• --- spoiler ---
    jack bauer'in sıkıntıdan intihar ettiği film.
    --- spoiler ---
  • geride bıraktığımız 2020'nin felaketlerle geçen ve geçmekte olan iki ayı içinde çokça hatırladığım film. bir yandan söndürülemeyen, kontrol altına alınamayan devasa bölgeleri etkileyen yangınlar, sıcak hava nedeniyle hızla erimekte olan buzullar, coğrafyamızın etkilendiği ve daha da sürecek olan depremler, beklenen istanbul depreminin gergin bekleyişiyle yaşadığımız, bulunduğumuz mekanlara hep bir felaket gözlüğüyle bakma hissi, derken koronavirüs, ölümler, çin'den gelen görüntüler, kapatılan sınır kapıları, durdurulan uçuşlar, parçalanan uçaklar, kazalar... üstüne içinde bulunduğum 37. yaşım. adı depresyon mu yaşam karşısındaki acizlik mi... bu filmde bekleyişin yaklaşmakta olan adı melankoli olan bir gezegenle ilişkilendirilmesi tesadüfi değildi. her gün türlü dertlerle muhatap olan insan, başını kaldırıp yıldızlı, parlak bir gökyüzüne baktığında, asıl derdin kocaman bir evrende bilinmez bir ölümü bekleyişle yaşamak zorunda olmak olduğunu kavrıyor.
  • bu filmi izleyip karanlikta bir sure hayati ve otesini sorguladiktan sonra kendime gelebilmek icin direk show tv'yi acip yogunlastirilmis yuzeysellik terapisi uyguladim, hatta su anda hala uygulamaktayim.

    iyi ki varsin show tv, iyi ki varsin bugun ne giysem, iyi ki varsiniz lan gerizekalilar.
  • --- spoiler ---

    limuzin virajı alamadı. gerildim
    düğüne geç kaldılar, justine hala at sevme peşinde. gerildim
    eleman resim veriyo bu düşürüyo, eleman veriyo bu düşürüyo. gerim gerim gerildim
    golf sahasına işedi. gerildim
    golf sahasında kendi düğününde sevişti çocuğun biriyle. hepten gerildim
    pasta kesicekler gitmiş banyoya girmiş. yine gerildim

    justine'de o kadar gerildim ki claire'de claire'e odaklanamadım; orda da yok yıkanmam, yemem, kalkmam yataktan falan. bi de sen git atı döv. çok pis gerildim

    --- spoiler ---
    'sayın lars von trier, bu film neden böyle?' diye sorsam; 'seni daha çok germek için. hih hih hih' derdi. amacın buysa önünde eğiliyorum derdim.
  • --- spoiler ---
    justine'nin düğün evindeki odalardan birinde gördüğü modern soyut sanata ait resimleri hınçla kaldırıp yerine çoğunlukla ölümü imleyen millais'in, ophelia'nın intiharı - ki filmin açılış sahnesinde justine gelinliği ve çiçeği ile suyun üzerinde bu tabloyu canlandırır - ve caravaggio'nun holofernes'in başını kesen judith resimlerini koyması değişik okumalara imkan sağlıyor.
    resimlerin ölümü çağrıştırmasının yanı sıra, ophelia'nın hüznü ve judith'in cesareti, justine'nin kişilik özellikleri hakkında ipuçları veriyor.

    mavi melancholia gezegeninin - mavi, hüznün ve melankolinin rengidir (bkz: blues) - dünyaya çarpmasına beş kala ihtişamlı malikanenin karşıtı olarak sihirli mağaranın kurulması ise bana kalırsa filmin en muhteşem sahnesidir. o derme çatma "mağaranın" justine'e ait bir kendilik olduğunu düşünüyorum. mağara kişinin iç dünyasının derinliğidir burada. bu mağaraya inanan diğer kişinin ise saflığı simgeleyen çocuk leo olması manidardır.

    dünyanın sonu gelmiştir belki ama aklın ve mantığın, hesapçı zihniyetin (apollon) karşısında; yaşamı derinlikli hisseden, hüznünü ve acısını duyumsayabilen, aklın rehberliğinden çok duyguların ve hazzın peşinde koşan, kalbi olan (dionysos) justine'in tarafındadır trier.

