• efendim, kendisi tanzimat devrinde "eskinin savunucusu" deyip geçiverdiğimiz bir şahsiyetken daima, rastladığım bir beyitinin parlaklığı karşısında hayranlıktan, şaşkınlıktan adeta donakaldım. devrinde büyük velvele kopartan "gark-ı nur" redifli gazelinin matla beyitidir o, bilhassa ikinci mısraya dikkat:

    "çok mudur mihrinden olduysa süveyda gark-ı nur
    sen kesildim ben, ne var olsam serâpâ gark-ı nur"

    aşkın tarifini "sen kesilmek" diye yapmış; bu yeni bence devrine göre. bir tür "fenâ" hali. tasavvufî göndermelerden tut da kadim filozofların yansıtma teorilerine kadar her şey sıkışmış bu "sen kesilmek"in içine. ben sen oldum, sen ben artık, diyor. zamirler uçuşmuş.
    hay canına rahmet...
  • kendisinin 44 yaşında rahmetli olmasının ardından ali ekrem hakkında şöyle yazar:

    yine bir kevkeb ufûl eyleyerek
    oldu muzlim edebin minhacı
    geldi bir devre-i matem şiire
    irtihal etti muallim naci
  • muallim naci'nin genç yaşta ölümünü hazin bulurum, neden bilmem fazla tanımadığım bu tanzimat âlimini sebepsizce severim. kütüphanesinin akıbeti ve içeriği ayrıca ailesi hakkında bilgiler veren bir yazıyı buraya bırakayım:

    --- alıntı ---

    muallim naci hem muallim hem de şairliğiyle bilinen bir kişi. ayrıca hattat. ahmet midhat efendi kütüphanesinin sürüklendiği maceraları belirlemeye çalışırken, orada, dikkat çekici bir cümleye de ulaşmıştım. naci ölünce, kitapları ahmet midhat efendi tarafından alınıp kendi kütüphanesine dahil edilmişti. böylece bir tarihten sonra, naci’nin kitapları midhat efendi kütüphanesiyle aynı kaderi paylaşmıştı. (onun hazin hikâyesini daha önce yazmıştım).

    acaba naci’nin kütüphanesini oluşturan kitaplar nelerdi? bu tür sorulara cevap vermek kolay değildir. hele aile tarafından elden çıkarılan ve parça parça satılan bir kütüphane için. ola ki bir kayıt size yardım ede.

    mayıs ayında, bir dergide (türk edebiyatı) talip mert o belgeyi yayımladı. muallim naci’nin arşivde belirlediği terekesini. tutulan kayıtlar içinde ev ve özel eşyaları yanında, şairin sahip olduğu kitap varlığı da görünüyor.

    muallim naci’nin ahmet midhat’la yakınlığı malum. önce babıâli’de gazetecilik ve yazı faaliyetleri onları birleştiriyor. ardından ahmet midhat, naci’yi kendine damat ediniyor. bunların hikayesi uzun. beykoz üzerine yazdığım kitapta yıllar önce kayda geçmiştim. burada onlara giremem. ancak şu bilgileri konumuzla ilgisi bakımından belirteyim: 1884 yılında, muallim naci, midhat efendi’nin en büyük kızı mediha hanımla evlendiğinde 35 yaşındaydı. midhat efendi ise damadından beş yaş büyüktü (40). gelin hanım 15’ini sürüyordu henüz. bu evlilik dokuz yıl sürmüş, naci ile mediha hanımın fatma nigâr adı verilen bir kızları dünyaya gelmiştir.

    yaklaşım farklılıkları

    naci ailesi bir müddet beykoz’da kaldıktan sonra fatih cibali’deki kendi evlerine taşınmıştı. buna, naci’yle ahmet midhat arasında gazetede bazı yaklaşım farklılıkları sebebiyle yaşanan tatsız olaylar sebep olmuştu. iş hayatındaki olaylar aile ilişkilerine bu şekilde yansırken onlar yine de ilişkiyi tamamen koparmamış görüşmeye devam etmişlerdir.

