• soyumu kurutan oyun. şaka değil.

    almışım ingilizleri, yerleşmişim adama, iskoçları iki çizikte almışım ada benim mis. deli gibi ekonomi kasıyorum o liman senin bu ticaret yolu benim ekonomide top 3 ten düşmüyorum. deli gibi para kazanıyorum, bu arada papadan gelen haçlı seferlerine ordu göndermiyorum (malum ordu demek para demek) elimdeki bi kaç değnekçiyi, sopacıyı (en ucuz askeri birimler) yolluyorum haçlı seferine, papa delleniyor, kuduruyor. siklemiyorum tabi, para bok, keyif keka. neyse efendim gelen her türlü teklifi red ediyorum. antlaşmalar, evlilikler, savaşlar, tek başıma adada kurmuşum düzeni yaşıyoruz. *

    gel gelelim 50 ila 60 turn sonra bi bakmışım soy kurumuş. gelen gelin tekliflerini, kraliçe hediyelerini mumla arar duruma düştüm, koca imparatorluk bir erkek çocuğun gözüne bakar oldu. o an erkek çocuğu olmayan bir kralın dramını iliklerime kadar hissettim.. malın dünyevi olduğunu kefenin cebinin olmadığını, bir oyun tarafından öğrenmem ise oldukça manidardı.

    vel hasıl oynayacak kişilere tek tavsiyem; en az 3 çocuk doğurun .
  • ben her ne kadar kılıç, şövalye, kale, ortaçağ gibi kavramları çok sevsem de strateji oyunları konusunda çok başarılı değilim. bunun sebebi de temelde bir stratejimin olmaması. kimi insan oyun oynarken fırsat kollar, bazen saldırır, bazen geri çekilip ekonomisini güçlendirir. bense isengard'dan çıkan uruk-hai'ler gibi dümdüz girerim savaşa. ilk saldırıda düşmanı yenersem ne ala. yenemezsem de tüm ordum patates olduğu için kurduğum ülke kısa zamanda yıkılır zaten.

    medieval 2 total war maceram da yıllar önce böyle başladı. önce tabi ki türkleri seçtim. constantinapole'ü alamasam da balkan'lara hızla yayıldım ve savaş ganimeti sayesinde kısa sürede zengin oldum. ancak ben paris'e kadar göz dikmişken bağdat civarında peyda olan moğollar, asıl gücümü geri getirene kadar bomboş kalan anadolu'yu talan etti. daha sonra savaşa başlasam da hepsi birer stratejik deha olan moğol komutanları karşısında bir şey yapamadım. ülke darmadağın oldu. elimde iki üç şehir ancak kaldı ve fetret devrini 4k çözünürlüğünde naklen izledim.

    bu campaign'den sonra dedim ki moğollar illaki gelecek. onları durdursam bile daha timur var. ben en iyisi gideyim avrupa'nın ortasına yerleşeyim. böyle düşünerek şövalyelerin memleketi fransa'yı seçtim. oyuna başladığımda, hiçbir avrupa ülkesi yeterince güçlü değildi. bu sayede çevremde ne kadar bağımsız şehir varsa aldım. sonra daha fazla para kazanma hırsıyla komşu ülkelere de tebelleş oldum. elimde fazla şehir olduğu için ekonomim diğer ülkelere göre çok daha iyiydi. bu ekonomik gücü zamanla askeri güce çevirdim ve komşularımın şehirlerini bir bir almaya başladım. burada özellikle kutsal roma imparatorluğu beni zorladı ama aynı zamanda ispanya üzerine yürüdüğüm için buradaki asker kaybımı batıdan gelen ganimetlerle dengeleyebiliyordum.

    ancak tabi atladığım bir konu vardı. o da papa. normalde küçük bir ülke olan papalığın haçlı seferi ilan etmek gibi bir özelliği vardı ve hıristiyan bir ülke olarak din kardeşlerime saldırmam papalığı rahatsız ediyordu. önceleri papalık aman saldırma dediğinde bu süreyi orduyu güçlendirmek için kullanıyordum ama kutsal roma imparatorluğu'nun tek bir şehri kaldığında işler çığırından çıktı. çünkü tam kuşatmanın ortasında papa "7 turn saldırma yoksa seni aforoz ederim." diyerek beni tehdit ediyordu. benim ordunun yarısı kuşatmada telef olduğu için de burada sürekli altın kaybediyordum. bir de bu 7 turn boyunca şehrin savunması kendini yeniliyordu. bu yüzden en son uyarısında "başlarım papasından." diyerek şehre daldım. sonunda kutsal roma imparatorluğu'nu haritadan silsem de papa tarafından aforoz edildim. ben tabi ülkenin büyüklüğüne bakınca aforoz edilmeyi çok sallamadım. çünkü zaten papalık birilerini sürekli aforoz edip geri çağırıyordu.

    ancak aforoz edilmemle birlikte işler tersine döndü. çünkü zaten dayak zoruyla şehirlerine konduğum halkımın morali yerle bir oldu. bu yüzden vergileri kısmak zorunda kaldım. üç dört turn böyle idare etmişken boş durmayan papalık bana karşı haçlı seferi ilan etti.

    ben burada diğer ülkelere burun kıvırıp "alayınız gelsin." derken bir baktım ki gerçekten alayı gelmiş. batıdan portekiz, kuzeyden ingiltere, güneyden papalık, doğudan macaristan, kuzey doğundan gelen polonya ile ülke yine darmadağın oldu. bu campaign bitince de kendimi saint helena'ya bırakıp oyunu kapattım.

    bu maceralarımın üzerinden yaklaşık 2-3 sene geçti (oyun turn'ü olarak değil gerçek hayatta) ve sefere çıkma isteği bende yeniden canlandı. ancak bu sefer daha temkinli başlayacaktım. çünkü daha önceki hezimetlerim bana ders olmuştu. ilk olarak avrupa'ya yamyam gibi saldırmama kararı aldım. çünkü başlarda evet şehirleri yağmalamak beni zengin ediyordu ama bir süre sonra düşmanların sayısı arttığı için güvenliği sağlayamıyordum. ayrıca bu fetih politikası bir yerden sonra illaki tıkanıyordu ve medieval 2 total war'da olduğu yerde duran bir ordu safi masraf demekti. avrupa'nın yarısına hakim olup her şehri korumaya çalışmak ise batacağınızın garantisiydi.

    ayrıca açıktan açığa savaştığınızda ordulara sürekli takviye yapmanız gerekiyordu. bir de tabi papalığın ve zayıf anınızı kollayan düşmanların dikkatini çekiyordunuz. ben de bu yüzden saman altından su yürütmeye karar verdim. dışarıdan bakılınca kendi işinde gücünde bir ülke gibi görünürken bütün avrupa'nın gücünü kıracaktım. böylece savaşmama gerek kalmadan bütün dünyaya (en azından bilinen kısmına) hakim olacaktım.

    bunu yapabilmemin tek yolu da hasan sabbah'a taş çıkaracak bir spy ve assassin ağı kurmaktı. böylece kendim keyif çatarken milan'dan portekiz'e, polonya'dan venedik'e kadar herkesin başına bela olabilecektim. bu işi yapabilmek için de coğrafi olarak en uygun ülke olan ingiltere'yi seçtim.

    ingiltere oyundaki her ülke gibi mütevazı bir başlangıç yapıyor ancak ekonomik ve askeri olarak çok büyük potansiyeli var. birincisi adada bulunan york, londra ve edinburgh düzgün yatırım yaptığınızda darphane gibi çalışıyor. ikincisi de bütün adada sadece tek bir kale tutarak (ki bu genelde adanın merkezindeki nothingham oluyor) güvenliğinizi çok masraf yapmadan sağlayabiliyorsunuz. geri kalan her şehri town'a çevirerek de ekonominizi güçlü tutabiliyorsunuz.

    ancak oyun başında tabi ki bu güvenlik söz konusu değil. çünkü adayı iskoçlarla paylaşıyorsunuz. bir de eğer fransa hızlı davranıp rennes'i alırsa burnunuzun dibine kadar ordu sokabiliyor. ve caen, avrupa'ya açılan kapınız olduğu için burayı ne olursa olsun kaybetmemeniz gerekiyor.

    bu nedenleri göz önünde bulundurduktan sonra başta gelen paraya acımadım ve dandik de olsa kalabalık iki tane ordu yaptım. bu ordularla kuzeyden york'a batıdan da rennes'e yürüdüm. york zaten en başta köyden hallice olduğu için burayı tek turn'de fethettim. rennes'i indirmek ise biraz zaman aldı. ben de bu sırada ana karadaki şehirlerimin ekonomisini güçlendirdim. ayrıca bir de spy basmaya başladım.

    bu oyunda spy ya da assassin kullanmış olanlar hatırlayacaktır, başlarda spy dediğin adam düz yolda yürümeyi bile beceremiyor. assassin'in öldüreceği insanı görünce de bildiğin eli ayağı titriyor. o yüzden yeni ürettiğiniz assassin'i önemli birinin arkasından gönderirseniz paranızı çöpe atmış olursunuz. ancak ben bu konuda biraz şanslıydım çünkü tam londra ile nothingham arasında bir asi birliği ortaya çıktı. ben de spy ve assassin'lerimi bu birlik üzerinde eğitmeye başladım.

    az bütçeyle hazırladığım spy ve assassin'ler güvenli alanda kendilerini geliştirirken bir yandan da caernarvon'a daldım. zaten asi şehri olduğu için burayı almamda bir sakınca yoktu. bu kaleyi aldığımda da direkt şehre çevirdim. daha sonra ciğer sökecek kıvama gelen spy ve assassin'lerimi kuzeye gönderdim. önce iskoçların gönderdiği diplomatı sonra york'un tepesinde bekleyen komutanı indirdim. ileriki turn'lerde de edinburgh'a kadar giderek spy'ı şehre yerleştirdim. assassin'le de komutanları ve prensleri harcadım.

    sadece spy ve assassin'lerle iskoçya'ya verdiğim zararı edward the longshanks vermemiştir. çünkü adamların ordularını yönetecek kimseyi bırakmadım ortada. bir ara inverness'i almaya gittiler. o ordunun başında duran komutanı da öldürtünce mecburen geri döndüler. zaten 2-3 turn sonra da tüm iskoç kraliyet ailesini bitirdim ve koca ülke asilerin eline kaldı. ben de spy ve assassin'leri güneye gönderirken tek bir orduyu kuzeye gönderip sırayla edinburgh, inverness ve dublin'i aldım.

