• onbeşinci yüzyılda, latincede "diğer piskoposlara nezaret eden piskopos" anlamında bir isim olarak kullanılmış olup meter (anne) ve polis (şehir) kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşmuştur. ingilizcede "büyük şehre ait" anlamında sıfat olarak kullanımı, onaltıncı yüzyılda yaygınlaşmıştır. bundan türeyen metro kelimesinin günümüzdeki anlamı ile kullanılması da, "chemin de fer métropolitain"(büyükşehir demiryolları) ile, 1900'lerin başında fransa'da başlamıştır.
  • emannuel santarromana tarafından yorumlanan, candan erçetin nar çiçeği ezgisi. hotel costes 6da bulunur.
  • bir grup "eastsider" modernist gencin, her akşam buluşup sosyalizm, sosyal sınıflar ve ekonomi hakkında konuştuğu partileri anlatan 1990 yapımı bir whit stillman filmi. aralarına bir outsider ("westsider") olan tom da katılır.

    film hakkında notlar ve filmden quote'lar:
    --- spoiler ---
    tom: "westsider", 19 century french social critic fourier'in sosyalism modelini destekliyor. neredeyse her akşam katılmaya başladığı bu burjuva toplantılarını eleştiriyor.

    charlie: talkative nerd. arada kekeliyor.

    charlie: "for me, ceasing to exist is failure. i mean, that's pretty definitive."
    tom townsend: "well, everyone ceases to exist. that doesn't mean everyone is a failure."

    nick: cynic, partileri seviyor. filmde en sevdiğim karakter.
    "the cha-cha is no more ridiculous than life itself."
    sabaha karşı camdan bakarken: "dawn in the big city. there are eight million stories out there."
    nick: i know. you're opposed to these parties on principle.
    tom: yes.
    nick: exactly what principle is that?
    tom: well...
    nick: the principle that one shouldn't be out at night eating hors d'oeuvres when one could be home worrying about the less fortunate.
    tom: pretty much, yes.
    nick: has it ever occurred to you that you 'are' the less fortunate? i mean, there's something a tiny bit arrogant about people going around feeling sorry for other people they consider less fortunate. are the 'more' fortunate really so terrific? do you want some much richer guy going around saying 'poor tom townsend doesn't even have a winter jacket - i can't go to any more parties?'?
    tom: that's a bit cynical.

    "our generation is probably the worst since the protestant reformation. it's barbaric, but a barbarism even worse than the old-fashioned, straightforward kind. now barbarism is cloaked with all sorts of self-righteousness and moral superiority."

    "bacuase he's obviously not an interesting guy.
    why is he so successful with girls then?
    "rick von sloneker is tall, rich, good-looking, stupid, dishonest, conceited, a bully, liar, drunk and thief... an egomaniac and probably psychotic. in short, highly attractive to women."

    "the most important thing to realize about parents is that there's absolutely nothing you can do about them."

    sfrp: sally fowler rat pack (parti grubunun adı)

    rick von sloneker ve serena slocum ikinci partide karşımıza çıkıyor. tom, tuxedo'sunu geri vermekte gecikince, audrey rouget'nin eskortu olarak davet ediliyor.
    audrey ile tom arasında çok hoş bir çekişme-çekimi var. jane austen konusunda olsun, charlie'nin "downward social mobility" konusundaki "doomed" yorumu üzerine konuşmaları olsun, serena ile başlayan aşk üzerine konuşmaları olsun, lionel trilling makalesi üzerine tartışmaları olsun, tom'un babası hakkında açılması olsun... çok hoş bir çiftler aslında.
    (zaten filmin sonunda tom, kendisinin serena'ya yazdığı mektupları audrey'nin sakladığını öğrendikten sonra bu konuda jane ile konuşurken şöyle diyor:
    "ı think ı preferred arguing with audrey than to agreeing with serena or someone else.")

    audrey: you found fanny price unlikeable?
    tom: she sounds pretty unbearable but i haven't read the book.
    audrey: what?
    tom: you don't have to have read the book to have an opinion on it. i haven't read the bible either.
    audrey: what jane austen novels have you read?
    tom: none. i don't read novels. ı prefer good literary criticism. that way, you get both the novelist's ideas as well as the critic's thinking. with fiction i can never forget that none of it ever really happened, that it's all just made up by the author.

    christmas zamanı gece birlikte grup olarak yürürlerken:
    audrey: tehere's something about winter in the city at night, with everyone dressed up that reminds me of war and peace.
    tom: really?
    audrey: do you know what i mean?
    tom: yeah, i think so. though, i haven't read it.

    serena: things are definitely over with rick. with some relationships, the breaking up is easier to understand than how you got involved in the first place.
    serena ve tom, serena'nın tom'u haber bile vermeden terk etmesi sonrasında da bir telefon bile etmemesi hakkında konuşurken, tom'un aynı şeyi audrey için yapıyor oluşu oldukça komikti :)

    tom: well, it wasn't intentional.
    charlie: when you're an egoist, none of the harm you do is intentional.

    charlie: u.h.b.iıt's an acronym for urban haute bourgeoisie.
    cynthia: is our language so impoverished that we have use acronyms or french phrases to make ourselves understood?
    charlie: yes.

