• şimdiii, şahane bir türdür. evet efenim, özellikle isveç usulü melodik death metal en dinlenesi müzik türüdür benim için. ancak bu türde müzik yapan tanınmayan bir çok grup var. gerçi ben sözlüğe giriyorum çoğu grubu ancak arada kaynıyor tahmin ediyorum. o yüzden en azından buradan liste halinde "iyi" melodik death metal yapan grupların ismini verirsem belki türü sevenlerin hadiseye bakış açıları da genişleyebilir. ahanda:

    en yeni örnek: (bkz: degradead)

    (bkz: divine souls)
    (bkz: detonation)
    (bkz: absence)*
    (bkz: avatar)
    (bkz: blind stare)
    (bkz: bloodjinn)
    (bkz: carnal grief)
    (bkz: compos mentis)
    (bkz: edenshade)
    (bkz: i killed the prom queen)
    (bkz: kaliban)
    (bkz: throne of chaos)
    (bkz: unanimated)
    (bkz: holymarsh)
    (bkz: noumena)
    (bkz: sacrilege)
    (bkz: satariel)
    (bkz: the wake)
    (bkz: unmoored)
    (bkz: watch me fall)
    (bkz: mors principium est)
    (bkz: fragments of unbecoming)
    (bkz: anterior)
    (bkz: enter my slience)

    7 yıl sonra editi: ulan listeyi ben hazırlamışım ama grupların yarısını falan bilmiyorum bu ne
  • olağanüstü bir müzik türü.

    kültürlerin beşiğinde doğup büyümüş biz anadolu evlatlarının kanında akmaya devam eden o melankolikimsi, o melodikimsi, farklı notaların harmoniğini içeren bir müzik türü. binaenaleyh**, bu müzik türüne gönül vermiş viking uşağı atalarından olan varyagların bu hareketli ve çok sesli ruhunun 11. yüzyılda karadenizden iran'a kadar uzanan anadolu geçmişlerinden geldiğini iddia ediyorum. yani efenim, filhakika, bu müzik anadolu kökenli bir müzik türüdür. yoksa böyle soğuk ve dingin sayılabilecek topraklardan nasıl böyle bir enerji ve hareket çıkabilir.

    bunları bir kenara bırakıp kendimizi sevgilinin koynuna bırakalım;

    elimde güzel bir liste var adına en iyi 50 melodic death metal albümü diyelim*, eksikleri yanlışları olabilir*, göreceli bir kavram en nihayetinde.

    1. from your grave by the absence
    2. the agony scene by the agony scene
    3. this darkened heart by all that remains
    4. the fall of ideals by all that remains
    5. once sent from the golden hall by amon amarth
    6. the crusher by amon amarth
    7. wages of sin by arch enemy
    8. end of the weakness by archeon
    9. a celebration of guilt by arsis
    10. terminal spirit disease by at the gates
    11. slaughter of the soul by at the gates
    12. unhallowed by the black dahlia murder
    13. forbidden empathy by callenish circle
    14. heartwork by carcass
    15. the cage of existence by cerberus
    16. central tunnel eight by cipher system
    17. the gallery by dark tranquillity
    18. the mind's i by dark tranquillity
    19. so sedated, so secure by darkest hour
    20. epic defiance by detonation
    21. fragments of d-generation by disarmonia mundi
    22. frailty & source by duskfall
    23. lifetime supply of guilt by duskfall
    24. slania by eluveitie
    25. forever endeavor by enforsaken
    26. iron by ensiferum
    27. chaotic beauty by eternal tears of sorrow
    28. a virgin & a whore by eternal tears of sorrow
    29. mirrorworlds by eucharist
    30. skywards; a sylphe's ascension by fragments of unbecoming
    31. the haunted made me do it by the haunted
    32. jester race by in flames
    33. whoracle by in flames
    34. stained by imperanon
    35. highest beauty by in thy dreams
    36. since the day it all came down by insomnium
    37. swamplord by kalmah
    38. swampsong by kalmah
    39. inhumanity by mors principium est
    40. dreams of endless war by norther
    41. absence by noumena
    42. symmetric in design by scar symmetry
    43. steelbath suicide by soilwork
    44. construction of despair by smash the brain
    45. emprise to avalon by suidakra
    46. ember to inferno by trivium
    47. timeless departure by skyfire
    48. mind revolution by skyfire
    49. wintersun by wintersun
    50. night of the black wyvern by utopia banished

