• [ekşi notu: 5 bölümlük bir yazı dizisi. bir kısmını akıcılık için kırpıp aşağıya koydum, 2. 3. ve 4. bölümlerini ise ayrıyeten editleyip türkiye ekonomisi başlığına yazdım. orjinal bölümler linklerde ]

    serinin tamamı:
    1) ünü yurtdışına taşmış bir soru
    2) ekonomi özeti
    3) ekonomi detayı: büyüme(me)
    4) ekonomi detayı: borçlar, harçlar, işler, güçler
    5) son: neydi, ne olmalıydı, nedir ve ne olacak
    (site trafiği mühim değil, medium'da okumayi tercih eden buradan başlasın)

    ***
    ***
    ***

    ünü yurtdışına taşmış bir soru (hikaye)

    eskiden bu soru rakı masalarında, taksilerde, berberlerde sorulurdu, artık dünya’nın bir diğer ucunda dağ başında soruluyor. himalayalardayken, bir köylü türk olduğumu öğrenince epey endişelenmişti. rakım 4000 metre, kaldığımız yerde sıcak su yok, adamın evinin önü balçık ve sığır boku dolu, ama tv’de günaşırı gördüğü türkiye haberleri yüzünden bana üzülüyor:

    “selam, ne olacak sizin memleketin hali?”.

    milliyetçilikle alakasız birinin bile gururu inciniyor. “sanki suriyeli mülteciyiz” diye hayıflandım biraz ama aslında bir nevi mülteciyiz. savaştan değil, aptallıktan, vizyonsuzluktan, ilkesizlikten kaçan “1. dünya mültecileri”. eskiden yurtdışında türk’üm deyince, en sık duyduğum şeyler hakan şükür, kebap ve ermeni soykırımıydı, şimdiyse bilmediğim dizi isimleri ve türlü türlü terör örgütü kısaltmaları. bu bir ilerleme mi acaba?

    memlekete dönüyorum, daha kapıda başlıyor:
    -”ya n’olacak bu memleketin hali?”.
    -”birader pasaport kuyruğundayız, hele bir gireyim, söz ilk sana anlatacağım.”

    neredeyse gümrük memuru da soracaktı. “niye geldin ki” dedi adam bana. işi icabı soruyor ama işinin icap ettirmediği bir efkarla. “öylesine” deyince de bozuldu.

    gümrükten geçtikten sonra, bir halk enteli olduğumdan, otobüse bindim. yanımdakiler bana dertleniyor: “nereden geliyorsun sen? nasıl görünüyor oralardan memleket? ne olacak hali sence?” “bunlar düşünce polisi olmalı” diye düşündüm, sonra korktum, düşünmekten vazgeçtim. doğru cevap “hayırlısı olur inşallah”. toplumun her kesimini kucaklayan bir cevap. içinde “hayırlısı” ve “inşallah” geçen bir cümle yüzünden, kimse bu ülkede bir şeyini kaybetmemiştir, saygınlığını bile (kaynak: adnan oktar).

    apartmana girerken kapıcıya rastladım. o biraz daha üst rütbeli bir düşünce subayı olduğu için soru faslını geçti, doğrudan cevap kısmından başladı: “bah şimdi, ben saa söyliim ne olacaanı…”. otomatiğe almış adam. politika üretirken nedenselliğin işlemediği bir ülkede, cevapların da sorulardan önce gelmeleri gayet normal.

    yukarı çıkıyorum. annemi babamı ne zamandır görmemişim. tv karşısına geçer geçmez memleket meseleleleri yüzünden kavga başlıyor: pederin perspektifinden "memleket dün battı dünnn", anneminkinden ise “ay bıktım bu dolardan, natgeo wild’ı açsanıza, kaplanlar var”. biri felaket tellallığına, diğeri de kaplanlara doyamadı yıllardır. istikrarlı bir evliliğin sırrı aşk veya saygı değil, az miktarda alkol ve aşırı derecede tahammül olmalı.

