• (bkz: adolfo bioy casares)’in 1940 yılında ilk defa yayınlanmış olan ve hala bilimkurgu alanında etkilerini sürdüren, (bkz: borges)’in favori üç eseri arasında yer alan, arjantin edebiyatının çok önemli eseridir.

    bir ada..

    gelenlerin öleceği söylentisi yayılmış olan, gel-gitlerin etkisinde, çift güneşin doğduğu, müze-kilise-havuz üçlüsünden oluşan ama insanlardan arınmış bir ada...

    robinson crusoe misali kendine bu adada tek başına bir hayat kuran, siyasi görüşü sebebiyle ölüme mahkum edildiği için polislerden kaçan bir adam...

    insan, sonsuz bir zamanda, kendisi için yaratılmış bir cennette, kısa bir zamanda çekilmiş güzel anlardan oluşan bir hayat döngüsünü mü seçmeli yoksa sonrası belli olmayan, kısıtlı ama her anın yepyeni olacağını bildiği bir doğrusal ömrü mü?

    bilimadamı morel, seçtiği arkadaş grubunun haberi olmaksızın yaptığı bir deneysel çalışma ile sevdiği ama sevilmediği kadının da içinde bulunduğu bir haftalık tatili makineler yardımıyla kaydederek bir sonsuz döngüye sokuyor bu kimsenin var olmadığı ve burada olmaktan korktuğu adada. aşkına sahip olamasa da onunla sonsuza kadar var olacağını bilmenin huzuruna kapılıyor. aşk da bir ilüzyon değil mi zaten? platonik bir aşık! tıpkı adada olanları çözümleyen ve morel’le aynı kadına aşık olan adam gibi. bir hayalete aşık olan adamın da bu kadının ölmüş olma ihtimalinin yüksekliğine dayanarak kendisini de kayıtlara dahil etmesi ile morel’in platonik aşıkların simgesi olduğunu görüyoruz.

    varoluşumuzun sebebi nedir? umut? aşk? mutluluk beklentisi? merak? ihtimal?... bir şans verilse en mutlu olduğumuz anı dondurup bu anın döngüsünde sıkışmak pahasına hayatımızdan, ruhumuzdan vazgeçer miydik? varoluş bilinci değil ama bedeni bir anlık bilince hapsedersek de devam eder mi? yazar, bilimkurgu tarzında anlattığı kitapta bu sorularla okurun zihninde soru işaretleri yaratarak bir sorgulama sürecini başlatıyor.

    ya herkes morel misali, makine kullanmaksızın, hayatının bir anını kaydedip, bu anlara sığınıp özünde bu döngüyü tekrarlarken mekanik tarafıyla da gündelik hayatını yaşıyor görünüyorsa? hepimiz, mutlu anlar biriktirmeye çalışmıyor muyuz aslında? yaşlı insanlar, makineyi çalıştırıp anılarında mutlu olmaya çalışarak yaşarken bunu yapmaya çabalıyorlar aslında.

    yaşadığımız hayatın, kaydedilmiş bir ilüzyon olmadığı ne malum! cennet, dünyada yaşadığımız ve “keşke şu an zaman dursa da hep bu anın güzelliğinde kalsam!” dediğimiz anları yaşadığımız bir yerse...

    kitaba damgasını vuran şu harika parçalara değinmemek olmaz:

    valencia

    tea for two
  • morel’in edebiyatının tatsız, teknik sözcükler bakımından zengin olduğuna, boşu boşuna söylevci bir biçim aradığına değinmiştim. söz gösteriş düşkünlüğüne geldiğinde bizimki tek başına arzı endam ediyordu:
    “yaşamın böylesine mekanik ve yapma bir kopya yöntemini kabul etmek size güç mü geliyor? anımsayınız ki, bizim görme yeteneksizliğimiz içinde hokkabazın hareketleri sihir olup çıkıyor.
    “canlı kopyalar yapmak için bana canlı vericiler gerek. ben yaşamı yaratmıyorum.
    “bir plakta için için duran şeyi, bir düğme çevrilip de fonograf işlemeye başladığı zaman ortaya çıkan şeyi yaşam diye adlandırmak gerekmez mi? çinli mandarinlerin öyküsünde olduğu gibi, bütün yaşamların, bilinmeyen kişilerin basabilecekleri düğmelere bağlı olduğu olgusu üzerinde ısrar mı edeceğim? ve siz kendiniz, insanların yazgısını sorgulamadınız mı, eski soruları kurcalamadınız mı: nereye gidiyoruz? işitilmeyen müziklerin plakta durması misali tanrı bizi doğurtuncaya kadar nerede kalıyoruz? insanların yazgısıyla görüntüler arasında bir koşutluk görmüyor musunuz?
    “görüntülerimin bir ruhu olduğunu kabul eden varsayım, makinemin verici insanlar, hayvanlar ve bitkiler üzerindeki etkisiyle doğrulanmış görünüyor.
    “bu sonuçları, pek çok küçük başarısızlıklara uğrayarak aldığım doğrudur. ilk denemelerimi schwachter fabrikası’nın çalışanları üzerinde yaptığımı anımsıyorum. onları uyarmadan makineleri çalıştırıyordum ve çalışırlarken kaydediyordum. ancak, alıcıda hâlâ bazı eksiklikler vardı: örneğin, bazı durumlarda görüntü, dokunma direnciyle rastlaşmıyordu; bazen hatalar uzmanlaşmamış tanıklar için ayırt edilemezdir; başka durumlarda ise sapma önemlidir.”
  • çalışmasına engel olmuyorum, elin kaybolmasını istemiyorum; bir bakıma ilgi çekici olan görünüşü çok da tatsız değil.
    bir öyküde bu el, kahraman için korkunç bir tehdit olurdu. gerçekte ne kötülük yapabilir ki?
    bitkisel vericiler -yapraklar, çiçekler- beş altı saat sonra öldüler; kurbağalar on beş saat sonra.
    kopyalar bozulmadan yaşamı sürdürüyorlar.
    artık gerçek sineklerle yapaylarını birbirlerinden ayırt edemiyorum.
    çiçekler ve yapraklar belki susuz kaldılar; kurbağalara yiyecek vermedim; ortam değişikliğinden onlar da acı çekmiş olmalılar.
    el üzerindeki etkilere gelince, öyle sanıyorum ki elin kendisinden çok makinenin bende yarattığı korkular neden oldu bu etkilere. hafif ama sürekli bir tahriş hissediyorum. derinin bir kısmı düştü. dün akşam endişeliydim. elimde korkunç değişiklikler olacağını önceden hissediyordum. rüyamda onu kaşıdığımı ve kolayca soyulduğunu gördüm. anlaşılan zarar verebilmiştim ona.
    fazla bir gün dayanılmaz olacak.
  • aşk uğruna yitip giden , duygularına yenik düşen , yapılabilecek en büyük buluşlardan birinin hayalini , kendisine yardım edilmesi ve aşkına ulaştırılması için kuran bir kişinin kafasından geçenlerdir. pek de beğendiğimi söyleyemem.
  • gece yayınları. 1990 tarihli. birinci baskı.
  • bu okuduğum neydi böyle ya?? konunun özgünlüğü mü desem, kurgunun kusursuzluğu mu desem, daha da ötesi adamın bu kitabı 1940’lı yollarda yazmış olması mı desem? övülmesi gereken çook şeyi var kitabın. kısacası aşırı iyi. okuyun okutun bu şaheseri.
hesabın var mı? giriş yap