• bekârken ve gençken gidilmesi gereken şehirler listemde birçok şehri geride bırakarak 2. sıraya oturan şehir. keşke daha genç yaşımda gidip görseydim dedim.

    neden mi?

    çünkü istanbul'a göre hem ucuz hem eğlenceli hem de o yokuşlar çoluk çocukla ve yaşlıyken çıkılmaz. ayrıca popülasyonu genç bir şehir. iki cins insanı var: bir türü yeşil gözlü, beyaz tenli, endamlı; diğer türü de şopar. ilk kısma denk geldiğinizde seyir zevki yüksek bir manzara ortaya çıkıyor -ki bu da sevgiliniz ya da eşinizle gidilen bir tatili zora sokabilir.

    öncelikle konaklama için akşam eğlence mekanlarından dönüş zor olur diyerek bairro alto'da rezervasyon yapmıştım. hata etmişim. gece insan gürültüsünden, müzik sesinden uyuyamadım. gün ışıyana kadar gençlerin eğlencesi bir noktadan sonra benim kadar yaşlıları daraltabiliyor.

    bairro alto'ya komşu lokasyonları seçerseniz hem kaliteli uyuyup hem de gece dönüşlerinizi zora sokmazsınız.

    akşam eğlencesi için topuklu ayakkabı götürmeye niyetlenen kadınlar asla böyle bir hataya düşmesin. şehir aşırı yokuşlu ve arnavut kaldırımı her yerde ve taşların arası iki parmak boşluk. spor ayakkabısından başka bir şey giyilmesi pek mümkün değil.

    yeme-içme için lokallerden aldığım iki tane tavsiye vardı:
    -artis
    -a primavera do jeronimo.
    ikincisi çok geç açılıyor. ben de akşam yemeğini erken yemeyi tercih ettiğimden portekiz mutfağını ilkinden denedim iki akşam. ne denediysem pişman olmadım. küçücük bir mekan, kapıda birkaç dk sıra beklemeniz gerekebilir. şansıma ben hiç beklemeden gider gitmez oturdum. garsonun tavsiyesiyle orada yediğim deniz ürünlerine eşlik etsin diye yeşil şarap denedim. proseccoya çok benzeyen bir tat ama daha tatlı. gazlı beyaz şarap gibi düşünebilirsiniz. benim gibi "ama bu yeşil değil ki" diyen bir köylü saflığı yapmayın.* verde bölgesinin şaraplarına green wine denirmiş.

    yukarıdaki entrylerde tavsiye edilen pastel de nata'yı mutlaka önerilen yer olan belem pastanesinde yiyin. ayrıca erken saatte gidin ki kuyruk beklemeyin. kahvaltınızı orada yapın, oradaki empada de pato e espinafres (ördek ve ıspanaklı bir hamur işi) ve empada de galinha(tavuk etli hamur işi) deneyebilirsiniz. hamur işi deme sebebim ne sandviç ne kiş ne de poğaça diyebilecek olmam. mayalı bir hamur kullanılmış ve harç kapatılmış; böyle bir şey işte...

    balık köftesi, balık çorbası deneyebilirsiniz. ama bunların çok daha iyisini emin olun ki rize'de yersiniz.

    gözünüzü attığınız her yerde çini olan bir şehir lizbon. gerçi çini diyorum ama sanatın adı azulejos. bizim çini tekniğinden biraz daha farklı. ben çiniyle ilgilendiğimden bu gezimden farklı bir vizyon edinip döndüm; ama bu sanata ilgi duymuyorsanız, gördüğünüz şeyler size klasik fresk gibi gözükür. bence apartmanların dışını, evlerin içini, her yeri inceleyerek gezin, çok güzel azulejos örnekleri görürsünüz. iznik çinilerini incelemek için oradaki gulbenkian müzesine de gidebilirsiniz. kayseri'den göçmüş ermeni bir ailenim ferdinin oluşturduğu bir sanat müzesi. bazı kısımlarını ücretsiz gezebiliyorsunuz. çini kısmı için 10 euro ödemeniz gerekiyor.

    kışın gündüzü sıcak, gecesi serin bir şehir. konakladığınız yerin ısıtma ve soğutma sistemlerini iyice inceleyin. yerel halkın kısa kollu oturduğu otelde, ben gece 3 yorganla yattım (adamlardan esktra yorgan istedim.) odada ısıtma sistemi yoktu; çünkü tarihi bir apartmandı.