    tv karşısında daha on dakika geçmeden, yıllar önce nature’da çıkan biyoloji makalemi hatırlıyorum: “türk televizyonları insanı kanser ediyor”. tv’nizi atın, gazete almayın, sosyal medyada da neil de grasse tyson dışında kimseyi takip etmeyin. hayat kaliteniz anında ve sıfır masrafla artacaktır. medyadan bu şekilde kaçmak, siyasetten kaçmak ile eş değil. zaten bu ülkede istesen de apolitik olmak zor, politika yakanı bırakmıyor ki. fakat eskiden 1000 tane kötü haber oluyorsa, biz bunun 10'unu öğreniyorduk. şimdi 500 kötü haber oluyorsa hepsini, hatta uydurmalarla birlikte fazlasını öğreniyoruz. daha doğrusu bir şey “öğrendiğimiz” de yok, sadece bombardımana tutuluyor, şartlandırılıyoruz. kimden duyduğumu hatırlamıyorum, bu işin çözümü olarak, ulusal çaptaki haberleri daha az takip etmeyi, yerel haberlere ise daha çok odaklanmayı öneriyorlardı.

    aileyle tv sefalarından sonra, akraba ziyaretlerine başladım. öncelik, “her an pat diye gidebilecek” olanların. ölümün beklendiği, neredeyse yolunun gözlendiği bu akraba evlerinde, gelecek zaman kipi pek revaçta değil. o yüzden “ne olacak” değil, “neydi ne oldu” açısından yaklaşılıyor olaya.

    ***

    neydi bu memleketin hali? (ekonomi özeti)

    ben ülkeyi batan bir gemiden ziyade, yavaş yavaş alçalırken (yapısal sorunlar) bir anda serbest düşüşe geçen bir kuş olarak görüyorum. ekonomiye odaklanırsak

    1. ucuza borçlanma ve kağıt üstünde büyüme
    2. çoğunluk için artmayan refah ve herkes için artan gelir adaletsizliği
    3. kronikleşen açıklar (devlet, özel sektör, hane ölçeklerinde)
    4. bunları karşılamak için eriyen tasarruflar, rezervler
    5. sürdürülebilirlik olmadığı için bir noktada yaşanan finansman sorunu
    6. neticede artan dolar, vergi yükü ve enflasyon
    7. (1. adıma dön ama bu sefer pahalı borçlanmayla)

    bu döngü her halükarda olacak, fakat siyasi gündem girdabı hızlandırıyor (doların kaçısı ve tl'nin değer kaybı ekstra hızlanıyor). 2015 verilerini 30 kadar grafikle sitede anlatmıştım, 2016 verileri hesaplanınca tablo daha da netleşecek (spoiler alert: yeni sezonda siyah renkler hakim). peki ideal bir düzende -mesela benim ömür boyu diktatör olduğum- ne yapılmalıydı, bu döngü nasıl kırılmalıydı?

    ***

    ne olmalıydı bu memleketin hali? (alışveriş listesi)

    1. küçük devlet: "leviathan" diyete girmeli, askeriye, kamu istihdamı, erken emeklilik, diyanet, hepsi ufalmalıydı.

    2. doğum kontrolü: "en az 3 çocuk" yerine "en fazla 2.1 çocuk". sıfır nüfus artışını sağlayan doğum oranı genelde bu. onca ücretsiz tarım çalışanına rağmen %20'ye yakın gerçek işsizlik yaşayan bir toplum için "genç nüfus" bir koz değil, bir külfet.

    3. yargı re-reformu: ideali, japonya'dan 100 bin bağımsız robot hakim ithal etmekti. asgarisi ise mülkiyet hakkını korumak. hem ekonominin, hem de sosyal hayatın temeli bu. devlet, bir zümrenin mallarını vergi cezalarıyla veya kayyumla ele geçirdiğinde bu temel yıkılmış demek.

    4. eğitim re-reformu: müfredatın 18.yy aydınlanma çağını yakalaması lazımdı. onun yerine imam hatipli öğrenci sayısı 1.5 milyona yaklaştı, yani hindistan'ın her sene mezun ettiği mühendis sayısıyla aynı. daha makul bir karşılaştırma: adam başına, isviçre'den 10 kat az bilimsel makale yayınlıyoruz. makaleleri etkinliklerine göre oranlarsak (h-index) 37. sıradayız (sanırım oecd sonuncusu). 1999-2014 arası, bölgedeki makale payımız değişmemiş. 20-30 sene sonraki türkiye'nin yeri ne olacak? onmilyonlarca imam hatip mezunuyla hangi malı, sanatı, bilimi üretip satacağız da bu sıralamalarda yükseleceğiz?