    cythia: it's better for her to know the truth. i don't see how knowing the truth could do anyone harm.
    jane: it's not just the truth. it's how and when you learn it.

    sleepy guy fred: "i mean, for them (women) men are either dates, potential dates or date substitutes. i find that dehumanizing."

    charlie'nin, içinde bulundukları uhb sınıfına ait herkesin "doomed to failure" olacağı görüşü ile ilgili bardaki orta yaşlı adam ile konuştuktan sonra (ki adam kendi başarıya ulaşmış arkadaşlarında söz ettiğinde dahi "ama onların kariyerleri daha bitmedi belki ileride failure yaşarlar bile dedi adam :) sally'nin evine vardıklarında kendisinin bir müzik yapımcısı ile konuşuyor olması üzerine attığı bakış müthişti.

    charlie: i can't believe you don't have a licence.
    tom: of course i don't. i live in manhattan.
    --- spoiler ---
  • 1990 tarihli bir whit stillman filmi.
  • beady belle in fıstıgı beate lechin, morten halle ve jon eberson ile kaydettigi jazz albumu. 1999 oslo cıkıslı album colombia etiketli.
    beate lechin vokalleri ustlendigi albumde saksafonda morten halle, gitarda jon eberson var. bjorn kjellemyr bası almıs, davul basına da pal thowsen gecmis

    i fall in love too easy
    it's always you
    smoke gets in your eyes
    you've changed
    there's a lull in my life
    preach er boy
    let's get lost
    you go to my head
    the nearness of you
    have yoursel f a merry little christmas

    sırayla albumdeki parcalar
  • giriş müziğini fena halde sezen aksu'nun unuttun mu beni parçasının girişine benzettiğim emmanuel santarromana parçası.
  • paris metrosuna metropolitan de denir...
  • andrew kramer abimizin element 3d plug-in'inde kullanmak üzere son icadı şehir objeleridir.
    fiyatı da gayet uygun.
    tanıtımı için
  • arkadaşlıklar sonsuza kadar sürer mi? sürmeyeceğini hepimiz biliyoruz. 1990 yapımı metropolitan, varlıklı manhattan gençliğinin gece sohbetlerini perdeye taşıyan önemli bir film. filmin derdiyse arkadaşlıklar!
    1991 yılında metropolitan oscar’a en iyi senaryo dalında adaylık kazanıyor ve günümüzde kült bir gençlik filmi kabul ediliyor. bunun en önemli sebebi senaryonun kendini diyaloglarıyla ve derin karakterleriyle öne çıkarmış olması. içine girdiği yeni çevrede istemeden dostlar edinip bu dostları saklamaya çalışan bir kahramanla entelektüel sohbetlere konuk oluyoruz.
    jane austin hakkında yorumlar dinliyor, charles fourier’i düşünüyor sonra aniden şu ehliyeti artık almanın vakti geldi mi diye kendimize soruyoruz. gençlerin karmaşık hayatlarının basit dertleri!
    varlıklı hayatlar içinde küçük şeyleri beceremeyen manhattan gençleri yaşamlarının en kırılgan dönemlerindeyken balolara gidiyor, dans ediyor, akşamları sabah asla düşünmeyecekleri meseleleri konuşuyorlar.
    senaryo burjuvayı ne eleştiriyor ne de övüyor, başkahramanımız tom ile aralarına giriyor ve burjuva hakkında kendi kararımızı kendimiz veriyoruz. en iyi senaryo dalında oscar’a aday olan çoğu filmin ortak noktası da budur aslında. yeni bir şeyi bir şekilde anlatmak. metroplitan bunu en iyi şekilde başarıyor. diyaloglar filmin kemiğini oluşturuyor. neden oscar’ı almadı öyleyse diye sorarsanız da bunun yanıtı 1990 yılının başka bir önemli filmi olan ghost.
    filmin senaryosunu üç parça halinde incelersek tom’un kendini sosyete içinde buluşu, kendine yeni bir gönül ilişkisi edinmeye çalışırken eski aşkıyla aklının karışması ve son perdede dostlarını yeniden bir araya getirme çabası olarak düşünebiliriz.
    yaşayan karakterlerin senaryodan filme çok iyi yansıtıldığı bu yapımda oyuncuların neredeyse hiçbir deneyimi yoktu! tom townsend'i oynayan clements, yalnızca bir filmde daha rol alıyor. audrey’i bir parfümcüde keşfediliyor.
    arka planda new york’un olduğu hiçbir film kötü olamaz diye düşünenlerdenseniz, entelektüel diyaloglar hoşunuza gidiyorsa, siz de zamanında tom gibi dostluklarınızın sonsuza kadar sürmeyeceğini hissettiyseniz doğru yerdesiniz.
    whit stillman’ın 1984’te yazmaya başlayıp 1988’de bitirdiği 1999’daysa yönettiği metropolitan, iyi senaryoya sahip bir yapım izlemek isteyenlerin açlığını uzun bir süre bastıracaktır.
  • 4cl. vodka
    1cl. cointreau
    1 cl. taze limon suyu
    4 cl. kızılcık suyu

    malzemelerinin hepsi karistirilarak hazirlanan ve martini bardaginda servis edilen bir kokteyl.
hesabın var mı? giriş yap