin dibine doğru inen iki sevgiliyi anlatıyor. hatta rotten'a göre grubun tek aşk şarkısı. şarkının girişinde mors alfabesini andıran bir gitar efekti var. şarkı boyunca da aslında çok fazla ses ve vokal efekti kullanıldığını duyuyoruz. bu da şarkıyı diğer sex pistols şarkılarından farklı kılıyor. konu da neredeyse aşk dolu olunca grubun neden şarkıyı albüme koyup koymama konusunda kafasının karışık olduğunu anlamak daha mümkün hale gelmekte. ancak şarkının klasik pistols havasında olan özellikleri de var. mesela rotten'ın vokali bildiğimiz gibi. matlock tarafından yazılan ana rifinin çok sade olduğunu belirtmek gerek. bu rif bizim memlekette de bir ara konu olmuştu çünkü yüksek sadakat, eurovision için yazdığı live it up şarkısında submission'ı çok andıran bir rif kullanmıştı. aslında submission'ın basit rifi de birçok daha erken rock şarkısını andırsa da live it up şarkısının genel havasının da submission'ı andırması grup hakkında o dönem "çalıntı şarkı kullandılar" iddialarının çıkmasına sebep olmuştu.

    albüm kasım 1977'de ingiltere albüm listelerinde iki hafta birinci sırada oturdu. virgin, böylece 1973'te çıkardığı mike oldfield albümlerinden beri ilk kez liste başı bir ürün çıkarmış oldu. albüm abd'de ise havası ve konuları çok ingiliz bulunduğu için ilk 100'e bile giremese de zaman içinde değerini buldu ve de onuncu senesinde altın plak alırken 1992'de bir milyonu aşkın satış ile platin plak aldı. sex pistols'ın ayak izlerini takip eden dönemin popüler grunge müziğinin bu artışta bir etkisi vardır herhalde. peki gruba albüm sonrası ne oldu? albüm ingiltere listelerinde bir numara olduktan sadece iki ay sonra dağılıyor. ama bunun da hikayesini daha sonra anlatacağım. önce never mind the bollocks macerasını bir kapatalım. albüme dışarıdan bakınca ilk tepkiniz "kuru gürültü" olabilir. belki de geri planını bilmesem benim de favori albümlerinden biri olamazdı. ancak albüme şöyle bakmak lazım: güçlü londra'nın fakir arka sokaklarından çıkan kayıp gençlerin kimseyi umursamadan çaldığı kural tanımaz müziğin, malcolm mclaren ve richard branson adlı iki iş insanın da çabasını göz ardı etmeksizin, ingiltere'nin en muhalif işlerinden biri haline gelerek bir umut ışığı bulamayan gençlerin sesi olmasının ve de kendi odalarından açılamayan müzisyenlere ilham olmasının hikayesi bu albüm. bu hikaye küçük küçük bolca eğlenceli maceralar barındırmakta. yine de arka planını bilmesem bile bana hiç kuru gürültü olarak gelmedi açıkçası bu albüm. bence basit ama güçlü riflerle bezenmiş, çok iyi bir davul performansı içeren ve de çok iyi kaydedilmiş bir müziğin üstüne eklenmiş kendine has bir vokalin ağzından çıkan kışkırtıcı kelimeleri çok yüksek bir enerji ile dinlemek de başlı başına çok zevk verici.

    4,5/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: anarchy in the uk, bodies, problems
  • şöyle bir gelmiş geçmiş en iyi debut albümler sıralaması yapılsın da bu albüm #1 olmasın, o listeye sıçarım ben.
  • tek albümde dünya ne kadar sarsılır sorusunun cevabı.
    gerçek punk hareketinin miladı olan albüm.
    o kadar beceriksiz adamların 1 arada böyle müthiş 1 şey yapabilmeleri büyük 1 vakadır.
    öte yandan (bkz: johnny rotten) ve sözleri hareketin kaptanıdır.
  • sex pistols'un tek yasal albümüdür.
  • muzik tarihinin milatlarindan biri. asagidaki gibi:

    1- holidays in the sun
    2- bodies
    3- no feelings
    4- liar
    5- problems
    6- god save the queen
    7- seventeen
    8- anarchy in the uk
    9- submission
    10- pretty vacant
    11- new york
    12- emi
  • insanın beşer senelik periyotlar dahilinde dinlemesi gereken bir albumdur.

    boyle bir tanımla bu tarz bir album için kısmen çok genel tanımlama olmuştur farkındayım. biz bunu şöyle açalım ;

    bu tanımlama aslında her tür edebi,görsel , işitsel eser için uygundur. zira insanın kişisel gelişimi ile yaşadığı evrim sonucunda herhangi bir sanat eserinden aldığı tad orantılı olarak değişmektedir ya ? hani gerçekten böyle bir klişe mevcuttur ya ? dışarıdan duyulur ya hani "ben kaşağıyı 8 yaşında okuduğumda b vitamini gibi gelmişti , şimdi 29 yaşındayım steroid etkisi yarattı" , gibi.

    konunun ne kadar dışında , ne kadar uzağında olduğumun farkında olmadan belirtiyorum ki işte bu albumu bu periyotlar dahilinde dinliyorsanız ve hala yukarıdaki gibi saçmalıyorsanız, zeki müren yukarıda bir yerlerde huzur içinde gülümsüyordur.
  • nevermind degil, never mind diye bagirmak istedigim gercek adi never mind the bollocks, here's the sex pistols olan album.
  • aslında punk'tan ziyade iyi bir noise pop örneğidir.
  • john peel dostumuzun 1977'de içerisindeki god save the queen single'ı için; yapılmış en iyi rock plaklarından biri diyerek metaforun dibine vurduğu albüm. ben de bu albüm için iyi bir noise pop albümü demiştim zamanında, 1977'de noise pop terimi olsaydı terimi olsaydı peel da eminim onu kulllanırdı.

    punk'ı bu kadar ticari amaçlarla kullanıp üzerinden dünyaları kazanan üyelerini görmezden gelip hala bu albüme sex pistols'a punk diyebilmek de ayrı bir saçmalık. he giysilerinden dolayı tavıorlarından dolayı evet punk ama ruhları malcolm'un eline geçtiğinden itibaren asla punk değil. çoluğu çocuğu kandırmaca, hipster'ları tavlamaca olayları işte günümüzdeki popülariesinin sebebi de. zaten bu albümü en iyi albümleri bırakın en iyi debut'lar listesine koyup da üstüne methiyeler düzen yazılardan uzak durun. siz onu okumayacak kadar daha iyisiniz bile.

    he bir b.ka yaradı evet o da prog'un sadece listelerdeki düşüşünü hızlandırdı bu albüm. prog grupları ya dağılma sürecine girdi bu punk hareketiyle ya da new wave'leşip daha ticari sound'lara kaymak zorunda bırakıldılar cidden bu pistols ve ardıllarınınj popülaritesi yüzünden 1977'den 1981'lere dek. işte illa başarı denecekse ve prog'dan nefret ediyorsanız bu albümün en büyük başarısı bu, tabi başarı tanımınız buysa.
  • punk'ın aydınlık yüzü bir avuç ticari veletin 1977'de çıkardığı albüm. ingilizler iyi reklamını yapar bizim bihaber gençlik de yer bu malzemeyi. sex pistols'ı da en iyi punk grubu herşeyi başlatan falan diye tanımlarlar iş biter. gelecek nesiller de yalan yanlış bilgilerle büyür, bu devinim de sürer gider...
hesabın var mı? giriş yap