    5. ar-ge: eğitimle kolkola gidiyor. gsmh'nın %5'ini buna ayırmak lazım. geleneksel olarak kamu ar-ge yatırımının getirisi minimum %20-30. şuradaki ve şuradaki dev raporlarda, bazı sektörlerde çok daha yüksek rakamlardan bahsediliyor. yani %10-15 faizle aldığımız borçları, ar-ge'ye yatırmadığımız her gün para kaybediyoruz (tabii "diminishing returns" etkisi yüzünden, gsmh'deki payı arttıkça getirisi azalacak).

    6. kadın hakları: 10 kadından 7'sinin iş bile bakmadığı bir ülke her alanda geri kalır. mikrokredi hareketinden öğrendiğim en önemli şey, aşırı ataerkil toplumları "adam" etmenin yolunun, parayı kadının eline vermekten geçtiği. eğer özel sektörde iş bulamıyorlarsa, kamu istihdamında öncelik almalılar. hiç çalışmayacaklarsa, hane yardımlarında muhatap kadın olmalı mesela.

    7. partiler kanunu ve seçim kanunu: tek adam kültü yeşertmek ve maksimum kontrol için tasarlanmış antikalar. gücü dağıtmadan, liyakatın yalakalıktan ağır bastığı bir kültür yeşermez.

    8. avrupa: evet.

    9. şangay beşlisi: hayır.

    10. merkez bankası: ka-rış-mam.

    11. pkk, suriye, mülteciler: çok karışık, bilmiyorum (yazması en zor kelime). ama en azından aynı anda abd'yi, rusya'yı, ab'yi, arap ligi'ni, israil'i, iran'ı, esad'ı, radikal sünnileri ve kürtleri karşıma almazdım. dünya'nın en kolay iş tanımı olabilir bu. ve becerilemedi.

    sağ popülizm dururken, bu fantezileri ödüllendirecek bir taban yok. eskiden bu o kadar mühim değildi, tepeden inme bir "anlatı" (narrative) sayesinde, tabana zıt sosyal mühendislikler mümkündü. halk için, halka rağmen. ama şimdi twitterların, özsermayelerin dünyasında, tek bir anlatı yok. aynı ülkede, aynı uzay-zamanı kaplayan ama bambaşka boyutlarda yaşayan insanlarız.

    popüler anlatılara odaklanmadan önce, onların şekillendirdiği algımızı istatistiklerle test edelim (kaynak: saygın bir araştırma şirketi, aralık 2016)

    ***

    sizce nedir bu memleketin hali? (anketler)

    1) memleketin gidişatı

    * iyi: %34 (temmuz'da %50 idi)
    * orta: %16
    * kötü: %46 (akp'lilerin sadece %15'i bunu düşünüyor)

    yorum: seçmenin olan bitenden akp'yi sorumlu tutmasını geçtim, 8 akp'liden 7'si "olan biten"lerin yeterince kötü olduğu kanısında değil.

    2) türkiye'nin en büyük sorunu

    * terör + fetö: %53
    * ekonomi: %19
    * hükümetin yetersiz ve hatalı politikaları: %4 (haziran'da %2.6)
    * adalet + eğitim: %3.6

    yorum: rakamlar neredeyse haziran'dan beri değişmedi, terör hep domine ediyor. her alanda batırsan bile, bir miktar terör olduğu sürece, gerisi unutuluyor. dolayısıyla makyavelist strateji, terörü önlemek değil, onun sorumluluğundan kaçmak. "makul" bir miktar terörün yarattığı nefret ve birlik-beraberlik retoriği, sorunların hükümetin beceriksizliği olarak görülmesini engeller.

    3) sizin en büyük sorununuz

    * geçim sıkıntısı + işsizlik: %51 (haziran'da %47)
    * terör: %4.5 (haziran'da %5.5)

    yorum: önceki maddeye kıyasla yüzdeler tersine dönmüş. halkın gerçekliği ekonomik sorunlar olduğu halde, algısı terör ile dolu. medyanın etkisi olmalı.