    belem bölgesi çok keyifli. hava güzelse içkilerinizi alıp deniz kenarındaki parklarda oturup içebilirsiniz.

    trenle günübirlik sintra bölgesine gidip dünya miras listesindeki bu şirin tarihi kenti gezebilirsiniz. çok güzel endülüs kaleleri var. hepsini yetiştiremezsiniz. ikisini seçip gezebilirsiniz. buradan otobüsle (1 saat bekledim gelmedi) ya da taksiyle (20-25 dk, 14 euro) avrupa'nın en batı ucuna gidip okyanus seyredebilirsiniz.

    eğlenmek için arroz doce mekanını tavsiye edebilirim. canlı müzik yapıyorlar. çok iyi seslere denk geldim. ayrıca mekan da ilginç. etraf sütyenlerle dolu. "sütyenini bırak, ilk shot bizden" sloganları var. çan çaldığında bir kişinin sütyen karşılığında shot içtiğini anlıyorsunuz, tavan ve duvarlar da o sütyenlerle süslenmiş. değişik konseptte oturayım diyenler gitsin. epey tercih edilen bir mekan ve oturma alanı kısıtlı; erken giden oturur.

    fado için tripadvisor önerilenlerinden duque da rua tercih ettim. minicik mekan, müziğe ücret alınmıyor. sadece yiyip içtiğinize ödüyorsunuz. lokallerin tercih ettiği yer, turistik bir mekan değil pek.

    benden bu kadar, çoğu şey diğer entrylerde yazılmış. gidecek olanlara iyi eğlenceler...

    edit: hediyelik için eski ünlü bir sardalyacısı var. çeşit çeşit konserve balıkları var. onlardan alıp gelebilirsiniz ya da çinili takılar, aksesuarlar ya da deri çantalar ya da cam eşyalar alabilirsiniz.
  • geçirdiğim 4-5 gün boyunca keyif alsam da porto'yu ilk gördüğüm andan itibaren esasında pek de bir numarası olmadığını anladığım şehir. turistler için lisbon'un porto'dan daha popüler bir şehir olmasının hiçbir sebebi yok. bu lisbon'un kötü olduğu anlamına gelmiyor tabii, alfama, bairro alto, belem gibi bölgeleri iyi hoş, sintra gibi bir yere çok yakın olması da öyle ama bu denli turistik olan bir şehrin çok daha kendine özgü, benzersiz şeyler vaad etmesini bekliyor insan.

    portekizli arkadaşlardan öğrendiğim kadarı ile bir turist olarak lisbon'a gidiliyor ise mutlaka yapılması gerekenler,

    - 28 numaralı tramvaya binmek. yankesicilere dikkat etmek gerekiyor. bu tramvay şehrin birçok önemli noktasını gezdiriyor.

    - pastel de nata dedikleri tatlıdan yemek. herkes en iyisinin pastais de belem'de olduğunu söylüyor. doğru.

    - codfish yemek, bacalhau diye geçiyor. binbir çeşit versiyonu mevcut. kuru bir balık, zeytinyağı ve limon olmadan yenmiyor. bunun haricinde de sürüyle çeşitli deniz ürünü var zaten neredeyse her öğün deniz ürünü yiyorsunuz.

    - ginjinha içmek. shot olarak içilen bir likör, en meşhuru a ginjinha, rossio meydanına yakın. lezzetli baya mutlaka denemek lazım.

    - pink street'de takılmak, özellikle pensoa amor. eskiden bir genelev iken sonradan bara çevrilmiş, bana fazla turistik geldi açıkçası. buradan çıkıp hemen yanındaki sol e pesca'ya oturduk tapas, şarap takıldık.

    - mercado da ribeira'da yemek. burası kalabalık bir food court, envai çeşit restoran var hepsi deniz ürünü satıyor. farklı farklı tarifleri mevcut, hepsi de sattığı yemeği sergiliyor, tipini beğenip seçebilirsiniz.

    - sintra'ya gitmek. gerçekten de sintra çok güzel bir yer. iki yeri mutlaka önerdiler biri pena palace, öteki quinta da regaleira. bence pena palace'in hiçbir numarası yok, ama quinta da regaleira inanılmaz bir yer. yalnız bir iki saat geçirdim fakat daha çok zaman geçirmek isterdim. sintra'ya bir tam gün ayırmak lazım. trenle indikten sonra, yürüyerek 15-20 dakikada quinta'ya gidiliyor, dönerken de yürüyebilirsiniz. ama pena'ya gidilecekse her yerde gördüğünüz taksi misali tuk tuk denen küçük arabalara atlamak lazım, çok pahalı değil pazarlık yapılabilir. dediğim gibi pena tamamen zaman kaybı idi bana kalırsa. (online bilet almak iyi olur ikisi için de.)

    - cascais, doğrusu pek içimden gelmedi gitmedim. yaz olsa belki giderdim.

    - alfama'da ve belem'de bol bol zaman geçirmek. cidden ikisi de keyifli bölgeler. alfama baya yorucu sürekli tepe in çık ama bir sürü manzara noktası var. çok güzel fotoğraflar çekiliyor. tramvay ile de çıkabilirsiniz. belem'de kaşifler anıtı ve belem kulesi baya güzel, özellikle gün batımı. ama para ödemenin bir mevzusu yok, dışarıdan görmek yeterli. manastırı da önerdiler ama gittiğimde kapalı idi. lokallerin gittiği o prado diye bir restoran'da yedik hem şarap hem de balık baya iyiydi ve çok da ucuzdu, özellikle levrek çok lezzetli.

    - bairro alto'da gece hayatına akmak. buna bir cuma akşamı aşırı yorgun, aç ve uykulu çıktım fakat bitik halde olduğum için çok yorucu geldi. gece 12'de mutfağı açık tek yer olan şuraya oturduk. şarap, paella ve beef lezzetliydi. yalnız bu bölgede insanlar inanılmaz eğleniyor, daha enerjik bir halde gitmek isterdim.

    bunun dışında gidemedim ama arkadaşım şurayı kesinlikle önerdi, lokallerin gittiği aşırı salaş esnaf lokantası ortamı ve tipik portekiz yemekleri için. sonra chapitô à mesa, lizbon manzarası eşliğinde kaliteli bir restoran imiş.

    şehirde gezerken keşfettiğim,

    - as bifanas do afonso, sandvici çok iyi zaten sıra oluyor. sırada beklerken bir bira içip üzerine sandvici yiyince keyfi katlanıyor.

    - taverna alfachina, yemekleri baya lezzetliydi, özellikle paella ve tereyağlı karides bomba. çalışanlar da çok nazik. rez yapmadan gidilirse yarım saat sıra bekleyebilirsiniz.

    - the folks, kahveleri lezzetli. soluklanmak için birebir.

    - bu restoran da aşırı arada kalmış salaş bir mekan. taburelere oturuyorsunuz. bulmak bile çok zor, r. canastras caddesinden erişiliyor, merdivenleri çıkıyorsunuz. katedralin olduğu caddeden erişim yok. burada beef çok lezzetli, ve bademli bir pastası var ki çok çok iyi.

    - lx factory'i biri önerirse gitmeyin, hiçbir numarası yok. bizdeki bomontiada'nın vasat versiyonu.

    özetle lisbon'da keyif almadım desem yalan olurdu, her gün şarap ve balık tüketmek hoş, zaten çok sayıda mekan var neredeyse hepsi ağzına kadar dolu, insanlar dolu dolu yaşıyor hayatı fakat porto'yu gördükten sonra lisbon maalesef ikinci planda kaldı.
  • şu an tv'de bi yerde geçti bu şehir ve ben de bir anımı paylaşmak istedim.
    1,5 sene kadar önce lizbon'daydım arkadaşla. (-geçen yine lizbon'dayız)
    yolda sürekli adamlar geliyor yanımıza, elleri cebe sokup böyle götün götün yanına yanaşıyorlar fısıltıyla karışık "marivana marivana" diyorlar. biz de hızlıca uzaklaşıyoruz. (ama bu marivana lafını da böyle bir ahenkle söylüyorlar, hızlı hızlı ama nasıl desem, aşırı fonetik) marivana marivana marivana, yazınca olmuyor anlatmam lazım.

    neyse ulan 1-2-3 derken sürekli aynı olay oluyor. birileri yanımıza yanaşıyor eller cepte, marivana marivana marivana. ya dedik bunlar bizle t.şak mı geçiyor napıyor.

