magnum photos
-
ikinci dünya savasi sonrasi (1947) 4 fotografcinin (robert capa, henri cartier-bresson, george rodger, ve david seymour) kurdugu, fotograflar ve fotografcilari daima ses getirmis ve unutulmaz olaylari belgelemis dünyanin en ünlü fotograf ajansi.
-
(bkz: robert capa)
-
98'de dolmabahce kultur merkezin'de sergilendi bu guzelim fotograflar "magnum'un gozunden" adiyla.. yillarca ordan burdan duydugumuz, okudugumuz gosterileri, cicek cocuklarini, isgal edilen fransiz universitelerini, rengarenk boyanmis hippi benzinliklerini, en cok da zencilere ve sefaletlerinin fotograflarina, bir yanda janis joplin soylerken, martin luther king "i have a dream" diye inlerken, baktik hayran hayran.. o resimler nasil da ozenle geldi turkiye'ye, her bir tablo binlerce dolara sigortalanmis halde, kutularindan cikarken, herkes nefesini tuttu, kimse dokunmaya kiyamadi..
-
magnum ajansi’nin kurulmasi
bir hikayenin sadece bir başlangıcı olmaz, bir hikaye tekrar ve tekrar başlar. magnum’un
hikayesi 1934’de bir ocak günü, montmartre ve montparnasse arasında giden bir paris
treninde başladı. biz yolculardan ikisi üstünde duracağız. bunlardan biri genç, uzun boylu,
zayıf, sarışın, açık tenli, ateşli gözleri tutkuyla dolu ve bej ceketi ile gayet şıktı. ve biraz
önce objektiflerini yeni taktığı bir leica ile meşguldü.
karşısında hafifçe kıvrılmış bir başka adam oturuyordu; kısa ve hatta ilk adamdan daha
zayıf ve gençti, yoksul bir giyinişi vardı. gözleri kalın camların ardında saklanmış, bir
büyü içinde diğer adamı inceliyordu. sonunda sessizliği bozdu ve karşısındaki adama “bu
ne çeşit bir kamera?” diye sordu. ikisinin de gözleri leica üzerinde buluştu. o anda,
hiçbir fotoğrafçının kolayca yakalayamayacağı güçlü bir arkadaşlık doğdu: henri cartier-
bresson ve david szymin, (bazıları chim bazıları david seymour olarak tanır) yirmi iki yıl
sürecek bir dostluk kurdular.
bir kaç hafta sonra dome café’de chim ve henry uzun boylu, iri yarı bir adamla el
sıkışıyorlardı. adam, bir aşığın gözlerine ve içten bir gülüşe sahipti. bu kişi, daha sonra
robert capa olarak tanınacak olan andre friedmann’dı. andre yakışıklı bir adamdı ve
henry bu güzelliği takdir ediyordu. andre hayat doluydu ve henry’de hayatı seviyordu.
bresson ve capa bir araya geldiklerinde o inanılmaz dengeyi yakalamıştılar.
bu, magnum ve kurucularının başlama noktasıdır. bu iş kolaylıkla burada da kalabilirdi.
temel fikir dört yıl sonra, bob capa’nın çeşitli müşterileri tarafından gönderildiği çin’de
şekillendi. bütün proje capa’nın editörü simon guttmann tarafından 1932’de berlin’de
gerçekleştirildi. bir arkadaşına yazdığı mektupta capa, atölyesinin, geleceğinin ve çin
gezisinin onun fikri olduğunu söyler. birkaç gün sonra capa eski bir arkadaşı olan ladislas
glück’a genç fotoğrafçılardan oluşan bir toplulukla çalışmaya başladığını, cartier-bresson
ve chim ile birlikte avrupa’da bir organizasyon kurmayı planladığını ve bunun hiçbir
şekilde sıradan bir ajans olmasını istemediğini söyler. capa’nın biyografisini yazanlardan
richard whelan bu mektubun magnum’un tohumlarını barındırdığını söyler.
kıvılcım montparnasse’de çaktı, fikir han-ku’da şekillendi ve anlaşma 1947 nisan’ında
new york’taki modern sanatlar müzesi’nin çatıkatı restoranında gerçekleşti. kurucu
üyeler robert capa, henry cartier-bresson ve david seymour’un yanında george rodger
ve william-rita vandivert’ten oluşuyordu. rita başkan olarak seçildi. maria eisner
organizasyonun sekreterliğini ve muhasebesini üstlendi. o zaman hiçbir isim verilmemişti,
fakat 22 mayıs 1947’de magnum fotoğraf şirketi resmi olarak new york eyaletinde
tescil edildi.