    ancak kıta avrupa'sına vardığımda beni bir sürpriz karşıladı. birincisi ben gelene kadar fransa, avrupa'nın en büyük ordusunu kurmuştu (strongest faction'da sürekli onlar görünüyordu.) ayrıca ben sadece fransa'yla mücadele edeceğimi sanırken danimarka burnumun dibindeki antwerp'e, ispanya ise bordeaux'a çökmüştü. dijon ve metz ise boştu ancak kutsal roma imparatorluğu'nun ve milan'ın buralara gelmesi an meselesiydi. bu yüzden caen'i ordu ile doldurdum. daha sonra bölgedeki bütün şehirlere spy yerleştirdim. benden habersiz artık kuş uçmuyordu. bu kısımda herkesin her bir adımını izlediğim için turn geçişlerindeki animasyon, kısa film uzunluğuna ulaştı. kimin diplomatı nereye gitmiş, kim hangi prensesi kime yamamaya çalışıyor hep görüyordum.

    ancak bu durumdan şikayet edemezdim çünkü fransız kraliyet ailesinin bütün üyelerinin yerlerini tespit etmiştim. bundan sonra da turn'ler boyunca aile üyelerini kesmeye başladım. assassin'ler iyice deneyim kazanınca kralların peşine de düştüm ve bir tane milan, bir tane kutsal roma imparatorluğu, iki tane de fransız kralını alaşağı ettim. bruges'a gelmeye çalışan kaç tane danimarka prensini öldürdüğümü ise gerçekten bilmiyorum.

    arada sırada spy'larım şehirlerden atılsa da bu taktik hayli işime yaradı. mesela fransa kralını öldürmemden iki turn sonra adamlarla ticaret anlaşması yaptığım için benimle ilişkilerinin çok iyi olduğunu söylediler. bense o sırada kuzey fransa'da nefes alan her soyluyu öldürtmekle meşguldüm.

    her ne kadar fransa ailesi aşiret gibi olsa da bir süre sonra ortada herhangi bir üye kalmadı ve hanedan yıkıldı. tüm şehirleri de asilerin eline geçti. buradaki problem ise etrafta bulunan her devletin fırsat bu fırsat diyerek boş şehirleri kapmaya çalışmasıydı. burada assassin'ler ile sıkı çalışsam da özellikle güneyde pek bir varlık gösteremedim. marsilya'yı milan'a , toulouse'ü portekiz'e ve dijon'u da milan'a kaptırdım ancak danimarka ve kutsal roma imparatorluğu hiçbir şey alamadılar.

    bu noktada fark ettim ki fransa benden güçlü de olsa varlığı benim için faydalıymış. çünkü kutsal roma imparatorluğu gibi ülkeler ile benim aramda tampon bölge görevi görüyormuş. şu durumda bir an önce avrupa'da kendime geniş bir yer edinemezsem bir çok güçlü düşman tepemde bitecekti. ben de bunu engellemek için hemen harekete geçtim ve bir ordu kurarak bruges'a yürüdüm. daha sonra paris'i ve angers'i aldım. bu sırada assassin'lerle de sürekli metz'e hücum eden kutsal roma imparatorluğu komutanlarını öldürtüyordum.

    bir süre sonra da gerekli bölgeyi oluşturdum. artık ordu ile bile gelseler beni kolay kolay ana kıtadan atamazlardı. ancak bu süreç içinde savaş ve ordu büyüklüğü nedeniyle ekonomim eksilere düştü. çünkü evet ülke para basıyordu ama bu paranın daha çoğunu orduya maaş vermek için harcıyordum.

    bu sırada papa bir haçlı seferi düzenledi. ben de bu durumu adada kalan çer çöp askerden kurtulmak için kullandım ve nerede 8-9 tane kalmış, savaşmaktan imanı gevremiş birlik varsa elimdeki en kötü komutanın yanına verip sefere gönderdim. boş kalan şehirlerde asayişi sağlamak için de 4-5 birim town militia bastım. bunlar oyunda hem üretmesi hem bakması en ucuz birliklerdi.

    kıta avrupa'sındaki ordulara tabi ki bir şey yapmadım çünkü kurtlar sofrasındayken şehirleri elinde kazma kürekle gezen adamlara emanet edemezdim. yine de avrupa'da başım çok büyük belada değildi. çünkü fransa'yı mahveden ekibi ikiye böldüm ve bir kısmını portekiz ve ispanya'nın paylaştığı iber yarımadasına geri kalan ekibi de danimarka, kutsal roma imparatorluğu ve milan üzerine gönderdim.

    kutsal roma imparatorluğu, akıllanmış olacaktı ki kendi spy'larını üretmeye başladı. aynı şekilde milan da sürekli assassin basıyordu ancak sözde aramızda bir gerginlik olmayan bu ülkelerin iç işlerini çekirdek çitleyerek izleyen ben üretilen bu deneyimsiz birimleri artık seri katil kıvamına gelmiş olan assassin'lerime öldürtüyordum. bir süre sonra bu iş lağım savaşına döndü. yer üstünde iki ülkenin diplomatları gelip giderken (yeni ürettiğim assassin deneyim kazansın diye öldürtmediysem eğer) yer altında insanlar birbirlerinin boğazına çöküyordu.

    muhtemelen kendi aralarında savaştıkları için ispanya ve portekiz hayli güçsüz kalmıştı. zaten komutanlarının bir çoğunu da toullesse ve bordeaux yakınlarına geldiklerinde toprağın altına gönderiyorduk. bu yüzden fransa'ya yaptığım şeyin aynısını ispanya'ya da yapmaya karar verdim. ancak ispanya kralı da haçlı seferine katılmıştı ve ben daha ona ulaşamadan aldığı hız bonusuyla birden bire ortadan kayboldu. ben de madem o yok kalanları temizleyeyim diyerek (ki zaten geriye pek bir şey kalmamıştı) ispanya'nın kraliyet ailesine dadandım.

    adadaki orduyu azalttığım için ülke ekonomik olarak uçuşa geçti. orta çağda öyle bir şey olsa g8'in lideri olurdum. her şehrimde sürekli yeni binalar yapıyordum üzerine para bile kalıyordu. bu sırada bir spy bir de assassin'i italya'nın kuzeyine yerleştirdim. burada ordu falan pek yoktu, ortam daha çok ilahiyat fakültesi gibiydi ama yine de buradan gelebilecek bir tehdidi önceden görmek istiyordum.

    bu yüzden italya'daki spy ve assassin'im bir süre işsiz kaldı. boşluktan spy milan'da terziliğe başladı. assassin'ini de pizzacıya çırak olarak verdik. ancak şans eseri haçlı seferine giden ispanya kralı tam buradan geçmeye karar verdi. ben de assassin'ime emir verdim. eleman üzerindeki unları silkeledikten sonra kralı öldürdü. böylece ispanya da tarihe karıştı. ben de hemen orduyu çıkarıp coğrafi olarak kapı niteliğinde olan bordeaux'ya yürüdüm.

    ancak işler bu noktadan sonra karışmaya başladı. çünkü ben adanın kuzeyine saldırdığım zaman zaten iskoçya'nın pek bir ordusu yoktu. o yüzden edinburgh'u almak zor olmamıştı. ancak ispanya her şehrinde güçlü birlikler bırakmıştı. bu yüzden bordeaux için uzun bir kuşatma süreci başladı.

    bu sırada yarımadanın güvenliğini sağlamak için portekiz'i de çökertmeye karar verdim ancak tüm portekiz kraliyet ailesini ortadan kaldırmama rağmen kralı bulamadığım için ülke yıkılmadı. ben "nereye saklandı lan bu adam?" diye aranırken fark ettim ki haçlı seferi hala devam ediyor. bunu fırsat bilen portekiz kralı da hemen tabanları yağlamış.

    ben bu oyunda en çok kutsal roma imparatorluğu'ndan çekinirim. çünkü bıraktığınız zaman bütün avrupa'ya yayalıyor herifler. bir de torpil mi vardır nedir kime saldırırsa saldırsın asla aforoz edilmiyorlar. ben de bordeaux kuşatması sırasında "aman dibimde bitmesin." diyerek metz'e yürüyen ne kadar kutsal roma imparatorluğu komutanı varsa kestim. ancak saldırı hiç beklemediğim yerden geldi.

    sadece dijon, milan, genova ve marsilya şehirlerine sahip olan milan tutup paris'e saldırdı. önce ne olduğunu anlayamadım. çünkü milan'a marsilya'yı aldığı için uyuz olmuştum ve kendilerinde komutan bırakmamıştım. sadece milan'da oturan korkudan burnunu dışarı çıkaramayan bir varis kalmıştı. bunu anlamsız bulmamın bir sebebi de milan'ın yeterince güçlü olmamasıydı. evet paris'i biraz boş bırakmıştım ama kutsal roma imparatorluğu tehdidine karşı caen'de dev gibi bir ordu tutuyordum. önce milan'ın getirdiği dandik kaptana baktım. sonra caen'de oturan üç tane komutanıma baktım. sonra bir daha milan'a baktım. bu mahalle arasında maç yaparken üç tane belalı abisi olan çocuğa vurmaya benziyordu. insanların bir hafta konuşacağı efsane bir dayak yemeniz kesindi. milan'ın başına da tam olarak bu geldi. caen'deki orduyu çıkarıp milan birliklerini paris önünde ezdim. ancak güneyde gezen spy'larımın gördüğü üzere milan ufak ufak birliklerini kuzeye göndermeye devam ediyordu. bu yüzden paris önünde bekleyen bu orduya sürekli takviye yapmaya başladım.

    bu sırada kutsal roma imparatorluğu ne zaman tepemde bitecek diye bekliyordum. ancak kendileri benimle değil danimarka'yla savaşa başladı. daha sonra bir diplomat göndererek benimle dost olmayı teklif ettiler. ben de hemen kabul ettim. çünkü bu benim için tam anlamıyla güvenlik demekti. ancak kutsal roma imparatorluğunun fırsat bu fırsat diyerek danimarka'yı ezmesine de izin veremezdim çünkü antwerp'i alırlarsa londra'ya komşu olacaklardı. bu yüzden iki üç tane assassin'i danimarka ve kutsal roma imparatorluğu arasında cephe olan bölgeye gönderdim ve kim diğerine saldırırsa gücünü kırmak için hemen ona suikast düzenledim. böylece iki ülke karşılıklı olarak güçlerini tüketmeye başladı.

    ben de bu sırada bordeaux'yu aldım. ancak güvenliğim için çok önemli olan toulouse'ü bir türlü alamıyordum çünkü portekiz hala çökmemişti. kralı bulsam iki turn'de sorunu çözecektim ama herif hala ortada yoktu. eğer buradan ilerlersem arkamda bir ordu bırakmış olacaktım ayrıca bordeaux'ya gönderdiğim ordu da çok güçlü değildi ve uzun süren kuşatma birlikleri yıpratmıştı. bu nedenle zaten kale olan bordeaux'yu kullanarak burada yeni bir ordu kurmaya başladım. ancak fetih politikam sekteye uğramıştı.