    neyse ertesi gün oldu baktık bi tane sarışın bir velet geliyor, dedim andrea(andrea arkadaş) bak şimdi napıcam, soktum elimi cebime çocuğun yanına yaklaştım, marivana marivana marivanaa derken çocuk adımları hızlandırdı, hemen oradan kaçtı.

    ahahhaa :)) bu olay bizi çok eğlendirdi. durduk yere bir gencin huzurunu bozmuş olmak nedense bizi mutlu etmişti. sonra andrea da tam bir sığır olacak ki bu fikri çok beğendi ve insanlara yanaşıp marivana marivana demeye başladı.

    lizbon sokaklarında it gibi eli cebe sokup milletin yanına sinsice götün götün yanaşıp marivana marivana diyoruz. ama hep böyle temiz yüzlü çocuklara diyoruz ki kaçıp gitsinler, how much falan demesinler :)

    neyse biz böyle yaparken bi tane çocuk bize sempatik yaklaştı aha dedik bu da kafa çocuk eheh falan yaptık şerefsiz kaşla göz arasında ne yaptıysa yanımızda 2-3 tane polis belirdi. dediler çıkarın marivanayı dedik yok abi şaka yapıyorduk biz. başımız ciddi belaya girdi. sonrası uzun ufak çaplı sorgu ve traduktor sayesinde salındık.

    neyse ki dayak yemedik ama herhalde bi daha uyuşturucu ticaretiyle ilgili şaka yapmayız.

    yalnız ne salak bir eğlenceymiş bizdeki. bu arada o andrea'dan da bir skim olmadı, yaşı 30 oldu hala it gibi geziyor. elalem çoluk çocuğa karıştı bu geçen çin'deydi, facebook'tan yazdım, -marivana marivana?

    -hee hee marivana yazdı. hiç ders almamış şerefsiz :)
  • parça parça yazayım.

    -3 gün yeter

    -havalimanındaki metro durağından ister günlük kart alın (6 eur) ister tekli bilet alın (1,40 eur) şehir merkezine ulaşabilirsiniz. ben baxia/chido bölgesinde bir hostelde kaldım. önce yeşil sonra kırmızı hata geçerek 30 dakakada ulaştım

    - gençler genelde ingilizce biliyor. yol yordam sormak o kadar sıkıntılı değil

    - kent güzel, her yer (elbette ki kenar semtlerdeki yaşam alanları hariç) tarihi korunmuş eski evler ve arnavut kaldırımlarından oluşuyor

    - harita üzerinde iyi çalışırsanız metro ağını efektif kullanabilirsiniz. her yere "ben buraya yürürüm" diye yürümeye kalkmayın. çünkü istanbul gibi hiç bir yer düz değil sürekli yokuş inip yokuş çıkıyorsunuz

    - birçok tarihi yerin semtin önünden bolca tramvay geçiyor ama esas sıkıntı bu. hiçbir haritada tramvay numaraları yok. durakları tam nerdedir vs yok. bunu en başta her gün gezi programınıza göre hostelde staffa yazdırın

    - örneğin 15 ve 28 numaralı tramvaylar hayat kurtarıyor. günlük kart aldıysanız alayın çekinmeden

    - belem tarafındaki manastır ve kule güzel ama birine 10 eur diğerine 6 eur vermenize değer mi bilemedim. ben kuleye çıktım ehh işte

    - belem'e kadar gelmişken meşhur pastanesine gidin 1,05 eur'luk pek bir meşhur elmalı tutrtadan yiyin mutlaka 2-3 tane sıcak ve bol tarçınla çok güzel

    - tak'ın olduğu yeri öğleden hemen sonraya getirin. çevresinde ilginç yerler var. örneğin 3 eur'ya şarap tadımı yapabilirsiniz. 3 eur'a bir kart alıyorsunuz. ve kalitesine göre 0,5-1,5 eur arasında şaraplardan tadıyorsunuz. ben bir şarabı çok sevdiğimi söyleyince (tam adını yazamayabilirm mascatel setuba) kızcağız çok sevindi. ahh bir de bunun şöylesi var bir de böylesi var derken. kendimi bedava şisesi 110 eur'dan satılan 40 yıllık şarap tadımı yaparken buldum.

