• sünnet düğünü çekse izlerim.
  • gri takım - beyaz gömlek - kirli sakal şeklinde bi takıntısı var herhalde. kravat yok.
    russel crowe - the insider
    collateral - tom cruise
    heat - robert de niro
  • modern yapı-kavşaklarının minimalist açılımı. the keep'in ulaştığı kayıp anlar statüsüyle birlikte; her janrı yeterli cool dozajıyla tekrardan tanımlaya bileceğini kanıtlamış; şuç üçlemesiyle kendi şimşeklerine saygı duruşunda bulunmuş-zor adam. kanımca "the insider" en olgun, the keep' en yabancı-ve heat en bilindik filmidir.
    ama hep akılda tutulması gereken; mann'in sinemasını biçimleyenin ilişkiler olduğu gerçeği. bu bazen, beklendiği üzere bir kadınla erkeğin ilişkisi olabilir. ama bir kaç saniye berisi bir erkekle bir erkeğin ilişkisidir. bir hırsızla bir polisin, bir şehirle bir insanı ve tüm medeniyetle doğanın ilişkisini görürsün onun filmlerinde. ve an gelir hepsi bir birine bağlanır. dikkatli bakmana gerek yok. bekle, gelecektir.
    tüm o aksiyon sanelerinin müthişliği ile çelinemeyecek bir okyanus manzarası yatıyor bu merminin sersemlediği yerde. yaptığı işe saygı duyduğu için sen takılırsın hd viper kameralara, spinotti'nin takımyıldızı çehresine ve kuşkunun ritmi çarpar seni arka planda. ama meselesi seninledir. bu dünyanın bir sokağında bu tür bir ilişki, bakış olduğunu bilir. bahse girmiştir. beklersen gelecektir...
    ayrıca mann kişisel üniversite tarihimi de düğümlemiştir benim. önce de palma ile vecdi sayar çekişmesi. " -ya bırak hocam loach'ı cannes'da de palma'nın yeni filmini gördün mü? ondan söz et sen'ler; sonrasında pro-nun 'ne tür filmlerden hoşlanırsın? sorusuna/manhunter dvd'sini masaya fırlatarak: "işte bu tür filmlerden hoşlanırım..." demeler. gel de tutukla şimdi bu zihni.
  • tam bir stil adamı. güçlü bir tarz oturtmuş ve polisiye türünü daha da yüceltmiş, amerikanın en büyük yönetmenlerinden biri.
  • tüm filmlerinde vincent adlı bir karakter mutlaka vardır.
  • (1942-) tarihsel sosyolojinin charles tilly, en azından eskinin giddens’ı gibi marksist olmayan maddecilik damarının, neo-weberciliğin temayüz eden temsilcilerindendir. michael mann “the autonomous power of the state its origins, mechanisms and results” başlıklı makalesinde devlet iktidarının iki görünümünden söz eder: altyapısal (infrastructural) ve despotik iktidar. altyapısal ve despotik terimlerini devletlerin merkezileşmiş iktidarı kullanma usullerindeki farklılığı tarif etmekte kullanır.
    altyapısal iktidar devletin topluma nüfuz etme, toplumsal ilişkileri örgütleme ve toplumdaki anahtar gruplarla müzakere ve işbirliği süreci aracılığıyla siyasaları kurma yeteneğine gönderme yapar. devletin sivil topluma sızma, nüfuz etme, yayılma kapasitesini ve bu yayılma aracılığıyla egemenliği altındaki toprak parçasında çeşitli siyasaları hayata geçirmesini anlatır. siyasaları için rıza alma, toplumu örgütleme ve koordine etme, uzun dönemli gelişme için kaynakları mobilize etmeye izin verecek altyapısal iktidardan yoksun olduğu söylenen despotik iktidar devlet elitlerinin iktisadi ve siyasal etkinliği düzenlediği aynı zamanda sivil toplum içindeki gruplarla kurumsallaşmış müzakereler olmaksızın karar aldığı ziyadesiyle merkezileşmiş ve otoriter devletlerle ilişkilendirilmektedir. devlet iktidarının iki görünümü, despotik iktidar toplum üzerindeki iktidarken, altyapısal iktidar toplum aracılığıyla iktidardır. devletler sadece altyapısal veya despotik iktidarı kullanmazlar. iki iktidar türü (soyutlama) birbirleriyle uyumlu biçimde olmasa da her devlette mevcuttur. despotik ve altyapısal iktidar arasındaki ayrım devlet özerkliği ve devlet kapasitesi arasında doğrudan, lineer tekabüliyetin var olmadığını gösterir.
    bildiğim kadarıyla türkçeye çevrilmedi. mann’ın şemasını kullanarak, onun izinden giderek türkiye tahlili yapan tim jacoby social power and the turkish state kitabı yakınlarda çevrildi.

    consciousness and action in the western working class, 1973
    workers on the move: the sociology of relocation, 1973
    the working class in the labour market, 1979 (r.m. blackburn ile birlikte)
    the sources of social power, volume i, 1986 (bu seriyi 4 kitap olarak düşündüğünü yazmıştı, şimdilik ikide kaldı)
    states, war and capitalism, oxford: basil blackwell, 1988. (bir iki metin dışında makalelerinin derlemesi)
    the sources of social power volume ii, 1993
    incoherent empire, 2003
    fascists, 2004
    the dark-side of democracy: explaining ethnic cleansing, 2005
  • heat'ten daha iyi bir film çekebileceğine artık inanmadığım yönetmen, gerçi daha iyi bir aksiyon filmi yapılabilir mi; orası da muamma.
  • heat ve insider ile mesleğinin bence zirvesine çıkmış yönetmen. dikkatli izlemek gerekir filmlerini, özellikle insider'ı. oyle elinizde mısır, yaninizdaki ile muhabbet ederek izlemeye kalkarsanız, giremezsiniz filmin içine, bir bok anlamazsınız, kitap okur gibi izlenmek ister filmleri.
  • son filmi collateral'da her zamanki çizgisini ve stilini sürdürdüğünü gördüğüm yönetmen. hele filmin başında taksi şöförü max (jamie foxx) ile müşterisi annie'nin (jada pinkett smith) enfes gece görüntüleri eşliğinde öyle bir muhabbetleri var ki, işte o andan itibaren film sizi içine alıyor ve bitene kadar o taksinin içinde vincent (tom cruise) ve max ile beraber sizde yolculuk ediyorsunuz. long live michael mann.
  • ayrıca mimari konusundaki titiz gözlem ve zevklerini de takdir ettiğimiz yönetmendir. heat de manhunter da kentin arka alanlarını modern mimarlık örneklerini nasıl özümseyerek hatta nasıl da sorunsallaştırarakkullandığını görebiliriz.
    heat teki: "they are watching lapd" , havaalanında yaşanan final, aldatan karısının modern dekorasyonlu evindeki "ama televizyonumu izleyemezsin" sahneleri ile manhunter da, richard meier yapısıyım diye bağıran hastane binası merdivenlerinden koşarak inilmesi sahneleri bunlardan aklıma gelenler. mann ın diğer filmlerini izlemeyi sabırsızlıkla beklememizin nedenleri biraz da bunlardır.
hesabın var mı? giriş yap