• en fantastigini arap emirliklerinde gordugum sus esyasi. arap kiyafetli bir abinin biblosu var, ici acildiginda icinden sirasiyla 4 boy kadin cikiyor, 4 kadin kuralini buraya yansitmak gercekten guzel bir kafanin urunu olsa gerek.
  • rus hatunlarinin dogurganligini simgeler. (bkz: gotunden sallamanin en guzel ornegi)
  • torununun torununu görür.
  • rusça'da söyleniş şekliyle doğrusu matruyoşka'dır.

    yapılacağı ağacın kesilip 2 yıl kuruması için bekletilmesi gerekir, aksi halde ağaç matruyoşka yapıldıktan sonra kurumaya başlar ve katları kalkar.

    oyulan matruyoşkaların üzerine desen çizilir, sulu boya ile boyanır ve yanılmıyorsam 20 kat cilalanır.

    rusya'ya gittiğinizde sokakta 3€ yada mağazada 3000€ya kadar bulabilirsiniz. fiyatın bu kadar fark etmesinin nedeni ağacından, oyulma biçimindeki incelikten, el yapımı olup olmamasından ve deseninin nadide olmasindan kaynaklanır.

    üzerinde rus motifleri, rus günlük yaşamından sahneler, rus hikayelerinden temalar, ortadoks mimarisindeki kiliseler ve dini olaylar resmedilebilir.
    geleneksel olarak rus başlıkları ile rus köylü kadınların yüzü yansıtılır.

    parça olarak en az 3 tane en fazla sonsuz sayıda olabilir ancak ben 40 taneye kadar gördüm. parça sayısı arttıkça en küçük parça abartmıyorum ve atmıyorum bir pirinç tanesi kadar olabilir.

    rus kültürünü yansıtması açısından nadide parçalardır.
  • artik ureticileri bebek motiflerinden biktigindan midir nedir, harry potter, star wars, simpsons karakterleriyle fantaziden fantaziye kosmaktadirlar. hayir ilk bir rus liderlerden olusan seri cıkmıstı, bir esprisi vardi, guzel oturmustu konsept ama luke skywalker in icinden yoda cikarmanin manasi nedir?
  • evdekine her baktığımda aklıma yunus'un " bir ben vardır bende benden içeri " dizesi gelen nesneler yumağı.
  • yekta kopan'ın kediler güzel uyanır kitabında yer alan, birbirinin tekrarı olan ama her tekrarda, tıpkı anlattığı aşk gibi, azalarak biten dört bölümden oluşan kısacık hikayecik.

    harflerin/kelimelerin sayfa üzerindeki dağılımını kullanarak eserin bütününe ayrı bir anlam katması ile de e. e. cummings'in a leaf falls loneliness şiirini hatırlatıyor ilginç bir şekilde.*

    görsel
  • kimilerine göre süs eşyasından öteye gidemeyen ama benim için şüphesiz zor zaman oyuncağıdır.

    vakti zamanında, daha küçücük fıçıcık içi dolu turşucukken ben, içinin dolu olduğunu farketmediğim bir oyuncak keşfettim. annemin iş yerinde okula gitmek için zamanımın dolmasını beklerken ara ara üniversiteyi keşfe çıkar*, ardında ne olduğunu bilmediğim kapıları açardım. yine bir gün odaları şaşırıp dekanın odasına ani bir giriş yaptım. odada bulunan vitrinde bir matruşka gözüme çarptı. dekanların odaları pek şatafatlı olur ama nedense o odalarda pek bulunmak istemezler. hazır odayı boş bulmuşken vitrindeki matruşkayı kapıp annemin odasına koştum. koşarken sözde oyuncak bebeğimin tıngırdadığını hissettim. kendimi ödüllendirmek için yolda hiç kurcalamadım bebeği. sonra sessiz bir yer bulup köşede açtım içini. o da ne? bir bebek daha çıktı içinden. gözlerimin parıltısı annemin dikkatini çekmiş olacak ki "nereden buldun sen onu?" gibi bir soru cümlesi döküldü ağzından. "mmm, şey, kem küm, dekan amca. ehe." diye saçmaladığımı hatırlıyorum. arkasından tipik anne öğütleri "aman kızım, izin almadan olur mu?" falanlar filanlar. kafamı çevirip keşfime devam ettim. elime aldığım ikinci bebeğin de tıngırdadığını görünce bir kapak açma eğilimi daha oluştu bünyemde. derken bir bebek daha çıktı içinden. aman allahım! ölüyordum mutluluktan. bir anda bir değil üç bebeğim birden olmuştu. hızımı alamıyordum. açtıkça açtım. çoğalıyorduk. sonuncuya gelince artık ellerim titriyordu. açılmıyordu ya la. bitmişti. tadı damağımda kalmıştı. karşımda bir anda peyda oluveren bebekleri intizamla masanın üzerine dizdim. uzun uzun baktım suretlerine. hayranlıkla izliyordum her birini. o küçücük suratları nasıl boyamışlardı bu tahta cisimlerin üzerlerine. neden sonra matruşkaların kokusunu alan "dekan amca" odaya daldı. anam! suç üstü, tertemiz yakalanmıştım. hiç renk vermeden "ne bunlar şimdi? hayır yani, ne? ben anlamadım." dedim zat-ı muhtereme. sağolsun dekan amca beni çok severdi. kişisel gelişimimde (!) çok emeği vardır. buradan selam çakıyorum kendisine. derken gökgürültüsü kıvamında enfes bir kahkaha patlattı yüzüme. "yahu ne çocuksun pia! matruşka o matruşka, bosna hersek'ten hediye geldi." dedi. "bosna hersek mi?" iki koldan aydınlanıyordum. bir de bosna hersek girmişti şimdi literatürüme. annem mahçup, benim densizliklerime alışkın, "hocam, kusura bakmayın" der gibi baktı hiyerarşik durumu düzeltircesine. "bu sana benden hediye olsun o zaman piacan olur mu?" dedi. canım benim. canıma minnetti tabi. "olsun!" dedim yavşak bir gülümsemeyle. eh tabi ki teşekkür de ettim. dekan gittikten sonra bir çocuk için üniversite gibi sıkıcı bir ortamda bulunabilecek en güzel hediyeye sahip olduğumu anladım. bir hazineyi taşır gibi taşıyordum bebekleri. yanımdan ayırmıyordum. teker teker iç içe koyuyor, an geçmeden tekrar çıkarıyordum. fakat matruşkadan ziyade onun bosna hersek'ten gelmesi aklıma takılmıştı. çocuk aklımla bebeğin sadece orada üretildiğini ve türkiyede bir benim ona sahip olduğumu düşündüm. içimde havai şişekler patlıyordu. o zamanlar okumayı yeni sökmüş, korkunç bir elyazına sahiptim. elime geçen ilk kalemi alıp matruşka bebeğin altına "bosna hesek" yazdım. evet. bosna hersek değil. bosna hesek. annemden gelen açıklamalar doğrultusunda rezilliğimi ört bas etmek adına hesek kelimesini kimse görmeden daksille silmeye çalıştım ve sildim. -ofis ortamında sıkıntıdan zımbayla oynayan üstüne bir de elini zımbalayan bir çocuk için daksil kullanmak hiç de şaşırtıcı değildir takdir edersiniz- hayli yıpranmış matruşka bebeğim, altındaki o korkunç yazı ve beyaz daksil lekesi odamda hâlâ boy gösteriyor efendim. ve o gün bugündür bosna hersek ve balkanlar benim hayal dünyamda çok farklı bir yere sahiptir. (bkz: matruşkalar diyarı) hey yavrum.

    ve matruşka adına gelirsek... oyuncağımın adının matruşka olduğunu öğrendiğim andan itibaren yeni bir kelime öğrenmenin heyecanıyla kendime sürekli matruşkayı tekrar ettim. ota boka matruşka diyor, etrafa neşe saçıyordum. herkese, her şeye lakap takmayı çok severdim. çok geçmeden anneme matruşka diye seslenir buldum kendimi. annemin adı artık matruşka oluvermişti. herkes de kabullenmişti bu ismi. yıllar yıllar geçti üstünden. benim de bir cep telefonum olmuştu haliyle ve oraya dahi annemi "matruşka" olarak kaydetmiştim. nasıl ve ne şekilde öğrendim hatırlamıyorum ama matruşkanın rusça anne mânâsına geliyor olması bende bilinçaltımı sorgulamam gerektiği hissini uyandırdı. meğer farkında olmadan yıllarca anneme rusça "anne" diyormuşum. ne garip. artık olay freud'la mı yoksa masumane bir benzetmeyle mi alakalı bilmiyorum. ama ben anneme hâlâ matruş yani matruşka diyorum, orası kesin.

    matruşka, rusça anne. anne doğurgan. oyuncak doğurgan. annem beni doğurdu. o zaman annem matruşka. matruşka annem. matruşka matruş...

    (bkz: şimdi annem düşünsün)
  • orijinal olanları en az 3'lü en çok 15'li üretilir.

    adetler belirlenirken genelde tek sayılar tercih edilir. bunun sebebi rusların tek sayıları uğurlu bulmasıdır.
  • haldun taner sahnesi’nde az önce izlediğim oyun. süre 65 dakika. hikaye yasak aşk.

    --- spoiler ---

    bir oyunda oturacakları yeri ararken tanışıyor çiftimiz. kadın genç, küçük bir antika dükkanı var, uzun bir ilişkisi varmış ve sevgilisinin ihanetinden dolayı yeni bitmiş. adam orta yaşlarına yaklaşan bir yazar, epey toyken evlenip çocuk sahibi oluyor ve yıllar süren mutsuzluğunu çeşitli kadınlarla yaptığı kaçamaklar sayesinde kapatıyor.

    kahramanların isimleri yok ‘haybeden gerçek üstü aşk’taki gibi. ‘her yasak ilişki kendisini özel sansa da aslında hepsi aynı yollardan geçer’ diyor.

    yazarımız hem eşini hem de yeni sevgilisini aldatmaya devam ediyor. bu arada eşi tekrar hamile kalıyor. sevgilisi terk ettiği zamanlar üzülmüyor değil, ilk defa aşık olduğunu iddia ettiği bile oluyor.

    bir sahnede kadın doğum gününde bir matruşka hediye ediyor adama. adam ‘neden matruşka’ dediğinde kadın ‘biz de seninle böyleyiz işte, her geçen gün biraz daha parçalanıyoruz’ diyor ve ayrılıyor adamdan.

    --- spoiler ---

    bu kadar yeter, sonunu yazmayayım en azından. oyun güzeldi. oyuncular seyircilerin arasında dolaştı zaman zaman. kadının kirpiklerini bile saydım. oyunculuklarını da çok sevdim yalnız araya komedi unsurları fazlaca serpildiği için birbirlerine duydukları aşk çok geçmedi bana. ya da uyumlu bir çift olmamışlardı. bilemiyorum.

    bir de ben tiyatroda teknolojiden çok fazla yararlanılmasını sevmiyorum. sahilde oturuyorlar diye arkaya deniz manzarası yansıtılmamalı mesela. dekorların değiştirilmesi, o koşturmaca vs daha çok hoşuma gidiyor. sinema hissi almak istemiyorum.

    özellikle böyle cuma akşamları kafanızı çok yormayan bir şeyler izlemek isterseniz tavsiye ederim. bu arada biletlerin tükendi göründüğüne bakmayın, oyun bileti teröristleri biletler açılır açılmaz alıyorlar hepsini muhtemelen ama gelmiyorlar. salonun yarısı boştu.

    kadıköy’de öylesine dolanırken ne yapsak acaba derseniz haldun taner’e bir uğrayın derim. mutlaka boş koltuk bulursunuz. iyi seyirler.
hesabın var mı? giriş yap