    çünkü "yalnız hüznü vardır kalbi olanın"

    --- spoiler ---
  • sitenin tekinde "two sisters find their relationship challenged as a nearby planet threatens to collide into the earth" diye özetlenmiş. kolay deil tabi elin bilmediğin gezegeni samanyolunun buz gibi soğuk vakumlarından çıkıp gelsin senin gezegenine geçireyazsın, yani kardeşinle ilişkin de challenge olur efenime söyliyim bakkal rüstem efendiyle ilişkin bile challenge olur nihayetinde kol gibi presence geliyor
  • --- spoiler ---

    limuzinde güzel bir kadın var, yanında da güzel bir erkek. kız beyazlar içinde, adamın yakasında bir çiçek. evlenecekler. limuzinle gidiyorlar... toprak yolda virajı dönemeyip kalıyorlar bir yerde. çünkü o araba o yol için yaratılmamış. kavanozun içinde sıkışıp kalmış böcek gibi çırpınıyorlar, bir ileri bir geri...

    böyle başlıyor film.

    kendi içimize sıkışmamızla da bitiyor. artık çırpınmıyoruz.

    --- spoiler ---
  • film bitip de filmi izlediğim üniversite kampüsünden gece eve dönerken yol boyunca; eve geldiğimde üstümü çıkarırken, elimi yüzümü yıkarken, hatta yatağa girdiğimde pek çok imge ve olgu üzerinde düşünmeye sevk eden lars von trier filmi.

    işte o olgu ve imgeler, filmi izleyin sonra okuyun ki farkındalığınızı ölçmüş olun:

    --- spoiler ---

    - filmin henüz başında limuzinin dar patikadan hallice yolda takılıp kalması. insana hayatta dayatılan, öğretilen, imrendiği, hedeflediği, anlam yüklediği şeylerin aslında ona hiç uymayan şeyler olması. bütün bunları yapmış olmak için yapıyor olması.

    - justine'in eniştesinin(adını hatırlayamadım şimdi) hapları içerek intihar etmesi. dünya'nın yok olması gibi bir korku karşısında ailesinin, karısının, çocuğunun yanında olmaması. aile kavramının aslında toplumda nasıl yapaylaştırıldığı, kurgulandığı. ama büyük bir korku gerçeği karşısında yapaylığın tuzla buz olması. justine'in eniştesi için aile mülkiyet kavramı içerisinde şekillenen, at çiftliği ve golf sahasının bulunduğu malikanenin öğeleri. düşününce çevremizdeki pek çok insan için de aile kavramının mülkiyetlerimizin varisi ve süsü olmaktan öteye gidemediğini görüyoruz.

    - justine'in insanların dediğini yaparak, toplumun arzu ettiği gibi yaşamanın verdiği hezeyanın bir benzerini -hatta tam tersini-; çok sevdiği atının kendi dediğini yapmaması üzerine atı döverek tepki vermesi. toplumun bize öğrettiklerinden her ne kadar tiksinsek de bize sirayet etmesine engel olamayışımız.

    -justine'in dünya'nın sonunun gelmesine dünya'yı gereğinden fazla önemseyen insanlara göre çok daha normal ve rahat tepkiler vermesi. örneğin ablası geceleri uyuyamayıp dolaşırken justine'in dünya'ya yaklaşan gezegene karşı çırılçıplak güneşlenecek kadar bununla kolaylıkla yüzleşebilmesi(güneşlenmek olmadı, gezegenin adı melancholia, melancholianması desek de olmuyor. neyse).

    - hayatta bazı şeylere mecbur olarak yaşamanın, içimizden gelenleri yapamama/yaşayamamanın bizi giderek telafisi mümkün olmayan mutsuzluklara sürükleyeceği.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    "çok yalnızız. hem de o kadar yalnızız ki tüm evrende ve topluca yalnızız. geleceğimiz belli: bu hayat bitecek. yapacak hiç bir şey yok. öleceğiz, öyle bir öleceğiz ki evrende izimiz kalmayacak. işte bu yüzden melankoli kaçınılmaz. ve bu melankoli de sonumuz olacak. dünyayı melankoli bitirecek." diyor lars von trier. iki tane ünlü (ve çok da sevdiğim) vampiri (canlandırmış oyuncuyu) oynatıyor, ben de burdan vampirlerin de ölümsüz olmadığı mesajını tutuyorum ordan. hayallerimizi yıkıyor trier, gelinliliğimizi parçalıyor. yanlış hayatı doğru yaşama çabasını da beyhude buluyor, mücadeleciliğe sıfır, patrona sıfır, aslında melankoliye de sıfır veriyor. vampirleri bırak cins-i latif bile melankoliden kaçamayacak trier'e göre ki en dayanıklı canlının yer çekimine bile direnen kadın olduğunu farklı sahnelerde gösteriyor. dostlar, trier insanları sevmiyor. hitler'i de belki ondan anlıyordur. o insanları sevmiyor ve kurtarılacak bir şey, herhangi bir umut görmüyor. neyse, bu film izlenir, güzel olur. ben çok keyif aldım.

    --- spoiler ---
  • melankolinin her daim kadınla özdeşleştirildiğini, daha ziyade kadına has bir durum olduğunu hatırlayalım, sonra başlayalım:

    --- spoiler ---

    1. bölüm:

    hani eski teyzelerin söylediği bir laf vardı, şikayet eden kızlara söylerlerdi, sivilceler için dahi: “evlenince geçer”. işte film böyle başlıyor.

    kızımız biraz arıza imiş, huzursuz imiş; demişler ki evlen. o da bir koca bulmuş; ablası ve eniştesi de büyük bir düğün planlamış, bir sürü masraf yapmış onun için, yeter ki çok mutlu olsun diye. öyle büyükmüş ki planlanan düğün, limuzin kırlardaki o kıvrımlı yollarda dönememiş.

    kızımız huzursuz, uyumsuz, melankolik. müstakbel eşinin romantizmi en fazla “sevimli” geliyor ona, bakıyor kucağına bırakılan fotoğraftaki hayale ve gülümsüyor; daha fazlasını yapamıyor, evlenemiyor ve sonunda “en çok” kız kardeşini kızdırıyor; “beyaz atlı prensini bulup evlenmiş, masallardaki gibi bir şatoda yaşayan, bir de dünyalar tatlısı çocuğu olmuş ablasını”… melankoli, masal gibi bir düğünü darmadağın ediyor.

    2. bölüm:

    ama dahası vardır, daha büyük bir “melankoli” yaklaşmaktadır, hem de bu kez daha büyük çapta, yani dünyaya doğru…“masal gibi” evliliği olan ablanın muzdarip olduğu, kardeşinden kendisine sirayet eden, kardeşinin hatırlattığı, bu yüzden ona çok kızdığı, melankoli.

    kocası inkar etmektedir, yalanlamaktadır, uzman olduğunu ve "melankoli"nin çarpmayacağını iddia etmektedir. kadın inanmayı tercih eder, yine, evlenirken olduğu gibi…ama ilk pes eden, üstelik haince kaçan, kadın bir an tereddüt edip çekmeceyi ve kutuyu 2. kez kontrol etmese anlamayacağı şekilde kaçan, çocuğunu dahi bırakıp kaçan koca olur.

    sonunda bilen, gören, ama "melankoli" diye isimlendirilen gezegenle özdeşleşen “gerçek” ile; bir de görmemeyi, yerine kocasına (erkeğine) inanmayı tercih etmiş, kocasının ihanetinden sonra bile içinde şüphesini koruyan “romantizm” baş başa kalır … ve “melankoli” bu kez daha büyük vurur.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap