• polis - beyefendi radar uygulamamiz vardi. hiz sinirini astiniz.
    adam - asmadim birader.
    polis - beyefendi radar kayitlarini gosterebiliriz.
    adam - ben mustafanin arkadasiyim, ugrasmayin benimle
    polis - (bi affallar) mustafa mi o da kim ?
    adam - sen mustafayi tanimiyormusun ?
    polis - ee sey hatirlayamadim..
    adam - dur yanimda resmi var sana gostereyim.
    (cebinden bir 10 milyonluk cikartir ve uzerindeki ataturk resmini
    gosterir)
    polis - haa, pardon simdi hatirladim. tamam.
    adam - gidebilirmiyim ?
    polis - sey, bu mustafanin baska resmi var mi yaninizda ?
    adam - eeeh be. arkadas dediysek butun albumu yanimizda tasimiyoz.
  • atatürk'ün yıllardan beri, gösterilmediği, kötü karşılanır diye, sevilmez belki diye yok yere korkuyla saklandığı fakat bunu yaparken de insanların kafasında bambaşka bir karakter yaratıldığının farkına varılmadığı güzel ülkemde, atatürk adına yapılmış en güzel eserlerden biri kanımca. sırf kahramanlık anılarıyla günümüze kadar anılarak gelmiş bir kahramanın senin benim gibi insan olduğu gerçeğinin bir türlü aşılanaması sonucunda her daim, atatürk içerdi, atatürk zevklerine düşkündü, atatürk eğlence adamıydı, şöyleydi, böyleydi diye diye prim yaptırıldı onca insana.

    öyle bir es geçilmiş ki onca şey bunca zaman, hala diyoruz ki yok atatürk'ü tek oturuşta bir şişe rakı içen biri olarak göstermiş, yok atatürk'ü çok eğlenceye düşkün göstermiş... inanamıyoruz hala, konduramıyoruz... el alem kurtarıcısının yedi ceddininin hayallerini, fikirlerini çözmüşken biz hala mustafa'nın ev hali davranışlarını kabullenemiyoruz. bu nasıl bir sabit fikirliliktir anlaşılır gibi değil... ne kadar komik şeylere takılıyoruz farkında mıyız?

    mustafa içiyormuş...
    "şansımız olsaydı da keşke karşılıklı içebilseydik..." dedirtti bu film.

    mustafa zevk adamıymış...
    "hangimiz değiliz?" ki diye sordurttu.

    mustafa kadınlara düşkünmüş...
    "neden olmasın ki?" diye tebessüm ettirdi...

    bizim mustafa bir hayal kurmuş, o hayale inanmış, sonra koskoca bir ülke kurmuş, adını da türkiye koymuş, atatürk olmuş...
    gururlandırdı.
    memnun oldum mustafa diyorum...

    nesillerden nesillere izletilmesi gereken bir yapım olmuş... emeği geçenlerin ellerinden öper başıma koyarım...
  • milletin anlamadığı belgesel. evet anlamadı çoğu insan buna. hala daha "hani halkın ataya sevgisi, hani atatürk'ün cephede kahramanlıkları" vs tarzında serzenişlerde bulunuyor çoğu insan. kardeşim belgeselin adı mustafa. atatürk değil. bu ne demek? atatürk'ün özel yaşantısının yani mustafa'nın hayatının anlatılması demek. yoksa atatürk'ün cephede yaptığı kahramanlıkları bilmeyen yoktur. ama atatürk'ün karanlıktan korktuğunu bilmeyen milyonlarca insan var.

    ne kadar goygoycu insanlarmışız milletçe, hep kahramanlık, hep destan duymak istiyoruz.
  • belgesel filmin en çok aklımda kalan kısmı aşağı yukarı şöyle idi;

    --- spoiler ---
    paşa yıllar sonra istanbul'a dönmektedir. yanındaki hamdullah suphi karşılamaya gelen halka bakarak...
    - kim bilir ne kadar heyecanlısınız...
    - bu halk bağrına basmayı bildiği gibi yeri geldiğinde linç etmesini de bilir.

    --- spoiler ---

    günümüzde bunu duyan olur mu acep? recep?
  • tüm o anlatılanları geçtim daha önce hiçbir yerde görmediğim kamera kayıtlarıyla, fotoğraflarıyla insanı bir şekilde kendine çeken belgesel.

    anlatılanlara gelince: bazılarını çok kızdırmış olmalı bu belgesel ama bence kızdırmaktan ziyade üzmüş olsa gerek. hayır, ben üzülmedim çünkü her ne olduysa olduğu gibi kabullenmeyi tarihe bir borç bilirim. üzülenlerin üzülme nedeni ise benim nacizane fikrimce bildikleri tek kahramanın da kendileri gibi bir ölümlü olduğunu bu belgesel vasıtasıyla öğrenmeleri.

    mitlerle, efsanelerle doğan, büyüyen bir avuç insanoğluyuz. ben kendi nazarımda kahramanları, onları beklemeyi en çok sevenlerdenim. o kahramanın hep doğru yapacağına, hep aynı şekilde düşüneceğine, onun öğretilerinde yanlış hesap bulunmayacağına inananlardanım. hem söylesenize, örneğin babanız, çocukken kahramanınız değil miydi? yaşamadınız mı siz de hayalkırıklığı bir gün onu öyle sessizce ağlarken bulduğunuzda. babanızdı o kahramanınızdı nasıl çaresiz kalırdı, nasıl olurdu da ağlardı? ama büyüdünüz babanızın da bir insan olduğunu öğrendiniz. ona inanmaktan, onu kahraman bellemekten vazgeçmediniz ama sadece onun da sınırları olduğunu kabullendiniz.

    mustafa kemal atatürk, bildiğimiz tek kahraman. başkaları da olacaktı belki ondan sonra ama olmadı, olamadı. bunca senedir inandığımız, bildiğimiz tek kahramanın yalnızlıklar içinde, en büyük meşgalasini yitirmiş bir şekilde hayata gözlerini yummuş olduğunu öğrenmek onu zavallı yapmaz ama işte tepki gösterenler yüreklerindeki tek kahramanın silüetine leke sürülmüş gibi hissetmiş olsa gerek. mustafa kemal kimsenin tekelinde olmasa da...

    ben ise belgeseli beğendim. daha da güzel olabilirdi ama mustafa kemal'i bir tabu haline getirmiş türk izleyici kitlesi için şimdilik bu kadar detay yeterli. gerisi de gelecek ileride inanıyorum.

    yalnız beni belki de en çok yaralayan, kurtuluş savaşı'nın bitimiyle sokağa dökülen izmir'de zafer kutlamalarıyla mustafa kemal'i ve arkadaşlarını karşılayan o insan kalabalığının görüntüsüydü. renkler siyah-beyazdı, silüetler karanlık ama mutluluk ve gurur had safhadaydı. gözlerim dolu dolu olmuşken aklımdan geçenler şu şekildeydi:

    bu halk bir daha hiç böyle olduğu gibi mutlu oldu mu? daha sonra hiç buna benzer mutluluklar yaşadı mı?

    cevabını veremedim.

    can dündar'ın ise çok ince bir ruhu olduğu kanısına şu şekilde vardım:

    --- spoiler ---

    mustafa kemal annesi zübeyde hanım'ı yitirdiğinde can dündar'ın sesinden şu cümleyi dinleriz: "ona artık mustafa diyecek kimse yoktu."
    ancak aradan geçen uzun yıllar sonunda ona artık mustafa diyen bir belgesel vardır.

    --- spoiler ---

    kim ne derse desin mustafa kemal benim hala en büyük kahramanım...
  • bunca yıldır atatürk' ün malzeme edildiği islam propagandalarının yanında gerçekleri bir çırpıda söylediğinden hazmedilememesi muhtemel. işin komiği atatürk' ün bu konudaki duruşu zaten belli, bu film bir çok konuda yeni bir şeyler öğrettiyse de bana, atatürk' ün sadece hakimiyetin millete ait olduğunu söylemesi dahi bu duruşunun ayan beyan bir parçasıdır. bütün devrim din ve saltanat anlayışının tasfiyesinden oluşmakta, hala neyi tartışıyoruz.

