• kendisini post-rock'er olarak tanimliyorduk bundan 3-4 ay oncesine kadar. post-rock gecelerimizin introsunda sectigimiz safe, kaymak gibi bir playlistin sakin bir giris sarkisi olarak yerini almisti.

    3-4 ay once ne oldu diyecek olursaniz, radyoda midnight city sarkisina denk geldim. dedim "ben bu sesi bir yerden taniyorum. ama nerden??" yardimima shazam yetisti.

    amerika'daki radyolarda midnight city ardindan reunion son zamanlarda oldukca caliiyor. midnight city'e janjanli klip de cekmisler. yani vermek istedikleri bir mesaj var: "biz o karanlik, karamsar, ic karartici, post-rock ogelerinden vazgectik. biraz daha populerlesmeye karar verdik." korkmayin, populerlesen bu grubu "siz daha portakalda vitamindeyken ben bu gruplari dinlerdim" tandansiyla elestirmeyecegim. aksine seviyorum ya "aferim lan, bak calisinca ne de guzel oluyor" diyesim geliyor. sevdigim cocukluk arkadasim/ogrencim gibi geliyor bu tur gruplar bana.

    neyse bu kadar tanim muhabbetinden sonra bahsetmek istedigim asil noktaya gelecegim. 14 mayis'ta atlanta'da canli performanslarini izleme sansina eristim. baslikta cokca deginilmis. gercekten cok cok basarili. kanli/canli, hoplamali/ziplamali seyirciyle butunlesen bir konser verdiler. kimi sarkilar icin ozel performanslari vardi. midnight city'de harbi saksofoncu bir amca cikti sarkinin son kisminda. sitting isimli tamamen elektronik altyapili sarkilarinda, gitaristin ve klavyeci ablanin tuhaf danslar esliginde cosmali/costurmalari, benim gibi bu tuhaf sarkiya anlamlar yuklemis biri icin cok guzel oldu.

    ozet gec diyenler icin konserde cektigim wait in canli kaydini da ekliyorum http://www.youtube.com/watch?v=hzdjgiqeku4

    haydi saglicakla.
  • (bkz: damardan)
    (bkz: acılı adana)

    evet, birkaç kadeh şarap üzerine melankolik kafa ile dinlediğinizde, m83'ün müziğini ancak bu iki kelime tanımlayabiliyor sanıırm. belki -hani nası diyorlar- daha yakışan bir tabir olabilirdi ama tanımlayacak başka söz bulamadım şu anda. gerçekten çok melankolik, içine kapanık ama bir o kadar da kendi içinde bütün, bütünlük duygusu veren bir müzik. belki de şarap sonrası bu kadar iyi gitmesinin bir sebebi de ikilinin fransız olmasıdır (tamam tamam, salak bi espri idi...)

    m83 eğer bir rock grubu olsa mogwai, türk grubu olsa müslüm gürses olurdu herhalde... bu grup hakkında yazılacak var birkaç söz daha ama belki sonra.
  • bu adamların tsubasa diye bir şarkıları var, ki bu çok acaip..
  • shoegaze keşfeden her gencin içinde inanılmaz bir sempati oluşur tüm o eski shoegazerlara karşı. 90’larda sesini duyurabilmiş, duyurmakla birlikte bir anda sessizliğe gömülmüş gitmiş bu türün hemen hemen tüm temsilcileri delinmesi zor bir zırhın altında sevgi dolu bir atmosfer vaad ediyordu dinleyicilerine. my bloody valentine’ın gürültülerle yarattığı mucizevi estetiği, tüm dünya ile bağını koparmış otistik bir çocuğun sevgi ihtiyacının dışa vurumu gibiydi. slowdive, ride, jesus and mary chain ve cocteau twins gibi grupların her biri çok farklı yollardan hemen hemen aynı felsefeyi savundular. yaptıkları müzikten çok tavırları ile sınıflandırılmayı hakettiler bu vesile ile. müzik sektörünün elinde oyuncak olmuş tüm idollere inancını yitirmiş kesimin bugün bile el üstünde tuttuğu, hiçbir zaman adam gibi satamamış, zamanla daha da içine kapanmış, büyük sanatçılar bunlar. 90’ların ikinci yarısında tek tük sesler geldiyse de bunlar kadar öne çıkabilen bir topluluğa kişisel müzik yolculuğum sırasında rastlayamadım.
    ışıkları kapatıp yatağıma uzanarak cocteau twins dinlediğim günlerden birinde keşfettim m83’yi. tek bildiğim before the dawn heals us’ın kapağının çok güzel olduğuydu. o sıralar yeni bir şeylerin beni kesmeyeceğine ikna etmiştim kendimi, müzikten eskisi kadar keyif almıyordum. sevdiğim gruplar, şarkılar her zaman oluyordu ama loop’a alıp hayatımın bir bölümüne soundtrack olabilecek güçte bir eserle bir süredir karşılaşmamıştım. tım. o gece bu albümü şöyle bir dinlememle birlikte, çok güzel bir ambiyans yakaladığını düşünmüştüm grubun. bir tur daha dinledim, sonra bir tur daha... güzel albümmüş, ama daha iyi olabilirmiş diye geçirdim içimden. gitarların elektronik tınılarla birleşmesi çok hoş bir fikir gibi görünüyordu. don’t save us from the flames gibi şarkıların modern shoegaze’in doğuşuna öncülük edebilecek güçte olduğunu farketmem uzun sürmedi. albümün yakalayıcılığı muhteşemdi, gözümde kusursuzlaşmaya başladı albüm. yeni şarkılar kanıma girdikçe, adrenalin seviyem yükseldi, sinir sistemim demir gibi ışıldamaya başladı. last.fm’in sayacına göre hayvani miktarlarda dinlemeye başladığımı farkettiğimde uzun süredir hiç böyle bir şey yaşamadığımı düşündüm. bir önceki albümlerinin* kapağı daha da güzeldi, bir heyecanla onu da indirdim. komik bir şekilde bu, öbüründen bile iyi, kusursuz ve yakalayıcı çıktı. hayalimdeki müziği dinlediğimi fark ettiğimde gruba hakkını verdim, son yıllarda duyduğum en güzel şeylerden biriydi bu. last.fm sayacı zirveyi göstermeye başladığında, çok bilinmeyen self-titled ilk albümlerini indirip, ona da taptım. çok daha sade, oturmamış, amatör bir albümdü ama bambaşka tatlara doğru yol almamı sağladı. m83, her anıma bir şekilde sokuldu o günden bugüne. birds, america, teen angst, in church ve slight night shiver’ı üstüste dinlemek kalp krizi etkisi yapıyordu, kan şekerim bir yükseliyor bir alçalıyor başım dönüyor gözlerim kararıyor tüylerim ürperiyor ve beni yamultabilecek her türlü reaksiyonu veriyordu vücudum. zamanla kafama oturdukça müzikteki ayrıntıların ve ortaya attıkları fikirlerin ne kadar önemli olduğunu anladım. shoegaze’in 2000’lerdeki temsilcisi olmaya çalışmak cesur bir hareket, bu kadar başarı ile gerçekleştirmek ise büyük bir zanaat. ilk albümdeki saf elektronik atmosferin, son albümde gitarlarla iyice değişime uğraması her seferinde yüzümü güldürüyor. tabi bunun nedeni, son albümün sadece anthony gonzalez tarafından yapılmış olması. grubun akibeti ise belli değil, bir daha hiç albüm çıkarmayacakları dedikoduları dolaşıyor indie elektronik alemlerde. m83 adıyla albüm yapmayı devam etmesi durumunda gonzalez’in, ortaya şahane işler çıkarmaya devam edeceğinden kuşkum yok ama tekrar nicolas fromageau ile bir araya gelirlerse meydana gelebilecek yeni albümün üzerimdeki etkilerini tahmin bile edemiyorum. diğer durumda ise 2000’li yılların en mükemmel ve yetenekli gruplarından birinin bu şekilde yokolup gitmesi çok yazık olacaktır.
    elektronik müzik sevdiğini iddia edip de hala şu gruba kulak vermemiş olan varsa, titreyip kendine gelsin ve geç de olsa bu grubun tanımlaması zor dünyasına bir giriş yapsın. belki müzik endüstrisini etkisi altına alamayacak tıpkı ataları gibi, ama yıllar sonra ortaya çıkacak nefis işlere ilham kaynağı olacağı aşikar.
  • yeni nesil daft punk. daha az çarpıcı ama çok daha duygusal.
  • oblivion soundtrack'i filmi izletecek kadar efsane olmuştur.
  • midnight city, reunion ve wait isimli şarkılarının klipleri ile bir trilogy yapmış grup. şarkılar da klipleri de çok iyi.

    1
    2
    3
  • steve vai'den isteği üzerine gelen gitar sololarının iki tanesini birleştirerek şöyle enfes bir parçaya imza atmış müzisyenler.

    https://www.youtube.com/watch?v=u3yztyxftzg
  • outro’suna asik oldugum grup.
hesabın var mı? giriş yap