• daha once hic mike leigh filmi izlemediniz mi? keske sizin yerinizde olsaydim.

    bir zaman once, bana ufak biri "brothers in arms"i gondermisti. benim daha once o sarkiyi hic dinlemedigimi ogrenince de "keske senin yerinde olsaydim" demisti, "bu sarkiyi hic dinlememiscesine dinlemenin keyfine tekrar varabilseydim".

    leigh filmlerinin cogunu birden fazla kez izlemis biri olarak ben de sizi kiskaniyorum iste. keske yerinizde olsam ve tum leigh filmlerini ilk kez ve ardarda izlemenin tadina bir daha bakabilsem.

    onun filmlerde gercegi ve yalnizca gercegi bulacaksiniz. siradan insanlarin, siradan hayatlarini, siradan durumlarla anlatacak size; siz ise bir siradanliktan nasil olup da boylesine etkilenebildiginize sasiracaksiniz.

    kisa bir sureligine turkiye'ye dondugumde izlemistim happy-go-lucky'yi. ailemin evinde, eski odam ve yatagimdaydim. film oylesine gercekciydi ki, bittiginde yatagimda dogrulurken kendimi cok kisa da olsa bir sureligine ingiltere'deki odamda sanmistim.

    britanya'ya ilk geldigimde, grown-ups'taki dick ve mandy gibi bir sure canterbury'de yasamistim. canterbury'den, happy-go-lucky'deki poppy'ye fiziksel olarak inanilmaz benzeyen, poppy gibi genc bir ilkokul ogretmeni, hayata ve herkese pozitif yaklasan, okuldan sonra dans kurslarina giden, ve hatta yine poppy gibi sirtini agritan biriyle birlikte olmak icin ayrildim. yine ayni kisiyle nuts in may'deki candice marie ve keith gibi kampa, dorset'teki diger dogal guzellikleri gormeye gittim. sonra, biz poppy ile ayrildik, ben kendime another year'daki tom ve gerri'ye gorunumleri itibariyle cok benzeyen, cocuklari evden ayrilmis, bununla kalmayip onlar gibi cevreci, onlar gibi birlikte mutlu yaslanmakta olan bir ciftin evinde bir oda buldum. burada yasadigim sure boyunca gittigim her supermarkette en az bir tane penny (all or nothing) gibi ortayasli, bikkin, cokmus bir kasiyere rastladim.

    filmlerinin bu denli gercekci ve gunluk hayatin icinden olmasinin elbetteki onemli sebeplerinden biri mike leigh'in sinemaya yaklasimi. ancak, kullandigi kandine has teknigin de bu gerceklcilikteki payi yadsinamaz. mike leigh, filmlerine sadece aklindaki kaba taslak bir fikir ile basliyor. misal secrets & lies'a baslarken, "evlat edinme hakkinda bir film cekmek istiyorum" fikrinden baska hicbir sey yoktu(r) elinde. sonra oyunculari belirler - ki filmlerinde ayni oyuncular ile cok sik karsilasirsiniz. bu oyuncular ile yaklasik 6 ay boyunca bir araya gelip birlikte karakterleri olustururlar. hatta oyuncular, kendi karakterlerinin giysilerini, evlerini, esyalarini bile kendileri secerler. o karakterler oyuncularda vucut bulur ve yasamaya baslarlar. kendi aralarinda iletisim kurarlar. hala ortada bir metin yoktur. leigh yonetmen kelimesinin tam anlamiyla vucut bulmus halidir bu esnada; karakterleri izler ve onlara ortaya cikmaya baslayan hikaye icinde yon verir.

    bazi filmlerinin cekilmeye baslandiginda nasil devam edecegi ya da bitecegi bile belli degildir. cunku karakterler gercekten yasiyordur, hayat film cekilirken de devam ediyordur. yine buna bagli olarak leigh filmleri belirli bir sonla bitmeyebilir. film sona erince elbette oyuncular karakterlerini bir kenara birakiyorlar ancak o karakterlerin de bir hayati var, leigh filmleri o hayatlarin sadece bir kesimini bize izlettirdiginin farkindadir.

    leigh filmlerinin gercek hayattan bir kesit olmasinin bir sonucu da, filmlerin insanlar uzerinde karmasik, farkli, celisen izlenimler birakmasidir. onun filmlerinden birini izledikten sonra hicbir sey acikliga kavusmaz, her sey daha karmasik olur. zaten leigh'in istedigi de budur; "i hope you have a great deal of doubt about what i'm trying to say to you when you see one of my films. i hope that you never walk out of one of my films with a very clear notion of what i'm saying, because i want you to have a lot of things to argue and ponder about".

    leigh, metni olmayan filmler cektigi ve unlu aktorlerle calismadigi icin asla istedigi kadar butce bulamadigini soyluyor. gerci, kendi de ekliyor ki, bir metin olsa da pek farketmezdi. filmlerinden birinin bile konusu dile getirildigine kulaga ilginc gelmeyecektir. ote yandan, bana kalirsa, unlu aktorlerle calismak istese bile bu pek mumkun olmayabilirdi. hangi unlu aktor, cekimler baslamadan once alti ayini sadece diger aktorlerle konusarak harcardi ki?

    yine de leigh sikayet etmedigini ekliyor. sayisi yirmiye yaklasan filmlerini cekebildigi icin mutlu ve sansli oldugunu belirtiyor. umarim kariyerinin bundan sonraki kisminda istedigi butceleri bulur ve omrunun sonuna kadar film cekmeye devam eder.
  • bu adamın filmlerini, ülkemizde giderek artan insani duyguların kaybolması, empatisizlik, saygısızlık, diğer insanların duygularını hafife alma gibi giderek yozlaşmış ve kemikleşmeye yüz tutmuş duyguları iyileştirme adına döve döve izletmek gerektiğini ciddi ciddi düşünüyorum. her ne kadar underrated olsa da leigh çok önemli bir yönetmendir. filmleriyle sürekli olarak dünyayı yeni şekillerde görmenizi sağlar, derinden önemsediğimiz hafızamızda silinmez karakterler yaratır ve dramayı çok az yönetmenin yapabileceği şekilde kurgular.

    bir iki filmini izlediğinizde kendi kendinize şunu söylerken bulursunuz: ''hayatımızda daha fazla mike leigh filmine ihtiyacımız var.'' adam yarım asırdır insanlığın durumunu beyazperdeye taşımak için çalışıyor. hiçbir gişe kaygısı gütmeden, sadece ve sadece insanların gerçek duyguları yaşamasını, hayata olan bakış açılarını genişletmeyi düşünüyor. sinema bir ekosistemse eğer leigh'in bu ekosistemin en önemli unsurlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

    sınıf, aile, keder ve çok daha fazlasını bulacağınız, ister eş, ister kardeş, ister ebeveyn olsun, karakter ve ilişkilerin insan hayatında en büyük önceliğe sahip olduğunu görmek için: secrets & lies

    insanların birbirlerini kollamalarını ve birbirlerinin mutlu olmalarını istemelerini görmek ve bir ailenin içerebileceği tüm sevgi ve hayal kırıklıklarıyla birbirine bağlı olduğunu kanlı canlı görmek için: life is sweet

    toplumun en tartışılan konularından biri olan kürtaj meselesine derinlemesine bakmak ve altında yatan dramayı görmek için: vera drake

    nihilist bir karakterin yaptıklarını etik ve ahlaki olarak değerlendirmelerini görmek için: naked

    derin sınıf farklılıklarını ve çatışmalarını görmek için: high hopes

    dostluklar... en karanlık ve en zor anlarınızda güvendiğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz insanlarla ilgili fikir edinmek için: career girls

    son olarak sinema dışında olacak ama ömer üründül'e acayip benzetiyorum:)
  • mike leigh'in filmleri neşter gibidir. keseceği yeri bulur ve başka yere bulaşmadan işini halleder. en acı veren, en kuytudaki korkuları en büyük acıları keşfeder ve onların üzerine oynar. filmlerinde insanın en büyük korkusu olan, sevilmeme, reddedilme korkusuyla yüzleşir. bir yandan da bu filmlerin içinde fakirlik var, emek var, o emeklerin boşa gitmesi var... nasıl yapıyor bilemem ama fırtınada savrulan bir kum tanesinin çaresizliğini hissettirebilir izleyene..