    sonradan eklenenler;

    the funeral album by sentenced requested by theripperknownasjack
  • yıllardır dinlediğim bir tür olduğu için, en iyi olarak gördüğüm albümler hakkında yazı yazmayı epeydir düşünüyordum. tarz içinde sayılabilecek ya da diğer türlerle birleşip melez tarzda olan albümleri de sayacağım listeye aldım. içlerinde power metal grubu olarak anılanlar da var doom elementlerinin etkin bir şekilde görüldüğü albümler de. konu melodic death metal oldu mu melezlikten yana olduğum için geniş bir bakış açısıyla ele aldım en iyilerimi. sayacağım listenin "sıralı olmadığını" özellikle belirtip bunca yıl dinledikten sonra beni hala dumura uğratmakta olan albümler şunlardır diyim:

    1) amon amarth - once sent from the golden hall (1998)

    lafa direk gireyim: "hazırlanın savaşa gidiyoruz!!!". şahsi fikrim bu albüm, kariyerlerindeki en iyi albüm olmasının yanında baştan sona düşünüldüğünde "epic" diye tabir edilen albümler içinde de en iyilerden birisi. grubu bilen bilir; sonuna kadar viking temaları ile dolu, savaş-kan-balta-ölüm-şeref-onur-valhalla hakkında yazılan bir dolu şarkının sahibi adamlar işte. tanımlamak gerekirse, akılda kalıcı melodi yazılsın, bolca tremolo picking kullanılsın, twin gitar verkaçları yapılırken double bass'lar orada burada fink atsın, arka planda daima bir melodi dolanıp dursun, vokal black ve death arasında bir yerde takılsın bazen olabildiğince gırtlaktan bazen olabildiğince derinden duyulsun ve tüm bunlar olurken prodüksiyon da kirli ve leş bir vaziyette sürünsün. işte o albüm bu albüm. sonradan, o kirliliği azaltıp daha başka tatlar kattılar müziklerine ama bu albümdeki tadı hiç koruyamadılar bana göre. riff'lerin çok nadir tekrar edildiği albümde, gitarlar kasıtlı olarak kirli kaydedilince sıra dışı bir eser ortaya çıkıyor. opeth'den martin lopez'in baget salladığı ve uzun bir süre boyunca ürettikleri en uzun 2 parçaya** ev sahipliği yapan muazzam bir melodic death metal şaheseri.

    öne çıkanlar: "without fear", "victorious march", "friends of the suncross", "amon amarth". özellikle kendi isimlerini taşıyan parçanın, 3.55 civarı giren tremolo arkasındaki savaş efektleri ile, zaten -yol ver gidelim herkesi keselim- kıvamındaki şarkı iyice zıvanadan çıkıyor.

    2) insomnium - above the weeping world (2006)

    çok konuşsam mı emin olamadım bu albüm hakkında. insomnium'un tüm albümleri düşünülünce "albüm" olarak bunun üzerine çıkabilen bir eserini göremiyorum. hatta bir adım ileri gidip 2000'li yıllarda yapılmış en iyi melodeath albümlerinden biri olduğunu* iddia ediyorum. su sesleri ile başlayan su gibi akan yine su sesleri ile biten muazzam bir melodeath şaheseri. melodic death metal'in belirli sınırlar içinde ilerleyeceğini anlayan bazı öncülleri gibi, müziğin içine doom elementlerini katıp akustik pasajlar ile müziği geniş bir açıdan izlememizi, yer yer müziğin nefes alıp su gibi akmasını sağlıyor. zaten insanın ruhuna dokunan melodiler bulmada çok iyi olan grup bu albümde iyice çoşuyor. mükemmel derece melankolik sözlerden mi bahsedeyim yoksa bu sözleri yazarken ünlü şairlerden*** etkilenmelerinden mi bahsedeyim bilemedim. adamlar sanat eseri yapmışlar onu da her alanda tam yapmışlar. öfke ise öfke, sitem ise sitem, yalnızlık ise yalnızlık, aşk acısı ise bolca var zaten, duygu seli resmen. albümün en iyi parçası acaba hangisi diye düşündüm bulamadım; hepsi burun farkıyla ipi göğüsleyecek kadar kaliteli ve dolu şarkılar. doom tabanlı melodic death metal nasıl yapılır diye soran olursa rahatlıkla gösterebileceğim, evladiyelik bir albüm. melankolik melodic death metal'de zirve belki de.