    birey olarak allaha inancının olduğu özel yazışmalarından kolaylıkla anlaşılabilir "mustafa", devletin idaresinde din ve allah olgusunun varlığının saçmalığını çevresindekilerden ciddi bir süre önce anlamıştır veya dillendirmeye cesaret etmiştir.
  • atatürk'ün manevi kızının "atatürk'ü hep üzgün gösteriyor oysa ki atatürk neşeli biriydi" dediği film. can dündar'a kendisi ile bağlantıya geçmediği için sitem etmiş. hakikaten düşünüldüğünde böyle hassas ve iyi niyetli bir film için can dündar'ın kendisi ile mutlaka bağlantıya geçip fikir paylaşımı yapması gerekirdi. bu detayın atlanması neden acaba?
  • üçüncü kez bu film hakkında bir yorum yapmaya çalışacağım. ilk ikisi doğal veya doğaüstü sebeplerden -elektrik kesintisi, sözlüğün son zamanlarda yaptığı server busy tripleri- mekanın ötesine gitti, pintilik etmeyip devlet baba laptopı demeyip laptopın pilini yenilemem gerektiğini hatırlattı.

    bu filmde istese de istemese de turkcell bana sponsor oldu. gittim pazartesi günü paşalar gibi bir bilet alana bir bedavadan, bir de pazartesi olması sebebiyle indirimliydi; 3,5 ytlye filmi seyrettim. 10 kasım olması ayrı bir ironiydi, yanımda da tsk mensubu bir arkadaş bulunuyordu. filme girmeden önce kesin bu dellenecek, yarıya gelmeden can dündar'dan girip sabancı'dan çıkıp saydırmaya başlayacak diyordum. ilginçtir hiç de öyle olmadı, filmi neden bu kadar abartmışlar anlamıyorum gayet güzel bile dedi. bir tek dava arkadaşlarını yargıladı sonra idamlarından vazgeçti tarzı bir ifadeyi biraz ağır bulduğunu belirtti. tabi ben bunu buraya yazdım sonra tsk gelir araştırır arkadaşı ihraç eder mi bilmiyorum, zannetmiyorum.

    bundan sonrasını filmin dayandığı belgelerin doğru olduğu varsayımına göre yapıyorum.

    şimdi filmi beğenmeyen, karalayan insanlar bu filmde ne gördü bilemiyorum. içkisi, kadını, korkusu, diktatörlüğüne vurgu yapılmış bir atatürk tasvir edilmiş olduğunu düşündüler herhalde. hani ben filmi götümle seyrettiğimi düşünmeye sevkediyor. hani yarısında uyudum rüya gördüm onu mu anlatıyorum siz karar verin. ben bu filmde atatürk'ü atatürk haline getiren, onu büyük yapan dönüm noktalarını, eylemlerini tetikleyen olayları gördüm. onun verdiği kararların, yaptığı vazgeçişlerin ona geri dönüşünü gördüm. kısacası onu zayıf, iradesiz, diktatör, karanlıktan korkan bir adam olarak değil onu güçlü kılan, kararlı kılan sebepleri ve düşünce yapısını gördüm. siz nerenizle izliyorsunuz anlayamadım. bundan gerisi spoiler;

    --- spoiler ---

    en sevdiğim noktalardan biriyle başlıyorum. komünist müslüman kardeşler olayı. atatürk'ün zekasının ne denli güzel işlediğinin bir ispatıdır. aynı anda hem ruslardan yardım almış, hem batı'yı "bunlar müttefik mi oluyor acaba" tarzı düşüncelere sürüklemiş, direnişe bir nefes aldırmış bir manevradır. sonra işin ne komünizmi kalıyor ne müslümanlığı. ince bir yalan, istediğini alıyor.

    madem dinden başladık dinden devam edelim. meclisin kuruluşunda kendisine yöneltilen dinsiz suçlamalarını silmek ve insanları arkasına almak için karşı tarafın silahını tersine çeviriyor. meclisin kuruluşunu cumaya aldırıyor, namazdan sonra açtırıyor. dini alet ederek yapılan bir saldırıya aynı nitelikle karşılık veriyor.