neden bu soylu ve ağırbaşli roma ismi seçilmişti? bağımsızlığını kanıtlamak ve önemli
ticari medya kuruluşlarının baskılarına karşı koyabilmek için topluluk, amaçlarının
çerçevesini ve üyelerinin başarılarını göstermek zorundaydı. antik bir isim seçmek,
tekrar keşfedilmeye ve ağırlık kazanmaya hazır bir çalışma alanı yaratmanın yollarından
biriydi. bununla birlikte kullanılan latince, bir macar, bir polonyalı, bir fransız, bir ingiliz,
iki amerikalı ve bir alman’dan oluşan bir grup için doğal bir dil seçimiydi. sonunda capa,
magnum kelimesini şampanya ile ilişkilendirdi, bu isim onun kamerası için hayal ettiği
parıltılı özelliklere sahipti. her durumda, en azından capa’nın ölümüne dek ajans sayısız
başarılarının herbirini, aynı heyecanla şekillenmiş bu şişeleri açarak kutladı.
capa 1938’de bu fikirle ortaya çıkana dek ve savaş boyunca, bu adamlar kendi kişisel
başarılarını kanıtlamışlardı. savaştan sonra herbiri önemli editörlerin isteklerini
karşılayabiliyorlardı. öyleyse niye bu yeni fotoğrafçılar-çoğu zaman bireysel ve
yalnızdılar- güçlerini birleştirmeye ve birlikte çalışmalar üretmeye yönelik bir birliktelik
kurmayı seçtiler. neden hedonist capa, saf bir barışçı olan hcb’ye kancayı atmıştı veya
gezgin chim, koyu ingiliz george rodger’e?
fotoğrafta yirminci yüzyılın ilk yarısındaki gelişmeler üzerine bir uzman olan ve
magnum’un ortaya çıkması ve gelişmesini büyük bir ilgiyle izleyen uzman romeo martinez
bu durumu şöyle açıklıyor: “capa’yı yönlendiren bir nosyon vardı ki bu, fotoğraf
tarihindeki en sağlıklı fikirdi: bir muhabir eğer kendi negatiflerine sahip değilse hiçbir
şey değildir.” bu topluluk, muhabirlerin haklarını koruyan ve hareket kabiliyeti sağlayan ve
sigorta eden iyi bir organizasyon şekli kurdu. bir başka deyişle, capa ve arkadaşları
fotoğrafçıların telif haklarını icat ettiler. hiçbir şey yapmamış olsalar bile en azından
ticari özgürlüklerini sağladılar ve çalışanları kendi hayatlarının kurallarını koyabilen
sanatçılara dönüştürdüler.
doğasında esnek olan bir ofis yapısı ile bu organizasyon, her fotoğrafçının kendi konusunu
seçmesine izin verdi: bundan böyle bir fotoğrafçı kendi isteği dışında, örneğin mısır’a
gönderilmedi. üyelerini, büyük bir derginin veya ajans editörlerinin kalıplaşmış
isteklerinden ve muhabirlerin zamanını ve negatiflerini canı istediğinde kullanma
alışkanlıklarından kurtardı ve magnum, yeni bir imaj yakaladı. bununla birlikte belki de
yeni bir stil.
ernst haas’a göre, (kendisi kurucuların yakın bir arkadaşı ve magnum’un 1948’den 1966’ya
kadar üyesiydi), iki çeşit fotoğrafçı vardır: fotografı üretenler ve çekenler. bunlardan
ilki stüdyolarda çalışır. ikincisinin stüdyosu ise dünyadır. hayatın devamlı akışı onları
etkiler. onlar buna her zaman açıktırlar. onlar için sıradan yoktur: hayattaki herşey bir
gıda kaynağıdır. capa, chim ve hcb, magnum’u yaratarak bunu film üzerine aktarmayı
amaçladılar.
bu derin düşünsel uyum tek bir tarz yaratırken mutlaka gerçekleşmek zorunda değildi.
dışarıda iki tarz vardı. capa özellikle içgüdü üzerinde çalışıyordu. cartier-bresson’un
çalışmaları daha strüktürel ve kendi halinde idi. capa’nın tarzı dışa dönüktü. cartier-
bresson ise içe dönüktü. belki de magnum tarzını ortaya çıkaran, daha sonra bischof ve
morath, arnold, erwitt, riboud, davidson, griffith veya salgado tarafından karakterize
edilen, bu iki mizacın, iki vizyonun, iki düşünüş ve davranış tarzının birbirine benzemeyen
birleşimleriydi.
yaşamımızdaki mekanik ve geçici anları onu tekrar yaratmak için (ticari amaçlarla veya
değil) yakalayan fotoğraf anlayışı magnum’un ortaya çıkışından bir yüzyıl öncesine
dayanır. nadar’ın portreleri, william henry jackson’un belgeselleri, demachy’nin
kompozisyonları sadece basit zanaat objeleri değil, zaten örnek alınan modellerdi. fakat
eğer bir oluşumu anlamak mümkün olsaydı, nisan 1947’de kurulmuş olan magnum gibi, bu
1920’lerin insanının geleceği hazırlamış olmasından ve fotoğrafı güzel ve doğru, sanat ve
gerçek, haber muhabirliği ve “yaratıcı fotoğrafçılık” arasında parçalanmaktan kurtarması
sayesindedir.
romeo martinez’e göre, özellikle iki adam, lüksemburg’lu edward steichen ve italyan
longanesi, fotoğrafı öne çıkardılar ve kurallarını koymasını sağladılar. onlara göre bu,
sanat ile bilgi arasında bir seçim olayı değil görüntülerden oluşan bir kullanımdı. fakat
diğerleri görsel dilin gelişmesinde, geçen yüzyılın ilk yarısında önemli bir rol oynadılar.
