• "...uçuyorum ben, bakın kanatlarıma,
    size uçmayı öğretiyorum..."

    dizelerinin şairi.

    ne şiirin ismi var, ne de çevirmenin adı. ama zaten şiir, şairine değil, şiire ihtiyacı olana aittir (di mi?). o halde bu iki dizeyi hafıza zayıflığı ve araştırmaya üşenmekten ötürü tanımlayamasak bile, sırf bu özür dolayısıyla dizeler burada yer alsin ve biz de burada şiirinden bir ornekle max jacob'a selamlarimizi uçuralim...
  • (bkz: attilâ ilhan)'ın kaptan şiirlerinin birinde de adı geçen muazzam fransız şair. (bkz: kaptan-4)
    adeta kübizmin şiirleşmiş halidir şiirleri. aynı şiir içinde farklı temalara ve duygulara değinir gibi ama aslında ana nokta tektir.
  • salâh birsel tarafından 1985 yılında çevrilmiş "genç bir şaire öğütler" adlı kitabında o kadar naif ve uyumlu bir yazısı var ki etkilenmemek elde değil.alaylı üslubu acı çekerken bile değişmemiş.
    operaya giderken,bir otomobil altında kalıp hastaneye kaldırıldığı vakit "göğüs kemiklerim kırıldı galiba.pantol askım düşüyor." demiştir.
  • epifani olarak adlandırılmaya layık bir deneyimini anlatır;

    "ulusal kitaplıktan daha yeni dönmüştüm, çantamı yerine yerleştiriyordum; pantuflarımı atıyordum, başımı bir de kaldırdım ki, duvarın üzerinde biri var! biri vardı! halının üzerinde de biri vardı. etim yerlere döküldü! bir şimşek soyup çırılçıplak etmişti beni! ah o ölümsüz saniye! ah! hakikat! hakikat! semavi vücut, yoksul odamın duvarı üzerinde! niçin, tanrım! ah! bağışla beni! o bir manzara resmi içinde, eskiden yaptığım bir manzara içinde, hem de ta kendisi! o ne güzellik! ne zerafet, ne tatlılık! omuzları, davranışı! sarı ve mavi süsleri olan ipek bir elbise giymiş. bana dönüyor, o sakin ve ışıyan yüzünü görüyorum. bu sırada altı keşiş bir kadavra ğgetiriyor odaya. kollarında ve saçlarında yılanlar, bir kadın benim yanımda..."

    (otun etkilerini, psişik yapının savrukluğunu, çalışmanın vermiş olabileceği yorgunluğu, yahudi köklerle olan sorunları falan bir yana bırakıp önünde beliren böylesi güçlü imajlar bütününün sonrasında onu nasıl da bırakmadığını, ne türden şiirsel bir aktarım gücü kazandığını ve belki de, o gündüz düşünü bir daha yakalamak için nasıl uyuşturucular kullandığını max jacob'un.. -din değiştirir birkaç yıl sonra- bunları hayal edip onu zevke getiren deneyimden pay almaya çalışmak..)
  • 12 temmuz 1876 quimper dogumlu sair ve ressam.

    5 mart 1944´te drancy toplama kampinda ölmüs. daha önce erkek kardesi, kiz kardesi ve kizkardesinin esi auschwitz topla kampinda katledilmisler.

    jacob, bir yahudiyken 1915´te katolik "olmus".

    toplama kampinda zatürreden öldükten sonra ivry-sur-seine´e gömülmüs; fakat 1949´da arkadaslari jean cassou, pablo picasso ve rené iché, saint-benoît-sur-loire mezarligina gömülmesini saglamislar.
  • bazı şairler var müthiş şiirleri var. insanı duygudan duyguya sürüklüyor. ama max jacob'un şiirleri böyle değil. bu arkadaş picasso ile tanışmasa yunus günce gibi eleştirilirdi.

    "bulut bir postanedir kıtalar arasında" demiş. ee? bunun gibi sözlükte zibilyon tane benzetme var. neyse..

    (bkz: let the linç begin)
  • gölete itiraf (ya da “şeytanın göleti ile bir diğeri”)

    yusufçuk mavi bir ışındır öğle sıcağının altını çizen. ovaların huzurunun sonucudur. devinen ve devinmeyen yusufçuk! bakire gökyüzüne paralel ani hareketler yapıyor; sonsuz üçgenin tabanını biliyor sanki. iltihaplı şu gölet için ne soyutlama dersi ama! havada çizdiği yol balığınki gibi, ama daha düz. bir üniversite felsefecisinin zihni kadar alçakgönüllü bir halde süzülüyor. ne erkek kurbağaların obur vıraklamalarını, ne de dişi kurbağaların mesanelerindeki hışırtıyı duyuyor. küçücük ve kısacık bir çimen yaprağına konup dinleniyor ve onunla bütünleşiyor yusufçuk. sessizlik, sessizlik!

    yusufçuk, sen benim kız kardeşimsin. önünde gizli bir anahtarla başka bir gölet açılıyor, siyah arafı gördüm işte ben orada, hayatımda ilk kez. çiçeksiz bir göletin üstünde kirli bir tahta iskelede, bir tahtırevanda faydasız bir piskopos gördüm: bendim o. taşıyıcılardan birisinin kulakları, bir şeytanın masum beyaz eşeğinin kulaklarıydı. diğer taşıyıcı, şu kösnül hayvanın, yani hecin devesinin profiline sahipti. ah, soyut ve durgun yusufçuk, işte üç farklı kişi olarak ben!

    yusufçuk mavi bir ışındır öğle sıcağının altını çizen.

    çeviri: tamer gülbek
  • picasso ve guillaume apollinaire ile yaşadığı, yakın zamanda öğrendiğim iki anekdotu gülümseyerek okudum.

    max jacob, picasso için velinimet gibidir. ona sadece yardım etmekle kalmaz edebiyat dünyasına da tanıtır. maxime febur takma ismiyle kendisini zengin bir tüccar gibi tanıtarak galerileri dolaşır ve “picasso’nun resimleri var mı sizde” diye sorar. çoğu zaman hayır yanıtını alınca şaşırarak, “nasıl olur o bir dahi! böyle bir galeride picasso’nun bulunmaması büyük bir yanlış”

    bu iki sanatçı bir vakitler birlikte yaşamış. paris-france mağazalarında işe başlayıp dağıtım temizlik gibi işler yapmıştır. 8 ay sonra işten çıkarıldığında aldığı parayı picasso ile paylaşır. picasso’ya hayrandır ve ondan “hayatımın kapısı” diye söz eder. picasso’nun yüksek sosyeteye girmesine yardımcı olmuş ve kendisini mesen terziler, tüccarlarla tanıştırmıştır. bohem hayatın zorlukları üzerine birlikte düşünür, nöbetleşe uyurlardı. picasso geceleri çalışırken max jacob uyur. gündüzleri picasso uyurken max jacob çalışır.

    yukarıdaki entry’de belirtilenin aksine picasso max jacob’un tanınmasını değil aksine max jacob picasso’nun tanınması için dostça uğraşmıştır. tabii paris-france da çalışırken picasso’nun kendisine şair gibi yaşa dediğinden söz ediliyor. arkadaş bu kısımdan max jacob’u var edenin picasso olduğunu çıkardıysa orasını bilemem :)

    --------------

    apollinaire alcools’ü yayınladıktan sonra eleştirmen georges duhamel bazı şairlerin verlaine, rimabud ve moreas taklitçileri olduğunu bazılarının da max jacob’tan esinlendiklerini söylemişti. max jacob buna karşı çıkan bir yazı yazmış ve düşüncelerinin yanlış olduğunu, apollinaire’le tanışmadan önce kesinlikle şiir yazmadığını söylemişti. ancak bu söyledikleri valery larbaud’ya göre yalandı. ona göre max jacob’un en büyük erdemi alçakgönüllü olmasıydı.

    bana göre, zengin biri olsaydı şüphesiz dönemin en büyük mesenlerinden biri olacaktı max jacob

    kaynak: bohemler - dan franck
hesabın var mı? giriş yap