    - yine bu meydan da bira müzesi var. ama 3,5 eur karşılığı bir rehberle geziyorsunuz. onun yerine önündeki kafede 3,5 eur'ya taze bira içtim. ters dönmüş bira şişesi hörünümlü bardaklar çok hoş ama pahalı alamadım tabi (12 uer)

    - yine 1 eur karşılığı dünyanın en seksist tuvaleti var. bu kadar şarap tadımından sonra iyi geldi

    - buraya niye öğleden sonra gidin dedim. çünkü tadım yaptığınız yerden bir 5,50 eur'luk duo şarap alıp san fransisko tadında köprü manzarasına bakarak güneş batışını izleyin. fotoluk bol görüntü çıkıyor.

    devam edecek

    3 yıl geçmiş aradan bahsettiğim yerin lizbon bile olduğunu unuttum ama aklımda kalan birkaç deneyim daha yazayım.

    - meşhur fado olayı. tabi turistik bolca ama ille de turistik bir organizasyona gitmenize gerek yok. çünkü yerel halkın da bolca gittiği bir konser bunlar. semti hatırlayamadım kalenin biraz eteklerine doğru bolca fado klubü var. kapıdan girerken hafiften pazarlık da yapabilirsiniz. derdiniz yemek değil sonuçta, yemek kısımını istemediğimi söyleyip girdim asgari 2 kadeh şarap içerseniz buyrun dediler. yarı fiyatına dinlemiş oldum. güzel birşey. hatta yerel olmasından kaynaklı daha da güzel oldu. birden önünüzdeki masadaki yaşlı adam eşlik etmeye başlıyor, ya da durup dinlenen garson arada bir nakarata katılıyor.

    - tüm rehberlerde gördüğüm bir deniz ürünleri lokantası vardı. muhtemelen size de denk gelir. fiyatlar çok pahalı. o kadar yer sorup zaman harcadığıma mı yanayım, ara sokakta yediğim yemeklerin 2 katı verip yarısına razı olduğuna mı yanayım bilemedim. deniz ürünleri yiyecekseniz, rotanız çok belli. yerli halkın bolca kalabalık oturduğu yerlere dalın. bizim esnaf lokantalarına benzer yerler var. ve turist olduğunuzu öğrenince daha bir güzel davranıp güzel yemek öneriyorlar.

    - yine şehir merkezinde barlar sokağı desem barlar sokağı değil barlar labirenti gibi yerler var. onlarca küçük küçük sokak. çok kalabalık ve işin ilginci mekanlarda minnacık. en büyük gördüğüm mekan 50-60 kişilikti. canlı harika jazz çalan bir yer vardı içeriye sadece 10 kişi sığıyor. genelde hava sıcak tabi millet bardan alıp sokakta içiyor. eee ne anladım bakkaldan alıp sokakta içerim diye küçük hesaplara girmeyin zaten bakkal fiyatına bir çoğu. 50'lik plastik şişede bira 0,5 eur. tabi türküz mini çakalllıklar peşinde oluyor insan. 0,5 eur'luk birayı başka yerden alıp içeride 4 eur'a bira satılan canlı jazz kulübüne dalıyorsunuz. kimse de hopp birader demiyor

    -bu barlar sokağının her yerinde ot satan insanlar var. almayın turist iseniz size bitki çayı satmış olabilirler :))

    - yine barlar sokağı. herkes o kadar içiyor ki, bir gruba dahil olmanız hep beraber bir sokak köşesinde memleketin meselelerini konuşmanız sabaha doğru pek olası. portekizliler aşırı cana yakın değil ama sohbete giren insana birader sen kimsin tarzı bakan orta avrupalılar gibi değiller.

    3 yıl sonra devam edecek...
  • "… bu arada 1755 yılında portekiz’de lizbon depremi’nden bir örnek verecek olursak, bu depremde kiliseler ve katedraller de yıkılmış, şehir neredeyse dümdüz olmuş, ama bir tek genelev ayakta kalmıştı. depremin tanrı’nın bir cezası olduğunu düşünen geri kafalılar da bu durumu görünce söyleyecek söz bulamamışlardı." - (cumhuriyet pazar dergisi, 12.11.2000)

    (http://www.fikiristan.com/…php?f=323&t=2230&start=0)

    yabancı kaynaktan:

    "... as it turns out, a number of churches were smashed in the earthquake, while a row of brothels were left standing."