örneğin macaristan’dan simon guttmann, birçokları gibi kübizmi, sürrealizmi, dadaizmi ve
spartakus hareketini deneyerek yirmilerin sonunda berlin’de dephot ajansını kurdu. bu
organizasyon o günün bazı önemli muhabirleri umbo, felix man, walter bosshardt ve
robert capa’yı dünyanın çeşitli yerlerine gönderdi. bu arada romeo martinez’in
camera’nın editörü olarak oynadığı rolü, life’ın bir ön oluşumu olan vu’yu kuran lucien
vogel’i, pix ajans’ını kuran leon daniel’ı veya verve’nin ünlü editörü teriade ‘yi unutmamak
gerekir.
bu isimler ve diğerleri, magnum kurucularının çalışmaya başladığı fotoğraf dünyasını
yapılandırdılar. aynı süreçte politik ve sosyal çevre, fotoğrafın tarihsel dökümanter ve
bilgi verici bir araç olarak gelişen önemini kavradı. otuzlarda yükselen faşizm ve
kurumsallaşan militarizm, roma’dan berlin’e, tokyo’dan burgos’a dünyayı bir trajedi
sahnesine çevirdi. bu “stüdyo” birçok konu sunuyordu: etopya anlaşmazlığı, vahşi
nürnberg tiyatrosu, manchukuo savaşı, fransız popülarizminin yükselişi, ispanya iç
savaşı... savaş, fotoğrafçılar için doktorlara yarattığı kadar iş yarattı. savaş kesinlikle
fotojenik değildi. fakat bu görüntüler için medyada büyük bir iştah, güçlü bir istek,
muhabirler için karmaşık ama yaratıcı bir yarış hissi yarattı.
japonlar’ın pekin’i bombalamasından, rus ve amerikan askerlerinin elbe adasındaki
buluşmalarını kapsayan on yıllık zaman, fotoğrafı çok değiştirmedi. fakat bunlar
fotoğrafçıların konumlarını yalnız maceraperestlerden gerçeğin tanıklarına ve “özgürlük
savaşçılarına” dönüştürdü.
capa, chim ve rodger gibi insanlar kahraman olarak gösterildiler. daha sonra,
profesyonel fotoğrafçıların güçlü görüntüleri robert capa’nın yedi yıl önce çin’de
başlayan hayalinin gerçekleşmesine yardım edecek hale geldi. eğer organizasyonun üç
önemli kişisi (biri italya’dan diğeri fransız yeraltından, üçüncüsü birleşik devletler’den
dönüyordu) savaştan sonra buluşmamış olsaydı ajans gün ışığını göremezdi. elbette
vandivert’lerin yaratıcı rolünü ve özellikle george rodger’in rolünü gözardı etmek
haksızlık olur. rodger organizasyonun kanadında aktif bir üyeden çok bir katılımcı olarak
kaldı. sorumluluğu redddetti fakat destek teklif etti. biz bu temel üçlü üzerinde
yoğunlaşacağız, ki onlarla magnum’un büyüsü hiç olmazsa tarihi bir anlam kazandı.
robert capa’nın bir fikri vardı. bunu hayata geçirdi ve ajansın itici gücü oldu. eğer
fotoğraf hayatsa, capa fotoğrafçıların fotoğrafçısıydı. fakat fotoğraf bundan daha
fazlasıydı. bu capa’nın, chim’in bakış açısına ve cartier-bresson’un kompozisyon duygusuna
neden ihtiyaç duyduğunun kanıtıdır. capa’nın rolü - enerji ve hayal gücü - elbette çok
önemliydi: o george washington ile karşılaştırılabilirdi, chim, jefferson’ın düşünceliliğine
sahipken, cartier-bresson madison’un kabiliyetine sahipti. bu faşizm veya savaş
yüzünden değildi, andre friedmann parlak bir işadamı olabilir veya budapeşte’de bir
tiyatro ya da bir orkestra yönetebilirdi. her durumda çevresindeki dünyayı radikal bir
biçimde değiştirmiş olacaktı. fakat o guttmann ile tanıştı, dephot ile çalıştı: ilk önemli işi
troçki üzerine 1932’de danimarka’da yaptığı çalışmaydı. iki yıl sonra naziler onun peşine
düşmüştü, o da paris’e kaçtı.