    öne çıkanlar: nasıl bir kafayla, in the groves of death gibi bir parça yaptınız ya, insanlar dinleyecek bu albümü.

    not : albüm hakkında eleştiri olarak sadece, vokalin yer yer boğuklaşmasını ve gitarların arkasında kalmasını söyleyebilirim.

    3) nightrage - sweet vengeance (2003)

    isveç'ten çıkma metal supergroup'larda bloodbath ile birlikte zirveye oynayan* nightrage isimli yunan/isveç kırması güzide melodeath grubun ilk albümü. vokalde at the gates'den tomas lindberg var desek herhalde az çok kaliteyi tahmin edebilirsiniz. exhumation dağılınca, marios iliopoulos'in içine sevgisini katıp ve kendi ekibini oluşturup metal sahnelerine saldığı grubun bu ilk albümü 2000'ler melodeath'inin gördüğü en iyi albümlerden bir tanesi resmen. tompa'nın neredeyse içindeki bütün nefreti kustuğu albümün vokal kısmını direk atlarsak, duvarlara kafa göz dalınacak bir albüm çıkarılmış. alışılmış melodeath albümlerinin aksine blast beat'lerin bir hayli fazla olduğu bu albümde gus g.'nin karmaşık soloları ve aralara serpiştirilmiş tom englund vokal kısımları birleşince şahane bir ürün ortaya çıkıyor. albümde akustik gitarlar da var clean vokal kullanımının ön planda olduğu* parçalar da. gitarlar arası paslaşmalar ve sürekli değişen tempo ile dur durak bilmeyen harika bir eser. prodüktör koltuğunda opeth, arch enemy, dark tranquillity, in flames gibi gruplarla dehşet işler yapmış olan fredrik nordström'ün oturduğunu da söyleyip sözlerimi bitiriyorum. az laf çok dinleme.

    öne çıkanlar: "the glow of the setting sun", "hero", "in my heart", "ethereal"

    4) in flames - whoracle (1997)

    e hani nerede the jester race diyenler, aşağıda o da var, sakin*. fakat baştan söyleyeyim, yaklaşık 20 ay arayla çıkan bu 2 albüm düşünüldüğünde benim gözümde daha vurucu ve tam olanı (her ne kadar, 3 kutsal melodeath albümünden biri the jester race olsa da) whoracle'dır. melodic death metal tarihindeki belki de en iyi parçalardan biri ile başlayan albümün önünde saygıyla eğilmek yapılacak en doğru şey sanırım. ki o şarkı bile* başlı başına bir albüme bedeldir, bir albümlük melodi ve aksiyon barındırır. bu albümü sınırlı sayıda bitirebilmemin sebebi rahatlıkla bu şarkı diyebilirim. çift gitarların birbiriyle kusursuz ahengi, albüme katkı yapan biri riff manyağı* biri melodeath türünün kurucu üstadlarından* 3 gitarın olması, söz yazımında (aralarında geçen muhabbetler esas alınarak) birlikte çalışan anders fridén&niclas sundin ikilisinin uyumu ve kapasiteleri düşünüldüğünde önceki albümün teri kurumadan stüdyoya kapanan grup bu albümü oluşturmayıp ne yapacaktı ki. konsept bir albüm olmasının yanında sözler çoğunlukla gelecekteki bir dünyadaki yaşamı ve bu yaşamdaki toplumun çöküşünü anlatır. mutlu gibi görünmesine rağmen aslında karamsar bir albümdür whoracle. 2 adet enstrümantel parçanın** yanında 1 adet cover* ve birazcık deneysel takıldıkları* parçayla ortaya karışık, her çiçekten bal yapan, melodeath efsanelerinden biridir bu albümcük. (bkz: in jesper we trust)

