• benzer bir yığın tecrübeyle varmış olduğum "tüm"den, bu nev'i şahsına münhasır aletin başrol oynadığı taze yaşanmış bir örnek vak’ayla geri gelerek, kendi kendini gerçekleştiren kehanettir, şartlanmadır, inanmak başarmanın yarısıdır mevzularında biraz dırdır edeyim istedim.

    önce vtr’mizi görelim.

    efenim ben bu yakınlar yeni bir eve taşındım. vakti geldiğinde duvara monte edilmek üzere salonun bir köşesine yığılmış bekleyen tablolar, dolaplar, raflarla günlerdir pis pis bakışıp duruyoruz. nihayet geçtiğimiz hafta sonunu bu işlere ayırıp planımı yaptım rahatladım.

    yalnız bu arada konuştuğum herkes matkap işlerine sen girme, eline yüzüne bulaştırırsın diyip duruyor. “bu evlerin duvarı çok sağlam, eşim bile delemedi, usta çağırdık” diyor birisi. evet evet bize gelen usta da delemedi hatta diyor öbürü. aha, biz iş makinesi getirdik diycek şimdi biri diye dalga geçiyorum içimden. olabilir mi bu kadar bilmiyorum, inşaattan da anlamam ki şu çeşit beton kullanıldıysa şununla delinir, bu evde bu çeşit beton kullanılmış bu bununla delinmez diye yorum getireyim. yıllarca yaşadığım evlerde her şeyimi takıp söktüm işte, 700 wattlık matkabım var, burası da olur niye olmasın ki??

    böyle diyerek giriştim cumartesi günü. onu çek hazırla, bunu çek düzenle diye diye saat öğleden sonrayı buldu. televizyonu duvara monte ederek başlayacaktım. duvarım da koyu renk kaymak gibi boyalı, en küçük hata leş gibi görünür. obsesif alman mühendis gibi 72 yerden ölçüm ala ala işaretledim delinecek noktaları. ve go!!!

    go tabii golamasına da 2 santimetreyi deldi matkap peynir gibi, sonra milim ilerleme yok. bastır? yok. ittir? yok. aban? yok işte yok. bi yanlışlık olmalı. diğer deliğe geçeyim. al aynısı… yahu nasıl olmaz, doğru ucu takmışım? takmışım. dedikleri gibi duvar aşırı mı sağlam acaba yani ne olabilir ki kolon deldim ben birebir bu matkapla uçla ya… yaşlandım mı? sigaradan mı? niye gücüm yetmiyor?? yetiririm ben o gücü. nasıl bir yüklenmek ama, sen de 30 ben diyim 40 kiloyla itiyorum duvarı. ki yan yatırabilsen de üzerinde zıplasam uygulayabileceğim 50 kilo zaten. omurgamın üzerinden karınca sürüsü gibi ter damlaları iniyor, ayaklarım parkenin üzerinde fıtı fıtı patinaj yapıyor, hamster gibi didinip bir milimetre yol kat edemiyorum. deliricem!!! televizyonun ayağını mayağını söküp atmışım, üzerine koyduğum tv dolabını söküp atmışım, caanım duvarımın canına okunmuş, yerler üstüm başım toz toprak, ellerim su toplamış acıyo, şu noktadan sonra vazgeçmeyecek kadar inatçıyım!!! çıkıp sigara içip içip gelip gene dalıyorum. dinlenip dinlenip bi daha saldırıyorum, bu gece asıcam o televizyonu duvara! ama yok. nuh diyor peygamber demiyor duvar. de-le-mi-yo-rum!

    vakit ilerledi iyice, matkap çalıştırılacak 1 saatlik pencerem kalmıştı ki artık, rahmetli einstein’ın sözünü hatırlayıp pes ettim. delilik bu, başka çözüm ara, başka çözüm ara… aklıma evi yakın bir arkadaşım geldi. ona yazdım whatsapp'tan. onun gücü yeter, 1.90 boya 100 kilo, pis baksa bile yeter duvara. oturdum tırrt tırrt parmaklarımı masaya vurarak mavi tık beklemeye başladım. dünya üzerinde hiçbir kadın bir erkekten böyle cevap beklememiştir. hayatımda bir kez aşık oldum bak ve tam oldum, hayatımı ona adadım vs öyle bir aşk o en deli 17-19 yaşlarımda. o sevgilimden bile böyle telefon beklemedim ben 9 yıl boyunca. impalaya kilitlenmiş çita gibi, mavi tıka odaklanmış halde nefes bile almadan telefona baktım o bir saat boyunca. çıkmadı o mavi tık. çık-ma-dı.

    n'apayım ben de pes edip girdim içeri süklüm püklüm. ağzımda beton gıcırtısı, gözyaşlarım yanaklarımda toz kanalları aça aça hem ağlayıp hem topladım evi geri. inadımdan ağladım. sinirim bozuldu ondan ağladım. o kadar uğraşıp hiçbir şey yapamadım ona ağladım. söylemişlerdi o kadar, dinlemedim diye ağladım. azıcık sakinleştiğimde güzelim duvarımdaki hortlak gözleri gibi deliklerle göz göze gelip tekrardan sünger bob gibi böhüeee diye koyverip ağladım. ağlaya ağlaya da uyudum.

    pazar sabahı loser loser kalktım. ilk iş duvarıma bakıp biraz daha ağladım tabii. sonra monte edilecek bi dolap vardı, dedim onu yapayım hazır dursun. sonrasında duvara artık nasıl takılacaksa!!!! ama işte ellerim parçalandığından matkapla sıkayım bari vidaları diye matkabı aldım tekrardan. ve onu gördüm. “darbesiz” tarafta kalmış switch’in üzerine çıkmış, aalekto movik movik, allekto movik movik diyerek şevkle bana poposunu sallayan pygmalion'u. saatlerini darbesiz matkapla duvar delmek için inatlaşarak geçiren ve bir kez bile şunu kontrol etmeyi düşünmeden gücüm yetmiyor diye hükmeden bana. az bile yapıyordu.

    :(((

    en kulak asmadığını sandığın konuda bile farkına varmadan şartlanıyorsun, olumlu veya olumsuz... şartlanman, önünden geçen binlerce toptan sadece şartlandığın kaleye girebilecek tek bir tanesini görmeni ve diğerlerine karşı komple körleşmeni sağlıyor. ruhun bile duymuyor hem de yaptığını. nefis bir kendi kendini yaratma, nefis bir kendi kendini öldürme aracı. kafanın üzerine takılmış, varlığından habersiz olduğun bi doktor lambası gibi. nereye baksan oraya yansıtıyor ışığını. kırmızı mı lamban, beyaz masaya bakıyorsun ama kırmızı görüyorsun misal. kimse de inandıramaz seni o masanın kırmızı olmadığına. direkt kendi deneyimin çünkü. sadece kıllanabilirsin, başkalarının kırmızı görmediği kadar çok kırmızı görüyorum ben baktığım yerlerde, acaba niye diye. belki bu yol, taktığın tepe lambasını yakalamana yardım eder. öbür türlü, "inanmak başarmanın yarısıdır!" öff gene mi bu klişe... "kendi kendini gerçekleştiren kehanet bu yaşadığın". hı hım biliyorum evet, neyse baayy...

    final olarak, mesaj attığım arkadaş pazar akşamı cevap yazdı mesajını şimdi gördüm diye. duvara monte ettiğim televizyonun fotoğrafını attım ben de cevaben:) komik olan, 4 saat darbesizde duran ayara bakıp görmezden gelerek kanıtların üzerini örten ve beni tek açıklamaya iten zihnim, 1 saat kilitlendiği ekranın tepesindeki kocaman "iş" yazısını da görmezden gelip beni yardım istediğime inandırmış. basit bir mallıktı belki bilmiyorum, belki de o içerilerde bir yerlerde gücümün yetmeyeceğine şartlandığım gibi, başka bir yerde de ne yapıp edip o işi kendim hallebileceğime şartlanmışım ki, hafta sonu bakmayacağını iyi bildiğim iş telefonuna atmışım mesajı.

    yaptığı basit salaklıklara derin anlamlar yükleyip geri zekalılığını görmezden gelmeye çalışmanın bi yolu da olabilir tabii tüm bu çıkardıklarım. olsun. neticede bir matkap, sadece 24 saatte bana televizyonun 15 yıllık yayınla fark ettiremeyeceği kadar çok şeyi dank ettirdi. böyle böyle kavrayacağız işte. tümden geldik, tüme varıcaz. ashes to ashes, dust to dust! dust deyince aklıma geldi bak, belki de televizyonu söküp delikleri doldurup boyayıp duvarı baştan delerek oraya matkabımı asmalıyım.
  • devrini ayarlayabildiğiniz modelleri delik delmenin haricinde acaip güzel vida sıkar... çok pratiktir.. ilk aldığımda evde monte edilmiş her vıdayı söküp takmıştım... aferim bana...
  • evde sıradan bir matkap var.
    bir arkadaş bir iki birşey asacağım dedi.
    dedim ben yapayım. matkabın ağzına ucu verdim. dübel boyunu cetvele çektim.
    gösterdiği asılacak yeri işaretledim.
    duvara abanıp bastıp tetiğe. ulan matkap motorundan kıvılcımlar çıkıyor, matkap ucu kor gibi kıpkırmızı oluyor ama girmiyor.
    frijit mi lan bu duvar dedim.
    yok abi prefabrik biz hep usta çağırdık dedi diğer şeyleri astırırken.
    dedim belki demire geldi iki santim yanına bir işaret koydum bir daha abandım. yok amk. duvar saray bosna'ya döndü sanki çatışma çıktı da mermi isabet etmiş gibi.
    allah'tan 3m'in çift taraflı yapışkanları vardı da yapıştırdım geçtim.
    kabus gibiydi amk.
  • her evde bulunmasi gereken cazgir sesli ama güçlü hede.

    yoklugu o kadar hissedilir ki iliklerine kadar anlarsin isin ciddiyetini. soyle ki efendim; internetten elbise dolabi aldim, ben bu oyunu bozarim* edasiyla, "ben bunu kurarim" dedim. montajina ya da magazadan alip kargoya ekstra para vermiyim deyu. hem annem* ustamizdir ayni zamanda, ben de yillardir ciragiyim. yediremedim. iyi de halt ettim.

    yönerge kafa karistirici ama neyse ciktim isin icinden ama dolap kapaklari monte ederken o kadar zorlandim ki. bi yandan ayagimi alttan destek edip kapiyi sabitlemeye calisiyorum, bi yandan elimde kisa vida kiskaclarin deligini tutturmaya calisiyorum, bi yandan yildiz tornavidayla itelemeye calisiyorum falan. en cildirimsi yeriydi ki, dolap uc kapakliydi. en son kendime sesimi yukselterek sakinlestim biraz.

    bitirdim buyuk kismini lakin kollarimda derman kalmadi. sık babam sık, çak babam çak. bi cekmecesi kaldi bi gece daha beklesin, benim acelem yok. sadece karnim acikti, simdi de bi corba nasil yapacagim diye dusunuyorum. sonucta kollarim öldü. aç da kaldim. bilmezdim matkabin insana aslinda bu kadar lazim olabilecegini, evde varsa kendini cok guclu hissedebilecegini. anneme benzemeye basladim sanirim. yakinda matkap, tornavida seti, matkap ucu indirimini bile takip ederim ben.

    ya borcam falan aliyorlar ya ev hediyesi hani, bence matkap, tornavida seti, cekic, yildizli tornavidan guzel hediye mi olur. hem borcam uretimini durdular kucuk sincap, yeni hediyelere yelken ac. *
  • alt komşumun biraz daha zorlayabilirse ucunu odamdan cikartabilecegi alet.
  • insanı dinden imandan çıkaran bir çalışma sesine sahip alet. ulan götümde çalıştırsan bu kadar ses çıkmaz. yeter.
  • bu aletin çıkarttığı ses ve matkap kullanma hastalığına yakalanmış komşuların yaşattığı sıkıntılardan bolca nasibini almış biri olarak çok düşündüm, çok kafa yordum... bir gün büyük adam olursam eğer, gerçekleştirmek istediğim, hayalini kurduğum matkap kullanım esasları aşağıdaki gibidir:

    -herkesin kafasına göre matkapla iş yapmasına engel olunacak ve tıpkı şoförlükte olduğu gibi ehliyet almak zorunluluğu getirilecek.

    -ilk maddedeki önlemin her şeyi çözeceğini ummak saflık olur elbette; parayı basan alır matkap ehliyetini, biliyorum. işte asıl önlem burada devreye girecek; hafta sonları ve günün belirli saatlerinde yasak olacak matkap kullanmak. yasayı ihlal edenlere ağır para cezaları verilecek, iflah olmadıkları gözlenirse şayet, ellerindeki matkap alınıp... (bu maddenin sonunu yazmaya gerek yok sanıyorum)

    -tüm matkapların üzerine ibretlik resimler yapıştırılacak, tıpkı sigara paketlerinde gördüklerimiz gibi... matkap sesi yüzünden sabahın sekizinde uykusundan uyandırılan ve delirip küfreden mağdur insan resmi; delirmesini küfretmekle değil de, matkap kullanıcısının kimi organlarına meylederek yatıştıran komşu resmi ilk etapta aklıma gelenler.

    -matkap kullanıcılarına ücretsiz "kafa sikmemek", "küfür yemeden matkap kullanımı" benzeri eğitici kurslar verilerek bilinçlendirilmeleri sağlanacak...

    başta da söylediğim üzere, ben ve benim gibi mağdurların hakkını gözetmek için tasarladığım fikirlerdir bunlar. her türlü görüşe ve düşünceye açık olduğumu da özellikle belirtiyorum son olarak...
  • güzel bir babalar günü hediyesi alternatifi, hele ki siz kullanmayı beceremediyseniz...
    alırken çocuklar gibi şenken, kullanma esnasında beceremeyince çok bozuluyor insan... denemelerimin ürünü delik deşik suntaları büyük bir başarı olarak görüp kendimi alkışlarken, duvar delme aşamasında sanırım sağ kolumu kaybettim 0,5 cm delik delicem diye...ne kadar sevimli ola bile çalıştığı zaman canavara dönüyor.. aynen havlayan finolar gibi..
  • hem korkarım hem sarkarım tabiri ile anlatılabilicek bi alet.. kullanana kadar itici ve korktucu ama eline aldığı zaman atılgan* gibi hissediyomuş insan kendini..

    (bkz: ben bugün bunu gördüm)
  • erkekler için alet çantası ailesinin en kıdemli üyesidir matkap. silaha benzer olması tesadüf değil zannediyorum. evin en kıymetli eşyası muamelesi gören o matkabı ellerine bi aldılar mı, isterlerse bir vida sıksınlar dünyanın en önemli işini yapıyormuş edalarında dolaşırlar. bir dokunulmazlığı da yok değildir, zannedersiniz bi tek onlar becerebilirler onu kullanmasını, teknolojideki erkek hakimiyeti matkap için de geçerlidir tabi. öyle sofistike bi alettir işte matkap.
hesabın var mı? giriş yap