bütün hayatı boyunca bir göçebe olarak kaldı, hiçbir kalıcı adresi (montparnasse’de üç yıl
kaldığı stüdyosu dışında) olmadı. hep paris’e geri dönmeyi sürdürdü. bu güzel bir kadın
yüzünden miydi? manhattan’da, venedik’te ve viyana’da da güzel kadınlar vardı. bu, onun
hayatının en mutlu yıllarını orada geçirmesinden olmalıdır. 1933’den 1938’e kadar, büyük
aşkı gerda taro ile, sevgili arkadaşı david szymin ile ve onun üzerinde en büyük
entellektüel etkiyi bırakan henri cartier-bresson ile birlikte..
onun için, paris o zamanlar bir ziyafetti. çin veya japonya için ya da öndeki popüler
kalabalığın içine dalmadan, sosyalist hükümetin başı olan ve sahneden konuşmalar yapan
leon blum’u gözlemleyerek ya da komünist lider maurice thorez’i makinesi elinde
fotograflayarak bütün bunlardan faydalandı,. o sıralar chim makinesiyle göstericileri
takip ediyor olmalıydı. cartier-bresson ise sen nehri’nin kıyısında ilk ücretli izinlerinde
eğlenen eski çiftleri fotoğraflıyor olmalıydı. 1935’de andre, andre friedmann’ı paris’e
bırakarak “büyük amerikan fotoğrafçısı” robert capa’nın ismini aldı ve denizaşırı bir
ülkeden friedmann’a sürekli övgüler yağdırdı. neden capa? macarca’da bu kelime kılıç
anlamına gelir, capa’nın sık çalıştığı ispanya’da ise kılıf veya gizlemek anlamına gelir.
ispanya iç savaşı, bir cumhuriyet askerinin top ateşi altındaki düşüşü ve havada fırlayan
tüfeğinin fotoğrafıyla capa’ya ün getirdi. fakat savaş, cumhuriyetcilerin tankının altında
kalan gerda’yı brunete yakınlarında 1938’de alıp götürdü. sonra capa ilgisini çin ve
sscb’ye çevirdi ki burada john steinbeck’e bir araştırmada eşlik etti. life ve picture
post için aranan bir muhabir oldu. fakat anılarında yazdığına göre 1942’de new york’da ve
işsiz bir halde borçlara gömülmüşken ve kovulmakla tehdit edilirken (macaristan o sıralar
almanya ile savaştaydı), bir sabah collier’den onu avrupa’daki savaşı görüntülemekle
görevlendiren bir telgraf aldı.
william saroyan, iki yıl sonra bu dikkat çeken bu adamı, “bir yanı fotoğrafçı olan bir
poker oyuncusu” olarak tanımlıyordu. dünyadaki en büyük savaş fotoğrafçısı olmuştu.
onun kamerası afrika’da, italya’da, fransa’nın arden ormanlarında ve heryerdeydi.
zamanının diğer fotografçılarından çok daha fazla hayat ve ölüm anlarını yakaladı.
o da en azından rakipleri kadar çok kadın sevdi ve çok para kaybetti. o, yılmaz, gururlu,
küstah, ve hayatı herkes gibi yaşayan biriydi. ingrid bergman’ı baştan çıkardı ve bir ara
arkadaşı oldu: john huston, george stevens, saroyan, irwin shaw, hemingway. hatta ilgi
çekici başlıkları olan birkaç kitap yayımladı: death in the making, slightly out of focus…
magnum’un 1947’de kurulması onun hayat tarzında ve profesyonel iş yaşamında hiçbir etki
yaratmadı. elbette kurumun başkanıydı, enerjisinin büyük kısmını ajansa harcadı, bir
saatte on fikir ortaya atıyor, yanındakileri sinirlendiriyor, olasılıkları arttırıyor, blöf
yapıyor, ilham veriyor, kızdırıyor, kumar borçlarıyla ve astronomik harcamalarıyla ajansı
tehlikeye sokuyor, fakat her zaman ayaklarının üzerinde duran yeni planlar ortaya
koyuyordu. “bir kart oyuncusu, bir kumarbaz? belki, fakat kesinlikle bir hilekar değil”
diyordu marc riboud onun için. irwin shaw ile israil’de, polonya’da, fas’daydı ve sonra
picasso ve aga han’ın fotoğraflarını çekti. 1954 baharında hind çin’deydi, sonra laos’da.
kuzey vietnam’daki thai binh ise bu destansı yaşamın bir kara mayınının patlamasıyla sona
erdiği yerdi.
onun ölümü, hayata getirdiği ve fotoğraflarıyla beslediği magnum’un sonu olabilirdi. fakat
chim ve cartier-bresson kaldı. kısa boylu, kalın cam gözlükleri olan adam, david szymin
başkanlığı kabul ederek en ağır görevleri yüklendi.
david szymin 1911’de varşova’da dini kitaplar yayımlayan yahudi bir ailenin çocuğu olarak
doğdu. yirmi yaşında diğer konuların yanında fotoğrafik röprodüksiyon tekniklerini
öğrenmek için paris’teydi. adolf hitler’in almanya führeri seçildiği ve fransa’da polisin
yurtsuz insanlara pek dostca davranmadığı aylar süresince montparnasse’de veya paris’te
yayılmış olan yahudi toplanma bölgelerinde 1933’ün sonlarına doğru andre friedmann ile
tanıştı.
budapeşte ve berlin’de capa daha önce çeşitli komünist guruplarıyla hiçbir partinin üyesi
olmadan ilişkiler kurmuştu. chim regards adlı komünistler tarafından kontrol edilen bir
derginin devamlı katılımcısıydı fakat hiçbir zaman organizasyonda yer almadı. ne zaman
ki chim ve daha sonra capa, cartier-bresson ile arkadaşlık kurdular, üçü association des
ecrivains et artistes revolutionnaires (a.e.a.r.) ‘a katıldılar. a.e.a.r. willi münzenberg
tarafından yönlendirilen komünist olmayan bir organizasyondu. willi, anti-faşizm başlığı
altında pek çok organizasyonun başıydı, fakat bunları kendi amaçları için kullanıyordu.
bu üçlüden hiçbiri komünist militarizmine uygun olarak düşünülemez. cartier-bresson
pasif özgürlükçü, capa, serkeş ve alaycıydı. chim yumuşak konuşkan bir adamdı, dünyaya,
onun üzüntü ve sevinçlerine ironi ile bakardı. chim, dünyayı değiştirmek yerine onu
anlayıp, mümkünse sevmek taraftarıydı. capa ne kadar küstahsa o da o kadar utangaçtı.
bir arkadaşı kahkahalara boğulduğu zaman o sadece gülümserdi. david seymour için en iyi
tanımı cartier-bresson yapmıştı. “chim, capa gibi montparnasse’ye aitti. matematik
öğretmeni gibi görünen zeki bir satranç oyuncusu olarak, geniş merakını ve engin
kültürünü çok çeşitli konulara yöneltmişti. kamerasını çıkardığında ise bir kalbin
durumunu incelemek için çantasından steteskopunu çıkaran bir doktora benzerdi.
yaralanmaya açıktı”.
yahudi olma konusunda vatikan rituellerinden beklenebilecek kadar bilinçliydi. hayatının
son yıllarında henry cartier-bresson’a roma’nın sürekli muhabiri olmak istediğini itiraf
etmişti.
capa’nın ölümünden iki yıl sonra “centilmen başkan chim” 10 kasım 1956’da süveyş
kanalı’nda bir asker tarafından vurularak öldürüldü.
henri cartier-bresson 1908’de paris yakınlarında chanteloup’da doğdu. onun kişiliğini üç
kelime anlatabilir: hayat, isyan ve geometri. onun hayata olan güçlü hisleri anı yakalamak,
beklemek ve hareket sırasında yakalamak için gerekli olanı veriyordu. bu, onu burjuvalık
duygusundan, doğal ülkesinden, baskınlaşan batıdan kaçıran, hatta kendi şöhretine ve
ününe arkasını dönmesine neden olan onun isyan duygusuydu. onun yerine o enerjisini
yeniliklere, sürrealizme, üçüncü dünyanın dertlerine, iniş çıkışlarına çevirdi. hcb’nin
gözünün önündeki bu manzara karşısında fikri oldukça derindi, şöyle söylüyordu: “ben
buralı değilim, belki asya’lıyım. ben baş eğmeyen, dünyanın durumuna karşı sinirlenen bir
budistim. ve temelde sertlikten yana değilim”.
bresson sanatla ilgilenmeye, yetenekli bir ressam olarak başladı. peki neden kendini
fotoğrafa adadı? belki macera ruhu uğruna. fakat sürrealizm de kendi içinde bir
maceraydı. cartier-bresson breton’un “önce yaşam” sloganını “herşeyden çok yaşama
yoğunlaşın” sloganına çevirerek buna sadık kaldı. yoğunlaşmak zayıf bir ifadeydi. yaşam
onu büyülüyordu, o da bu konuda bir çılgındı. marc riboud’a göre hcb’nin anahtarı onun bu
tavrında yatar. riboud “fotoğraf çekmeyi seviyorum” der, “fakat aynı zamanda
dinleniyorum. henry bunu yapamaz. leica’sı elinde gece gündüz devamlı görüntü avcılığına
alışmış”.
cartier-bresson’un fotoğrafla ilişkisi karmaşıktı. bir sanat? omuzlarını silkerdi. bir iş?