    öne çıkanlar: böylesi bir albümde, sadece, diğerlerinden biraz daha fazla öne çıkan jotun diyebiliriz sanırım. yine de hakkını yememek için "gyroscope", "dialogue with the stars", "episode 666", "the hive" eklenir o listeye.

    not: björn gelotte'nin kalıcı olarak gitara geçmesinden önceki son albüm. bu albüm ve bir sonraki albüm arasındaki davul farkı için (bkz: daniel svensson)

    5) mercenary - the hours that remain (2006)

    danimarka'dan çıkan kaliteli metal grupları bir elin parmaklarını geçmez. bu adamlar da o 5 parmağa en büyük adaylardan biridir şahsi fikrim. grubun sabit olan 2002-2009 kadrosu ile sorunlar baş göstermeden yapabildiği en iyi albümdür ayrıca. power/progressive sosları ile süslendirilmiş albümde, sandager kardeşlerden mikkel, vokal konusunda tabiri caizse çoşup geriye pek bir şey bırakmıyor. albüm boyunca sayesinde vokal işçiliği maximum seviyede devam ediyor. clean vocal dendi mi aklıma gelen en iyi işçiliklerden biri bu albümde sergilenmiştir desem abartmış olmam sanırım. albümün ilk parçasına* björn strid'de konuk olarak katılınca clean vocal cümbüşü oluyor resmen. klavye, karanlık atmosferi gerektiği kadar kullanmakla kalmıyor, bazı parçalarda* müziğe daha da fazla etkide bulunuyor. martin buus, 11 dreams albümünde çoşturduğu solo yazma işini bu albümde de devam ettirmekle kalmayıp melodi bombası bir albüm oluşmasına katkıda bulunuyor. harika bir melodic death/power metal melez albümü.

    öne çıkanlar: "redifine me", "lost reality", "the hours that remain"

    6) in flames - the jester race (1996)

    akranları, the gallery ve slaughter of the soul ile tabiri caizse bu çöplükte bizim horozumuz öter derken (kutsal albümlere horoz benzetmesi yaptım üstünü yapabilen varsa buyursun*), in flames biraz gecikmeli olarak o çöplüğe gelip "hey biri bir şey mi dedi" demiştir bu albümle. en çok çevirdiğim in flames albümüdür ama en çok sevdiğim albümleri değildir, tuhaf ama öyle. belki sindirmesi benim için, whoracle'a göre daha kolay o yüzden olabilir. lunar strain ve subterranean'da gelişmekte olan ama hala tam olmamış bir grubun izlerini taşıyan grup, bu albümle notunu bir anda "cb" den "aa" ya çıkarmıştır. vokale gelen anders fridén bir önceki albümdeki uzay temalı şarkıları gelecek konseptli albümlere çevirirken kendi ismiyle anılan vokal tarzının ilk tohumlarını bu albümde atmıştır. davuldan gitara geçen jesper strömblad için bir şey demek gerekiyor mu bilmiyorum, takdir sizin*. bir de davula gelen björn gelotte var ki o da sonradan gitara geçiyor*. grup elemanlarının sabit bir enstrümanla ilgilendiği* ilk albüm diyebiliriz, ne lunar strain'deki enstrümanların çoğunu çalan jesper durumu vardır, ne de subterranean'daki gibi neredeyse her parçada farklı bir ekibin bulunduğu bir ortam vardır. bu açıdan, bir bütün olan ilk if albümüdür. albüm kalitesini ve içeriğini daha ilk şarkı başlar başlamaz belli eder. in flames'in uzmanlık alanı olan aralara serpiştirilmiş akustik gitarların bu sefer muazzam bir intro olarak kullanıldığı*, albüm boyunca müziğe farklı bir boyut kattıkları ve yaratıcı&etkileyici bir şekilde kullanıldığı, davulun grup elemanı olarak takıldığı, gitarların esip gürlediği hatta coştuğu, soloları* ile eargasm denen şeyin ne kadar muazzam bir olay olduğunu müziği sevip yaşayan herkese göstermekle kalmayıp yaşatan bir albüm. o solo ki hala benim için "the solo" olarak kalan nadir sololardandır, albümün bitmeye yakın olduğunu belirtmesinden ötürü buruk bir sevinç yaşatır insanda. kaç kere december flower dinlerken süreyi 1:25'e geri aldım sayamam. çoğu kişinin gözünde in flames'in zirve noktası olarak görülse de, benim gözümde whoracle'ın 6 pastan golü atması için yazılmış/yapılmış/bestelenmiş bir albümdür. bu haliyle bile laf eden çarpılır.

