• çok iddialı olacağım, gelmiş geçmiş en iyi gerilim filmidir.

    onlarcasını izledim bu türde, böylesini görmedim.
  • --- spoiler ---

    paul karakteri bu filmde o kadar darda ki, ayakları patatese dönmüş garibin, kafasını kaldırıp bakamıyor falan. annie'nin zoruyla yazmaya başladığı "misery'nin dönüşü" isimli romanı çok usturuplu kotarmak durumunda. bir yandan "bir numaralı hayranı"nın onayını alması gerekiyor, bir yandan da yazarlık dehasını gösterip romandaki heyecan dozunu kademeli olarak artırması lazım. ve tıpkı şehrazat'ın her şafakta kellesi uçmasın diye anlattığı masalları en heyecanlı yerinde kesmesi gibi paul'ün de annie'yi meraktan çıldırtmak için romanın çözümünü** son sayfaya bıraktığını görüyoruz.

    zavallı paul'ün evde gezintiye çıkmışken bulduğu "memory lane" kapaklı kırmızı defteri eline almasıyla başlayan sahneyi de es geçmek mümkün değil. 1,5 dakika boyunca aslında görüp gördüğümüz, paul sayfaları çevirdikçe değişip duran haber küpürleri: vefakat, hasiktir, hepsini bu kadın mı öldürmüş şimdi?? babası, hemşirelik okulundaki sınıf arkadaşı, (aralarda başarılı hemşirelik haberleri), komadaki bir hasta, beş haftalık bir bebek, bir bebek daha (müzik yüksel), bir iki domuz resmi ve "hemşire sorgulandı" haberi, daha çok ölü bebek, (müzik artık sinir boz), ve "dragon lady parmaklıklar ardında"..
    paul'ün defteri bıraktığı gibi gerisin geriye odasına bir tekerlek çevirişi var.. hhahaha

    --- spoiler ---
  • kitabi ve filmi ayri birer harika, hatta kitap muhtesem.

    aradaki farklar söyle:

    spoiler--------------

    filmde annie daha yumusak, kitapta ilk sahnede belli ediyor manyakligini ve paul u birakmiyacagini

    filmde annie sinirlenip paul un yarali bacaklarinin üstüne atiyor kagit kolilerini
    kitapta yumrukluyordu agriyan dizini ve gidiyor, üstelik 50 saate askin bir süre eve dönmüyor. bu sürecte paul aclik, agri ve susuzluk la karsi karsiya kaliyor, kendi idrarini icmek zorunda kaliyor.

    filmde paul un ayak bileklerini balyozla kiriyor
    kitapta paul un bir ayagini bileginden baltayla kesiyor, sonrada atesle yakarak kapatiyor ayagindan ayrilmis kismi, bir süre sonra paul dan kitabin sonunu ögrenmek istiyor. paul kitapta kendini sherazade olarak tanimliyor ve sonunu söylemek ölümü olacagini biliyor, bu yüzden sonunu bilmedigini söyleyemeyecegini söylüyor. annie sol elinin bas parmagini mutfaktaki elektrikli testeresiyle kesiyor.

    kitapta annie bir kac defa "gülme tepesi" dedigi yere gidip uzunca süre orda kaliyor
    kitapta eve yerlestirdigi bantli killarinin kopmasi sonucu anliyor paul un gittigini ve kötürüm paul un ikinci kata ve hatta hayvanlarin agirina ciktigini bildigini iddia ediyor
    kitapta annie nin borderline sosyopat (tam terimi unuttum) oldugunun teshisini koyabiliyor paul.

    filmde paul romani yakiyor
    kitapta paul misery nin dönüsü kitabini yataginin altina sakliyor ve manuskript e benzettigi kagitlari yakiyor.

    filmde serifin sahneleri gösteriliyor, paul u arayisi, annie yi arastirmasi vs. sonra annie nin evine gelip paul un orda oldugunu fark edince, annie onu arkadan tüfekle vuruyor.
    kitapta bir polis ihtar mektubu icin ugruyor annie ye, kitap sadece paul un görebildiklerinden kaynaklaniyor, ne menejeri ne polisler in ne yaptigini bilmiyoruz. paul annie nin ani defterinde paul un arandigini gazete ilanindan anliyor. bir kac ay sonra paul icin ilk gelen polisi paul camindan görüyor ve kültabakasini cama firlatiyor, cam kiriliyor ve hapis oldugunu söylüyor polis e, polis neyin ne olmadigini anlamaya calisirken (bir elindeki resme bakiyor bir paul e) o arada annie cim bicme traktörüyle geliyor, elindeki koca ahsap hac i polis in sirtina geciriyor, sonra karnina sapliyor, sonrada polisi cim bicme traktörüyle eziyor.

    filmde hic gecmeyen annie nin bir kac gün evden ayrildigi günlerde, agirdaki hayvanlarin acliktan süründükleri anlatiliyor ve inekleri de böylece ölüyor. ölen inegini gömüyor ve mezara diktigi hac la da yukarda anlattigim polisi hakliyor.

    kitapta annie bir psikopat ve paul da zamanla ilaclara bagimli bir psikopata dönüsüyor. ilk polisi ortadan kaldiran annie, ikinci sefer gelen iki polisi de paul ses cikarirsa öldürecegini söylüyor ve paul u odasinda birakiyor. paul istese yine ses cikarabilir, ama korkusundan yapamiyor.

    bunun gibi daha aklima gelirse yazarim

    spoiler bitti---------------------------
  • saplantı nedir diye sorana, "aha budur" diye örnek gösterilebilecek, gayet başarılı bulduğum film. kathy bates'in oyunculuğu muhteşemdir ve fazlasıyla korkutucudur, geçirdiği kaza sonucu geçici de olsa yürüyemeyen ve "en büyük hayranı" olan annie'ye mahkum olan yazar paul sheldon'ın yaşadığı çaresizlik, "bu kadın manyağın teki, suyuna gideyim yoksa beni kıtır kıtır keser" düşüncesi aynen izleyici hissettirilebilmiştir.
  • uzun zamandır (shining'den bu yana) bu kadar güzel bi "eve tıkıldık ve yanımda bir deli var" filmi daha izlememiştim. olaylar müthiş ilerliyor her şey çok güzel, ah bi de o şerif'in anlam veremediğim ön sezisi olmasa film kusursuz sayılacak güzellikte. şerif ögesini tümden kaldırsalar olurmuş filmden hatta, çok eğreti duruyor. spoiler vermeyeyim diyorum burda da olmayacak ön sezi var adamda öyle diyim. aha bir dal kırılmış burdan bir otomobil aşağı yuvarlanmış olabilir... ne içtiysen aynısından iki duble.
  • 1990 yapımı rob reiner filmidir ve "şöyle gerildik, şuna gıcık olduk," gibi yorumlardan ziyade iyi bir okumayı hak etmektedir. hayatla, sistemle ilgili soruları ve sorgulamaları olan insanların mutlaka izlemesini öneriyorum ve ekliyorum: izleyip gelin. evet, başlayalım.

    --- spoiler ---

    bu filme bakışımız "kurtarıcıyı bekleme" mefhumu üzerinden olmalıdır değerli dostlar. filme konu olan kitabı okumuş bazı arkadaşlar filmle kitap arasındaki farkları yazmışlar, söz konusu farklar tam da yönetmenin kitabı alıp doğrudan film olarak uyarlamamasından, filmin bir derdinin olmasından kaynaklanmaktadır. işte bu dert insanı bazen doğumdan ölene, bazen de belirsiz aralıklarla esir alan "kurtarıcı bekleme" mefhumudur. nedir? özelikle ilk gençlikte insan hem ağzı açık ayran budalasıdır hem de budalalığının gücü oranında burnu bir karış havada takılmaktadır. hayat daha yeni başlıyordur ve ileride her şey yoluna girecektir. geleceği düşünmek gereksizdir, ona daha zaman vardır. açıkçası bu tavırda bence bir sakınca yok. yıllardır söylediğim gibi, gençliğini harcama diyen insanlara verilecek tek cevap şu olmalı: gençlik harcamak için vardır. güzel. ancak burada bir tuzak da var. onu teşhis etmek durumundayız. o tuzağı şöyle ifade edebilirim sizlere: henüz geleceği düşünmek için erken diyen ve ona göre yaşayan insan "ileride ne olacak?" gibi bir soru sorduğunda belki fark ederek, belki de fark etmeyerek hep bir "kurtarıcıyı" düşünür. bir anda her şey değişecektir ona göre. atıyorum bir anda zengin olacaktır. piyango ona vuracaktır. yahut bir kadınsa bu genç insan, bir anda beyaz atlı prensi ortaya çıkacak ve onu başka bir hayata taşıyacaktır. "yoo hiç de öyle bir şey yok" diyebilirsiniz ama çok uzağa gitmeden türkiye'nin bugünkü hâlinden rahatsız olan insanların psikolojilerine eğilelim: ne yapıyorlar? devran dönecek diyorlar. elbette dönecek ama bu insanlar bir kurtarıcı bekleyerek söylüyorlar bunu aslında. bir anda devran dönecek ve "sıra bizde" diyecekler. devranı onlar döndürmeyecek. biri çıkacak ortaya ve devran dönecek. muhalefetin yerel seçimlerdeki başarısının ardından yıldızı parlayan belediye başkanlarına yine muhalif seçmenler olarak hepimizin sarılma hâli bundan işte. içten içe bir kurtarıcı beklediğimiz için biz aslında "bizi kim kurtarabilir?" seçimi yapıyoruz. sürecin aktörü olmak gibi bir ufkumuz yok. işte gençken de hayat karşısında böyledir insan. bir gün her şeyin değişeceğini düşünür, devranın döneceğini ve bunun derininde bir kurtarıcı bekleme sorunu vardır. kurtarıcının kimliğinin ve ne olduğunun değişkenlik arz ettiğini de belirtip filme geçeceğim: bir insan "memur olduğumda konu kapanacak" diyorsa, memuriyet o insan için kurtarıcıdır, memuriyet gelecek ve her şey yoluna girecektir. evlendiğim gün hayatım değişecek diyen birisi için evliliktir kurtarıcı. konumuz açısından düşünüldüğünde, torpil bulan ve memur olabilen insan için kurtarıcı o torpili kimse odur. evlenen kişi içinse karısıdır/kocasıdır o kurtarıcı. evet, şimdi filme geçelim.

    filmde ne oluyor? paul sheldon düştüğü bok çukurundan bir gün ne de olsa çıkacağına inanıyor. insanı acı acı gülümseten bir iyimserlik var havada. jestler falan: "kitabımı sadece editörüm ve hayatımı kurtaran kadın okuyabilir" diyor annie'ye. şu sheldon'a bakın lan. bu, başına neyin geldiğini henüz algılayamayan insanın neşesidir, ilk gençliğimizdeki hâlimiz budur işte. sonra süreç ilerliyor ve karı, yani annie tam bir manyak çıkıyor amına koyim. sheldon olaya yavaş yavaş uyanıyor. bu, içine doğduğu sistemin ne olduğunu yavaş yavaş anlayan insanın dehşetidir. o andan itibaren insan kıpırdanmaya başlar ve şunu söyler: ben bu sistemin çarklısı olmayacağım. öyle mi genç dostum? dur, daha yeni başlıyoruz. filmde de işler işte böyle yavaş yavaş anlaşılıyor. sheldon, pencereden dışarı bakıyor umutsuzca, bu bir kurtarıcı bekleyen insanın bakışıdır. birilerinin onu bulacağına inanıyor içten içe. sonra kadının ona verdiği hapları saklıyor, o hapların onu yeni sisteme adapte eden uyuşturucular olduğunu düşünüyor. gerçek hayattaki karşılığı şudur bunun: "kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar!" yönetmenin gözlere soktuğu hap detayının anlamı buradadır. sonra sheldon kadının karargâhına girer ve orada kullandığı haplarla birlikte bir sürü ilacın depolanmış olduğunu görür. yani onu uyuşturacak şeyler sonsuzdur. kendisini bu sistemden, yani rehin hayatından kurtaracak planlar yapmaya başlar ardından. çaresizce materyal aramaktadır. diğer yandan sistemle iyi geçinmek zorundadır, yoksa ölür. biz de ne yapıyoruz? "o büyük gün" gelene kadar işte okulsa okul, işse iş amına koyim diyoruz. sistemle iyi geçiniyoruz yani. sisteme şirin gözüküyoruz. hiç kimse sizin yapacağınız işi sikerim diyerek sokaklarda "vandallık" yapmıyor. üniversite sınavına girdiği sınıftaki sıraların üzerine işemiyor. her gün sabah sekizde kalkıp akşam dokuzda eve geldiği bir hayata isyan etmiyor. bir gün her şey değişecek, yani kurtarıcı gelecek umudu var çünkü. bunu şöyle bir örnek üzerinden daha iyi anlatabilirim: belli bir yaşa gelmiş insan, eğer bilinçli ise, sürekli ama sürekli plan yapar. hayat şartları onu istemediği şeylere zorlamaktadır. o da bu şartlardan kurtulmak için plan yapıp durur. para biriktirmeye çalışır. birileriyle ya da bir şeylerle bağlantı kurmaya çalışır. bunların hepsi bulunduğu yerden çıkıp kurtulma arzusundan kaynaklanır. sheldon da bunu yapıyor ama hepimizde olduğu gibi onda da bir kurtarıcı bekleme hâli var. örneğin bir sahnede helikopter görüp heyecanlanıyor. "lan yoksa?" oluyor. sonrası hüsran tabii. mecburen kendi planlarını yapmaya devam ediyor.

    kurtarıcı var mı peki? evet, aslında var. bu işe soyunan tipler var hayatta. filmdeki şerif onlardan birisi. olayın peşine düşüyor. sonunda sheldon'ı buluyor ve onunla göz göze geliyor. ama o da ne? hepimizi korkutan bir tüfek ateşleniyor, annie kaltağı şerifi öldürüyor. bu, o tek kurtarıcının da ölümüdür. sheldon için artık niçece bir tavırla şunu diyebiliriz: "tanrı öldü." tanrıyı ya da kurtarıcıyı bekleyen insanın alıp alabileceği en büyük şey işte budur: kurtarıcısını tanımak, o kadar. sadece tanırsın ve sonra onun seni kurtaramayacağını anlarsın. yani kurtarıcı olayı bir illüzyondur aslında. var gibi gözükmektedir ama iş eyleme, gerçeklere geldiğinde o kurtarıcıdan beklediğinle ondan alabildiğin şeyler arasında bir uçurum bulursun. örneğin biz "cumhuriyet'in ilk günlerine" 2020 yılından bakarak konuşuyoruz. bize harika gözüküyor. bunu bir de o dönemde yaşayanlara sormanız lazım. bu, kemal paşa ve ekibini kötülemek değildir. bu, her kurtarıcının bir sınırının olduğu gerçeğidir. sizin kurtarıcıdan beklediğinizle ondan alabileceğiniz şeyler asla aynı olmayacaktır yani. her neyse. sheldon da kurtarıcı şerif'le sadece bakışabildi. sonra tanrı öldü. filmin kurgusu harika gerçekten: şerif'in kilit rolüne dikkat edin, diğer tüm yetkililer için konu kapanmışken sadece işin peşine düşen kişiydi şerif. tek umuttu yani. ölen şey işte buydu ve sheldon bilmese de izleyiciler olarak biz adamın artık hiçbir şansının kalmadığını biliyorduk. sheldon'ı kurtarsa kurtarsa şerif kurtarırdı ve o da ölmüştü. türkiye'deki "aydın ölümleri"ne düşünebilirsiniz. hep ne derler? konuşsaydı çok şey değişecekti ama susturdular. bir şey değişmediğine göre sistem başarılı oldu, gayet net. her neyse. bu bölümde bence yönetmenin derdini açık ettiği müthiş bir bölüm de var: evet, balyozla ayak kırma sahnesi. yani inanılmaz amına koyim, herkes vay amk nasıl kırdı ama diye düşündüğünü belirten şeyler yazmış. sizin izleyeceğiniz filmi sikeyim. ukalalıksa ukalalık, o sahnede önemli olan şey ayak kırma değildi. annie'nin anlattığı maden hikâyesiydi. madenden çıkma ümitlerini yitirsinler diye eskiden işçilerin ayaklarını işte aynen böyle kırdıklarını söylüyordu annie. işte sistem budur. işte sistem bu denli acımasız bir orospu çocuğudur. sheldon'ın hem artık ayakları yoktur hem de kurtarıcısı yoktur. sistem sizi işte böyle bir çaresizliğe sürüklemekte cömerttir. yine o ayak kırma sahnesinde annie hiç ıskalamamıştır sheldon'ın ayağını. bence bu da güzel ve bilinçli bir şekilde düşünülmüş bir sahnedir. çünkü kadın balyozu ebesinin amı kadar uzaklıktan sallayarak tek vuruşta hedefi vurmaktadır. yönetmen şunu demektedir: sistem birini hedef alırsa onu ıskalamaz. diğer yandan annie olacak kaltağın böylesine bir vahşet eylemindeki yüz hatları önemlidir. kadın asla titrememekte, dehşete düşmemektedir. işte sistem de böyledir. soma faciası'nın ardından yetkililerin yaptığı açıklamayı hatırlayın: bakın çok enteresan diyerek maden kazalarıyla ilgili bir tarihçe sunulmuş, istifa edecek misiniz sorusuna muhatap olan bakanlar taşak geçercesine gülmüş, dönemin başbakanının danışmanı olacak yaratık madenci yakınlarını tekmelemişti. yüzlerce insanın ölümü karşısında sistemin takındığı bu tavırla annie'nin soğukkanlı bir şekilde sheldon'ın ayaklarını kırması aynı şeydir. aralarında hiçbir fark yoktur.

    evet, bir şairin de dediği gibi: şerif'in ölümünün ve ayakların kırılmasının ardından "öyle bir ufka vardık ki" orada artık sadece kendi kurtuluşuyla insan baş başa. sheldon kendisini artık sadece kendisi kurtarabilir. bu, hayatta da böyledir. kolektif çabayı yok saydığımı düşünmenizi istemem. aksine, kolektif üretim, çaba olmadan bir kurtuluşun olamayacağına inanan biriyim. sadece sapla samanı karıştırmamak lazım: hep beraber kurtulma arzusu başka bir şeydir, birinin ya da birilerinin gelip kişiyi kurtarması ayrı bir şeydir. siz de sürecin aktörü olacaksınız yani. yoksa kurtuluş falan yok bu sistemden. her neyse. şimdi detaylara girelim.

    senaryo stephen king'in bir romanından uyarlanmış demiştik. biliyorsunuz kendisi bir yazar, ha ha. stephen king, olayları bir yazarın süreci üzerinden anlatıyor bize. hayatta kalmak için romanını yakabilmelisin diyor. iki tane roman yakıyor sheldon. onca emek, hepsi, uçup gidiyor. hayatta kalmanın bedeli bu kadar ağırdır işte. dikkatinizi çekerim: bu sadece sistemde hayatta/ayakta kalabilmenin bedelidir ve o bile işte bu kadar ağırdır. bir başka detay: eh madem bu sistem benden kitap yazmamı istedi, iki dakikada karalayayım bir şeyler diyemezsiniz. çünkü sizi sikerler. filmde de bunu sheldon'ın ilk denemesinden sonra annie kaltağının çıldırışında görüyoruz. annie, kibarca, "sen benimle taşak mı geçiyorsun lan, doğru düzgün yaz şu kitabı yoksa senin belanı sikerim," diyor. yani sheldon, ruhunu ortaya koymak zorundadır. ne için? sadece ve sadece sistemde ayakta kalabilmek için. buradaki vurgu, ödenecek bedelin ağırlığıdır değerli dostlar. sonunda sheldon "sike sike" bu bedeli ödemektedir. harıl harıl yazmaktadır. sistemle iş birliği yapmıştır. annie bayılıyordur. işte deha tam da bu noktada devreye giriyor. sistemden kurtulmanız için çok çalışmanız yetmez! sistemin kendi içinde zaafları vardır. onların neler olduğunu görecek kadar zeki olmanız gerekir. bu da yetmez. sonra da bu çatlakları kendi kurtuluşunuz için nasıl değerlendirebileceğinize kafa yormanız ve bir plan yapmanız gerekir. kusursuz bir plan. sheldon sistemi sistemin ondan talep ettiği kitap vasıtasıyla taşaklarından yakalamayı akıl etmişti. karı/sistem takıntılıydı, son ana kadar kitapla ilgili merakını canlı tutacak bir kurgu yapmalıydı sheldon. yani dehasını ortaya koymalıydı. gerçekten de bu işi iyi yapmıştı çünkü kadın sheldon'ın yazmakta olduğu kitabın sonunu öğrenmek için karşısında deliriyordu. sheldon son hamlesine hazırlanırken annie'yi de kıvrandırıyordu özetle.

    son sahneler: yönetmenin kavga sahnesini abartılı bulanlar olabilir aramızda. çünkü karı bir türlü ölmemektedir amına koyim. ha ha. kafasına daktilo yemiştir annie. bayılır gibi olup sonra tekrar canlanmıştır. daha sonra yüksek bir mesafeden yine kafası daktiloya neredeyse girecek biçimde düşmüştür. ama yine ölmemiştir. annie bunlar olurken bir silahla sheldon'ı omzundan vurmayı başarmıştır. yetmemiştir. tam her şey bitti derken karı tekrar canlanmış, sheldon'ın üzerine atlamıştır. sheldon bu sefer de orada bulduğu taş ya da demir minik domuz biblosuyla karıyı dövmüştür. işte kadın bunların sonunda ölmüştür amına koyim. olay şudur: sistemle savaşı hafife almamalısınız. onca emek, deha, kusursuz bir plan, sonra sert savaş koşulları falan hepsinin üzerinden gelmeniz gerekir. yalçın küçük'ün de dediği gibi: beş taş oynamıyoruz burada. annie'nin bir türlü ölmemesi, sistemin ne kadar güçlü olduğunun bir anlatımıdır.

    evet, bir bütün olarak bakıldığında gerçekten muhteşem bir film çıkmış ortaya. yönetmen sana bana ve onu izleyen herkese bir duyuru yapıyor aslında: "rehinsiniz! rehin alındınız! öncelikle bunu fark edin. sonra, bir kurtarıcı beklemeyi kesin. yok kurtarıcı falan. sizlere sistemden çıkabilmenin neye benzediğini anlatmaya çalıştım, bu işe kalkışırsanız başınıza neler geleceğini bilmenizi istedim!"

    teşekkürler rob reiner, güzel bir sikişti.
    --- spoiler ---

    evet, bir hocamın da sorduğu gibi: "nasıl, iyi miydi arkadaşlar?" ha ha.
  • malesef ki klibini gizli gizli izlediğim, facebookta bile paylaşamadığım muhteşem maroon5 şarkısı.
    sebebi için (bkz: mahalle baskısı)
  • kısıtlı bir mekanda çok az kişiyle çok iyi film yapılabilineceğinin kanıtı olan filmlerden biri.
  • stephen king kitabı, ron reiner filmi.

    --- spoiler ---

    filmde annie'nin paul sheldon'un ayak bileklerini kırdığı sahnede fona moonlight sonatayı koymayı akıl etmiş insanı tebrik(!) ediyorum daha güzel bir tercih olamazdı.. a clockwork orange'daki tedavi(!) sahneleri gibi bir etki yarattı üzerimde zira.

    --- spoiler ---
  • spoiler var. film her ne kadar tahmin edilemezlikten uzak bir hikaye ile ilerlese de aktarmaya çalıştığı hikaye ve gerçekçiliği james caan ve kathy bates'in aşmış oyunculuklarıyla zirveye ulaşıyor. overly attached girlfriend tanımını yıllar öncesinden yazan annie wilkes karakteri kesinlikle unutulmazlar arasına girmeyi hak ediyor. (bkz: http://9gag.com/gag/6171231). velhasıl film imdb'deki 7.8 notunu (bence 8) kesinlikle hak etmekte. izlenmesi tavsiye edilir.

    her filme bir swf kampanyasında "darlingmiş peaahh, kıçımın kenarı" isyanını ele aldık;
    http://dl.dropbox.com/…578/swf/misery - darling.swf
hesabın var mı? giriş yap