    karanlıkta uyuyamam muhabbeti. koskoca adam karanlıkta uyuyamıyor ne ayıpmış. hadi biraz duygusal, biraz demogojik olsam adam kendini çevreleyen karanlıklar varken uyuyamadı milleti aydınlanmaya götürdü diyeceğim ama burada bildiğimiz çocuksu bir kuruntu var. ne işe yaramaz insanlara tolerans gösteriyorsunuz, atatürk'ün de bu kadarcık kusur hakkı olsun. karanlıkta uyumaktan korkmasın da ne olursa olsun milleti soyarsa soysun batırırsa batırsın tarzı insanları tercih ediyorsanız aferim.

    neden mme. corinne-yanlış yazdım- için bu kadar yer verilmiş de muhteşem başarılarına iki dakika çok görülmüş. tebrik ediyorum bu çıkarımları. buradan kadın düşkünü olduğu çıkıyor ortaya. hayatında annesini saymazsa topu topu üç kadın görüyorum ben latife, fikriye ve corinne. hani birine filmde sadece mektup yazıyor, diğeriyle evlenip boşanıyor, bir diğeri ile öyle bir ilişkisi yok ama kadın intihar ediyor. evet kadın düşkünü, anlıyorum. bu arada fikriye'nin intiharının atatürk ile latife hanım'ın ayrılma sebebi olabileceğini görebiliyoruz. peki bu ayrılıktan sonra atatürk'ün kendini tamamen işine vermesinin ve evli ve mutlu olduğu halinden daha güçlü bir şekilde ülkenin gelişmesine katkıda bulunmuş olmasını tetiklemiş olabileceğini düşünmedim desem yalan olur. yani özel hayatınızı bir anlamda kaybediyorsunuz ve bu sizin işinize daha da dört elle sarılmanıza sebep oluyor. ironik.

    diktatör göndermesi, devrimlerin bir anda yapılması, cahillerin seviyesi. devrimlerin bir anda gerçekleştirilmesinden bahsedeceğim. hayali bir millet düşünün, inançları ve bazı gelenekleri onlar için rehber olmaktan çıkmış zincir olmuş durumda, ilimde, sanatta ve insanlıktaki ilerlemenin çok gerisine düşmüş durumda. bir başlangıç yapılması, bir ivme kazanılması gerekiyordu. insanlar onu kastamonu'da ellerinde şapka sırf takmak için atatürk'ün gelmesini beklemiyorlardı. veya arapça çok zor latin harflerine geçelim ama hazır atatürk var o yapsın diye tembellik de etmiyorlardı. tabi burada bütün ilerlemenin bu şekilde ittire kaktıra yapılmasını savunuyor değilim, bunun sonuçları oldu. yine de kazanımlarının kayıplarından daha üstün olduğunu söyleyebilirim. eh işin alternatifi iki üç yıl sonra yunanca'ya geçişimiz idi zaten. yani atamayana atarlar durumu olacaktı. ha bunu eleştirdikten sonra bir de övünüyoruz kadınlara seçme ve seçilme hakkını çok önceden verdik diye. tabi kadınların temsilinin oran olarak pek düşük olması bir anda yapılan devrimlerin her zaman istendiği gibi tutmayabileceğine güzel bir örnek.

    cahillerin seviyesine inmem onlar benim seviyeme çıksınlar ağır ve kibirli gözüküp neresinden tutsan kötülenemeyen bir söz olmuştur. adam ben kültürlüyüm, zekiyim diğerleri cahil bok yesinler demiyor ki ben kültürlüyüm, zekiyim benim kültürsüz olmam aptal taklidi yapmam değil diğerlerinin de benim kültür düzeyime ulaşması gerekiyor diye anladım ben. bunun için yapıldı o harf devrimi, geometri kitabı vs.

    diktatörlük muhabbeti yorumlaması en zor olan şeylerden biri. diktatör denince aklımıza muz cumhuriyetlerindeki güneş gözlüklü cunta generalleri tarzı bir şey geliyor olması lazım. atatürk'ün ideallerinden pek çoğunun o dönemdeki halkımız ile pek uyuşmadığını söylersek pek yalan olmaz. hatta denildiği gibi pek çok silah arkadaşı ile bu yüzden ters düşmüştür, iş suikastlere mahkemelere vsye dek varmıştır. ne yazık ki atatürk'ün yapması gereken bazı seçimler ve onların acı sonuçları olmuştur. istediklerini gerçekleştirmiş ama kişisel olarak altında ezilebilecek acılara sebep olmuştur. dediğimi en iyi anlatacak örnek kazım karabekir'dir. kazım karabekir kendisine emredildiği gibi ordularını terhis etmemiş ve direnişe katılarak kurtuluş savaşı'nı mümkün kılmış komutandır. yalnız bundan sonra bazı devrimlere muhalefet ederek ters düşmüş, amiyane tabirle harcanmasa da uzaklaştırılmıştır. suikat iddiaları vb. olaylarla pek çok muhalefet susturulmuştur. tek parti dönemi diye bir dönem var sonuç olarak. atatürk çoğu devrimini şimşek hızıyla gerçekleştirebilmiş ama gerçek bir demokrasiyi bu şekilde oturtamamıştır. ama can dündar'ın filmde anlattığı gibi temellerini atmıştır. bunu da yapabilse atatürk'ün insan yanı diye bir şeye inanmazdım zaten. insanların kıyafetlerini, alışkanlıklarını, yazı türlerini bir anda değiştirebilirsiniz belki, ama bunlara alışılması kafa yapısının değişmesi çok daha geriden gelmektedir.

    önceki paragrafı bir toparlama, özetleme gereği duydum. atatürk'ün yaptığı bir tercihler ve vazgeçişler serisiydi. bulunduğu dönem de dikkate alınacak olursa eğer devrimler alıştıra alıştıra yapılsa bunların zaman içinde aşınma, tutmama ve hatta çarpıtılma ihtimali yüksekti. öte yandan bir anda yapıldığı için ileride bunun sonuçları olacaktı. nitekim türban muhabbeti hala devam ediyor.

    keza atatürk'ün eylemlerinin bir kısmı mutlak güç sembolü olarak görülmesine sebep olmuştur. eğer atatürk diktatörlük olarak nitelendirilen eylemlerinin bir kısmını yapmasaydı belki bugün bağımsızlığımız daha bir kağıt üstünde görünüyor olacaktı. öte yandan bunun sonucu olarak ilerleyen yıllarda atatürk'ün kendisi, devrimlerinin ve düşüncelerinin önüne geçirilmiş bir nevi afyon niyetine yutturulmaya başlanmıştır. demokrasinin temelleri atılmışsa da atatürk öldükten sonra da bitmeyen kooperatif hızında ilerlemiştir. tabi kafa yapılarından bahsetmiştik. bunun yanında da tepki olarak atatürk'ü eleştirmek adı altında giydirmek moda haline gelmiştir. yani atatürk'ün bütün hareketlerini demokrasi kapsamı içerisinde düşünmek naiflik olur ama bunları da hükmetme aşkından yapmadığı aşikar sanırım.

    kişisel olarak sonuçları korkunç. eski silah arkadaşlarının neredeyse hiçbiri ile yakınlığı kalmamış. o kadar yukarılara çıkarılmış ki neredeyse tamamen izole edilmiş. bir nevi kimsenin suçlu olmadığı ama son derece tehlikeli bir kapanın içine düşmüştür. filmde bir sahne vardı, yanındakiler atatürk'e ülkenin durumu iyi diyor ama atatürk ülke gezisine çıktığında durumun ne kadar vahim olduğunu görüyor. önce bir çöküyor sonra kendini toparlayıp kollarını sıvıyor. sonuç herhangi bir dış borç alınmadan milli gelir eskisinin iki katına çıkarılmış vs.

    bunun dışında içkiymiş, alkolikmiş peh. günde bir büyük rakı bitirdiği bir dönem olmuş olabilir. bir intihar olayının akabininde eşinizden ayrılmışsınız, pek çok dostunuzla fikir ayrılıkları yüzünden kötü bir şekilde arayı açmışsınız, kibar bir şekilde izole edilmişsiniz. bir eylem adamının canı sıkıldığında kendine yapabilecekleri açısından gayet hafif atlatılmış bir dönem diyebiliriz. bir yandan da bu dönem türk dili ve edebiyatı için büyük bir kazanç olmuştur.

    hatay olayı ile ilgili çok ilginç sahneler vardı. atatürk askeri bir müdahaleden yanaydı ama ismet inönü onu frenliyor, diplomatik yoldan halletmeye çalışıyordu. sonuçta hatay türkiye'ye dahil oldu.

    hastalık ve ölüm dönemi ile ilgili çok söylenecek bir şey yok. kuleli askeri lisesi öğrencilerinin olduğu sahne pek güzeldi. bir tek bu dönem gereksiz uzatılmıştı. genel olarak bir insanı hasta ve zayıf halinde hatırlamaktan hoşlanmam, mümkünse o anları aklıma getirmem. üstelik burada söz konusu atatürk olunca insan ayrı bir üzülüyor.

    film hakkında katıldığım tek eleştiri atatürk'ün manevi kızı tarafından yapılan neden hiç gülerken veya mutlu anlarında gösterilmediği eleştirisiydi. bu anlara yaklaşan iki sahne vardı. biri gecenin bir vakti rumeli eğlencesine katılması ve sabaha kadar dans etmesi, eğlenmesi. diğeri ise yatında kurulan salıncağın üzerine çıktığı fotoğraf. sanırım can dündar insanca yönler derken zorluklarına fazla kaptırmış kendisini, güldüğü mutlu olduğu anları unutmuş. tabi başka bir bakış açısıyla mutluluk insanüstü bir çabadır.

    --- spoiler ---

    son söz: bu filmin ilkokul çocuklarına gösterilmesi konusunda bir çekincem var. mustafa, atatürk'ün başarılarını ve meziyetlerini zaten bildiğimizi varsayarak yapılmış olan bir gösterim idi. yalnız bahsedilen çocuklar dünyaya geleli 10 sene falan anca oluyordur. mustafa onların atatürk'ü tam olarak anlamasını sağlayamaz. ya da belki yanılıyorumdur da gelecek nesil atatürk'ü bizden ve öncekilerden daha çok ve daha doğru sever.
  • filmden çıkalı 1 saat bile olmadı. öyle diken üstünde gittim ki resmen koltuğumda rahat değildim film başlamadan önce .
    yok " rezaletti, adam asan bir diktatör, dinsiz, ayyaş diye aşağılamışlardan, görüntüler berbat" a uzanan bir eleştiri skalasından nasibimi yeterince alarak yerimi aldım salonda.
    öncelikle,
    film vaadettiğini veriyor. kitaplarda anlatılan, heykellerde atının üstünde gördüğümüz, 10 kasımda siren sesiyle saygı duruşunda andığımız, anıtkabirde ziyaret ettiğimiz, sınıflarda daha küçücük bir çocukken fotoğrafı bize gülümseyen atatürk değildi filmdeki.
    ondan önce doğan abisi 3 yaşında ölen, babasız kalan, evinden ayrılan, kendine benim de çocukken yaptığım gibi çalılardan sığınak yapan küçük çocuktu. parasızlıktan yakınan, aşık olan, evlenen ve tüm naifliğiyle "koskoca orduları idare ettim, bir kadını idare edemedim" itirafını yapan bir adamdı.
    büyük bir mücadelenin önderi olan bir takımın lideri, beyni olan, bu takım tarafından öldürülmek istenince başarısının onu taşıdığı zirvede yalnız kalan bir insandı.
    arkadaşıyla kavga eden, öfkelenen, neden sonra yine kıyamayıp kardeşimsin diyen dosttu.
    hepimiz gibi yalnızlıktan sıkılan, vücudum bu kafayı taşımıyor, bunalıyorum diye içki içen, öleceği aklına gelince hüzünlenen, yüzü bulutlanan bi ademoğluydu.
    aslında filmden çıkınca şunu düşünmeden edemedim;
    1800 lü yıllarda doğan , hepimiz gibi bi insan olani etten kemikten, yoksul ve zor bi hayata gözlerini açmış bizler gibi anadolu liselerine, fransız okullarına gitmemiş, boğaziçinin festlerinde çılgın atmamış, önüne sosyal imkanlar serilmemiş bu adamdan daha ne bekliyor, ne istiyorduk?
    koskoca bir millet ve ülkeye önderlik eden, herkes ona karşıyken ayakta durabilen ve şu an koltukta kıçımızı yayıp facebookta "cnm ne seker ckmssn fotoda mujk" gibi yorumlar yaparak vakit geçirmemizi o ya da bu şekilde sağlamış ve tüm yaşadıklarının stresi, zirvede yalnızlığıyla mum gibi eriyip giden insan dan daha fazla ne bekliyorduk?
    putlaştırılmış olması, atatürk ü sevenlerin ulusalcı, ergenekoncu diye yaftalanması, şu an başımızda onu deccal olarak adlandıranların olmasına rağmen bütün yaptıklarını değiştirir mi bu?
    yapmadı sayabilir miyiz?
    ben bir kadın olarak burkayla değil de kot pantolonumla gezip, nevizadede kız arkadaşlarımla sohbet edebiliyorsam, sıradan bir ortadoğu ülkesinde yaşamıyorsam, bir adamın 4. karısı değilsem tüm bunu bana mustafa kemal e deccal diyenler mi, sözlük trolleri mi verdi?

    sonuç olarak,
    mustafa yı izledim bugün. salonumda yıllardır asılı duran fotoğrafına baktım eve gelince. bir atatürk fotoğrafı değil bir mustafa fotoğrafı, salıncağa binerken çekilmiş, çocukca, içtenlikle gülümsemiş.
    benim gibi her insan gibi aşk acısı çeken, yalnızlıktan bunalan, her çocuk gibi kendine sığınak inşaa eden, annesini özleyen, karanlıkta uyumayı sevmeyen mustafa.
    daha da çok seviyorum onu artık.
  • gugıl video'ya düşene kadar haaaaaaayyyyyyyyyyyyyatta izlemeyeceğim bu filmde en merak ettiğim şey şu: ata karanlıktan korkuyormuş ya. onu nasıl vermiş acaba? şimdi tarzından da çok emin değilim bunun. canlandırmalı belgesel gibi bir şey mi? öyleyse nasıl bir sahne yani? gözümde canlandırmaya çalışıyorum. silah arkadaşlarına açılıp anlatıyor desek, laf oraya nasıl gelecek de anlatacak?

    - paşam sizin önderliğinizde bir gece baskını ile belki düşmanı hazırlıksız yakalasak
    - olmaz.
    - niye?
    - olmaz gece. gündüze doğru.
    - paşam, zatıaliniz elbette en doğrusunu bilecekler
    - istemiyorum gece!
    - aa? tamam yapmayız gece.
    - korkuyorum diye bilhassa mı yapıyorsunuz çocuk?
    - inan valla aklıma gelmedi benim
    - tamam tamam, sana değildir kızgınlığım. olmamış, başaramamışım.
    - paşam, lütfen.
    - yok, yok, sana değil kızgınlığım benim sen kazım'la konuş. işin düşünce ara beni bir. gece harekatın olunca aramasını biliyorsun
    - aaa?

    böyle değildir sanırım. başka türlü nasıl olur? yaver'ini çağırıp karanlıkta koluna girdirterek vermiş de olamazlar o durumu. birisi gıyabında konuşsa 'iftira'ya girer, söyleyen'in başına patlar, o da olmaz. böyle aniden ışıklar kesilince 'ay!'' diye koltuktan sıçrama sahnesi gibi bir şey de değildir sanırım. ata'yı karanlıkta korkar şekilde gösteremeden karanlıktan korktuğu gerçeğini nasıl verir birinci elden bir film bilmiyorum.

    yok eğer bildiğin fotoğraf üzerine anlatıcının sesi ile veriliyorsa bu data, bu hikayeyi kim ne kadar, nasıl süslemeden ikna edici bir şekilde anlatabilir bilemiyom. birisi izah etsin mesajla.
hesabın var mı? giriş yap