• yalındır kuralı;
    hüzün ebe olur, siz saklanırsınız.
  • becerebilenin elindeki kukladır.
    kendi ağlamaklı sesinden, önce gülmeye sonra güldürmeye alışmak,
    perdeler kapanıp, gece örtülünce de kendi oyununa ağlamaktır..
  • eve geldiimde, zili caldigimda, eger cevap gelmezse, çantami salladigim an anahtar sesinin gelmesi... iste mutluluk ani... ve gulumseme pırıltıları
  • birilerinin elinde oyuncak olduğundur...

    "...çeker iplerini, "hadi toparlanda gülümse!..." başını çevirip gözlerindeki yaşları kurulamaktır ilk yapacağın, için ezilmiş kime ne... "niye konuşmuyorsun, insanlar birşey oldu sanacak" gül, söyle, söylet... kırılan parçalarının bini bir para olmuşken sen seni hiçe sayanların şımarıklıklarını dinle can kulağıyla, aman diyim gözlerin şaşırıpta dalmasın uzaklara... oyna oyununu, kimse ne üzülsün ne gerilsin mutsuzluğundan... gözyaşları bile haram sana..."
  • ne kadar mutsuzsan o kadar başarılı olacağın oyundur...
    daha mutsuz biri, yahut bir enkaz tamircisi seni sobeleyene kadar...
  • umuttur, gerçek mutluluğa dair.

    gülümseme masturbasyonu yapmakla başlar aynanın karşısında.
    insanın yansımasına karşı takındığı maskedir.
  • hey! uyumaya, yürümeye, koşmaya, konuşmaya, dinlemeye, dinlenmeye sadece zamanın geçmesi için tahammül edenler, yemek yerken sadece bitmesini isteyerek yiyenler,; yelkovanların, akreplerin, yılanların ve aslında tüm sürüngenlerin iç gıcıklayıcı seslerinden daha hızlı hareket etmesinin hayalini kuranlar, kazanma kaygısı gütmeden rakibinin bir sonraki hamlesini sabırsızca bekleyen amansız go oyuncuları, yaşadığını zannederken gözleriyle beraber kendilerini de acımasızca yaşlandıranlar! size geliyor gerisi..

    her geçen gün, yan yana durunca bir saman balyasından farklı olmayan insan kalabalıklarının gürültüsü, güneşin batışıyla beslenen neon ışıkları, binlerce tür duman kokusu, hijyenik yüzeyler ve sentetik lezzetler ile sistematik bir şekilde tecavüze uğrayan beş duyu organlı ruhlarımız ve bir gün banyo yapmasa yağlanıp hastalanacak hassas bedenlerimizle devam ediyoruz nefes almaya. tüm olanlara rağmen artık patates görünce kızartma yapmak yerine boyayıp bembeyaz bir kağıdı masumane patates baskılarımızla kirletmek istiyoruz bazen..

    sonra nefes almanın, daha doğrusu nefes almaya hak kazanmanın yolunun pazarlıklardan geçtiğini farkediyoruz. biz kaybetmelerin, kazanmaların, merak etmelerin, hiç de inandırıcı olmayan umursamazlıkların, en basit korkuların, çökmeye yüz tutmuş kolonları çatlak yalancı cesaretlerimizin, yiğitliklerimizin, tedirginliklerimiz ve özgüvenlerimizin terazisinde sallanırken oradan oraya; aslında su kaçırıyoruz kabımızdan. çoğu zaman bir yerlerden dolması için bir yerlerden boşalması gerekiyor taşıdığımız tüm ağırlıkların..

    aslında aynı tarihte iran sınırındaki evinde turna semahı dinleyen bir süryaniyle, vietnamda california dreamin dinleyen bir askerin hissettiklerinin benzer olduğunu teorik olarak kabul etsek de insanların hep farklı farklı olduğunu kabul etmek zorunda kalıyoruz. delice sevdiğimiz bir şarkıyı bile camları tuz buz edebilecek bir desibelde dinleme hürriyetine sahip değiliz. çünkü insanlarla birlikte yaşıyoruz. rahatsızlık veremedikçe kendimizi huzursuz ediyoruz. özgürlüğü her istediğini her an alabilmek zannediyor ama yine de bir şeyleri alırken veriyoruz bir şeyleri paşa paşa. birilerini üzmeden birilerini mutlu edemiyor, birilerine kaybettirmeden birilerine kazandıramıyoruz. her duyguyu, her eylemi zamanında ve yerinde yaşayan ölçülü, dengeli insanlar olduğumuz konusunda palavralar atıyoruz..

    diş macunuyla dişlerimizi fırçalıyor, lavanta kokulu yüzey temizleyicilerle ahşap zeminlerimizi siliyor, asetilen gazlı ilaçlarımızla böcekleri öldürüyoruz fakat her gün en az bir kere sıçmayı ihmal etmiyoruz. bir yerleri temizlerken bir yerler hep pis kalıyor. resmen dünyanın ph'ını bozup merkezine doğru sıçıyor ve mikroorganizmalardan medet umuyoruz temizlesinler diye etrafı. her gün boş tabaklarımızı bırakıyoruz garsonların önlerine, izmaritlerimizi atıyoruz yerlere ta ki birileri gelsin ve dengeye ulaştırsın yer küreyi..

    kırmadan tamir edemiyoruz, kırmadan mutlu olamıyoruz kısacası. ne zaman üstümüze yorganı çeksek ayaklarımız açıkta kalıyor..
  • oyun arkadaşını bulduktan sonra, oynanamayacak bir şey değil. zira bu zamanda, olan biten her şeyi boş verip gerçekten mutlu olmak, budalaca. mutlu olmaya ihtiyacımız olduğuna göre, bir oyun arkadaşı bulmamız şart, bir hediye kutusunun içinden dilong!! diye fırladığımızda, seni afacan seni diye bizi kucaklayacak, onu güldürebildiğimiz, birisini mutlu ettiğimiz için kendimizi de mutlu edebildiğmiz, bir oyun kurgulamak gerek.
  • bana çağrıştırdığı tek şeyi öyküleştirdiğim, hayal ürünü kavram:
    http://kiralikkelimeler.blogspot.com.tr/…oyunu.html
hesabın var mı? giriş yap