    ne yazık ki bu 2 albümü yazıp daha sonra colony/clayman albümleri ile seriyi devam ettiren grup sonraları mutluluğu başka yerlerde aradı. neyse oralar bizi bağlamaz. 3 kutsal melodeath albümünden biridir, saygı duyulur.

    öne çıkanlar: "moonshield", "artifacts of the black rain", "the jester race", "december flower"

    7) at the gates - slaughter of the soul (1995)

    geldik zurnanın zırt dediği yere. melodeath bir kitapsa eğer, sanırım bu kitabın ön sözü bu albüm olur. 90'lı yılların ortasında isveç'teki o bereketi ortaya çıkaran albümdür de diyebiliriz. atg'nin bu albümden önceki albümlerinin ilk 2 sini kaydı yüzünden hiçbir zaman sevemedim. sevdiğim yanları vardı, bir death metal albümünde o dönemde keman kullanma hatta çello kullanma gibi farklı düşünceleri müziklerine yansıtmışlar, farklı ve güzel bir şeyler yapmışlardı. 3. albümlerinde düzelttikleri kaydın yanında, melodi cümbüşü içindeki albüm riff merkezli bir hale gelmişti. iyi bir albümdü ama hala o vuruculuk ve keskinlik eksikti bence. bir de plak şirketinin açgözlülüğüne takılınca benim için mükemmel bir melodeath albümü olmamıştı. gel gelelim bu albüme kusur bulamam, çünkü kusursuz. baştan yapmaları gereken temiz kaydı en sona saklayıp, öldürmeyip süründürmüşler. bunu bir nevi gelişim olarak da görebiliriz. 92'den 95'e kadar peş peşe 4 albüm çıkarmak ve sonuncu albümün melodeath'in kutsal albümlerinden biri olması kolay bir şey değil. her albümdeki, belki eksik belki fazla yanlarını bu albümde optimum seviyede tutmaları sonucunda bu sanat eserini üretmişler. ritim olayı bildiğiniz tavan yapar bu albümde ve diğer kutsal 3'lüye göre daha bir thrash sularında yüzer. riff konusunda ise yaratıcılıklarının kaynağını harbi harbi sorguladığım bir albüm. en uzun şarkının 3:58 uzunluğunda olduğu düşünülürse her bir parçayı ince eleyip sık dokumuşlar bu sayede. under a serpent sun, blinded by fear ve suicide nation'ın giriş rifflerine bakınca insan hayret etmeyip ne yapsın. çok değil 34 dakikada melodik death metal nedir nasıl yapılır isimli belgesel kıvamında bir eser. hatta daha da fazlası, melodic death metal için bing bang'in ta kendisi. sonradan bu tarza yönelen çoğu grup için okunması gereken kitapların başında gelen bir eser.

    bir sanatçı gözüyle eserine bakan anders björler'in " yok aga ben bunu imkanı yok geçemem" deyip grubu dağıtmasına sebep olacak derece muazzam bir albüm bu.

    not: bu albüm hakkında 2 görüş var. ya çok iyi (10/10) ya da çok kötü (0/10). ilk kısımda olan gruptan olmaksa favorilerimden.

    öne çıkanlar: "blinded by fear", "slaughter of the soul", "under a serpent sun"

    8) kalmah - swampsong (2003)

    türün en iyi albümlerine ambargo koyan isveç'e, komşu finlandiya'nın bataklıklarından seslenen 5'linin kendi sıralamalarındaki bu üçüncü albüm, pasi hiltula ile son, benim için de bingöller yöresinden çıkmış en iyi melodic death metal albümlerinden birisi. norther ile birlikte yediği "children of bodom kopyası" damgasını çıkardığı her albümle yalanlayan kalmah'ın ilk 2 albümüne göre biraz farklı bir kulvara kaçış yaptığı bir albüm bu. en bariz örneğe, albümde, kalmah'ın yazdığı ilk ballad'ın* olmasını verebiliriz. pasi hiltula'nın bir diğer grubu olan eternal tears of sorrow'da olduğu gibi burada da, gitarlardan fırsat buldukça öne çıkması ve onlara arka çıkarak çevreleyici bir atmosfer yaratması konusu albümün farklı ve güzel yanlarından. özellikle "the third, the magical" ve "moon of my nights" adlı albümün ağır toplarında gitarların önüne geçerek, bir melodeath albümünde klavye kullanımı ve bunun şarkılara etkisi üzerine yüksek lisans yapmış adam resmen. klavye kullanımı ve albüme destek konusunda melodic death metalde favori elemanımdır. "man with mystery" boyunca sürekli arkalarda dolanan klavye melodileri ile de gitarların arasında açan bir çiçek gibi sırıtıyor. albümde, power sosları fazlaca olduğu kadar, black ve thrash sosları almak da mümkün. özellikle 5. şarkıda, albümdeki black sosunu en fazla alabileceğimiz bölümler mevcut. kokko kardeşlerin önderliğinde ilerleyen diğer 2 albüm gibi bu albüm de, 2 kardeşin birbirleriyle atışmaları şeklinde geçiyor. birbirlerinin boşluklarını doldurma konusunda bu ikiliyi hep per nilsson-jonas kjellgren ikilisi ile karşılaştırmışımdır. ya da ne bileyim tsubasa ozora-taro misaki ikilisi gibiler. biri durakladığında diğeri coşuyor ama o da alttan alttan çaktırmadan muazzam işler yapıyor. şarkıların vurucu yerlerinde lead partları öndeyken, ritim gitar onu biraz takip ediyor sonra bir kaç saniyeliğine ayrılıyor, o ayrılma esnasıda lead hızlanıyor ve dönüşte ritim'le yine bütün oluyorlar. kardeş yardımlaşması gibi bir şey anlayacağınız. benim açımdan melodic death metal tarihine finlandiya'nın vurgunudur, 4 büyükler arasında sırıtan bursaspordur bu albüm.

    not: pasi hiltula'nın 2 gruptan** da yaklaşık olarak aynı dönemde ayrılması ile kariyerlerinde bence bir daha ulaşamayacakları ** noktaların kalmah olan ayağı.

    öne çıkanlar: "heroes to us", "cloned insanity", "the third, the magical", "bird of ill omen", "moon of my nights"

    9) dark tranquillity - the gallery (1995)

    14 kasım 1995 / 17 kasım 1995 / 27 kasım 1995

    bu yazıya nasıl başlasam diye düşündüm. sonra aklıma albümün çıktığı dönem geldi ve dedim " lan isveç sen nasıl bir ülkesin!". yukarıda bahsi geçen tarihler, zaten buraya kadar okumuş olanlarınızın az çok bileceği tarihlerdir. çıktığı gün içinde o albümü* en kısa sürede yalayıp yutman gerektiğini bilmeden 3 gün sonra başka bir bomba albüm* ve ondan da 10 gün sonra yazı konusu olan dark tranquillity albümü çıkıyor. "ey vicdansızlar, teker teker gelin lan" bile diyemeden patlatmışlar evladiyelik albümleri. toprağından bereket akıyor adamların resmen. acaba diyorum hep, the gallery ayın 11'inde falan çıksa isveçte nüfus/intihar olayları ne durumda olurdu o 1 hafta içinde. hatta bir çıta artırıyorum, ve ah in flames 2 ay daha erken çıkarsaydın o albümü* ne ütopik bir 15 gün olurdu isveçte diyorum. zevkin doruklarında gezmekten hayattan zevk alamazsın arkadaş. yani hangisini dinleyeceksin dimi, bir tarafında dissection albümü sana göz kırpıyor, ex-aşkın at the gates niye benle ilgilenmiyorsun diyor, sen de camdan, dt'ye yapılır mı lan bu edasıyla sitemkar bir şekilde bakıyorsun. e haklısın.

    bahsi geçen albüm ise kutsal üçlüden biri, kimilerince türün en iyisi kimilerince en iyi ikincisi ama daha azı değil. benim içinse birbirinden ayrılmaz 3 kardeşin arasındaki en samimi olanı, en samimi ve en farklı. farktan kastım daha bir insan ruhuna ve duygularına hitabet eden, ne direk bodoslama girip o şekilde devam eden "slaughter of the soul" gibi ne de daha sakin sularda yüzüp melodileri ile akıp giden "the jester race" gibi bir albüm bu. daha bir sanatsal daha bir duygusal, sert bir müzikte acıyı sanatla harmanlamak olsa olsa "the gallery" olur. mikael stanne'nin daha ilk parçada dinleyenlere ettiklerini (melodiden melodilere geçişleri, arada clean vokal kullanımları, "i'll go" derkenki hissederek attığı çığlıklar) sindiremeden 2. parça başlar. nedense hep, opeth'in moonlapse vertigo parçasının 0:47 gibi giren kısmına benzetirim bu girişi. acı dolu başlayan albüm acı dolu devam eder, aralarda lethe gibi klasiklerinden bir parça ile albüm durgunlaşır sonra kaldığı yerden devam eder. sonda mine is the grandeur... ve ...of melancholy burning gibi 2 parça ile "siz naaaptınız arkadaş" diye kendinizi yiyip bitirmenize sebep olurlar.

    sıcaklık hissini en derinlerde hissetmemi ve müzik bu işte arkadaş dememi sağlayan albümlerden biri, türün bence en iyisi. mükemmel bir şeyi anlatabilmek için uygun kelimeler bulunursa bu yazıyı ilerde düzelteceğim, o zamana kadar daha da yorumum yok hakim bey.

    özel not: açın arkadaş şu basın sesini. müziğe derinlik katan şu alete niye üvey evlat muamelesi yapılır anlamam. martin henriksson işinin erbabı olduğunu tüm albüm boyunca gösteriyor.

    öne çıkanlar: ortalama ya da sıradan diye tabir edilecek bir parça bile yok.

    10) children of bodom - follow the reaper (2000)

    children of bodom'u 1997-2003 ve 2013-? olarak ikiye ayırırsak (ben öyle ayırıyorum), bu evrelerin ilkinde ürettiği muazzam 2 albüm, çok iyi bir albüm ve iyi bir albüm olan dönemin, muazzam olan o iki albümünden birisidir bu 2000 tarihli albüm. diğerini tahmin etmişsinizdir az çok. zirveye doğru adım adım çıkma sonra aşağı doğru frenleri kopmuş kamyon misali çökme (halo of blood'a kadar) olayını bu adamların kariyerlerine eş değer olarak görüyorum. kariyer yanlışları ya da doğruları yazı konusu değil ama 10 yıldır uyuyan dev geçen sene silkindi ve kendine geldi diyip albüme geçeyim. 1.5 yıl önce çıkan hatebreeder ile tahtını temizleyip oturan cob, bu albümle oturmuş olduğu tahta daha bir yayılıyor ve keyfini sürdürüyor*. hatebreeder'a göre bu albümde farklı olan ne var dersek, grup hızını biraz yavaşlatmış diyebiliriz. taramalı tüfek gibi soloları atan, atarken de taş gibi vokal yapan* alexi laiho, biraz yavaşlamayı ve atmosfere ağırlık vermeyi uygun görmüş bu albümde. aklıma everytime i die'dan daha yavaş olan başka bir cob şarkısı gelmiyor şu anda. yine de ortalamanın epey üzerinde bir hıza sahip bir albüm. sürekli gitarlarla takılan ve onlara destek çıkan ve nadiren beliren klavye bu albümle deli sololar atıyor ve şarkılarda gitar&klavye sololarını görmemizi sağlıyor (bu tarz, etkileyici, bir gitar bir klavye sololarını daha sonra norther - death unlimited albümünde gördüm). 1., 3., 5. ve 9.* parçalarda rahatlıkla fark ediliyor bu durum. bir önceki albümde de yok muydu evet vardı ama bence bu kadar baskın değildi. henkka o ses cümbüşünün arasında bası duyurabildiği kadar duyurmuş hatta bazı kısımlarda direk belirleyici unsur olmuş. zaten o ve jaska raatikainen albüm boyunca, alexi&janne ikilisine ritim tutturmaya çalışmış desem albümdeki zenginliği (özelikle lead gitar işçiliğini) açıklayabilirim. hatebreeder daha iyi diyenleriniz olabilir*, zaman zaman bana da öyle geliyor ama bu albümde de o albümle yarışacak düzeyde bir işçilik var demezsek ayıp ederiz.