    4) refah düzeyinizin geçen seneye göre değişimi

    * iyileşti: %24 (chp'lilerin sadece %8'i, akp'lilerin ise %38'i)
    * kötüleşti: %45
    * aynı: %30

    yorum: farklı partilerden olan insanların ezici çoğunluğu aynı şartlardalar (pek azı belediyeden ihale alarak sınıf atlıyor). fakat cevapları, algılarına ve parti kimliklerine tamamen bağlı. aynı sorun "dolardaki artış geçim şartlarını nasıl etkiledi" sorusunda da mevcut. akp'lilerin %42'si "etkilemedi" diyorken, chp'lilerde bu oran %18. böyle bir farkın gerçekliği yansıtması için, akp'lilerin ithalat ihracatla uğraşmaması, akaryakıt ve doğalgaz kullanmamaları gerekirdi. e böyle bir ayrım yok gerçekte.

    5) şu anki ekonomi yönetimi

    * iyi: %35 (akp'lilerin %62'si)
    * kötü: %55 (chp'lilerin %90'ı)
    * bilmem: %10

    yorum: insanları en çok etkileyen sorun işsizlik ve geçim sıkıntısıydı. fakat akp'lilerin çoğu, ekonomi yönetimini iyi buluyor. demek ki ekonomik sıkıntılarını, ekonomi yönetimiyle ilişkilendirmiyorlar.

    6) dolardaki artışın sebebi

    * dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmeler: %21
    * dış güçlerin türkiye üzerindeki oyunları: %40 (akp'lilerin %60'ı, chp'lilerin %26'sı, mhp'lilerin %28'i, hdp'lilerin %14'ü)
    * türk ekonomisinin zayıf temelleri: %13
    * hükümetin yanlış politikaları: %19 (akp'lilerin %4'ü, chp'lilerin %41'i)

    yorum: her 5 akp'liden 4'ü, doların artışından ne hükümeti, ne ekonominin kendisini sorumlu tutuyor. suçlu dış güçler.

    özet: en basit ve somut konularda bile bu derece algı farkı anormal. özellikle akp'lilerin algısı aşırı derecede hatalı. sorunları görmüyor, gördüklerini de bambaşka şeylere yoruyorlar. bu bir psikoz ve en bariz olarak ortaya çıktığı yer de siyasi otorite-siyasi sorumluluk çelişkisi...

    ***

    nedir bu memleketin hali? (rejim tanımı)

    bu büyük çelişkiyi "türk tipi totaliterlik" olarak etiketleyebiliriz. bir yandan, adı üstünde, total bir baskı var hayatın her alanına yansıyan: seni temsil edecek vekilleri sen belirleyemiyorsun. evinin dibindeki patlama hakkında haber alamıyorsun. gösteri yapamıyorsun. ihale kazanamıyorsun. meclise önerge veremiyorsun. bir gün dizi karakterlerini evlendiriyor muktedir, ertesi gün merkez bankasına fırça atıyor. kaç çocuk yapacağını, ne içeceğini, ne giyeceğini, neyi kutlayacağını söylüyor. tam pansiyon, her şey dahil devlet yönetimi.

    ama iş sorumluluğa gelince, dünya'nın en liberteryen rejimi. ortada bir devlet yok sanki. parasını yanlış bankaya koyan, yanlış dersaneye giden, yanlış yerden burs alan yanıyor ama yanlış adamı istihbaratçı veya savcı yapan muktedir yanmıyor, çünkü onun iş ortağı tarafından kandırılma lüksü var. kürt teröristler tarafından da kandırılabilir. sünni teröristler tarafından kandırılabilir. avrupalılar ona madik atabilirler. esad kazık atmıştır. zaten baştan abd yalan söylememiş olsaydı... herkes tarafından kandırılmayı, devlet yönetirken geçerli bir bahane olarak kullanan ve karizma kaybetmeyen tek "tek adam" bu.

    (hiçbir negatiften sorumlu olmayan ama her pozitiften kredi toplayan diger bir kavram da tanrı. başına bir felaket gelir, allah'a sığınırsın. o felaket geçer, allah'a şükredersin. şeytan denen dış mihrakı suçlarsın. allah her durumda kazanır. "house" always wins).

    peki bu psikozun kaynağı ne?

    ***

    nedir bu memleket insanının hali? (psikoloji)

    insan bir davaya, ideolojiye, lidere haddinden fazla yatırım yapmışsa (bu yatırım duygusal olabilir, entelektüel olabilir, finansal olabilir) o davanın yanlışlığını kabullenemez. bu yatırımı samimiyetle veya çıkar uğruna yapması pek farketmiyor. adamın ruh sağlığı, o gerçeklere olan direncine, onları görmemesine bağlı: ıt doesn't look like anything to me.

    iyice zorlarsan da sana düşman kesiliyor/ nitekim kafasını kuma gömmüş bir devekuşunu, boynundan tutup çekiştirince, kafayı kumdan çıkarıp sana gömer. bu yüzden "ah şu cahillere gerçekleri gösterebilsek" umudu hatalı.

    türkiye'de sağ liderler bu etkilerden daha fazla nemalanıyor, çünkü seçmenin kodlamaları buna daha müsait. "kodlama", "anlatı", "paradigma", "algı çerçevesi"...bunların hepsi aynı kapıya çıkıyor aslında: öykü!

    sağ cenahın öyküleri hem daha güzel, hem de çok katmanlı:
    -bir yandan kaybedilmiş imparatorluk sendromunun (aşağılık kompleksi, yabancı düşmanlığı, komploculuk) beslediği "batı'ya karşı yeniden diriliş" masalı.
    -bir yandan elitlere karşı duyulan nefretin beslediği "vesayet rejimine karşı diriliş" masalı.
    -bir yandan da, anadolu'nun harcı olan islam'ın beslediği "kafirlere karşı yeniden diriliş" masalı.

    bunlar, dünya'nın kalanından kopuk ve başarısız insanlar için özellikle çekici, çünkü ilk defa "kazanan tarafta" olduklarına inanabiliyorlar. (trump hakkında yazarken tasvir ettiğim amerikan sağına benzer).

    ve hepsinin üstüne tüy dikercesine, paradoksal olarak hala devam eden bir mağduriyet edebiyatı var, zalim olmadan zülmetmenin keyfini doyasıya yaşatan.

    bu anlatılar, türk sağını frankenstein'ın canavarına çevirdi:

    - sistemin işsiz, eğitimsiz, sağlıksız, borç içinde bıraktığı insanlar "zaferlerini" içi boşaltılmış bir demokrasi diliyle kutlarken (milli irade), ülkedeki gerçek demokrasi kırıntılarını sistematik olarak yokediyorlar.
    - kendilerinden çok daha kozmopolit ve "avrupalı" olan fatih'in adını dillerinden düşürmeyenlerin, azınlıklara da avrupa'ya da tahammülleri yok.
    - vesayet rejimini de tiyatroyu da sevmeyenler, vesayetin mirası olan "türkiye üzerinde oynanan oyunları" iştahla takip ediyorlar.
    -ecdad diyenler, atalarını da kendileri gibi işsiz, eğitimsiz, sağlıksız bırakmış osmanlı'ya hayranlar.

    neresinden tutsan elinde kalan, birbiriyle çelişen ama ambalajı çok güzel bir öyküler bütünü.

    ***

    nedir bu memleket öykülerinin hali?

    uygulamalı örnek olarak, fetö-pkk-chp-gezi-faiz lobisi ilişkilendirme çabalarına bakın:

    - fetö erdoğan'ın insan kaynakları departmanıydı.
    - pkk, erdoğan'ın kürt oylarını domine etme planının partneriydi.
    - daeş veya müslüman kardeşler, sünni ekseninde nüfuz kazanma çalışmalarında müttefiklerdi.
    - gezi, kolayca bastırılacak bir öğrenci protestosuyken, polis şiddeti ve erdoğan'ın kışkırtmasıyla büyüdü.

    peki şimdi? hikayeyi yeniden yazmak kolay: fetö demokrasi karşıtı. pkk zaten üniter devlet karşıtı. daeş, islam düşmanlarının bir komplosu. yani sırasıyla hem modern diskurdan, hem vesayet mirası diskurdan, hem de din propagandasından faydalan.

    sonra bunları "abd/ab'nin oyunu" isimli batı düşmanlığı potasında erit. tüm sorumluluk onlara yıkılsın. üstüne gezi-chp ekibi bunlarla işbirliği yapan hainler (kötü polisseniz) veya saftirikler (iyi polisseniz). hepsinin arkasına da faiz lobisi, üst akıl, israil komploculuğunu yedir.

    bitmedi. depoda daha 10 sezonluk dizi malzemesi var, plot twist üstüne plot twist var: boş zamanlarında dünya'yı yöneten lordlar baronlar, erdoğan padişah olursa türkiye'yi daha fazla engelleyemeyecekler. güçleri oraya kadarmış. yani şimdi böyle ilerlemişsek, o zaman uçacağız. başkanlık, erdoğan'ın geçmiş performansının ödülü, gelecek performası için de teşvik primi.

    bir zamanlar geçmişi "doğru" anlamak için resmi tarih vardı, bu da "resmi bugün" artık.