bir arkadaşı onun bu çalışmasını kendisinin de onayladığı bir şekilde tanımlamıştı. “sen
çalışmıyorsun. sen bu işten büyük bir zevk alıyorsun”. güçlü olması konusunda herhangi
bir şüphe yoktu. o, an’ı yakalamak anlamında fotoğraf çekmekten hoşlanırdı. onun leica’sı
kusursuz geometrik şekiller üretiyordu.
en ünlü çalışması karar anı (the decisive moment)’dir. bu onun sanatsal ve profesyonel
manifestosu olarak düşünülebilir. onun için önemli olan zamanın mekan ile olan ilişkisidir.
fotoğraf tarzı kompozisyon ve sütrüktüre dayanır. leonardo da vinci’ninkiler kadar
geometriktir. fırça yerine kamera ile çalışırken, herşey o önemli “an” da toplanır. o klasik
bir fotoğrafçı olarak tanımlanabilir. ernst haas cahiers de la photographie’nin bir
sayısında onu şöyle tanımlamıştır: içindeki sürrealist duygu reddedilmedi fakat şu hale
kondu: “bizi sıradanlıktan, kaostan ve unutmaktan koruyan bir plastik düzen vardır”.
işi hakkında konuşması istendiğinde, ilk reaksiyonu kuru ve vahşi bir gülüştür: “benim
işim!” sonra size bu uzun konuşmaya ilgi gösterdiğiniz için teşekkür eder, sonra resme
ilgisi hakkında konuşabilir, andre lhote ile çizime başlama zamanını anlatır. bunun yanında
o iyi bir gurmedir. bazıları onu bir rahip olarak düşünür ama o hong kong, cakarta ve
paris’teki en iyi restoranları bilir.
fotoğrafçı olarak onun hayatı iki bölüme ayrılabilir: magnum’dan önce ve sonra. öncesi
beaumont newman tarafından moma’da 1947’de organize edilen büyük “posthumous”
sergisidir. sergiden sonra robert capa ona “etiketlere dikkat et. onlar sana bir güvenlik
duygusu verebilirler, fakat biri üzerine yapışacaktır o da sürrealist etiketi. senin yolun
debdebeli ve etkileyici olacak. sen haber muhabirliğine yoğunlaşıp gerisini küçük kalbinde
tutmalısın” der. bu “küçük kalp” hiçbir zaman unutulmaz ve haber muhabirliği için, hcb
arkadaşının bu önerisine çok önem verir. bütün aşkı ve ihtirasıyla bu yolu izler.
ernst haas (bu ikisi öldükten sonra onun en yakın arkadaşı olmuştur) ın söylediğine göre
capa genellikle cartier-bresson’un fotoğraf stilini “çöküntü” olarak nitelendirirdi ve hcb
capa’nın fotoğrafçılığını çok fazla takdir etmezdi ama chim’in dikkate değer rahatlığını
sevdiği kadar ona tapardı. ikisine de ihtiyacı oldu. ne zaman onlardan bir tavsiye istemiş
olsa, genellikle ikisine birden karşı çıkmaya karar verirdi. her durumda hcb şöyle
söylerdi: “chim, bob ve ben hiçbir zaman fotoğraf hakkında, teknik hakkında, iyi kötü
çekimler hakkında konuşmazdık. biz genellikle hayat hakkında, dünya hakkında konuşurduk
ki bunlar çok daha ilginçti.”
robert capa motivasyon ve enerji, david seymour ruh ve incelik, henri cartier-bresson
magnum’a tarzlarını (güzel ve gerçeğin garip bir karışımı) verdiler. hcb bu insanlardan
sadece arkadaşlık anlamında değil aynı zamanda riski bölüşmek, grup çalışmasını
öğrenmek, belirli bir zamana karşı çalışmak gibi genellikle olayların sıcaklığı içinde çok şey
aldı.
bresson, capa’nın söylediği gibi suni olma tehlikesi içinde miydi? haber muhabirliği,
bundan korunması için kompozisyon yeteneğini bozmadan ona yardım etti.
magnum’u yaratmak için daha fazlası gerekiyordu, nazizmin ilerleyip batıyı sarmasıyla
vatanlarından çıkarılmış genç yahudi sanatçı veya demokratların oluşturduğu özel bir grup
özgür ifade güçleriyle birşeyler yapmaya çalışıyorlardı. üçüncü reich terörü, birbirini
izleyen savaşlar ve özel bir alet olan leica’nın ortaya çıkması arasında bir çeşit kesişim
olmalıydı. 1932’nin en başında, andre kertesz leica kullanmaya başladı, bu kamera derhal
cartier-bresson tarafından da kullanılmaya başlandı ve haber muhabirliği için ideal bir
araç olduğu iddia edildi. sonunda birkaç kişinin etkisiyle, fotoğraf yayımlayan dergilerin
oluşturduğu yeni bir kuşak belirdi: vu, match, regards, avrupa’da picture post, kuzey
amerika’da life, collier’s ve llustrated bu genç fotoğrafçıları uluslararası medyanın
gözdeleri yaptı.