    bu sırada papa yine bana "milan'a yedi turn saldırma." dedi. ancak ne hikmetse aynı şey milan için geçerli değildi. bu yedi turn boyunca adamlar sürekli bana saldırdı. ancak taktikleri gerçekten çok kötüydü. üç beş askeri bir araya getirince hurra paris'e geliyorlardı. paris'te bekleyen ordum da bu birlikleri eziyor daha sonra caen'den takviye alıyordu. bu sırada sahip olduğu dört şehirde deli gibi milan kralını arıyordum. eğer bulsam milan'ı direkt çökertecektim ancak bu adam da ortada yoktu. ben de sabırla yedi turn'ün geçmesini bekledim. daha sonra askerlerini sürekli heba ettiği için savunmasız kalan dijon'a saldırdım ve burayı aldım. papa falan biraz uyuz oldu ama beni tıraş eden adamın kolunu da bir zahmet kesecektim artık.

    ben milan'la uğraşırken kutsal roma imparatorluğu da metz'i aldı. o sırada anladım ki artık güvenliği öne alan bir strateji uygulamam lazım. çünkü bir türlü düşmeyen portekiz'in ve milan'ın toparlanıp gelmesi benim için büyük sıkıntı olurdu. kutsal roma imparatorluğu da dostuz demişti ama bu tamamen danimarka ile ne kadar süre savaşacağına bağlıydı. eğer danimarka'yı paket ederse metz üzerinden paris'e yürümesi an meselesiydi.

    bu nedenle bekleyip orduları güçlendirdim. daha sonra ölen spy'ların, assassin'lerin yerine yenilerini yerleştirdim. çünkü spy'ların bir kısmı yaşlılıktan ölmüştü. mesela birini frankfurt'a yerleştirmiştim. şehirden atıldığı turn'leri saymazsak adamın varlığını bile unutmuştum. adam baya şehre yerleşmiş çoluğa çocuğa karışmıştı. biz iber yarım adasında o dönemin en büyük gizli operasyonunu yürütürken frankfurt'taki spy, oktoberfest'ten fotoğraf atıyordu. yine de kutsal roma imparatorluğu'nda çok fazla şeyi görmemi sağladığı için bu elemanın ailesine bir madalyayı da çok görmedim.

    avrupa'daki karışıklık açıkçası biraz canımı sıkmıştı. çünkü gücünü kır, başsız bırak ve fethet politikam iki noktada sekteye uğramıştı. bu yüzden yeni şehirler almak adına ufak bir keşif yaptım ve oslo ile stokholm'ün hala boş olduğunu gördüm. daha sonra nothingham'da bir ordu kurdum. yanlarına ikişer üçer spy ve assassin verdikten sonra bunları da kuzeye gönderdim. normalde viking'ler 700 ile 1000 yılları arasında ingiltere ve fransa'ya saldırmıştı. ben de takribi bir iki yüzyıl sonra iadeyi ziyarette bulundum ve bu iki şehri kısa sürede aldım. bir şekilde rusya ile de komşu olmuştum ama hem rusya o dönem çok güçlü değildi hem de stokholm'ü istiyor olsa şimdiye kadar çoktan almış olması gerekiyordu zaten.

    ben oslo halkıyla "ama belediyecilik çok gelişmiş. insana değer veriliyor resmen." diye geyik yaparken portekiz'in çöktüğü haberi geldi. sanırım portekiz kralı haçlı seferi sırasında yenilip öldürülmüştü. ben de fırsat bu fırsat diyerek önce toulouse'ü daha sonra da zaragoza'yı aldım. daha sonra moor'ların ilerleyememesi için birkaç assassin'i cebelitarık'a diktim.

    moor'ların geçecek sadece tek bir noktası olduğu için şehirlere akın yapar gibi saldırmama gerek yoktu. bu yüzden balista ve okçu ağırlıklı iki tane ordu yapıp iber yarımadasını yavaş ancak emin adımlarla fethettim. bu sırada tabi papa milan'a saldırma demeye devam ediyordu. milan ise saçma sapan ufak ordular ile benim minas morgul'a çevirdiğim toulouse'e saldırıyordu. bir ara milan'ın akınları azaldı ben de 7 turn bitince yanıma balista'ları alıp daha papa görevi yenileyemeden marsilya'ya çöktüm. bu şehri aldıktan bir turn sonra milan'ın kralı ortaya çıktı. milan şehrinin tepesinde akbaba sürüsü gibi beklettiğim assassin'ler ile kendisini öteki tarafa yolladım ve papalığa el sallayarak milan'ın çöküşünü izledim. milan gidince cenova ve milan boşta kaldı. ben apenin yarımadasına açılan bir kapı olması için cenova'yı aldım. papalık da benim ordunun daha fazla ilerleyememesinden faydalanarak milan'ı aldı.

    şu oyunda ilk defa aktif bir düşmanım yoktu. bu sırada barut icat edildi ve top teknolojisi geldi. ben de bu süreyi şehir savunmalarına topları ekleyerek geçirdim. ayrıca birkaç balista yaparak moor'ların üzerine yürüdüm ve önce granada'yı daha sonra marakeş'i aldım. adamların ülkesi o kadar geniş ve boştu ki marakeş'i savunmak için gönderdikleri birlik iki turn sonra gelebildi. onları da assassin ile karşılayınca şehre varamadan orduları dağıldı.

    ancak orta çağda barış ortamı bulmak çölde su bulmaktan zor. bir de benim gibi yanlış arkadaşlar seçtiyseniz işiniz daha da zor. benim gözlemlerime göre danimarka ve kutsal roma imparatorluğu frankfurt'un kuzeyinde çok güzel birbirlerini yiyorlardı. bana yakın olan en güçlü iki ülkenin bu şekilde zayıflamasını da keyifle izliyordum ancak nasıl olduysa kutsal roma imparatorluğundan aptal bir komutan gelip antwerp'in dibinde danimarka'lı bir birliğe saldırdı ve yenildi. bu oyunda yenilen birlik geriye çekiliyor otomatik olarak. romalı bu komutan da benim elimde olan brugge'a doğru çekildi. danimarkalı komutan da bunun peşine düştü ve aynı turn içinde tekrar saldırdı. ben de kendimi mecburen danimarka'yla savaşırken buldum. bu herif başka yöne doğru kaçsa hiç böyle bir problemlerim olmayacaktı.

    bir yandan oslo'da bir ordu kurup danimarka'yı alma fikri güzel geliyordu ancak danimarka ile papalık dosttu ve danimarka ile savaşta olduğum her turn boyunca papalık bana karşı biraz daha kinleniyordu. ben de aforoz edilmemek için bütün şehirleri kilise ile doldurdum. londra ve edinburgh'a da birer katedral diktim. koca ülke salak bir komutan yüzünden türbeye dönmüştü. bu yüzden elemana sinirlendim ve bir tane assassin gönderip kendisini öldürttüm.

    danimarka uzun süren ve benim sayemde hiçbir şey kazanamadığı savaş nedeniyle zayıf düşmüştü. bu yüzden bana saldırmadı. onun yerine ne alakaysa sicilya bana savaş açtı ve cenova'ya saldırdı. burada oyunu durdurdum bilgisayarın başından kalktım bi ya sabır çekip geri geldim çünkü sicilya hiç planlamadığım bir anda başıma iş açmıştı. ancak daha sonra diplomasi kısmına baktım ve sicilya'nın papalık ile düşman olduğunu fark ettim. bu da kendilerini çerez niyetine çitleyebileceğim anlamına geliyordu. hemen adaları kısa sürede fethetmesi için bir ordu hazırlatmaya başladım.

    bir ordu da granada'da toplanıyordu. bunlarla da moor'ları bitirecektim. ancak en ilginç sürpriz kuzeyden geldi. danimarka ateşkes talep etti. ben de aram papayla daha fazla bozulmasın diye hemen kabul ettim. ancak bundan iki turn sonra kutsal roma imparatorluğu gelip bana savaş açtı. oyunun şu aşamasında gerçekten cami duvarına dönmüştüm. eceli gelen gelip benim şehirlerin duvarına işiyordu. sonradan fark ettiğim üzere papalık aramızdaki bu savaşa müdahale etmeyecekti çünkü kutsal roma imparatorluğu, danimarka'yla savaştığı için papalık onlara da uyuzdu.

    burada hemen bir plan daha yaptım ve caen'de top ve okçu destekli, teknolojiyle bire bir uyumlu, kutsal roma imparatorluğu kalelerinde kalan üç beş birliği dümdüz edecek, canavar gibi bir ordu yapmaya başladım. her şey hazır olunca granada'daki, marsilya'daki ve caen'deki orduya aynı anda emri verdim. burada kendimi yeğeninin vaftiz törenine katılmış ailesiyle gülüp eğlenirken düşmanlarını infaz ettiren michael corleone gibi hissediyordum. ben şehirlerimi geliştirmeye devam ederken çölde atlılarımın nal şıkırtıları, akdeniz'de rüzgarı yarıp gelen gemilerin yelken gıcırtıları, kutsal roma imparatorluğu şehirlerinin burçlarında ise top sesleri yankılanıyordu.

    burada ordular gerçekten fırtına gibi hareket etti. zaten moor'lar şehir falan alamadığı için orduları gelişememişti. çöl ordusunun başına verdiğim bir iki tane komutan ve iki üç topçu birliği ile algiers'e kadar ilerledim. ancak moor'ları bitirmek için taa çölün içinde yer alan timbuktu'ya kadar gitmem gerekiyordu. burada ise resmen kayboldum. çünkü hem alan çok genişti hem de iki de bir yoluma moor'ların ufak birlikleri çıkıp duruyordu. ancak haritanın sonuna kadar ulaşıp timbuktu'yu buldum ve moor'ları tarihten sildim.

    akdenizde ajaccio ve cagliari'yi hızlıca fethettim. burada bir iki turn bekledikten sonra yine karadan ordu desteği aldım ve afrika'ya geçip tunus'u aldım. daha sonra gaza gelip hiç kontrol etmeden palermo'ya saldırdım ve karaya çıkmamla sicilya kralıyla karşılaşmam bir oldu. burada benim orduyu biraz üzdüler ancak arkada üç tane kale beklediği için düzgün bir ordu daha toparladım. toulouse'tan mancınık ve top getirdim ve palermo'yu da işgal ettim. hem moor'ları hem sicilyalıları bitirdiğim için batı akdeniz'i binaenaleyh bir ingiliz gölü haline getirmiştim. hatta sicilyalı'lardan kalan girit ile doğu akdeniz'de ileri bir karakol bile kazanmıştım.

    avrupa'da asker ürettiğim üç tane yer vardı. caen, bordeaux ve toulouse. ancak orta avrupa'ya yayılırken caen fazla geride kalmıştı. bu yüzden metz'i, staufen'i ve bern'i hızlıca fethettim. bu üç kaleden üçer birim asker bastığımda bir turn'de 9 asker çıkarabilecektim. böylece 2 turn'de bir tam tekmil bir ordu üretebilir hale geldim. ancak ben bu şehirleri alırken avrupa'ya veba yayıldı ve kısa zaman içinde bir tane bile asker çıkaramayacak hale geldim.

    vebanın bir tehlikesi de şehirlerin moralinin düşmesi normalde. ancak ben resmen halka hizmet için yaşıyordum. ben gelmeden önce mahalleden hallice olan şehirler yönetim bana geçince ticaretin merkezi haline geliyordu. sağlık, yol, iş imkanı gibi bir halkın isteyeceği ne varsa milletin ayağına seriyordum. bu yüzden şehirlerin morali çok düşmedi. ancak tabi ortada üretimi yapacak insan kalmadığı için ekonomi bir kere daha eksileri gördü.

    ben de veba geçene kadar kutsal roma imparatorluğu'na saldırmadım. ki normalde frankfurt'a yürüme planım vardı. ancak askerleri kaleden çıkarırsam buraları geri almaya çalışacakları garantiydi. ben burada beklerken kutsal roma imparatorluğu da hamburg'u kuşattı. ordunun başında bir kaptan olduğu için de kuşatmanın kaderini assassin'lerle değiştiremedim ve hamburg, kutsal roma imparatorluğu'nun eline geçti. ben de o sırada kutsal roma imparatorluğu'nda denk geldiğim kim varsa öldürtmekle meşguldüm yine. ancak burada bir hata yaptım. çünkü papa, kutsal roma imparatorluğu'nu aforoz etmişti. ben bunu fark etmemişim. imparatoru da görünce assassin'le öldürttüm ama kral değişince papa, imparatorluğu tekrar kabul etti. veba bitince ben de frankfurt'u geri aldım ancak papa kutsal roma imparatorluğu'na saldırmamı yine 7 turn boyunca yasakladı.

    orta avrupa'da önemli yerler elde etsem de tam anlamıyla istediğim şeye ulaşamamıştım. ben danimarka ve kutsal roma imparatorluğu'nun bir an önce yıkılmasını istiyordum. ancak danimarka'nın papalık ile dost olması ve papa'nın isteği yine elimi kolumu bağladı. ben de bir kaç assassin göndererek hanedanları bitirme planına geri döndüm.

    bu noktada artık bir dünya gücü olmuştum. ancak bu alanda rakipsiz de değildim. çünkü doğu'da artık yerleşmiş olan bir moğol devleti vardı. bu devlet mısır'ı bitirip kahire, kudüs ve iskenderiye gibi çok önemli ekonomik gücü olan şehirleri ele geçirmişti. bu yüzden doğudan gelecek bu tehdidi de bitirmek için hemen harekete geçtim. aslında sicilya'lılardan aldığım girit adasını bir üs olarak kullanabilirdim ama ben gelene kadar girit large city olmuştu ve onu tekrar kaleye çeviremiyordum. bu yüzden bizans'ın elindeki izmir'e ve rodos adasına göz diktim. bu sırada da verilen süre bittiğinde kutsal roma imparatorluğu'nu bitirmek için üç dört tane ordu yaptım ve senkronize bir şekilde orta avrupa'ya yürüdüm. aynı zamanda sicilya'dan aldığım adalarda da anadolu'daki önemli kaleleri fethetmek için ordu eğitiyordum.

    ancak master planım yine saçma bir devlet tarafından sekteye uğratıldı. batı akdeniz'deki egemenliğimden çekinen venedik, doğuya da hakim olmamam için girit'e saldırdı. ancak getirdiği ordunun sayısı cidden gülünçtü ve ağır topların koruduğu surların önünde büyük bir hezimete uğradılar. ancak bu noktadan sonra buraya ordu taşımam da zorlaşmıştı.

    ben orta akdeniz'de orduları ve gemileri hazırlarken papa, kutsal roma ile bir kez daha anlaşmazlığa düştü ve imparatoru tekrar aforoz etti. ben de fırsattan istifade hemen saldırıyı başlattım ve adeta bir blitzkrieg gibi orta avrupa'ya yürüdüm. bu kez kralı sona bıraktım ve roma'dan geri kalan beş şehri hızlıca ele geçirdim. daha sonra gemilerim ile ilerleyerek denizde venedik kuvvetleriyle karşılaştım ve her ne kadar bir süre hezimete de uğrasam sonunda izmir'e ve rodos'a ulaşmayı başardım. buradaki bizans birlikleri hem türkler hem moğollar ile uğraştıkları için hayli güçsüz kalmıştı. bu kaleler de kısa süre içinde elime geçti. ancak venedik donanması nedeniyle batı akdenizdeki kaleler ile bağlantım kesildi. yine de bu başlarda çok büyük sorun yaratmadı. bizans kaybettiği yerleri geri almak için gelemediğinden buradaki kaleleri geliştirdim ve moğollarla karşılaşmak için hazırlanmaya başladım.

    bu noktada şansım biraz döndü. çünkü zamanı geldiği için timur'un orduları doğudan gelmeye başladı. kısa bir süre sonra da timur, yerleşik düzendeki moğollara savaş ilan etti. bu durumu fırsat bilen papa da moğollar üzerine bir haçlı seferi düzenledi. artık ortalıkta pek bir ülke kalmadığı için bu haçlı seferine çok katılan olmadı. ancak moğolların gücünü kırabilecek her durum benim için büyük nimetti.

    moğolların benim için oyundaki en büyük tehdit olmasının üç nedeni vardı. birincisi orduları çok kalabalıktı. ikincisi komutanları çok yüksek seviye olduğu için spy ya da assassin'ler ile avantaj sağlama imkanım yoktu. çünkü komutanlar için öldürme şansı master assassin'ler için bile %7 civarı görünüyordu. son olarak da moğolların orduları bir arada duruyordu. bu yüzden birine bile saldırsanız 5 orduyla birden kapışmak zorunda kalıyordunuz.

    ilk iki konu hakkında yapacak bir şeyim yoktu. ben de bu yüzden moğolların ordularını yayılmak zorunda bırakmaya karar verdim. izmir ve rodos hazırdı. burada bana en yakın moğol merkezi adana'ydı ve aramızda benim spy'ların cirit attığı dağlık bir alan vardı. bu yüzden bir tane ordu çıkarıp adana yakınlarında duran ve pek de güçlü olmayan bir moğol birliğine saldırdım.

    bu birliği tek savaşta paket ettim. ancak adana çevresinde duran hayli büyük bir ekip vardı. buradaki amacım güç bela anadolu'ya getirdiğim orduyu yem etmek değildi tabi ki. orduyu getiren gemilerim hazır bekliyordu. moğol birlikleri harekete geçtiğinde bu birliği getiren gemiyle kaçırıp izmir ve rodos'ta moğol saldırısını bekleyecektim. böylece moğol ordusu geniş bir coğrafya'ya yayılacak ve zamanla kendini tüketecekti.

    ancak bu sırada timur, şam'ı kuşattı ve adana çevresinde bekleyen bütün moğol birlikleri buraya doğru gitti. sanırım moğollar, timur'u benden daha tehlikeli görüyorlardı. ancak bu noktada ben hanedanları bitiren, cihanın yarısına hükmeden, batı'da zenginlik içinde yaşayan bir ülkeydim. moğollar'ın bu stratejik hatalarını da adana'yı ellerinden alarak ödettim.

    bu noktada moğollar için işler sanki oyunu very hard / very hard'da oynuyormuş gibi bir hale geldi. çünkü şam'a giden ordulardan birini geri çevirip adana'yı geri almaya çalıştılar. ancak duvar arkasında duran ingiliz okçularını ayrıca topçu ve mancınık birliğini aşamadılar. bir orduyu burada kaybederlerken şam da ellerinden gitti.

    burada yaşanan karışıklıktan ve çoğunlukla da timur tehdidinden dolayı moğollar bütün birliklerini kuzey'e yığmıştı. bu yüzden her an adana'yı başıma yıkabilirlerdi. bunu engellemek için izmir ve rodos'ta yeni bir ordu kurdum ve hilal taktiğinin tersini uygulayarak iskenderiye'yi fethettim. moğollar'ın bu tarafta pek bir ordusu yoktu. gelen iki tane ekibi de tamir ettiğim iskenderiye duvarları önünde hezimete uğrattım. arada da geriden asker ikmal ediyordum. bu sırada boş durmayan papalık da moğollar'ın elindeki istanbul'u aldı. random gelişen olaylar neticesinde dördüncü haçlı seferine bire bir şahit olmuştum.

    moğollar artık sürüden ayrı düşen yaşlı bir geyiğe dönmüştü. ben, timur ve papalık da kurt sürüsünün birer üyesiydik. birimiz geyiğin kuyruğunu tutmaya çalışırken bir diğerimiz de bacaklarına saldırıyorduk. geyik güçlü boynuzlarını savursa da sonuç şimdiden kesin gibiydi.

    timur ile moğollar kuzeyde çarpışırken ben de adeta bir sinsi gibi kahire'ye çöktüm. bu iki şehrin kaybı moğollar için çok kötüydü çünkü açık alanda beni atlarıyla ezebilirlerdi ancak duvar arkasındayken avantaj benden yanaydı. bu şehrin duvarlarını da tamir ettirdim. iskenderiye ve kahire'yi yağmalayamadığımdan ayrıca ordu sayısı giderek arttığı için ekonomi biraz sarsılmıştı ama arkamda bıraktığım şehirler giderek zenginleşiyordu. bu sayede savaşı bir yere kadar daha devam ettirebilirdim. yine de sürekli venedik gemilerine denk geldiğim için uzaktan ordu getirmek hayli zorlaşmıştı. eğer ordu getiremezsem de bu şehirleri uzun süre savunamazdım. bu yüzden bana bir kale lazımdı. kahire önünde bir moğol ordusunu daha indirdikten sonra hızlı bir atak ile gazze'yi de aldım.

    ben gazze'nin duvarlarını tamir ettirirken timur bana savaş ilan etti. bu hamle ile ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtıldı çünkü bölgede üç farklı devlet vardı ve herkes birbirine düşmandı. bundan sonraki süreç oyunda yaşadığım en zor dönem oldu. çünkü antakya, timur'un başkentiydi. moğollar da kaybettikleri kalelerini geri istiyordu. bu yüzden adana ve gazze sürekli kuşatma altındaydı. her ne kadar kale duvarları arkasında olsam da karşımdaki ordular çok kalabalık olduğu için bu kalelerden bir karış bile uzaklaşamıyordum. ayrıca asker kaybım da çok fazlaydı. bu yüzden bizans'ın elindeki kıbrıs'ı da aldım. böylece rodos ile gazze'ye, kıbrıs ile de adana'ya asker ikmal edebilir hale geldim. daha geriden asker getiremiyordum çünkü venedik donanması bağlantımı artık tümden kesmişti. ben de bir sinirle gidip venedik'in başkentini aldım. çünkü venedik'in deniz kuvvetleri çok iyi olsa da karada pek bir varlıkları yoktu. venedik de sürekli girit'i kuşatma altına alıyordu ama benim girit'te yaklaşık 900 askerim vardı. venedik ise 200 asker anca gönderebiliyordu. girit'e de arada izmir'den destek olarak venedik'i zayıflatmaya devam ettim.

    bu süreç ülke için de hayli yorucuydu. pek çok şehrim yatırım beklerken ben çoluğun çocuğun rızkını kılıca kalkana yatırıyordum. elimde bu kadar çok şehir olmasına rağmen turn başına 15k gold kazanınca şükreder hale gelmiştim. bu para da timur'un ve moğollar'ın eksilttiği birlikleri geri toplamaya gidiyordu. ancak yine de şanslıydım çünkü muhtemelen ben gelmeden önce timur'un becerikli komutanları moğollar'ın başkenti olan akka'ya saldırmaya gelmişti. başkenti kaybetmek istemeyen moğollar da komutanlarını buraya yığmıştı. bu nedenle full yıldız komutanların hepsi buraya sıkışmıştı. şimdiyse kim hareket etse diğeri ona saldırıyordu. bu nedenle adana ve gazze'ye sadece başlarında komutan olmayan birlikleri gönderebiliyorlardı. böylelikle ben de şehirleri elimde tutabiliyordum. çünkü biliyordum ki full yıldız bir komutanın liderlik ettiği herhangi bir ordu karşısında şehir duvarları bile beni koruyamazdı.

    bu durum bir hayli sürdü. ancak bir süre sonra fark ettim ki her turn canhıraş bir şekilde ürettiğim birlikler artık kalelere sığmıyordu. bu da gönderilen düşmanların artık eskisi kadar etkili olmadığı anlamına geliyordu. ancak bir anlık gaflet ortadoğu'daki bütün emeklerimi çöpe gönderebilirdi. bu yüzden orduları üretmeye devam ettim. izmir ve rodos'ta da tam tekmil bir ordu yapıp kudüs'ü almak üzere yola çıkardım. bir ordu da kıbrıs'ta biriktiriyordum. bu ordular kıyılara varınca gazze burçlarının önünde birikmiş orduyu da kudüs'e gönderdim. önüme gelen 200'lük iki tane orduyu sindirdikten sonra iki orduyu buluşturup kudüs'ü fethettim. ben bir yandan halkı selamlarken kıbrıs'tan gelen ikinci ordu ve adana'dan çıkan üçüncü ordu ile de timur'ların başkenti olan antakya'yı kuşattım. timur'lardan nasıl bi çekindiysem buradaki savunmanın üç katı adam getirmişim. antakya da düşünce timur'un komutanları burayı geri almaya geldiler ama asıl güçlerini komutansız göndererek heba ettikleri için pek etkili olamadılar.

    diplomasi anlamında ise işler pek iyi gitmiyordu. venedik sürekli girit önünde hezimete uğrasa da kendileri danimarka ile dosttu. her indirdiğim venedik birliği nedeniyle danimarka ile aram bozuluyordu. herhalde "sen benim dostumu nasıl sana saldırınca yenersin?" diye düşünüyor olacaklardı. işin kötüsü danimarka ve papalık da hala dosttu ve danimarka ile aram bozulunca papa ile de bozuluyordu. normalde başlarım lan papalığından diyerek hem venedik'i hem danimarka'yı ezecek durumdaydım ama asıl gücüm burada değildi. yine de üçünün de suyu ısınmıştı ve ben de ne olur ne olmaz diyerek izmir'de corinth'i indirmek için bir ordu hazırladım. zagreb'i almak için de innsbruck'ta bir ordu bekletiyordum. tam bu sırada papa venedik'i aforoz etti. ben de hızlıca corinth'i ve zagreb'i aldım. bu şehirlere ihtiyacım var mıydı? hayır. sadece venedikliler'e uyuz oluyordum. çünkü ben onlara saldırmamışken, doğu'da savaşa girdim diye fırsatçılık yapıp bana saldırmışlardı. şimdi de mağdur ayağına yatıyorlardı. ben corinth'in neresine yazlık saray yaptırsam diye düşünürken papa öldü. yeni gelen papa da venedik'i geri kabul etti. bana da 7 turn saldırmama görevi verdi ama bu olana kadar ben venedik'e darbeyi indirmiştim zaten.

    doğu'da ise fazlaca yığdığım ordu ile son kalan timur bölgesi olan edessa'yı aldım ve timur'ları bir kere daha göçebe yaşama döndürdüm. daha sonra boşalan bölgeden istifade edip moğollar'ın başkenti olan akka'yı indirdim. bu sırada elimdeki hızlı birliklerle timur'un az kalan ordularını imhaya başladım. bir yandan da taa musul ve bağdat'a kadar ordu göndererek moğollar'ın şehirlerini ele geçirmeye çalışıyordum.

    timur'un birlikleri baya bir dişli çıktı. ancak bu onları yenemediğim anlamına gelmiyor. adamlar yeniliyor ancak birlikler bir türlü dağılmıyordu. özellikle faction leader'larının olduğu birliği bütün çöl boyunca hz. musa'nın peşine düşen firavun gibi kovaladım. bütün turn'ler boyunca bu birliği yensem de adamlar 1 kişi kalana kadar yok olmadılar. en sonunda birliği cidde önünde yakaladım ve timur imparatorluğu'na son verdim. hazır gelmişken de cidde'yi fethettim.

    moğollar ile durumum ise biraz garip oldu. adamların ellerindeki bütün şehirleri alınca musul'un güneyinde toplu halde bekleyen birlikler birden ışınlandı ve tam kudüs'ün dibinde bitti. normalde bu bir problem olabilirdi ama buradaki şehirler ekonomiyi sarsacak şekilde hınca hınç askerle doluydu. burada da moğollar'a adeta yeşilçam dayağı attım. mesela kudüs'ten asker çıkarıp dövdüğüm ekip akka'ya doğru çekiliyordu. aynı turn içinde akka'dan çıkardığım başka bir birlikle savaştan kaçan bu moğol birliğini bir daha dövüyordum. buradan da kaçan ve sayıları hızla azalan moğollar bu sefer şam'a doğru kaçıyorlardı. ben de bu sefer şam'dan bir birlik çıkararak gezip duran bu moğol birliğine son veriyordum. geriye kalan tüm moğol ordularını bu şekilde döndüre döndüre dövdüm. en son gazze önüne kaçan moğol faction leader'ı da yenince moğollar da tarih sahnesinden silindi.

    gücü kırılan bizans ve moğollar'ın vassalı olduğu için zayıf düşen türk'ler dışında aktif olarak tek düşmanım venedikliler'di. onlar da sürekli aforoz ediliyorlardı. ben de fırsat kollayarak venedik elinde kalan son iki kale olan durres ve sofya'nın başına birlik diktim. kısa zaman içinde beklediğim gerçekleşti ve papa venedik'i tekrar aforoz etti. ben de papa daha karar değiştiremeden iki bölgeyi de ele geçirdim ve venedik'e de son verdim.

    haritada hiçbir düşmanım kalmayınca uçsuz bucaksız topraklarıma baştan başa bir baktım ve şunu düşündüm; aslında tüm dünya burada hata yapmıştı. ben dışarıdan sakin görünürken bana saldıran herkes de bir nebze haklıydı. çünkü onlar durdurulamazsam diğer ülkelere ne yapacağımı görmüş insanlardı. yine de sonuç değişmiyordu. bana tehdit oluşturabilecek bütün unsurlar artık ortadan kaldırılmıştı.

    dünya hakimiyetiyle birlikte elimdeki tüm kaynakları ihmal ettiğim ticari yatırımlarda kullanmaya başladım. bütün avrupa'yı, kiliseler, limanlar, marketler, madenler ve tarlalarla doldurdum. taa çölün ortasında duran timbuktu bile bir zaman sonra ticaretten para kazanmaya başladı. orada kimden ürün alıyorlar kime ne satıyorlar hala bilmiyorum. doğu'ya prensler gönderip orada da otoritemi güçlendirdim. daha sonra eksik kalan orduları emekli etmeye başladım. böylece masrafları kıstım.

    bu sırada bir tane gemi hazırlayıp lizbon'dan yeni dünyaya doğru yelken açtım. daha sonra papalık için tersine bir cadı avı başlattım. şehirlerde tuttuğum assassin'ler ile avrupa'da gezinip huzursuzluk çıkaran bütün engizisyoncuları toprağın altına gönderdim. daha sonra papalığın diplomatlarını ve komutanlarını indirdim. en son da sıra kardinallere geldi. o kısımda biraz uğraşmak zorunda kaldım ama bir süre sonra papalık da assassin'ler tarafından etkisiz hale getirildi. bütün kardinaller, devlet işlerine karışmayı bırakıp (yolda gördüğümü öldürtüyordum çünkü) kitabına duasına döndü.

    sıranın kendisine geleceğini bilen macaristan gelip dost olabilmek için yüklü miktarda para teklif etti. ben de artık savaştan bıktığım için kabul ettim. aynı şekilde polonya da benden uzak durmaya karar vermişti. en son da kurtulmak istediğim orduları doğuda topladım. önce türk'lerin elinde kalan iki bölgeyi aldım daha sonra bizans'ın elindeki bölgeleri fethederek dünyadaki mevcut bütün çatışmaya son verdim.

    şimdiyse karayip'lere ulaşan birliklerle birlikte keyif çatıyorum. mızrakçı birliğinden biri abi bu şeker kamışından bir şeyler yaptık. tadı biraz acı gibi ama kafası acayip güzel dedi. bakalım ona uğraşıyoruz şimdi. attık iki fıçı bekliyoruz. eğer güzel bir şeyler çıkarsa palmiye altına uzanıp soğuk soğuk içkimizi yudumlarız artık.
  • diplomasi olarak birçok yönden başarısız olan bir oyun. adamların içerisinde 300-400 kişi barındıran son şehrine 2 bin kişilik orduyla dayanıyorsunuz, yine de içerisinde "kabul etmezsen ananı sikeceğimi biliyorsun öyle değil mi?" ibaresi bulunan become a vassal teklifinizi kabul etmiyorlar. ben hiçbir milleti bitirmek istemedim, kendileri sildirttiler haritadan kendilerini. ha tabi bazı planlarınız, yönetim tarzınız değişiyor diplomasiden sonuç alamayınca. hele ki savaşan, hırçın bir ülkeyseniz, fetihlerde durakladığınız anda gerilemeye başlıyorsunuz. her aldığınız şehri yağmalamalı ve binaları yıkarak elde ettiğiniz gelir ile, azalan ordunuzu o bölgedeki paralı askerlerle tamamlayarak yolunuza devam etmelisiniz. evet arkanızda bıraktığınız kalede hiç asker bırakmayabilirsiniz. benim üç babafingo ordum vardı. birincisi fetih ordusu(ki en taşaklısı), en önde giderdi, siker atardı aldığı şehri ve yoluna devam ederdi. arkadan ikinci ordu gelirdi ve birincinin sikip attığı şehir rebel olunca, bu sefer iki girerdi ve yine yağma yapılırdı aynı şehre. bunlar takip ederlerdi birbirlerini. üçüncü ordu ise tabiri caizse asıl "orospu çocuğu" ordumdu. bunlar fetihlere çıkmaz ve ülke içinde isyan ararlardı. sabırsızca beklerlerdi. bir şehrim isyan mı edecek, hemen şehrin yanına bunlar gider, şehrin içindeki askerler çıkar ve şehrin rebel olamsını beklerlerdi. beklenen an gelince tabi yağma. kendi milletimi bile siktim oyunda. hitlerden daha amcık bir yönetim uyguladım. e tabi bu kadar barbar bir yönetim, teknolojinin ilerlemesini engelledi. ne kendim teknolojiye, eğitime önem verdim ne de başkalarınınkine saygı gösterdim. e bu yüzden de amerika keşfedilemedi. iskoçya idim ve en son doğuda moğollar ile timurlarla karşılaştık ki, öyle göte böyle yarak derler ya, o hesap işte. ordan sonrasını pek oynamamıştım. götüm yemedi desek doğru olabilir.

    ve geçen gün bir kez daha oynamak istedim ben bu oyunu. bu sefer sırf teknoloji ve diplomasi üzerine bir devlet politikasıyla yönetmek istiyordum. amerika'yı bir görelim yahu dedim. merak kaldı içimde, azteklere dokunamadım ki daha. aldım macaristan'ı. hiçbir ülke'nin rival'ı olarak gözükmediğinden, yani hiçbir ülkenin oyunu bitirmek için gerekli şartlarında yok edilmesi gereken ülke olarak gösterilmediğinden, bir köşeye çekilip barış ülkesi olmak için biçilmiş kaftan dedim bu macarlar. aldım bunları, kimseye saldırmayacağım, herkesle diplomatik ilişkiler kuracağım dedim. bir 10-11 ülkeyle alliance olduk. herşey güzel giderken bu amcık venedikliler saldırdı. sen misin saldıran. e insan olmaya çalışan, insan olmayı öğrenmek için girdiğim oyunda, içimdeki hayvanı uyandırdı bu lavuklar. sözde 2-3 şehirden başka şehir istemiyordum ben. herneyse, takılır mısın bunların peşine. bunlar kaçarken göt korkusuna istanbul'u alır mı? ben ardından istanbul'u alır mıyım? ulan ne işim var benim orda. zagreb'ten istanbul'a kadar olmuş mu ülke? peehh. amuğa godum'un venedikleri dedim siktiniz benim oyun anlayışımı. silindi gitti pezevenkler haritadan, başka da birşey olmadı. ya ne olacağıdı ki sanki? neyse dedim, küçülelim biraz. tabi küçülmeden önce, adam gibi bir şehirlere yerleşeyim, devleti oraya taşıyayım tamamen dedim. kısaca özetleyecek olursak bu kısmı, bayağı hayvan savaşlar sonrasında bologna, floransa, genoa ve venice'e yerleştim. kuzeyde metz, dijon, nuremburg, bern, steufen gibi şehirleri alıp, papa'ya 1000 florinden sattım, kimisini hediye ettim. tabi bu saldırılarda aforoz edilmiyorum, papa ile el ense göte parmak bir ilişkimiz var. aldığımı ona veriyorum. herneyse, batıda marsiyla, doğuda ki o olayilginçtir; başkent venice'e saldırabilme ihtimallerinden dolayı, zagreb'i danimarkalılardan 7 bin florin'e satın aldım ve papa'ya 4 bin florin'e sattım. zararına tabi bütün bunların hepsi, fakat niyesini sonra göreceksiniz. papa ile serbest asker dolaşımı anlaşması imzalandı, ki aramızpercect. ve ben şimdi sağdan soldan, hertürlü etrafımı papa ile çevrelettim mi? e kimseninde papa'ya durup dururken saldırmayı götü yemez. papa'da zevkine saldırmaz hiçbir yere, sen ona dokunmazsan veya üzerine haçlı seferi düzenlenmezse. o kadar şehirden sonra bunlar en güçlü devlet oldu. ki sağda istanbula kadar da bunlara verdim. ve artistik yapan olursa, o ülkenin aforoz edilmesini bekliyor ve haçlı seferi düzenleyerek anasını siktirterek, papa'nın da kimlerle savaşacağını, kimlerle düşman olacağını ben belirliyor oldum mu? italya yarım adasında amcık bir devlet oldum kısacası. ordu'yu kaldırdım. ihtiyacım kalmadı. bana kadar gelemiyorlar zaten. bütün şehirlere full yatırım yaptım ve ticari anlaşmalarla öyle zengin oldum ki, 850 bin florin'i gördü kasa. diplomasi yeteneği 10 üzerinden 9 olan diplomatımla(ki her muhabbet'e 100 florin hediye ederek girerim-tatlı yiyelim tatlı konuşalım hesabı), papa'ya kimi ülkelere karşı onlarla birlikte savaşacağımı belirtip, bunun için 15 tur boyunca her tur 1000 florin alırım teklifimi bile, very demanding yazmasına rağmen kabul ederlerdi. ve ben tabiki karşı tarafla da anlaşmalı olduğum için düşman kazanmak istemeyip, sırf zevk uğruna 10 üzerinden 10 yeteneği olan assasin'im ile karşı orduların tüm asillerini, generallerini öldürerek gizliden yardım ettim. papa öldü müydü, yenisi için ben papa'ya, papa'da benim aday cardinal'im varsa bana oy veriyordu. e eski ölen papa hangi ülkeninse, onun oy'u üç oy yerine geçtiğinden, papa states ile benden çıkıyordu bütün papalar. ama canı sıkılıyor insanın tabi, hiç savaş yok, hep para toplansın, teknoloji neyim derken sonu gördük. daha da gelişmeyecekti artık ki, dedim ordu basıp amerikaya çıkayım. aldım gemileri, doldurdum orduları içine, ayak bastık sonunda yeni kıtaya. ellerinde taş, sopa olan azteklere, top-tüfek dalan amcık soluk benizli oldum. cıbıldak vücutlarına, top mermi yağarkenki görüntülerini seyretmeye doyamadım. ve evet, zevk aldım çünkü ben psikopat'ım. herneyse, zaten oyun orada kaldı. kaldığım yerden de devam edeyim. fakat diplomatik görüşmeler gerçekten başarısız. adamınızın gücü 10 üzerinden en az 9 değilse, zor kabul ettiriyorsunuz isteklerinizi. mesela ben azteklere 200 bin florin verdim altıma yatmaları için, kabul etmediler. ulan az para mı? götüne giymeye donun yok, bana hala brave heart mrave heart özgürlük yapma sikherem ağzını yüzünü. kızdırıyorlar beni bak yine. ya da ben diplomasi adamı değilim, bilemedim şimdi. ama tek bu değil tabiki başarısız olmasının sebebi. başka bir ülke ile birşeyler üzerine anlaşmak inanılmaz zor.

    empire total war varmış. onu bekliyorum. bilgisayar kaldırırsa, uzun geceler yine uykusuz kalacağım sanırım. her ne kadar kimi konularda saçma hataları olsa da, kendini kaptırabileceğin güzel bir oyun total war 2. topçuların arkasından, top atışını izlemek bile yeter ya...

    aylar sonra gelen edit: şimdi yazdığım entry'i okudum da; afrika'dan fil alıp amerika'ya çıkarma fantezimin başarısızlıkla sonuçlandığından bahsetmeyi nasıl unutmuşum.. evet, öyle bişey de vardı, aztekleri korkutarak öldürecektim, yolda telef olmuştu hayvanceğizler.. malum, kaç bin km yol..
  • - avrupada herhangi bir devlet ile oynarken danimarkaya dikkat etmenizi öneririm. adamlar saykoya bağlıyorlar. hele o cleric'leri yok mu, insanı hayattan bezdiriyor.
    - italya ve çevresindeki ülkelerdeki crossbowmen ekibine çok dikkat edin. sırtlarındaki kalkanları ve ellerindeki kılıçlarıyla oyun başında çok zorlu düşman oluyorlar.
    - rusya bölgesi ve arap-türk devletlerindeki atlı oklulara da ayrı uyuzum vardır. en kral şovalye birliğiniz olsa kovalama esnasında eritiyor lavuklar. ayrıca kaçan düşman avında en başarılı birimler.
    - oyunun şu ana kadar gördüğüm kısmıyla, en kolay faction ingilizler. önce adada hakimiyeti sağlayın (hem rebelleri hem de iskoçya gibi devletleri fethedin). yapay zeka nasıl olsa adalara çıkartma yapmıyor. daha sonrada kıta avrupasındaki nüfusunuzu fransayı ezmeye başlayarak artırın. oyunun gerisi kolay olur.
    - en büyük maddi gider ordu. şehirlerinizdeki savunma birimlerini bedava olarak garrison edilebilen adamlardan seçin. zaten bunlar sadece ayaklanma çıkmasını önlemek için bulunacaklardır. böylece bir sürü paranız olur.
    - oynadığınız faction'a göre değişir ancak ulaşım amacı dışında deniz kuvvetlerini artırmayın derim.
    - ekonomi oyundaki en önemli etken olsa da tüccarlara fazla yüklenmeyin. nasıl olsa ya ölüyorlar yada sizi satıyorlar. bunun yerine ticaret anlaşmalarını artırmaya çabalayın.
    - savaşlar eski total war oyunlarındaki gibi sadece 20-30 adam kaybederek 1000 adam öldürme saçmalığından uzak. hele birde karşı ordunun ilacı olacak üniteleriniz yoksa, savaşı kaybetmeye yada %50 adam kaybına hazırlıklı olun.
    - oyunun başında battle auto-resolve yapmayın. her adama ihtiyacınız olacak.
    - atlı birlik kesinlikle bulundurun. kuvvetsiz bile olsa kaçan düşmanları avlatırsınız.
    - savaş bittiğinde end-battle demeyin, continue deyin. tüm kaçan düşmanı temizlemeye çalışın, bir daha başınıza bela olmasınlar.
    - oyun başında asillerin ve papanın verdiği görevleri uygulayın. sonrasında sktr edebilirsiniz.
    - doğuda olan factionlarla oynarken moğollara ve altın orduya dikkat. kariyerinizin zirvesindeyken tepetaklak olabilirsiniz. bu nedenle türklerle oynamayı oldukça zor buldum.
    - ele geçirilen şehirlerdeki herkesi kesmenizi tavsiye ederim. maddi gelir ve ordu yapabilme kabiliyeti düşse bile ayaklanma riski azalıyor. özellikel farklı dinlere mensup şehirlerdeki herkesi kesin.
    - general savaşlarda çok önemli bir birim. sap gibi ortalığa salmayın. olurda düşman generali görürseniz, tüm güçünüzle saldırın ve elemanı öldürmeye çalışın. yeni yetme generallerinizden gelecek vaad edenleri geliştirin, ileride çok işinize yarayacaklar.
    - sık sık ve farklı slotlara save edin. oyunun gidişati bir anda değişebiliyor.
    - okula gitmeyin, işi bırakın, bu oyunu oynayın hoyratça...
  • iskoçya dahil bütün ülkelerle oyunu defalarca bitiren biri olarak, oyunda oynaması açık ara en zor ülke türkler diyebilirim. sebebini oynayanlar bilir, güçlü bir bizans'ın yanında doğduktan sonra 80 turn civarında moğol, 150. turn civarında timur ataklarının kalkanı olmak zorunda kalıyoruz. tabi istanbul'u aldıktan sonra da oyunun gidişatına göre en az 1-2 defa da haçlı seferine maruz kalıyoruz.

    oyuna türklerle başlarken ben ruh halime göre 3 tip şekilde yürüyorum.

    bunlardan birincisi; güçlü bir strateji izleyip hızlıca ortadoğu'da doğuda bağdat, güneyde de kudüse kadar hızlıca almak. hemen mısırlılarla dost olup, akabinde kuvvetli bir orduyla bursa, istanbul, sofya derken yürümek. bizansın belini kırdıktan sonra hemen mısırla olan dostluğu bozup kahire, iskenderiye yürümek.(mısırlılar siz antakyayı ve kudusu onlardan önce aldığınızda zaten dostluğu bozacaklar. kesin bilgi hiç tribe girmeyin, ilk dostu sırtından vuran siz olun.) sonrasında kuvvetli gelen moğollarla, timuru vurkaçlarla, bir şehir kaybedip bir tanesini alarak yaklaşık 80-90 turn süren çetin savaşlar sonrasında başarılı olup ortadoğu sorunlarını çözdüğümüzde artık oyunu bitmiş sayabilirsiniz. kimse sizi tutamaz.

    ikinci oynama yöntemi, ilk başlarda edessa, musul, konya illerinde bulunan tüm askerleri bir araya getirip konya(iconnium)'da toplayıp aynı zamanda oyun başlarken size verilen harcırahı da sonuna kadar asker yapmaya kullanıp tüm ordunuzu arkada bir asker kalmayacak şekilde istanbul'a yürütün(bursayı pas geçip) istanbuldan sonra güçlü ordumuzu hiç duraksatmadan istanbulu yağmaladığımız parayla da biraz daha asker yaparak sofya, selanik ardından avrupaya doğru arkamıza bakmadan gidiyoruz. bu şekilde artık 150 turn falan olduğunda en doğu şehrimiz işstanbulmuş gibi oynuyoruz. siz romayı almış, valencia kıyılarına varmaya çalışırken orada yukarıdan anadoluya inmiş ruslarla, aç gözlü ortadoğu düşkünü mısırlıların timur ve moğol istilasıyla uğraşmasını keyifle izleyeceksiniz.

    3. ve benim oynamasını en sevdiğim yöntem. oyunu kendi kendimize daha da zorlaştırma, kendi ayağına sıkma, ne derseniz deyin. anlatıyorum. 2. maddede anlattığım gibi bütün askerleri konyaya çekiyoruz. hemen oyundaki parayla bir port(liman) yapıyoruz. musuldan yola çıkan askerler konyaya varana kadar 3 adet gemi, ve kalan zamanlarda da spearman basmaya devam ediyoruz. paramız suyunu çekene kadar zaten anca tüm şehirlerden askerler gelmiş oluyor. ne kadar askerimiz varsa gemilere dolduruyoruz. 3 gemiyi 2 ve 1 olarak 2 parçaya bölüp tüm orduyu sığdıracak şekilde yola çıkarın. ordan sonra haritada nerede başlamak isterseniz oraya bırakın askerlerinizi. zaten henüz oyun başı, tüm şehirler sakin olacağı için sıkıntı yapmayın. ben kaşınıp bir keresinde romaya indirdim. ileride oyun çok zora düşüyor. benim tavsiyem gidin lizbona alın orayı hemen akabinde o orduyla moorslara yani cordabaya dalın. gelen parayla toledoyu alacak ve savunacak bir ordu yaparsanız. başardınız. türkleri bir endülüs devleti haline getirmiş olduk. diğer bir şehirse edinburg, gidin iskoçyanın başkenti edinburgu alıp oradan da inverness'ı alıp york, dublin derken ingilizlerin de ataklarını tutarsanız türk halkını (bkz: türkiye'den siktir olup gitmek) başlığından kurtarmış bir batı halkı haline getirmiş olursunuz.

    bu yazıyı buraya kadar okuyan anca bu oyunu benim kadar seviyordur. teşekkür ederim.
  • tekrar tekrar oynanabilirliği olan ve her seferinde yeni özelliklerinin keşfedilebildiği oyun. tabi ingilizcemin zayıf olması dolayısıyla bir çok özelliği geç farkediyorum sanırım. bir de insan olmayı yeni öğrendiğim için.

    daha taze, başımdan geçen naçizane olayı da aktarıvereyim. polonya'yı aldım, birim olarak az fekat güçlü ordum sınırlarımı koruyacak ve diplomasi yapacaktım. sadece 3 kalem ve başkent krakow olarak 1 şehrim vardı. usul usul oynuyorum, belki 40 turn rebel hariç kimsenin tavuğuna kış demedim. papa ile de aram iyi. güvenilir bir ülkeyim. istikrarlıyım. halkın refahını, ilmi ve dünya barışını hedefliyorum. komşum macaristan ile kız alıp vermişiz, allies'in dibine vurmuşuz.

    lakin ne olduysa oldu, komşu alemanya aachen pizarrosu durduk yere savaş ilan etti. belki askeri güç sıralamasında 17-18 ülke arasından küme düşme hattında bulunduğum için topraklarıma göz dikmişti. ardından alemanya achen ve 2 yandaşın desteklediği cardinal papa oldu. ben oyumu kendi kardinalime kullandığımdan, benim puanım düştü, bunların fiyakasından geçilmez oldu. alemanya sınırlarımı ihlal ediyor, beni taciz ediyor, diş gösterdiğimde azarı ben yiyordum papa'dan. yine bir sınır ihlalinde dayanamayıp generalin tekini kestiydim, fatura bana patlamıştı. 5 turn içerisinde bu savaş bitecek yoksa aforoz ederim diyordu bana. oysa ben sınırlarımın dışına adım bile atmamıştım. bir ihtimal alemanya'ya diplomat gönderdim, ateşkes dedim güldüler bana, kötü davrandılar. nası bitirem ben savaşı be emenikenin papası? bir de aynı sıralarda başkent krakowdaki bazı kendini bilmez muhalifler, ülkenin içinde bulunduğu durumu fırsat bilip krakow'da isyan edip rebel oldu. doğu sınır generali brozek paşanın bindirmesiyle isyan 7 cihana ibret olacak şekilde kanlı bastırıldı. bu arada yandaş papa bir dahaki seçimlerde oy hakkı artsın diye tüm aleman papazlarını cardinal yapıyor, gönderdiği inquisitor'lar ile de benim papazlarımı, generallerimi engizisyon mahkemesinde yakıyordu. 1200 yılında ergenekon operasyonu yapıyordu üzerime adamlar. bir kale etrafında 3 inquisitor bekliyordu dışarı çıkanı yakmak için. sigara almaya bakkala gidemez olmuştuk. öte yandan alemanya kudurdukça kuduruyor, amcık liselisi gibi sınır ihlali yapıyordu. onurumuza leke sürdürtemezdik, gözü karartıp daldım konvoylardan birine. ne olursa oldundu artık. tam hakkımda çıkacak kararı beklerken papa öldü. bundan daha mükemmel birşey olamazdı. fekat hemen akabinde pek iç açıcı olmayan bir tablo vardı önümde. alemanya aachen pizarrosu tam 7 adet oy kullanıyordu kendi cardinal'ine. benim kendime 2 oyum, kankam macaristanın 1 oy hakkı vardı. bir diğer müttefikim milan, 2 oyunu kendi kardinaline basmış, 3 oy da boşta, venedik'in idi.

    şöyle bir hesapladım, en iyi ihtimal 2 ben artı 1 macar artı 3 venedik ile 6 oy alıyor, alemanyanın gerisinde kalıyordum. sonra gözüme bir buton ilişti, diplomasi. papa seçiminde kulis yapılabildiğini bilmiyordum oyunda, yeni öğrenmenin heyecanıyla aynı zamanda alemanyanın da düşmanı olan kankam macaristan ile(kaybetmem kesin de olsa deneme amaçlı) oyunu benim kardinalime verme karşılığı 2 tur üç bin florin, karşılıklı serbest askeri dolaşım ve alemanya aachen'e ortak dalma anlaşması imzaladık. venedik ise 3 tur sonunda toplam 15 bin florin istiyordu, alemanyanın müttefiki, macaristan'ın düşmanıydı aynı zamanda. farklı dünyaların insanlarıydık, anlaşmadım.

    ve 7 artı 3 oy sonucu toplam 10'a 3 gibi ezici bir skorla alemanya aachenin cardinali papa seçildi. ardından macaristan ve ben derhal aforoz edildik. papa çok kızgındı, geldiği gibi tehditler savuruyor, küfürler ediyordu. kimseye hiçbir şey yapmadığım halde, ve tanınmışlığım çok güvenilir seviyesinde olduğu halde üçkuruşluk ali-cenkis oyunları, türlü şerefsizlikler dönüyordu etrafımda. yılların medivılcısıyım böyle amıcıklığa maruz kalmamıştım.

    -diplomasi failed!-

    birşeyler yapmalıydım, ama ne?

    kafada yanan ampul*

    not: bitti, bundan sonrasını henüz oynamadığım için ben de merak ediyorum. ama öyle de zevkli bi oyun yani.

    edit: bir entryi de football manager gibi editlemesem olmayacak, 1.3 patch'tan sonra anca hazır oluyor okumak için.

    edit 2: sonra moğollar geldi sikti attı. doğu avrupa'da ne diplomasisi aq!
  • iflas etmenin çok kolay olduğu oyun. bunu engellemek için adam gibi bi ticaret malı seçilmeli(fil dişi, ipek, altın vs.) ve oraya tüccar yerleştirilmeli. fakat dikkat edilmesi gereken husus seçilen mal başkentten oldukça uzak olmalı, böylece o malın değeri artar. mesela bizans ile oynanırken ipek ticareti yapmak gereksiz çünkü konstantiniyye eyaletinde ipek var. fakat bağdat eyaleti oldukça uzak olmasına rağmen oradaki ipekten de para kazanılmıyor başkente yakın aynı kaynaktan olduğu içün.

    ticareti yapılacak mal seçildikten sonra dikkat edilmesi gereken ikinci husus, seçilen malın aynısından bulunduğu eyalette bir tane daha olması. böylece tekel elde edilir ve tüccarlar kapitalizmin doruklarında dolanırlar.

    üçüncü husus bu iki ticari malın tam üzerine kale kurmak. evet bir adet general yeter ayrı ayrı iki kale kurulmalı. böylece bu kalelerin içine 20 tane tüccar sığabilir ve her biri yeteneğine göre para kazanır. kaleler kurulunca içine biraz ünite konursa çok makbul olur ki kaleler yıkılmasın. kale şart değil tabi ama 20 tüccar içeren bir ordunun isyan etmesi hoş olmuyor.

    bu yöntemle bi turda 37k civarı ticaret geliri elde etmek mümkün ayrıca ticareti başka tüccarlara kaptırma derdi de yok. test edildi onaylandı.

    engizisyon katilleri için ya da can sıkan diğer agentlar için en güzel çözüm onları orduyla imha etmek. o da şöyle oluyor. imha edilecek papaz, assassin, prenses vs.nin çevresi ordularla sarılıyor, tek tek birimler olsa da olur. toplam 8 adet ordu lazım bu iş için. ajan bu çemberim içinde kalıyor ve son olarak tam ajanın üzerine 9. ordu yollanıyor ve arkadaş hakkın rahmetine kavuşuyor kaçacak yer olmadığından. tabi burda prenseslere yazık oluyor. koskoca ordu kolay değil.
  • sonunda topçuların ne işe yaradığını da kavrayabildiğim süper oyun. şimdi arkadaşlar bana diyebilir "lan mal mısın adı üstünde işte"...lakin efendim "topçu dediğin düşman üzerine gelene kadar 4 adam mı öldürür lan" derim ben de. tamam biliyorum ranged üniteler güçlü olursa savaşlar çok statejik olmaz vs ama, yani insaf yahu 4 adam öldüreceksem onun yerine 60 tane armoured swordsmen koyarım, paşalar gibi keser biçerim...
    fakat gördüm ki topçuların işlevi çok başkaymış değerli okur/yazarlar....

    örnek olarak, oynadığım oyunda papa sayesinde (tamam ben de savunma yapmayı sevdiğimden saldırmadım pek) yaklaşık 100 yıldır aynı alanda (ispanyanın girişi) devam eden savunma savaşlarımdan birini vermek istiyorum. elimdeki orduda 3 ünite armoured swordsmen, 6 ünite retinue longbowmen, 5 ünite culverin, 1 general, 4 ünite (yanlış olabilir) de english knights mevcut. toplamda 960 kişi civarı. düşman yaklaşık 1400 kişi...

    culverinler sayıları 3 ün üzerindeyken ve tecrübeleri artmışken oldukça başarılı atışlar yapmakta ve önce karşı tarafın az olan topçularını yok etmekte. düşman gelene kadar en az 7-8 salvo atışı yapan toplar çok fazla adam öldürmese de dikkatimi çeken husus, yaklaşık 10 adet top (5 culverin = 10 topçu) toplamda 70-80 atış yaptığında düşmanın moralini inanılmaz bozuyor, ve genelde general'i de öldürüyorlar bu sırada. yakınlaşan düşmana 6 ünite retinue longbowmen de en az 4-5 sefer atış yapınca düşman sizin saflarınıza yaklaşırken hem epey kayıp vermiş oluyor hem de genelde retreat moduna giriyor. retreat yapan üniteler geri çekilince tekrardan toparlanıp yine saldırıyorlar ve daha çok kayıp vererek iyice kıvama geliyorlar. bunun üzerine süvarilerinizi salıpaz bir süvari kaybıyla savaşı kazanıyorsunuz. bu savaşı toplamda 60 adam kaybederek 1200 kişi civarında adam öldürdüm/esir ettim (heroic victory gazı da cabası tabi), ve bundan sonra tüm ordularımda 5 topçu ünitesini ve 6 longbowmen'i standart haline getirdim...

    yalnız, danimarka ne ara o kadar güçlendi anlamadım, adamlar frankfurt civarından bir koydular paristen duyuldu...
    neyse metz den gelen ordularım icabına baktı....çok sardım lan oyuna...
  • çok güzel oyundu bu.
    gevrek gevrek, harflerin üstüne basa basa her sol tıklayışta sultan diyen bir yavşak vardı türkleri seçince. inşelaaah diye de bağırırdı bu.
    bir de osman reyiz vardı türklerin en taşşaklı komutanı olarak.
    ergenliğe girince bir ışık yükseldi yeni bir adam zuhur etti felan diye haberler geliyordu. heyecanlanıyordum nerde bu ergen diye.
    işte ben bu osmanı hiç kullanamadım arkadaş. hep ters yerde olmuş oluyordu osman ibnesi.
    osmanı savaşın olduğu yere getririnceye kadar 3-4 yıldızlı komutanı ordunun başına getiriyordum.
    osman çok yetenektliydi apoletlere boğulmuştu ibne. saldırganlık full, yetenek full, zeka full felan.

    osmanı sokak köpeği sürüsünün başına geçir gitsin itle köpekle kudüsü alsın o derce hayvan bi herif.

    ama çok cenabet ibne. hal böyleyken ben osmanı kullanamayıp ziyneddini, ibrahamı ordunun başına geçirdikçe zeynedinler ve ibrahamlar apoletleri arttırdı.
    bir süre sonra osman gibi her şeyi full komutanlarım oldu. ama itin köpeğin başına geçirince telef oldular. osman 300 yıl yaşadı sanırım ve 300 yıldır başında durduğu orduyla dünyanın saçma yerlerinde kamp kurup durdu genelde. sonra öldü osman :/
    allah taksiratını affetsin büyük ama cenabet bi insandı .
  • oyunla ilgili bazı tavsiyeler:

    - en başta bilgisayarı zayıf olanlara bir tavsiye: eğer bilgisayarınız gerçekten zayıfsa (ekran kartından da ziyade ram eksiği ağlatır insanı) ve ben ille de oynicam bunu diyorsanız, kesinlikle kuzey ve batı avrupadan uzak durun. bilgisayar germen diyarının ormanlarını temsil eden o yüzlerce minicik ağacın salınımlarını ve daha da beteri gölgelerini render edicem diye kanlı gözyaşları döküyor. alın türkleri anadolu bozkırlarında cirit atın, alın emevileri afrika çöllerini arşınlayın, ne ağaç var ne bişi. ooooh mis. zaten tüm detayları kapattığınızı ve battle map savaşlarını yine çölde değilse pek oynamadığınızı öngörüyorum. minimum detayda bile yine ağaçlar ve yine onların gölgeleri devreye giriyor zira.

    - oyundan gerçekten keyif almak istiyorsanız en az hard / hard oynamalısınız. easy zaten mide bulandıracak kadar embesil, medium'u bile bazı çakallıkları hariç derhal tokatlayıp gönderiyorsunuz. hard'da en azından "birimleri kum gibi avcuna topla, şehre çarp, şehri al, sonra avcundaki kumun bir kısmını yere bırak, başka bir yerlerden biraz daha kum toplayıp döngüye devam et" şeklinde ilerleyemiyorsunuz, düşünüp taşınmanız, ölçüp biçmeniz şart. very hard'da gerçekten çok sağlam bir stratejiniz yoksa, on tur sonra nerde olacağınızı hesaplayarak ilerlemiyorsanız ve ağlatabilecek sürprizlere hazırlıklı değilseniz hiçbir şansınız yok.

    - "hard / hard gözümü korkutuyor" diyorsanız, deniz ticaretinde aşmış venice, milan (ki özellikle milan'ın orduları da dehşet verici, benim şahsi favorilerimden), yahut denmark ile; kuzeyinde balkan denyoları, doğusunda başlangıçta fazla palazlanmadan ezilirse çabuk devreden çıkabilecek türkler olan, en kalabalık nüfusa ve muhteşem birliklere sahip bizans ile ya da sadece britanya'yı ve caen çevresindeki rebel townları ele geçirse bile 12 region'a hükmedebilen ingilizlerle başlayabilirsiniz. türklerde ise zaten bir oyuncu morali artısı var ki, saymıyorum bile.* bunlar hafifçe imba ülkeler. buna karşılık kutsal roma imparatorluğu, polonya ve hele hele rusya* gibi karaya abanan ülkeleri oynamak seçtiğiniz zorluktan daha da zor oluyor.

    - menzilii ünitelerin kıyak olanları, özellikle yeniçeriler gibi barut kullananları ve arbalet*çiler artık evvelki oyunlardaki gibi "sktret ya" denemeyecek birlikler olmuş. özellikle savunma savaşlarında müthiş etkililer, zırhlı elemanları bam güm indiriyorlar. sırf mızraklı, ağır piyade ve atlı birlikleriyle savaş kazanmak biraz zor olmuş, benim alışık olduğum taktik bu olduğundan ilk başta bir dumur yemedim değil. menzilli ünitelerin, adlarında militia geçmeyenlerine abanın, pişman olmazsınız.

    - trader'larınızı takip etmek ve onları değerli mallara ulaştırmak için verdiğiniz çabaya karşılık marjinal çıktıları çok düşük. çok fazla kasmayın. ama din adamlarınızı, diplomatlarınızı ve spylarınızı asla ihmal etmeyin. hele spy nasıl mühim bir şey, anlatmam güç. diplomatın önemini de siz palazlanmış ve düzeninizi oturtmuş, bir yandan da bir cephede savaşıyor iken trade rights antlaşması yaptığınız neutral bir ülke, o anda savaştığınız cephenin tam tersinde olduğundan içine pek garrison bırakmadığınız bol kazanç getiren mühim bir sınır şehrinize orta kuvvette bir orduyla saldırdığında anlıyorsunuz. yeterince paranız varsa o dismounted feudal knightları aynen geri yollayıp hainlerin bi tarafına saplamak ancak diplomatınız varken mümkün.

    - autosave'e güvenmeyin! en az üç turda bir, birkaç farklı slota dönüşümlü save edin, öyle ki, isterseniz onbeş tur geri gidip stratejinizi gözden geçirebilecek halde olun.

    - deminki maddeden hareketle, asla alliance'ınız olmayan bir ülkeye bakan cephenizi savunmasız bırakmayın. hard ve very hard'da, bunu alliance'ınız olan ülkelere karşı da yapmayın!

    - kara seyahati çok aptalca bir şey, gidebileceğiniz her yere muhakkak deniz yoluyla ulaşın. tabi gerzek gibi bordeaux'dan toulouse'a da giderken gemilerinizi kullanın da, iki turluk yolu tüm iber yarımadası'nı dolaşıp altı-yedi turda gidin anlamına gelmez bu.

    - kafanız rahat etsin istiyorsanız, katolik bir faction seçtiğinizde yıllarınızın neredeyse tamamını excommunicated halde geçireceğinizi ve bunun da her settlement'ta en az -%20 order anlamına geldiğini kabullenin. "katolik katoliğe kılıç çeker mi"ymiş! ulan mal gibi yılların geçmesini mi beklicez? ya da ne biliim, illa müslüman topraklara mı yardırıcaz? (ki onun da belası ayrı, religion uyuşmaması excommunication'dan bile çok unrest yaratıyor!) abicim en kralı seçin türkleri dalın mısırlılara emevilere, kafanız rahat etsin. skicem papayı da bilmemkimi de be.
hesabın var mı? giriş yap