    ***

    nedir bu referandumun hali?

    oyun alanı çok dar ama elde kalan tek şey olan referanduma asılmama lüksümüz yok. tüm darbeleri gölgede bırakacak bir dönüm noktası bu.

    fransız devrimi sırasında kendi kendini fesheden veya feshetmek isteyen meclisler olmuştu ama bunlardaki monarşi yanlısı gruplar dahi, kralın gücünü soylular ile dengeleyen sisteme dönmek istiyorlardı. yoksa "meclis kendi kendini feshetsin, yargı kendini yürütmenin altına soksun, tüm askeri güç tek elde toplansın" diyen birileri yoktu. ha, buna yakınsayan bir sistem sonradan oluştu, o döneme de fransız tarihinde "la terreur" denir (terör devri).

    üstelik referandum umutsuz da değil. tüm hükümet propagandasına rağmen, çoğunluk bu yeni monarşiye karşı (aralık 2016):

    -mevcut sistem: %51
    -başkanlık: %37
    -bilmem: %12

    bu tablo mümkün zira her 4 mhp'liden 3'ü mevcut sistemi, her 3 akp'liden ise sadece 2'si başkanlığı destekliyor.

    ***

    ne olacak bu memleketin hali?

    ben romantik biri değilim ve türkiye'nin geleceğinden de umudum yok.

    - referandumla bitmeyecek siyasi çalkantıları görmek zor değil.
    - her iki alternatifte de (yani faiz nedir bilmeyen birinin diktatör olduğu, yahut siyasi belirsizliğin ayyuka çıkacağı) sermayenin kaçacağını, ülkenin finansman sorunu yaşayacağını, dolayısıyla yapısal sorunların maskelenemeyeceğini görmek zor değil.
    - iç siyasetin ve ekonominin ötesinde, dış politikada ektiklerimizi yıllar boyunca biçeceğimizi görmek de.
    - hele hele en önemli faktör olan ve tüm bu faktörlerin negatif yönde etkileyeceği insan sermayemizin, düzelmesi için yıllar değil nesiller gerektiğini düşünmek iyice iç karartıcı.

    bu yüzden, örneğin idealist bir akademisyenin yurtdışından türkiye'ye dönmesine, ülkeden düzgün şartlar ile çıkabilecek olanların "kalıp savaşmalarına" karşıyım. kendi dönmeyecekken, oturduğu rahat koltuğundan milleti bu yönde gaza getirenleri de hiç sevemedim.

    fakat bu demek değil ki her mücadele anlamsız. yurtdışındayım ve en azından boş zamanımda basit ve kısa videolar yapabilir, yabancı basın kuruluşlarına op-ed yazabilir, çevremdeki türkleri örgütleyebilirim. bunlar için cesur olmaya bile gerek yok. şartlar bu haldeyken (%50 karşıtlık) ve ödenecek bedel bu seviyedeyken (monarşi), benim gibilerinin çok yatkın olduğu "bu herifler ne yapar eder, hileyle hurdayla alırlar" gibi düşünceler yanlış. madem öyle, onları hile ve hurdayla kazanmaya zorlayacaksın.

    bunları "ülke 5 sene sonra portekiz, 50 sene sonra da isveç olsun" umutlarıyla değil, "5 sene sonra petrolsüz ve kültürsüz bir iran, 50 sene sonra da bangladeş olmasın" korkusuyla yapmak lazım. o aradaki fark, tüm zorluklara rağmen insanlığa ve kendine faydalı olabilecek milyonlarca insan demek, özellikle de kadınlar için bu iyice geçerli.

    ***
    ***
    ***

    (bu tip yazıları doğrudan email olarak alın. hepsi reklamsız, hep reklamsız).

    serinin tamamı:
    1) ünü yurtdışına taşmış bir soru
    2) ekonomi özeti
    3) ekonomi detayı: büyüme(me)
    4) ekonomi detayı: borçlar, harçlar, işler, güçler
    5) son: neydi, ne olmalıydı, nedir ve ne olacak
  • komik şartlanmalara gebe bir haleti ruhiyedir...

    milliyet gazetesinin internet sayfasından bir haber...

    ereksiyon problemine 'entelektüel' çözüm

    ereksiyon problemini çözmek için penisine kalem yerleştiren bir sırp, ameliyata giren doktorları hayrete düşürdü.
    belgrad'da yaşayan zeljko tupiç, doktorlara daha önce de ereksiyonla ilgili problemler yaşadığını ve iktidarsızlığın üstesinden gelebilmek için böyle bir yola başvurduğunu söyledi...

    haber devam ediyor... ereksiyonla, penisle işimiz olmadığı için üstünde durmuyoruz...

    dikkat çekici olan şu okuyucu yorumu...

    yusuf sariinci yusuf_sariinci 14 şubat 2006 / salı

    yurdum insani ne hallerde?
    gordugunuz gibi toplumsal bilincssizlik bizleri ne hallere dusurdu. cehalet ve hurafeler toplumun her dokusuna nufuz etmis durumda. artik insanlarimizi egitmemiz gerekiyor. cinsellik tabu olmaktan cikmali.

    güzel kardeşim iyi diyorsun hoş diyorsun da haberin başlığından başka bir yerini okudun mu? adam sırp... yaşadığı yer belgrad... adı da zeljko tupiç... şimdi ne alaka cehalet, hurafe, tabu, ne alaka toplumsal bilinçsizlik?

    bu kadar da şartlanılmaz ki ülkeyi kurtarmaya... önce bir bak nereyi kurtarıyorsun...
  • tıkanmış sohbetlerin yegane ilacı...
  • annem 70ine basacak önümüzdeki ağustosta... ilkokuldan sonra okuyabilmek için iki ay ağladığını anlatır, okula iki ay geç başlayışını, 17 yaşında bir dağ kasabasına görevli gönderilişini... 60 ihtilalini, 80 ihtilalini... "benim de annem-babam vardı" der arada...
    zaman zaman uykusu kaçar, mide ağrısı, benim bir lafıma bozulma, akrabalara kızgınlık vs... "uyuyamıyorum ben, ne olacak bu memleketin hali" dedi, bugün... "ne oldu" diye sordum... kanaltürk ü izlemekte imiş bir süredir... sinirleri bozuluyormuş... paparazzi izlese, seda sayan show izlese rahat uyuyacak annem, tek derdi kaya çilingiroğlunun 2. çocuğunun cinsiyeti olacak... o kalkıp kanalturk izliyor, sky tv ye bakıyor...
    biz de bilmiyoruz anne...ama sen bir fatiha oku ruhuna...
  • bütün memleket bir kişinin dudağı arasında. o kişi eskaza ölse yerine bıraktığı bir sistem, altyapı, işleyen bir adalet hiç bir şey yok. nasıl vizyonlu bir adammış bu tayyip, adam resmen koca ülkeyi kendine bağladı ve bundan da hiç gocunmuyor ve soruyorum haliyle "ne olacak bu memleketin hali?"
  • ömrü hayatımda gördüm ki "hiçbir şey değişmeyecek".

    değişime karşı bu ülke vatandaşlarının ayak diremesinin sebebini ayrıca ve uzun uzun konuşmak gerek; ancak ömrünün her noktasında öğrenmekten kaçan, adil olmaktan uzak duran, daima ama daima kolay yoldan köşeyi dönüp kendine on beş gömlek büyük gelen bir hayatı hayal eden insanlarla birlikte yaşıyoruz.

    ülkece kimi zaman kanıyoruz, kimi zaman safra atıyoruz; ama ne olursa olsun hep yerimizde sayıyoruz. başından sonuna ahlak yoksunu bir milletimiz var. fakirinden zenginine kadar herkes düşene bir tekme vurup çıkar elde etme peşinde. vergi veren de yok. hatta vergi veren daima aptal.

    topçulukla popçuluğun özendirildiği bir ülkeden başka bir şey beklenemez.

    ancak bekleyenler oldu. vizyon ve görgü sahibi kişiler geçti bu topraklardan; ama bu kadar geniş çaplı çürümüşlükle mücadele etmek mümkün değil.

    hayır... iki kişi tartışıyor. biri diğerine "küfretme" diye çıkışıyor, diğeri "ne küfrü amk" diyor. olmadı taciz/tecavüz haberine "anasını s.kim" diye yorum yapıyor. böyle işte... bu kişiler mürekkep yalamış kişiler.

    kadın kadına düşman, dindar dindara, zengin zengine ve fakir fakire. bu döngüyü kırmak mümkün değil.

    bunu anladığımdan bu yana hepsini bir kenara bıraktım. artık memleketi kurtarmıyorum. kendimden bahsediyorum. yaptıklarımdan, yapmak istediklerimden, hayallerimden. dinlediğim müzikleri anlatıyorum ya da okuduklarımı. faturalarımı hiç aksatmadan ödediğimi söylüyorum veya dişlerimi fırçaladığımı anlatıyorum, uzun uzun. hiçbir şeyle övünmeyip hiçbir yerde büyüklük gösterisinde bulunmuyorum. ne taraftarım ne de yandaş. akıllıca ve dürüstçe yaşamaya çalışıyorum. kimseye muhtaç olmadan ve kimseyi de kendime muhtaç etmeden.

    ha, ne isa'ya ne musa'ya yaranabiliyorum; ama yine de neden böyle davrandığımı soranlara "herkes benim gibi yaşasa bu ülkede ne açlık, ne haksızlık, ne fakirlik, ne kavga ne de gürültü kalır" diyorum. yazık ki hiç kimse benim gibi yaşamak istemiyor. haksızlığı hak, küfür etmeyi adamlık, bağırıp çağırmayı büyüklük görüyorlar.

    ben size diyeyim mi... bu ülkedeki kırk yaş üstü zihniyet değişmediği sürece bu ülkeden hiçbir şey olmaz. çünkü asıl sıkıntı onlarda. kendilerini daima elit, daima güçlü ve tecrübeli görüyorlar. bu bitmiyor. değişmiyor. işin en en en kötü yanı yarın kırklı yaşlarına gelenler de büyüklerinden gördüklerini aynıyla yapıyor.

    ülkece havanda su dövüyoruz.
  • iyimser cevaplar vermek istediğim soru. hayatı siyaset olan biri olarak siyasi-ekonomik durumları her gün çok yakından takip ederim. eğitimini de aldığım için neyin ne olduğunu çok iyi biliyorum. venezuellaya bakıyorum mesela, yahu olabiliyormuş diyorum, bir lider çıkıp, sermayeyi kovup, gelirleri halka dağıtabiliyormuş. ama latin amerika nere orta doğu nere? son zamanlardaki direnişler umudumu arttırmıyor değil. geziye destek verdim. bir öğrencisi olarak keşke ankarada olup odtüye de destek verseydim dedim ama maalesef mümkün değil. ama bunlar bir umut diyorsun. sonra geçmişe bakıyorsun, bu ülkede ne zaman halk için bir şeyler yapılmış ki? halk sürekli liderlerin çıkarları için kullanılmış, kandırılmış, sömürülmüş. belki ilerde değişir ama bu coğrafyada nasıl mümkün? sağın solun ateş içinde. yine de umut besliyor insan.
  • metin feyzioğlu'nun adli yıl açılış konuşması nın altındaki yorumları okudukca pek de iyi olmayacağını düşündüren.
    okumayan, okumadan ve araştırmadan ahkam kesen, doğruya doğru demekten aciz bir nesil ile nasıl bir memleket hali olabilir ki?
    sonra cahiller, okumuyorlar, düşünmüyorlar denildiğinde kızıyorsunuz.
    ne yazık ki, bu memleketin şu andaki hali sizsiniz ama geleceği de siz olmayın diye güzel insanlar geliyor.
  • son günlerde insanların daha farklı cevaplar bulmaya başladığı soru sanırım. en azından umut verici bir şeyler görüyoruz, cevap arayışında.
  • türkiye sınırları içerisinde 10 dakikada 1 duyulur bu cümle, yakında gelen yabancılar ''merhaba, selam...'' alternatifi bi tümce sanacaklar.
hesabın var mı? giriş yap