capa’nın 1954’de ve chim’in 1956’da ölmelerine rağmen şu bir gerçek ki kurucuların
1947’deki rüyası gerçek olmuştu. kuruluşundan on yıl sonra, pierre de fenoyl’a göre,
ajans tüm dünyadan en iyi yirmi beş fotoğrafçıyı toplamıştı bunların çalışması amerika ve
avrupa arasında başarılı bir denge kuruyordu. fakat ayakta kalmak için en iyi olmak
yetmezdi. ajans, kurucularının ruhuna sadık kalmak ve grup arasındaki birliği ve ticari
verimliliği sağlamak zorundaydı. bu üç nokta üzerinde cornell capa başarılı oldu.
kardeşinin 1954’de ölümünden hemen sonra magnum’a katılmış ve başkanlığı dört yıllığına
üzerine almıştı. bu dönemde ajansa new york’luların aktif desteğini, kendi enerjisini,
teknik yeteneklerini, iş mantığını, ilişkilerini ve onun tipik amerikan profesyonelliğini
getirdi.
fakat kendisinin de ifade ettiği gibi, paris ve new york arasındaki farklılıklar magnum’un
yönetimini ve bir aradalığını sadece ekonomik açıdan değil aynı zamanda anlayış olarak da
tehdit ediyordu. hcb magnum’un ilk halinin savunuculuğunu yapıyordu ki bu anlayış
kazandı.
böylece magnum özgür düşünen fotografçıların ellerinde kaldı. bir organizasyon olarak
temelde enerjiye ve onun için çalışan bireylerin itibarlarına ve kendine güvene, yüksek
kalitedeki profesyonel ürünlere ve bunların sonucu olan istek ve karara oturdu. gerçekte
“seçme özgürlüğü” sözleri magnum’un ruhunu ve metodunu anlatıyordu ve bunu yeni bir
üyenin kabulünden fotoğrafın kendisine kadar her durumda uyguluyordu. ilk aktif
üyelerden eve arnold, “fotoğraftaki araç kamera değil fotoğrafçıdır” diye yazmıştı.
fakat bu araç iki leica’nın aksine gösterişli veya orta halli olabilirdi. magnum’un gizi
genellikle mucizemsi birleşmelerin içindeydi ve genellikle kişilerin değişmez seçimindeydi.
ki bu insanlar bu ruhu koruma ve geliştirmede oldukça yetenekliydiler: orada olmak (en
açık tanımıyla haber muhabirliği), orada olmayı seçmek ve hisler için kalıcı anlam ı tercih
etmek: bunu anlamak için marc riboud’u örnek gösterebiliriz ki bu oldukça tipik olan
magnum karışımının bir sembolü oldu ve hala sembolüdür.
elliott erwitt magnum da çalışmaya devam ediyordu, ama o zamanımızın vahşi tarihini
karıştırmaya çok yatkın değildi. o çocukları, müzisyenleri, aktörleri ve köpekleri “hayatın
sessiz ve basit akışını” tercih ederdi. fakat bu davranış onu özellikle magnum’un önemli
bir parçası yaptı. bu öznel tabiatı chim’in kurallarından biriydi. “benim fotoğraflarım bir
yandan politiktir, onlar insanlık komedisi üzerine bir yorum yapmak isterler, bu politika
değildir de nedir?”. erwitt insanlara “güvenli bir uzaklıktan” izlemelerini tavsiye eder,
ama bu tavsiyeye kendisi uymaz. eğer vietnam savaşından uzak kalsaydı, büyük riskler
alırdı. “doğru zamanda doğru yerde olmak” (onun fotoğraf tanımı) fotoğrafçı tanımına
tam olarak uymuyordu “tembel bir adamın işi”.
bruce davidson “ben devam ederim” bruce davidson diyordu. cartier-bresson gibi on
yaşından beri çekmeye ara vermemişti. kırk yılda üç milyon çekim onun başarısıydı. an’ı
yakalamaktan çok araştırmaktan söz ederdi. tatile çıktığında okumazdı ama kamera
elinde daha çok manzara fotoğrafı çekmeye çalışırdı. fotograf çekerken temel amacı
öğrenmekti.
davidson sadece bir tek usta olduğundan söz eder: w. eugene smith. fakat kabul ettiği
tek etki ise bir sanatçı ve psikoterapist olan karısıdır. yıllarını ikinci dünya savaşındaki
toplama kampları hakkında büyük bir rapor hazırlamaya harcamıştır. onun için magnum,
bir kızılderili kabilesine benzerdi ve geleceğini komançiler’in geleceğine benzetirdi, “en
iyi olan yaşayacaktı.”