    not: korku filmi kıvamında başlayan hate me!'ye parça ismi seçiminden dolayı özel tebrik.

    öne çıkanlar: "follow the reaper", "children of decadence", "mask of sanity", "hate me!"

    albüm kısıtlaması olunca listeye koyamadığım dolu albüm var daha. olmazsa olmazlarım da şunlar:

    ensiferum - ensiferum (2001)
    scar symmetry - pitch black progress (2006)
    scar symmetry - holographic universe (2008)
    soilwork - natural born chaos (2002)
    soilwork - the living infinite (2013)
    omnium gatherum - the redshift (2008)
    norther - death unlimited (2004)
    dark tranquillity - damage done (2002)
    dark tranquillity - character (2005)
    ın flames - colony (1999)
    ın flames - clayman (2000)
    arch enemy - stigmata (1998)
    edge of sanity - crimson (1996)
    eventide - the beast and the machine (2010)
    wintersun - wintersun (2004)
    children of bodom - hatebreeder (1999)
    children of bodom - something wild (1997)
    kalmah - the black waltz (2006)
    kalmah - swamplord (2000)
    amorphis - tales from the thousand lakes (1994)
    amon amarth - with oden on our side (2006)
    mors principium est - the unborn (2005)
    the black dahlia murder - nocturnal (2007)
    be'lakor - stone's reach (2009)
    skyfire - spectral (2004)
    insomnium - shadows of the dying sun (2014)
    eternal tears of sorrow - a virgin and a whore (2001)
    at the gates - terminal spirit disease (1994)
    noumena - anatomy of life (2006)
    mercenary - 11 dreams (2004)
  • en sevdiğim ve vazgeçemediğim müzik türüdür. içerdiği derin melodiler ve sololar sizi alıp başka diyarlara götürür... isveç ve finlandiya çıkışlı gruplar bu kategoride ayrı bir yere sahiptir.

    bu türden bahsedildiğinde akla gelen birkaç grubu da şuraya bırakalım:

    amon amarth, amorphis, arch enemy, at the gates, be'lakor, black therapy, children of bodom, dark tranquillity, engel, hypocrisy, in flames, insomnium, kalmah, mors principium est, norther, omnium gatherum, scar symmetry, soilwork...

    edit: bu türe özel oluşturduğum çalma listesine şuradan ulaşabilirsiniz.
  • melodikliğin anasının sikilip türkü kıvamına getirildiği gruplardan ivedilikle uzaklaşmalı türü.
  • kesinlikle en iyi hali isveç melodik death metali olan pek mikemmel bir müzik türü. amon amarth diyor ve başka söze gerek duymuyorum. baltayı kapasın oraya buraya saldırasın geliyor adamları dinlerken adamlar efsane adamlar müthiş. ayrıca dimmu borgir senfonik black metal yapar, shagrath da yüzünü norveç somonu solungacı gibin boyar, corpse paint'in şanına gölge düşürür.
  • edge of sanity ve özellikle gates of ishtar bu türün biraz daha az tanınmış iki muazzam grubudur.

    melodic death metal ile arası pek olmayan bir insan evladına gates of ishtar'ın a bloodred path albümünün ilk iki parçası(inanna ve where the winds of darkness blow) dinletilerek yaklaşık 5,5 dakika içinde yeni bir mdm hastası elde edebilirsiniz.
  • (bkz: amon amarth)
  • en güzel hali '90ların ortalarında isveçte yapılmıştır.
    sadece bilinen 3-5 grupla değil, ismi bilinmeyen sürüyle grupla hazine gibi bir dönemmiş o zamanlar.
hesabın var mı? giriş yap