    sıradan aşk filmi adamla kadının tanışmasını, adamın kadını türlü komikliklerle tavlamısını gösterirken bu adamın filmleri bundan 10 yıl sonrasını gösteririr. aşk bitmiş, kapitalizm işçi sınıfından olan aileyi iliklerine kadar sömürmüş ve bu insanlar hala bir şekilde mutluluğu bulmaya çalışırlar. kimi mutlu olur kimi olamaz. ama toplamda bu filmlerde işlenen en önemli ortak duygu nedir diye soran olursa kesinlikle "yalnızlık"tır. çünkü neredeyse bütün ana karakterlerin en büyük problemidir yalnızlık.. yine de sevme cesaretini gösterebilirler her filmin sonunda. birbirlerine seni seviyorum derler ya da bunu bir şekilde gösterirler.. tüm o sefalete rağmen sevgiyi hayata dahil edebilirler.. j.d. salinger'in bir hikayesinde dediği gibi: sevgi ve sefaletle..

    (bkz: secrets and lies)

    (bkz: another year)

    (bkz: all or nothing)
  • naked adlı bir şaheserin yönetmenidir. sırf bu nedenle çağımızın en iyi yönetmenlerinden biridir.
  • filmlerini izlerken nefis bir sallinger havası estiren yönetmen.
  • gun itibariyle sahsen tanisma ve hatta sohbet etme serefini elde ettigim usta ingiliz yonetmen. yeni filmi geldi geliyor...
    (bkz: vera drake)
  • sinemanın en şahane adamlarındandır. kişisel olarak ilk 3'ümün içinde. yere göğe sığdıramadığım yönetmen.
  • birkac yıl tiyatro yonetmenligi yaptıgı filmlerinde yer yer hissedilen yonetmen. yine de oyuncu yonetimi konusunda ondan iyisi oldugunu dusunmuyorum.
  • en sevdiği filmler arasında woody allen'ın radio days'i, stanley kubrick'in barry lyndon'ı, ozu yasujiro'nun tokyo story'si bulunan ingiliz yönetmen. tam liste için: http://explore.bfi.org.uk/…undpolls/2012/voter/1075
  • tek alanda uzmanlaşmasına rağmen, modern çağın rönesans adamlarından sayılabilecek yönetmendir. filmografisi; konu, yapı, tarz bakımından birbirinden tamamen farklı filmlerden oluşuyor. kitchen sink tarzı filmleri, biyografik filmleri, dönem filmleri, televizyon için çektiği tiyatro oyunları gibi geniş yelpazede bir yönetmenlik geçmişine sahip olan mike leigh'in bu kadar farklı konulara büyük ustalıkla değinmesi, kendisini devrin rönesans adamlarına yerleştiriyor. bu kadar farklı yelpazede filmler çekip, bu kadar verimli bir üretkenliğe sahip olmayı başarabilmek her yönetmenin başarabileceği bir iş değil.

    özellikle kitchen sink filmlerinde kendine has bir tarza sahip olan mike leigh, alt kesimlerin dertlerini anlattığı filmlerde ken loach'tan sonra en iyi yapımlara imza atan yönetmen olabilir. ken loach'un şahı hatta şahbazı olduğu bu kategoride mike leigh, filmlere koyduğu mizah öğeleri ile kendine çok ayrı bir yol çiziyor. ken loach'un böylesine mükemmel iş çıkardığı bir kategoride, kendi tarzını oluşturup kabul görmek çok büyük bir başarı. bu kadar ciddi bir altyapıya sahip olan bu tarzda mizahi öğelerle tutunmak neredeyse imkansız ancak mike leigh bunu rahat bir biçimde başarıyor.

    filmlerinin çok yönlülüğünün yanı sıra, takdir edilmesi gereken bir diğer özelliği ise auteur yönetmenliğin hakkını vermesi. piyasada senaryosunu kendi yazıp, uyarlama yapmayan çok yönetmen var fakat mike leigh'in birbirinden bu kadar farklı konuları işleyip, hepsini kendi oluşturması; auteur yönetmenliğin hakkını verdiğini gösteriyor. çok büyük yönetmenlerden olan krzysztof kieslowski, adını daha önce zikrettiğimiz ken loach gibi eşsiz yönetmenlerin yanında adı duyulacak kadar ünlenmiş yol arkadaşları mevcut.krzysztof kieslowski denince akla krzysztof piesiewicz, ken loach denince akla paul laherty gibi yazarlar gelirken; mike leigh'in yanında bir isim bulunmaması kendisini yönetmenler arasında çok farklı bir yere koyuyor. tabii ki mike leigh'in yanında da ona bu kadar katkı veren isimler olabilir ancak varsa bile, mike leigh kendi işini kendi yapan biri olarak gözükecek kadar iyi bir yönetmen.

    senaryo kullanmaması, oyunculardan doğaçlama isteği gibi özgün çalışma yöntemleri yüzünden kendisinin ken loach gibi kemik bir oyuncu kadrosu mevcut. ken loach tamamen amatör oyuncularla, hatta oyuncu olmayan insanlarla çalışırken; mike leigh kendi oyuncu kadrosunu oyunculardan kurarak farklı bir yoldan gitse de, bize çok yetenekli oyuncuları olabilecek en iyi şekilde sunarak, ken loach'un yaptığı gibi oyuncularına mükemmel filmlerde şans vermiş oluyor.

    kendisinin bütçe zorluklarına rağmen bu kadar verimli çalışması, farklı dallar ile alakalı kaliteli filmler çekmesi, yıllar boyunca azalmayan üretkenliği gibi olayların sebebi kendisinin istediği işi yapması olabilir. bir röportajında çocukluk hayatını anlatan mike leigh; babasının sanat ile alakalı bir iş yapmasını hiç istemediğini anlatıyor. hatta bir ara bu iş o kadar ileri gitmiş ki, evde sanatçı kelimesinin kullanımı bile sıkıntı doğuruyormuş. tam bir memur zihniyetine sahip olan babası mike leigh'i çocuk psikoloğuna yollamış; mike leigh o psikolog için, yetişkin insan muhabbetleri yapabildiğim ilk yetişkin insandı diyor. psikoloğun bu güzel tutumundan sonra babası köpürmüş, mike leigh'in psikologla görüşmesini yasaklamış. bunun üzerine psikoloğa gizli gizli giden mike leigh'i babası, o psikoloğu işten attırmakla tehdit etmiş-mike leigh'in babası da doktor bu arada- sonuç olarak babasının işgüzarlığı suratında patlamış. daha sonra mike leigh babasıyla savaşarak istediği mesleği yapmaya kararlı bir şekilde oyunculuk okuluna başlamış, ancak oradan da hayal kırıklığıyla ayrılıp sonunda tam istediği işi yönetmenlikte bulmuş.

    işlerini bu kadar iyi ve tutkuyla yapması; istediği işi yapıyor olması ve onun için zamanında çok zorluklar çekmesi ve bu sayede kıymetini bilmesiyle açıklanabilir. herkes kendi tutkusunun peşinden koşabilse, istediği işi elde edebilse bu dünya çok daha verimli bir yer olurdu. bunun en iyi örneklerinden birini de mike leigh oluşturuyor. kendisi hayatta rahatlıkla rol modeli alınabilecek insanlardan. kendisinin tutkusu ve azmi her insanda olmalı. yeteneği de her insanda olsa fena olmaz tabii.*
hesabın var mı? giriş yap