bir haber muhabiri nereye kadar konusu içinde yer alabilir veya onunla bütünleşebilir?
konusuna karşı sempati duyunca, bir insan, bir yer veya bir toplulukla ilgili derin bilgisi ile
özgür ve yeteri kadar uzak kalabilir mi? bunlar hem bir muhabirin, hem fotoğrafçı ve hem
de yazarların kendilerine sürekli sordukları sorulardır. susan meiselas’ın durumu buna bir
örnektir. meiselas yeteneğini güney amerika’da, nikaragua’da el salvador’da ve
filipinler’deki çalışmalarında göstermiştir.
meiselas, nixon’ı khruschev ile fotografladığında bu görüntüyü nixon’un politik kariyerini
desteklemek için kullanılmasını elliot erwitt engellemeseydi,, managua’daki kareleri
hakkında söylenecek bir şey kalmazdı.
susan meiselas magnum’un ikinci bayan başkan yardımcısıdır. onun ünü ve yetkinliği son
zamanlarda bernard guetta ile polonya üzerine yaptığı kitabı ile güçlendi. meiselas’ın
başkan yardımcısı olarak sorumlulukları onu ajansın anlamı, objektifleri ve organizasyonu
üzerine uzun boylu düşünmeye zorluyordu. ileride geniş bir güvene sahip olmak ve
magnum’un gelişen aktivitelerini önceden görmek istiyordu. aynı zamanda kendi kişiliğini
yansıtan bazı karşı çıkışlar sergiliyordu: “birlikte hayal etmiyoruz”. fakat “birlikte hayal
etmek” kurucuların çalışmalarını gözardı edip bir mezhep, politik parti veya gizli bir örgüt
kurmaya götürmez miydi?
magnum’un başa çıkması gereken bir başka zorluk vardı. ve bu da televizyonun
emperyalizmiyle oluşan bir zorluktu. 1954’ün başlarında, robert capa marc riboud’u bu
konuda uyarmıştı. cornell capa buna katılıyordu: “televizyon sadece haber fotoğrafçısının
yaptığını değil, nasıl yaşadığını-çıktılarını, satışlarını, sergilediklerini, yayımladıklarını,
sattıklarını da değiştirdi. basılı medyada fotograf ihtiyacı televizyon yüzünden azaldı. bu
durum magnum gibi ajanslarda haber muhabirliğinin azalmasıyla sonuçlandı.”
magnum’un en genç fotomuhabirleri olan, abbas, salgado, depardon, franck ve le
querrec gibi isimler haber fotoğrafçılığının inişine inanmak istemediler. organizasyonun
içindeki o canlı atmosfer yaratıldığından beri sürüp giden arkadaşlık canlı tutuldu.
bütün dünyadan toplanan ve zamanımızın en ünlü fotoğrafçılarından otuzu tekrar birleşme
için yeni üyelerini son ayların adayları arasından seçtiler. dört gün tartışarak, karşılıklı
görüş alış verişiyle, kendi gelecekleri ve fotoğrafın geleceği hakkında konuşarak
geçirdiler. hala, birbirine benzeyen bu ilişkiler bu hararetli ve ünlü kişileri bir arada
tuttu. bir üye, richard calvar, bu ilişkileri şizofrenik olarak değerlendiriyordu.
kim şimdiki başkandan daha iyi bir hakim olabilirdi ki? capa ve chim’in takipcisi burt
glinn, “fotoğrafçılar kendi hayatları üzerindeki kontrolü kimseye vermek
istemediklerinden, magnum hiçbir zaman bir kişinin başta olduğu gerçekçi bir eleman
yapısına sahip olmadı. fotoğrafçılar yapı içinde birleştirici bir güç olarak hizmet etmek
zorundadırlar ve tıpkı düklerin krallara rapor vermeleri gibi çeşitli bölüm başlarında
rapor verirler. bu kolay ve iyi bir yönetim değildir, ama bu magnum’dur ve biz bununla
yaşarız… kısaca, başkan eşitlerin arasında en azıdır” diyor. -
-
ajanstan cok, bir sendika mantigina gore calisan fotografci birligi.
-
maddi&manevi ağır kitap
-
-
photo journalism'in (belgesel fotoğrafçılığın) mabedi olan fotoğraf ajansı. herbiri fotoğrafta efsane haline gelmiş 4 fotoğrafçı (robert capa, henri cartier-bresson, george rodger, david seymour) tarafından kurulan ajansın türkiye temsilciliğini fotografevi yapmaktadır.
sitelerinde özellikle magnum photos - in motion bölümü dikkat çekicidir ki az buz fotoğrafa merak sarmış hatta sarmamış sadece bakmaktan dahi hoşlanan kişilere bu bölümdeki tüm essayler büyük keyif verecektir.
http://inmotion.magnumphotos.com/ -
fotoğraf çekme sebebimdir.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap