• zorlu gösterisinden önce “telefon ile çekim yapmak yasaktır” anonsu geçtiler. bence anonsta “bir kere ile anlamayan gerizekalılar için tekrar ediyoruz telefonla çekim yapmak yasaktır” demeleri gerekir.

    uzun süredir türk toplumuyla bir salon etkinliğinde yer almamıştım. ne denli rahatsız edici olduklarını maalesef unutmuşum. ki piyano dinlemeye giden kitlenin bir nebze de olsa klaslıktan nasibini almasını beklerim.

    beraber gittiğim kişiyle ayrı koltuklara düştük her iki yanımdaki andaval da telefonuyla oynayıp durdu. birini uyardım. arkamdaki amca esneyip durdu. solumdaki kız telefonla oynamadığı vakitlerde tırnaklarını yedi. obsesifliğim tavan yaptı.

    tonla kadın neredeyse bütün resitali videoya aldı. arkadaş o sikkodan storylerinizi kimse izlemiyor. direkt tıklayıp geçiyor insanlar. kaldı ki görüntü kalitesi bok gibi ve sen de sonradan izlemeyeceksin. boşuna telefon hafızanı doldurmak yerine bin yılda bir türkiye’ye gelen bir müzisyeni can kulağıyla dinlesen ölür müsün?

    resitale gelince, ben son albüme bayılmamıştım; ama canlı dinleyince çok daha fazla sevdiğim parçalar oldu. bazı anlarda mevsimler, sanat, acı, haz gibi kavramlar beynime hücum etti çok keyif aldım. albümün hikayesini kısa da olsa dinlemek güzeldi.

    experience sürpriz oldu. “bunu da canlı dinlemedim” demem, en büyük hayallerimden biriydi. 30 euro gibi bir fiyata ludovico einaudi dinlemişim söylenemeyeceğim.

    ayrıca bis’ten sonra resmen dakikalarca çaldı. şaşırtıcıydı.
  • benim muazzam, muhteşem bi annem var. iç güdüsel bi külltürü, aydınlığı olan bir kadın çünkü ilkokul mezunu... erzincan'dan çocuk yaşta, kendinden 10 yaş büyük bi adamla (babam) evlenip, ankara'ya yerleşiyor. hem de, belediye reisi eşi rahmetli olmuş, deve sırtında van'a yazlığa giden, tam bir osmanlı kadını kayınvalidesinin yanına... 12 kişilik noramin marka yemek takımı var sadece.

    hemen anne oluyor. 5 sene sonra da beni doğuruyor... doğurmak denirse. 6.5 kg doğuyorum ben. ablam beni ilk gördüğünde anneme ''neden sen bebek doğurmadın? '' diye soruyor düşünün....

    o tarihlerde mahallemizde dolmuş şöförü abiler hangi apartımanda kim oturur bilir, kimse ''müsait bi yerde inecek var...'' demezdi.

    ankara, kızılay'da, belki o zamanlarda türkiye'nin ilk müzik dükkanı vardı; tansel. kocabeyoğlu pasajı'nın sırasında, dar bi merdivenle inilen bi dükkan. içinde duvar piyanoları vardı.

    hatta, bar gibi bir tezgah düşünün, üzerinde ses alıcısı olmayan ahizeli bi telefon. hani şimdilerde cep telefonlarına takılan bi aparat var ya, onun ağıza denk gelen yeri yok. işte o bar gibi tezgahta, 3 tane belli aralıklarla sıralanmış bu ahizelerden vardı.
    bi plak mı dinlemek istedin ya da bi kaset, o ahizeyi alır dinlerdin. beğenirsen alırdın veya beğendiklerinden bir kaset doldururdun. üzerinde saman kağıdından hallice bi kapağı olur, gazlı kalemle içindeki parçalar yazardı.

    yürümeye başladığımdan itibaren annem beni oraya götürürdü. ki ne kadar yürüsemde ''anne yoruldum...'' deyip kucağına çıkardım annemin. çok güzel kokardı annem. şişesi duruyor hâlâ; christian dior diorella.

    tansel'dekiler tanırdı artık beni. istediğim gibi dolaşabilirdim. istediğim plağı, kasedi istediğim kadar dinleyebilirdim. hatta dükkanın kapısını kaparlar ben bi de dans ederdim :-)
    dün gibi hatırlarım. ben hiç unutmam. hiçbir şeyi.

    işte o zaman tanıdığım bi adamdır bu piyanist. plaklarını almışız. bizim pikabımız vardı.
    trans halinde dinlerdim bu adamı.

    şimdi ne zaman annemi özlesem, o sobalı, sık sık elektriği kesilen evimizi özlesem, ne zaman kendimi çok kirlenmiş bulsam, çocukluğumu, sular kesildiği için bidonlarla tulumba önünde kuyruğa girdiğimiz mahallemi özlesem, kars bakkaliyesinden akşam yemeği için aldığım ekmeğin kokusunu özlesem, hepsi öz olan komşu teyzelerimi, amcalarımı özlesem ben bu adamı dinlerim.... hele bi de istanbul'da kadıköy'den eminönü'ne vapurla gidiyorsam....

    bu gün gazetede gördüm, ''klasik ve deneysel müziğin yaşayan en büyük bestecisi ludovico einaudi istanbul'a geliyor.''

    gitmem farz.
  • dünyanın en sıkıcı ödevini yapmaya çalışırken kendimi bir film karesinde ciddi çalışmalar yapan bir akademisyen, allah allah bir antropolog zannetmemi sağlamış olan bestekar.
  • hani insanın turistken 5 duyusu birden on kaplan gücünde çalışır ya... gözleriniz fıldır fıldır ilginç bir manzara arar, hayatınızda 5 kuruş vermeyeceğiniz şarapları tatmak için dünyanın parasını bayılırsınız... en basit küçücük bir şehri bile ilgi çekici hâle getirebilir turist bünyesi. işte bu adam da benim turist kulağıma aynen bu şekilde çalınmıştı. berlin'de bir kitapçıda gezinirken kendisinin müziğini duyar duymaz takıldım kaldım. en sonunda dayanamayıp görevli bayana bunun kim olduğunu sordum kırık dökük almancamla -aslında hiç de kırık dökük değil ama böyle söyleyince daha melankolik bir atmosfer oluyor. kendisi de cd kutusunu çıkarıp üzerine yapıştırdığı bir post-it'e aynen şöyle yazdı: "ludovico einaudi - i giorni. istanbul'a dönüşte edindiğim o ilk cd ve daha sonrasında aşağıdaki diskografinin tamamı ile einaudi, yann tiersen'dan sonra başıma gelen en güzel sürpriz olmayı başarmıştır. kendisiyle tanışıklığımı -çok matah bir hikâyesi varmış gibi- ballandıra ballandıra anlatmam da ondandır.

    le onde (1996)
    stanze (1997)
    eden roc (1999)
    i giorni (2002)
    echoes: the einaudi collection (2004)
    una mattina (2004)
    diario mali (2006)
    divenire (2007)
  • insanın hayatına soundtrack yapan italyan piyanist.
  • gecenin herhenagi bir saatinde, sokaklarda amaçsızca yürüyebilme sebebidir.
  • günboyu zehirlenen zihnimi
    piyanosunun sakin tıngırtılarına
    emanet ettiğim müzisyen.
  • en önemli eserlerinden biri dietro l'incanto'dur. le onde ve odessa ise ayrı bir güzeldir. parmaklarında bir hırs, bir ihtiras, bir gözyaşı, bir asillik, bir aşk kısaca özünde hayatın ta kendisi vardır. o parmaklar mucizelidir. hayatında hiç piyano dinlememiş insana bile dinletir müziğini. böyledir ludovico einaudi. gariptir. aşk gibi...

    http://www.ludovicoeinaudi.com/
  • intouchables in soundtracklerindeki bir çok eserin sahibi olan besteci. filmi bu kadar güzel yapan şeylerden birisi de parçaları.
  • ne bir klasik müzik uzmanıyım ne de farklı farklı piyanistlerin müziğinden tat alabilecek kadar kendimi bu konuda geliştirebilmiş biriyim, başta bunu belirtmek isterim. ancak bu adamın üzerimde bıraktığı etkiyi nasıl ifade edeceğimi bilmediğimden bir hatam olursa da kusuruma bakmamanızı rica edeceğim.
    öncelikle, fly ve divenire adlı iki şarkısının daha dinler dinlemez içime işlediğini, bağımlılık yarattığını söyleyebilirim. hani insanın bam teline dokunan melodiler vardır, dinlerken notalarla düşünceler birbirine girmiştir, hissetme katsayınız artmış, duygu yoğunluğunuz tarif edilemez bir hal almıştır ya, bu adam öyle bir naiflikle başarıyor ki bunu, işte beni en çok etkileyen kısmı da bu oldu sanırım müziğinin. yıllar önce yann tiersen yapmıştı benzer etkiyi üzerimde. "divenire" albümü baştan sona kadar büyüleyici bir şaheser son tahlilde.
    türkiye'ye geldi mi, gelecek mi, gelir mi orasını bilemem ama geldiğinde onu hayranlıkla izleyecek bir müzik sever daha olacak yüksek ihtimal, loş karanlığın içinde.
hesabın var mı? giriş yap