    1893 yılı ramazan ayında bazı olağanüstü durumlar yaşanır. ahmet midhat, bir gece rüyasında siyah elbiseli bir adam görür. adam, beykoz’daki çiftliğe kadar gelmiş, efendi’ye, beni buraya damadınız naci bey gönderdi, çok acele ailecek sizi çağırıyor, der. efendi bu rüyadan ter içinde uyanır. ertesi günü öküz arabalarını koşturur. bütün ailesiyle ilk vapurla istanbul’a iner. naci’nin fatih’deki evine varırlar. naci’yi sağlıklı ve neşeli bulunca hepsi sevinir. ahmet midhat kendi kendine, “fesuphanallah, ben rüya-yı kâzip [yalan, aldatıcı rüya] görmem ama bu ne hikmettir?” diye mırıldanır.

    ahmet midhat efendi, aile efradını geri beykoz’a gönderse bile kendisi ramazan’ı onlarla geçirmek üzere kızı ve damadının yanında kalır. bir süre naci’yle fransızca çalışırlar, fikri sohbetlerde bulunurlar. günler böyle geçip giderken naci rahatsızlanır. ramazan’ın sonlarına doğru hastalığı artar. başucunda göz yaşı döken sevgili karısı mediha hanım’a âl-i imran suresinin 185. âyetini okur. onu teselli etmeye çalışır: “her can ölümü tadıcıdır. ecirlerinizin karşılıkları mutlaka kıyamet günü tastamam verilecektir. o vakit kim ateşten uzklaştırılıp cennet’e sokulsa artık o muhakkak muradına ermiş olur. bu dünya hayatı aldanma metaından başka bir şey değildir.” bu âyeti okuduktan sonra da “ehl-i islâm’ın mevtten havf etmiyecek [ölümden korkmayacak] kadar kalplerinde iman kuvveti mevcuttur” diye ekler.

    bir ramazan gün

    ertesi günü doktor getirilir. onun verdiği ilaçları alıp istirahata çekilir. gün içinde ağabeyi mehmet salim efendi’yi çağırtıp ona ‘bazı umûr-ı beytiyenin tesviyesini ihtar” eyler. ikindiye doğru vücudundaki üşüme ve gevşeklik hissiyle uyur. iftara yakın, midhat efendi damadını çağırması için kızını, üst kattaki odaya gönderir. bir süre sonra mediha hanım’ın “âvâze-i canhıraş” ile feryadı duyulur. naci, uyku arasında geçirdiği bir kalpl kriziyle “teslim-i ruh” eylemiştir. tarih 25 ramazan 1310. şu anda 1440 yılı ramazan’ı içinde olduğumuza göre bundan tam 130 “ay yılı” önce.

    tereke kayıtlarındaki kitaplar

    tekrar tereke kayıtlarındaki kitaplara dönelim. kitaplar, bu listede sadece isim ve cilt sayısıyla belirtilmiş. onları harf sırasıyla tekrar düzenleyip hangi yazar ve şairlere ait hangi baskılar olduğunu belirlemeye çalıştım. kendi kitapları hariç, yüz kırk kadar eser çıktı ortaya. bazıları bir ciltten fazla, beş-altı cilt olanlar var. buna göre, naci kütüphanesini yaklaşık 300-400 cilt olarak belirleyebiliriz. bunların çoğu kaynak niteliği taşıyan eserler, sözlükler, ansiklopediler. döneminin edip ve şairlerine ait hikâye, şiir, tiyatro eserleri yok. onları evindeki bu araştırma kütüphanesinin dışında mı tutmuştu. bilmiyoruz.

    kitaplar içinde kâtip çelebi’ye ait cihannümâ ve takvimü’l-tevârih, naimâ tarihi ve tarih-i subhi gibi birkaç müteferrika baskısı eser bulunmaktadır. ayrıca belirtelim ki bunların dışında da tarih kitapları ağırlıktadır: afgan tarihi, asım tarihi, enbiya tarihi (?), endülüs tarihi (ziya paşa), feridun bey münşeâtı, fezleke-i kâtip çelebi, hayrullah efendi tarihi, gülşen-i hülefa (bağdat tarihi), letaif-i enderun (hafız hızır ilyas ağa), lütfi tarihi, solakzade, şanizâde, taberî, tacü’t-tevârih (hoca saadettin efendi), tarih-i âli, tarih-i atâ, tarih-i cevdet, tarih-i izzi, tarih-i mufassal, peçevî tarihi, tarih-i şükrü (?), tarih-i umumi, tarih-i vâsıf.. islam kılasikleri başlığı altında toplayabileceğimiz eserler: ahlâk-ı alaiye, bostan-ı sudi, hafız divanı, hayatü’l-hayvan, hayyam (fransızca), hümayunnâme, makamât-ı hariri, mesnevî şerhi, mektubât-ı imâm-ı rabbanî, rübaiyyât, rübaiyyât-ı hayyam… ansiklopedi, sözlük, terâcim-i ahval, antoloji gibi kaynak kitaplar: burhân-ı kaatı’, burhân-ı galatât, durûb-ı emsâl, emsâl, hadikatü’-cevâmi (ayvansarayî), harâbât (ziya paşa), kaamus-ı arabî, kainât (ahmet midhat efendi), kamus (el-okyanus, çev.: mütercim âsım), kamusü’l-alâm (şemseddin sami), kısâs-ı enbiya (ahmed cevdet paşa), lehçe-i osmaniye (ahmet vefik paşa), mecmeu’l-füsehâ, meşahür’ün-nisâ, meşâirü’l-uşşak, sefine-i mevleviyye, sefine-i râgıp, sefinetü’ş-şuarâ, tabakâtü’l-etibba, tezkire-i fatin… islami ilimler: buhâri, buhâri şerhi, fıkhu’l-ekber, kadılı tefsir (?), keşşaf, mevahib-i ledünniye, tefsir-i celaleyn.. bunlara el-kavlü’l-ceyyid, kafiye şerhi gibi eserleri de ekleyebilirz. bir de bazı fazla öne çıkmamış divanlar vardır bu kütüphanede: divân-ı hüseyn, divân-ı hüsrev, hayrî divanı, kani divanı, sâib divanı, vasıf diânı…

    muhtelif eşyaları var

    talip mert’in yayımladığı belgeye göre, naci’den geriye kalan “muhtelif eşya”sı arasında “yün döşek, şilte, yastık, yorgan, ot minder, camlı dolap, tahta masa, bazı levhalar, sandalye, yazıhane, döğme yazı hokkası, nemse-kâri saat, dama tahtası, çubuk, haydâri, setri pantolon, yelek, eldiven, resim tahtası, koltuk, askı, yazı kalıbı, nühas ve saç mangal, tencere, kazgan (kazan), süzgü, tepsi, leğen, dolap, sahan, kuşhane, bakraç, çamaşır leğeni, bardak sürahi ve bir altın saat…” bulunmaktadır. (muallim naci’ye, türkçe’ye hizmetleri dolayısıyla 1889’da stockholm’de toplanan vııı. müsteşrikler kongresi’nde bir altın madalya verilmesi kararlaştırılmıştı. bu altın saat o muydu acaba?)

    bu eşya, onun sahip olduğu dünya malının mütevazı toplamıdır. ayrıca onlara bakarak şairin bazı ilgileri hakkında bilgi sahibi oluyoruz. hokka ve yazıhane onun şairliği ve yazı hayatını, levhalar hattatlığını, dama ise işin oyun ve vakit geçirme yönlerini temsil etmektedir.

    terekede, tüm bunlar listelenip fiyatlandırdıktan sonra vâris olarak üç isim zikredilir. muallim naci’nin yirmi dört yaşında dul kalan sevgili eşi mediha hanım, o sıralar henüz dört yaşlarında olan kızları fatma nigâr ve ağabeyi mehmed salim efendi. ahmet midhat, muallim’in ölümünden sonra kızı ve torununu beykoz’a yanına almış, küçük fatma nigâr, uzun süre dedesini babası olarak bilmiştir.

    muallim naci ailesi bugün fatma nigâr hanımdan devam etmektedir. musıki ahmet midhat ailesinde bir gelenek gibi sürmüştür. içlerinde bu konuda en fazla öne çıkmış isim fatma nigâr hanım’dır. besteleri de bulunmaktadır. bu hanımefendinin dr. galip beyle evliliklerinden olan şirzad bey’in eşi ve iki kız bir erkek evladı hayattadır. on yıl önce rahmetli ohan okay’la ziyaretine gittiğimiz terhan hanım -bu ziyaretin gününde tutulan notları tanıdığım orhan okay kitabımın sonundadır- kayınvalidesinden kalan piyanoyu bize göstermişti. fatma nigâr hanım oğluna, dedesi ahmet midhat’ın roman kahramanlarından birinin adını verdiği gibi (şirzâd), onlar da çocuklarına naci, fatma nigâr ve fatma leyla adlarını vererek aile geleneğini sürdürmüşler.

    bir ramazan gününde -belki de bir kadir gecesinde- hayata gözlerini kapayan muallim naci’ye ve geçtiğimiz hafta vefat eden gelini terhan ulusoy’a allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum.
    --- alıntı ---
  • resminin altına şu anlamlı sözleri yazmıştır:

    mudhikat-ı dehre ben
    ölsem de tasvirim güler
  • ben ne mesihi ve mesiha-demim,
    zevki hakikatte arar ademim

    beytini yazmıştır.
  • i. meşrutiyet devrinde yazdığı meşhur bir hicvi şöyledir:

    keşf-i makusunu tevil edemezsin şeyhim
    böyle mağlup olur elbette muzaffer dediğin

    "beni tasdik edin evlat" diyorsun amma
    bakalım doğru mu ey söz ebesi her dediğin

    toplanıp ehli heva her biri bir saz çalar
    çelebi, böyle olur bizde de konser dediğin
  • arz-ı ta'zim eylemez mi âlem-i imkan sana
    arz-ı ta'zim etti azîmüş-şan sana

    nur imandır nücûmundan demâdem berk uran
    âsmân etmiş hezârân kalb ile iman sana

    fazl-ı bî-pâyânın burhânı bî-pâyânı var
    var mı ulviyyat içinde olmayan burhan sana

    hüsn-i kur-anı görür insân olur hayran sana
    dest-i kudretle yazılmış hilyedir kuran sana

    dil esîrin olduğu günden beri âzâdedir
    mâsvâya bağlanır mı bağlayan vicdan sana

    böyle bir naat-ı şerifi yazmış şair.
  • yasadigi dönemin en güçlü edebiyatcilarindan biridir. genel kaninin aksine kendisi eskinin savunucusu değildir sadece yeniliklerin hızlı bir şekilde olmasından yana değildir. recaizade mahmut ekrem ile beraber ilginç birkaç anısı vardır.
  • "ben ne yazdım, sen ne fehm ettin, garip efsanedir."
  • tevfik fikret'in hocalığını da yapmış şair. fikret kendisini şöyle anlatıyor:

    ''recaizade ekrem, edebiyat hocamız olmuştu. bizde memnuniyete nihayet yoktu. ekrem, saçını, sakalını tarayışı, oturuşu, kalkışı, selam verişi ile canlı bir edebiyat muallimi idi... yerine naci efendi tayin edildi. hiç unutmam, ilk derse geldiği gündü. boyunbağı bir tarafı gitmiş, ceket yerine giydiği sof birkaç renk olmuş, sakalı bıyığına karışmış, geniş bir gülümseme ile kapıdan girince soğuk bir duş yapmıştık... naci efendi derslerini uzun kağıtlara yazar, sınıfta bizlere yazdırır, matbaada mürettiplere dizdirirdi. edebiyat dersleri, imla ve ezber dersleri olmuştu. bazen fazla neşelenir, başını kaşır, bir beyit söyler, sonra da ağzını kulaklarına kadar açan bir gülüşle 'hoş düştü' diyerek kendi kendini beğenirdi.''

    (mehmet kaplan, tevfik fikret/devir, şahsiyet, eser, s. 64)
hesabın var mı? giriş yap