• ilkokul 3 gibi okumaya sarmış bir çocuktum. annemin bana hamileyken aldığı can yayınları cocuk serisini bitirip aç köpekbalığı gibi kütüphanemizin önünde döndüm bi sure. ve muzaffer izgü kitaplarıyla tanışmış oldum.

    komikli kitap kapakları ilgimi çekmişti once. deliye her gün bayramla başladığım yolculuk, lup lup makinesi ve her eve bir karakolla devam etti.

    kitaplar bitiyordu ama ben bastan basliyordum okumaya. doyamıyordum.
    annem farketmiş bunu.
    bigun elinde bi koliyle geldi isten. yaz başıydı. al bu senin dedi.
    bi açarım, muzaffer izgü, tüm serisi.

    11 yaşındaydım ve sevinçten koltukların üstünde zipliyordum :)

    o yaz o seriyi yaladim yuttum. öyle siginmistim ki kitaplarına, yalniz hissetmemek için yatağının basucuna dizmistim hepsini.

    en çok zıkkımın kökünu sevmiştim. onu kaç defa okudum hatirlamiyorum.
    bizim evden kavga gurultu dayak kotek eksik olmazdı.
    sanırım zıkkımın kökü'nde anlatılan "çok fakir ama yine de sevgi dolu aile" ve muzo'nun komik-özgür maceraları bi çeşit sığınak oluyordu bana.

    kim bilir benim gibi kaç kisinin çocukluğunda, dunyasinda izi var. internetin, ozel kanalların, cep telefonlarının olmadığı bir çağda tanisip, kaçışı onun mizah dolu-muhalif kitaplarında bulmuş ne çok insan var....
    bugünkü debe entrysini okurken aklıma üşüştü tüm bunlar.

    yattığı yer incitmesin
  • ilkokulda bir kitabını okumuştum. ökkeş köyünden kaçıp istanbul'a gidiyordu. ökkeş'in maceralarından öyle etkilenmiştim ki, komşu çocuğu hidayet'le evden kaçıp istanbul'a gitmeye karar vermiştik. yanımıza taç kraker alıp yola çıkmış, daha yolun başında taç krakerleri bitirmiş, ismet inönü bulvarı'nın istanbul'a giden çevre yolu'yla kesiştiği yere kadar varıp karnımız acıktığından öğlen eve dönmüştük.

    şimdi google maps'ten baktım, alt tarafı 1.5km yürümüşüz. ama evden istanbul yönüne hiç o kadar uzağa gitmemiştim rekor olmuştu.

    eskişehir'i ne zaman ziyaret etsem oralardan da geçiyorum, aynı yolu gidiyorum, arabayla birkaç dakikada bitiveriyor. çocukken o yolun ne kadar esrarengiz, gizemli, korkutucu, bitmek bilmez olduğuyla şimdi ne kadar önemsiz bir ayrıntıya dönüştüğünü görüp kıyaslamak acayip hissettiriyor.

    geri dönmekle iyi yapmışız.
  • muzaffer izgü kendini anlatıyor:

    “babam bir ev yapmış bize, tahta parçalarından… adana'ya yapılan ilk gecekonduydu. ondan önce gecekondu bilinmiyordu. dam çinkoydu, babam eskiciden almış, üstünü çamurla sıvamış, tek oda… yatak odası, yemek odası, oturma odası, misafir odası, mutfak, hatta banyo, hepsi o oda… annem bizi leğende yıkardı, kendileri de aynı leğende yıkanırdı, hiç unutmuyorum, annem bir kova su getirir, bir de maşrapa, ben leğene otururdum, annem su dökerdi kafama, bütün içtenliğimle söylüyorum, havlu yoktu, annem eski fanilaları birbirine dikip bir şey yapmıştı, onunla bizi kurutur, köşeye oturturdu. yer yatağına, yere sıralanır yatardık, en başa babam, yanına annem, yanına ablam, yanına öteki ablam, yanına ağabeyim, en uca ben, üç kişiye bir yorgan düşerdi, tekir vardı, kedimiz, kim çok üşüyorsa, annem tekir'i onun üzerine koyardı, tekir ısıtırdı sabaha kadar… gece yarısı yağmur yağarsa, tıp tıp tıp, yağmur damlası tam da benim burnumu bulurdu. şubatta odun kömür biterdi bizde. ama, hepimiz birbirimizi çok severdik, annem babamı çok sever, babam annemi çok sever, kardeşler birbirini çok severdi, böyle bir evden çıktım ben.”

    *
    “babam okulda hademeydi. annem çamaşıra giderdi, onun bunun çamaşırına… önüne dağ gibi çamaşır yığarlardı, karşılığı bir lira… deterjan yok o zamanlar, küllü su vardı, küllü su elini parçalardı, akşam bir lirayla mutlu mutlu gelirdi. o yoksulluk içinde annemin üç çeşit yemeği vardı, etli bulgur, otlu bulgur, sütlü bulgur… etli bulgur dediğim, et yok, annem ekmeğin kabuğunu kuyruk yağında kızartırdı, bulgur içine dizerdi, allah, oldu sana etli bulgur, çatır çutur yerdik. seyhan'ın kıyısından ebegümeci toplardım, otlu bulgur olurdu.
    sütlü bulgur ise, aslında ayranlı bulgur, paramız bir kase yoğurda yeterdi, bir kase yoğurda bolca suyu karıştır, o ayranı yedi insanın yiyeceği bulgura karıştır, güya sütlü bulgur… ama dedim ya, sevgi öylesine çoktu ki evde, sevgi karnımızı doyuruyordu.”

    *
    “annem de babam da atatürk ve cumhuriyet tutkunu insanlardı.”

    *
    “29 ekim 1933, cumhuriyet bayramı, cumhuriyet'in 10'uncu yılı… gündüz resmigeçit olurdu, atatürk parkı'nın orada yapılırdı, annem gündüz törene gidiyor, izliyor, alkışlıyor. annem okuma yazma bilmezdi, ama, nasıl bir cumhuriyetçi kadındı… gece fener alayı var. annem illa ‘ben fener alayına gideceğim' diyor. bana dokuz aylık hamile… babam yalvarıyor, ‘yahu hanım gündüz gittin, karnın burnunda, orada sancın filan tutmasın' diyor. annem dinlemiyor, ‘yok ben gideceğim' diyor. babam ne desin, peki diyor. karşı komşumuz nazmiye hanım teyze var. onunla birlikte gidiyorlar. adana saathane'nin orası, mahşeri kalabalık, yağ cami'nin oradan bando çala çala geliyor. annemin sancısı başlıyor! nazmiye hanım teyze polise koşuyor, ‘çok kalabalık çıkamıyoruz' diyor, polis çare buluyor, ‘bandonun arkasına takılın, ilk boşluktan çıkın' diyor. önde bando, arkasında annem, karnında ben, arkamızda fener alayı… eve geliyor, doğuyorum. bando mızıka takımı “çıktık açık alınla” dedikçe, ben de annemin karnından çıkmak için bağırıp duruyormuşum. cumhuriyet'in onuncu yıl dönümünde onuncu yıl marşı eşliğinde doğuyorum, var mı daha büyük mutluluk.”

    *
    “beş yaşındayım. babam o zamanlar saathane'nin oralarda bir kahvede garson olarak çalışıyor. patronuna ‘yarın atatürk gelecek, çocuklarımı götüreceğim, büyük insanı yakından görsünler' diyor. patron itiraz ediyor, ‘sen gidersen çayı kim taşıyacak?' diyor. babam ‘istersen işime son ver, ben yarın çocuklarımı atatürk'e götüreceğim' diyor. ertesi gün, annemin elinde bir kara torba, babamın elinde bir testi, yola düştük, atatürk istasyon alanına gelecekmiş, kürsünün 20 metre kadar uzağındayız, yer tutmak için erken gittik, kara torbada zeytin ekmek, karnımızı doyurduk, suyumuzu içtik, bir gürültü bir ses, atatürk geldi… herkes ayağa kalktı, ben de kalktım ama nerede göreceğim, boyum yetmiyor, alkışlar, atatürk çok yaşa sesleri, babam beni omzuna oturttu, ben de alkışlıyorum aklım sıra, az daha arkam üstü düşüyordum, babam son anda yakaladı, o sırada gördüm o güzel insanı, bir heyecanlandım, ‘bak baba atatürk baba' filan diye bağırıyorum, son sözleri hâlâ aklımda, ‘çok çalışacağız arkadaşlar' lafını hiç unutmuyorum, belki de ömrüm boyunca bu denli çalışmamın sebebi budur, ‘çok çalışacağız arkadaşlar' dedi, beynime kazındı, kürsüden indi, gitti. 1938'di. babam hem sevinçliydi, hem üzgündü, ‘hasta hasta adana'ya geldi' demişti, ‘niye baba?' diye sordum, ‘seni görmeye geldi oğlum' dedi, ben bir şiştim, bir sevindim, çocuk aklı işte, atatürk beni görmeye gelmiş… işte böyle bir ana babadan, böyle bir evden çıktı muzaffer izgü.”

    *
    “atatürk öldüğünde, biz dört arkadaşım, elektrik direğinin dibinde ağlamaya başladık. ağlıyorum ama, neye ağladığımı bilmiyorum tabii, ‘atatürk ölmüş' dediler, ağlamaya başladılar, ben de ağladım, gözyaşlarımızı bir havuza toplar gibi ağladık arkadaşlarımla… koştum sonra, eve gittim. ‘anne atatürk ölmüş' dedim, ağlıyordu annem… nuri amca diye bir akrabamız vardı, yakınlarda götürüp toprağa koymuştuk, ‘nuri amca gibi mi oldu?' dedim, annem ‘he oğlum' dedi, benim bir gidişim var arkadaşlarımın yanına, nasıl ağlıyorum, atatürk ölmez çünkü, beynimde öyle bir insan o, ışıklar içinde yatsın, büyük insanım o benim, çok büyük insanım o benim.”
  • kendisiyle bugune kadar utancimdan kimselere bahsetmedigim bir anim var.

    cocuktum. bodrum veya kusadasi'nda anamla yururken ustadi gorduk. sokakta kitaplarini imzaliyodu. masanin onu de bostu. annem hemen bi kitap* alip imzalatti. ustad da ”bu kardesimize mi?” diye sordu. sonra ”gel bir elini sikayim” dedi. elimde az once yedigim dondurmanin ambalaji vardi. dondurmayi bitirdikten sonra atacak cop bulamamis, elimde gezdirirken unutmustum. hersey cok hizli gelisti. el sikistik ve ambalaj el degistirdi. biz de bastik gittik. koskoca yazari elinde yapis yapis cornetto copune bakarken biraktim.

    o kitabi okudum tabi, ama bu aninin goruntusu gozumunun onunden gitmedigi icin bir turlu konsantre olamadim.
  • ruhunun karanlığı bakışlarına yansımış ilkokul öğretmenimizin zoruyla, onun istediği kitapları okurduk. yeni okuma yazma öğrenmiş el kader çocuğa gidip sefilleri okutmaya çalışır, hayatın acı gerçekleri ile yüzleştirmesi gerektiğini söylerdi.

    bizi o kadar hayata hazırlardı ki, 5 sene boyunca bir kere saçımızı okşadığını, yanağımızı sıktığını hatırlamıyorum. onun demesine göre, hayatta hep bize kucak açan, seven insanlar olmayacakmış. bizim acılarla yüzleşmemiz gerekiyormuş. hocam, 7-8 yaşındaydık. ne acısından bahsediyordun sen yahu?

    o yaştaki çocuğun tek ihtiyacı, anne şefkatini gösteren, onu hayatta yaşayacağı zorlukların üstesinden gelebileceğine inandıran, bilimi sevdiren, atatürk'ü, vatanı anlatan, kitap okuma alışkanlığı kazandıran bir öğretmendi. sen gidip her çocuğa sefilleri dayarsan, o çocuk bırak okumayı, hayattan soğur.

    peki ben nasıl okumaya başladım? nasıl ve nereden bulduğumu bilmediğim muzaffer izgü'nün anneannem serisini keşfetmem ile başladı serüvenim. okumaktan nefret etmiş küçük bir çocuk için büyük bir keşifti muzaffer izgü. kahkaha atarak okuduğumu hatırlıyorum. şimdi büyüyünce, tüm o esprili dilin altında, muzaffer hocanın aslında nasıl bir beceriyle eğitsel iletilerini çocuklara aktardığını anlıyorum. misafirperverlik, arkadaşlık, aile bağları, anılar, zamanın doğru kullanımı, en önemlisi de çocuğa kültürünü tanıtmak.

    bu nedendir ki, ilk öğretmenim dediğim kişi benim için her zaman muzaffer hocamdır. bana okuma alışkanlığı kazandıran, akademik hayatımı borçlu olduğum kişidir muzaffer hocam. şu an akademik makaleler yazıyorsam, onun sayesindedir. ondan bahsetmek bile gözlerimin dolmasına vesile oluyor. gerçekte yüzünü bile görmediği bir insanın, sadece kelimeleriyle büyütüp, vatana millete hayırlı bir genç yetiştirmesini sağladı muzaffer hoca. ve benim gibi binlercesini yetiştirdi o.

    eğer bir zaman gelirde, çocuk sahibi olursam, beni yetiştirdiği gibi çocuğumu da yetiştirecek kendisi.

    yattığın yer nur, mekanın cennet olsun muzaffer hocam.

    edit:düzeltme:)
  • 26 ağustos 2017 de kaybettiğimiz mizahi yazar. adana'da ilk gecekonduyu inşa eden kişinin beşinci çocuğudur. eserlerindeki olaylar, hayatının büyük bir kısmını fukaralık içerisinde geçirmesinin yansımadır.

    zıkkımın kökü, sıpa, ilyas efendi romanlarını ve deliye her gün bayram, bizim ayılar amerikalıları çok sever, bir namussuz aranıyor adlı öykü kitapların yazarıdır.

    bir söyleşisinde; kendisine yöneltilen soruya verdiği cevap hayatının özeti gibidir.

    ''ben ciddi bir yazarım. zenginleri bilsem onları yazardım. fakirleri bildiğim için fakirleri yazıyorum.''

    --- spoiler ---

    .....''babamsa düşler insanıydı. bize sanal pirzola yedirdiğini çok iyi anımsıyorum. bir tiyatro aktörü gibi oynardı. kapıdan bir girerdi, sanki kolunun altında et paketi varmış gibi.....''
    --- spoiler --- (zıkkımın kökü)

    edit: düzeltme

    ilave: muzaffer izgü, babası ahmet izgü ile üçüncü evliliğini yapan annesinin beşinci çocuğudur. uyaran arkadaşlara teşekkürü borç bilirim.

    debe editi: geniş bir kaynak bırakayım
    1

    2
  • vefat etmiştir.
    artık eserlerini araştırabilirsiniz.

    edit: madem bu kadar arkadaş favladı hikayesini de anlatayım.
    yıl 2005. ege üniversitesi edebiyat fakültesinde ilk senem. hocalardan birisi edebi değer, estetik araştırmalarından bahsediyor. edebiytaçıların ve eserlerinin araştırılma sürecini anlatıyor. bir gün okula gelirken metroda muzaffer izgü'ye rastladığını, izgü'ye kendini tanıttığını biraz sohbet ettiklerini anlatıp laf arasında izgü'nün kendisine "ben edebiyatçı değil miyim neden benim veya eserlerim üzerine hiç çalışmıyorsunuz?" diye sitem ettiğini anlatmıştı. sonra bir süre durup şöyle devam etmişti: "tabii arkadaşlar bir edebi sürecin araştırılması için o sürecin nihayete ermesi gerekir, defter kapanmış olmalı ki biz onu tekrardan açıp neler olduğunu inceleyebilelim. edebiyatta devam eden süreçler üzerinde yapılan incelemeler -her an değişme riski olduğundan- çok makbul değildir. tabii o gün muzffer izgü'ye bunu açıkça söyleyememiştim ama her halde anlamıştır."

    niye bilmiyorum ama çok etkilenmiştim. vefat ettiğini duyunca hemen aklıma bu hikaye geldi.

    artık defter kapandı, isteğiniz yerine gelebilecek. umarım ruhunuz huzur bulur. ışıklar içinde uyuyun.
  • bende pek çok çocukluk anısı ve gidişiyle büyük bir acı bıraktı. dün akşam gözlerim şişene dek ağladım, 84 yaşında bu dünyadan çok sevildiğini bilerek göçen nur yüzlü bir yazardan ziyade yazarlık macerası ısınmak için sığındığı bir halk kütüphanesinde başlayan, yazları annesinin yaptığı patlıcan dolmalarını ekmek arası yapıp abisiyle birlikte satarak eve para getirmeye çalışan, bir gecede yaptıkları gecekondu yağmurda yıkılınca yine bir gecede yenisini yapan, tarifsiz bir fakirlik içinde okuyup büyük adam olan, umudunu ve iyi kalbini hiç kaybetmeyen o çocuk için ağladım.

    teşekkürler beni adana'nın sıcağıyla, banadura ile tanıştırdığın için. 5 yaşındayken bir yılbaşı sabahı trt'de çizgi filmi yayınlanan sefiller'in kitabını okuyacağım diye giriştiğim kişisel okuma macerama kattıkların için. her kitap başka bir evrene açılan kapıdır, kimi kapının ardında sadece bir duvar, kimisinin ardında bir evin salonu, kimisinden ıssız bir ada, kimisinden evliliğinden bunalan mutsuz aristokrat bir kadın, kimisinde bir savaş meydanı, kimisinden iç savaştaki bir halk, kimisinden 40'lı yılların adana'sında evinde ısınacak odun olmadığı için kütüphaneye giden bir çocuğun dünyası çıkar. küçük çocuk dünyamdan kendi dünyana açtığın o muhteşem kapı için sonsuz teşekkürler.
  • katip çelebi hastanesinde (eski adiyla atatürk eğitim araştırma hastanesi) 5. katta dahiliye servisinde arkadaşlar, gidince cok mutlu oluyor, bakicisi var yaninda. ben bugün gittim zaten de, hep birlikte toplaşıp gitsek ne güzel olur...

    çok büyük bir değerdir muzaffer izgü. ülkemiz için büyük bir şanstır. zıkkımın kökü' nü okuyup ağlamayan yoktur; bugün ona bakarken o küçük çocuk geldi aklima... öldükten sonra bir değeri yok anmamizin maalesef.
  • hastaneye kaldırıldığı haberiyle içimi burkan kıymetli, güzel insan. zıkkımın kökü'nü okurken çok defa daha gözümdeki yaş kurumamışken gülme krizine girdiğimi, katıla katıla gülerken de bir anda ağlamaya başladığımı bilirim. çok uzun sayılmayacak hayatına epey kitap sığdırmış bir okur olarak, zıkkımın kökü'nün sadece türk edebiyatında değil, dünya edebiyatındaki en güçlü dramlardan biri olduğunu söyleyebilirim. buradan duydum ki izmir katip çelebi hastanesi dahiliye servisinde tedavi görüyormuş ve ziyaretçilere çok seviniyormuş, gündelik hayat içerisinde kaybolup gittiğimiz kadar değil, mutlu etmeye vakit ayırdığımız kadar varız. ölümlü dünya, izmir'de oturuyorsanız "tüh ulan" dememek için on dakika olsa uğrayın yanına, orada olsam hiç durmazdım. eski türkiye'nin iyi insanları bir bir gittikçe kalanın içinde de bir yerler çöküyor, umarım bir süre daha bizimle kalır, siz ziyareti ihmal etmeyin, geçmiş olsun.
hesabın var mı? giriş yap