    (http://nassauweekly.com/articles/364/)
  • öncelikle nefis bir şehir diyerek başlamak isterim. kasvetten, özentilikten, gereksiz her şeyden uzak, nefis bir şehir.

    uygun biletlerle gittiğimiz dört günlük seyahati göz önünde bulundurarak söyleyebileceğim tek şey, buraya tekrar gitmek istediğim. hem de öyle 5-10 gün değil, gidip birkaç ay kalıp kafa dinlenebilecek bir yer lizbon.

    benim gibi ilk kez gidecek olanlara naçizane tavsiyeler vermek isterim.

    1. gün: havaalanından şehir merkezi 15 euro civarında tutuyor, otobüs ve metro için çok kasmayın derim. her yer yokuş ama istanbul'un genelinden daha sık ve daha dik yokuşlar. bu sebeple valizlerle yürümemenizi tavsiye ederim. merkezde kalmakta fayda var tabii her turistik gezide olduğu gibi. oteller çok pahalı değil, bizim aylar önce aldığımız otel sonrasında tripadvisor tarafından en iyi otel seçilmiş, biz de gururla kaldık.

    ilk olarak yapılabilecek en güzel şey şehir merkezini gezmek olacaktır. elevador'a çıkabilirsiniz, kişibaşı 5 euro. her köşede bir pastane var, muhakkak tatlı yiyip kahve içip anın tadını çıkarmalısınız. zaten asansöre giden yolda lisbon meeting point bulunuyor, herkes burada sözleşip buluşuyor, taksim'deki burger king, caddedeki marks&spencer'ın önü gibi. oradan güzel yolları yürüyerek veya tramvaya binerek tepedeki kaleye çıkabilirsiniz. kale oldukça güzel manzaraya sahip. yine aynı tarafta güzel bir kilise var. neticede bunlar avrupa'da her yerde var, görmek isterseniz kaçırmayın derim. sokaklarda kaybolarak yürüyebilirsiniz, her yer çok güzel, çok fotoğraflık.
    akşam yemeği oldukça geç yeniyor. tavsiyem ilk akşam bir fado restoranına gitmeniz. aslında fado söylenen yerde yemek yenmezmiş ama şimdi biraz da turistik amaçlı restoran olmuşlar. biz çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi ile klasik bir fado mekanına gittik. ortamı tam anlamıyla yaşamak adına çok doğru bir tercihti. primavera ile gözler doldu, leziz deniz mahsulleriyle karnımız doydu.

    2. gün: trene atlayıp moorish castle ve sintra'ya gidebilirsiniz. trenden indiğiniz yerde shuttlelar bulunuyor, yürüyemezsiniz tepeye, kendinizi zorlamayın. en az 4-5 saat burada geçirip güzel fotoğraflar çekebilirsiniz.

    yine yakınlarda olan cascais'e gidebilirsiniz, yani deniz kıyısına. güzel restoran ve cafeler varmış, biz gitmedik açıkçası. dönüp şehir merkezinde dolaşıp ara sokaklarda gezmeyi tercih ettik. akşam için herhangi bir yerde yedikten sonra bairro alto'daki barlarda ayaküstü bir şeyler içebilirsiniz. zaten herkes içkisini sokakta içip sohbet ediyor, oldukça keyifli. bu arada bunlar bardan ziyade bizdeki büfelere benzeyen mekanlar, çok da samimi. şarabınızı alıp yokuşlardaki merdivenlerde de oturabilirsiniz. her şekilde çok keyif alacağınıza eminim. şansınıza havanın güzel olmasını dilerim. gecenin ilerleyen saatlerinde sahildeki kulüplere gidebilirsiniz. gençler 1 gibi oralara geçip sabaha kadar eğleniyor, herkes hep neşeli. gloria live music club diye bir mekan var, funk, soul çalıyor, deneyebilirsiniz.

    3. gün: bir başka güzel merkez olan belem'e sahildeki trenle gidebilirsiniz. günlük 6 euro'ya kartınızı sınırsız doldurup tren ve tramvaya binebiliyorsunuz. belem çok güzel parkları, yapıları, kaleleri, anıtları, marinası bulunan oldukça fotojenik bir yer. parkın içindeki restoranlarda gayet uygun fiyatlarla yemek yiyebilirsiniz, şarabınızı içebilirsiniz. trenden indiğiniz yerde yine meşhur bir pastane var, tatlılarını denemenizi öneririm.

    sahilden yukarıya füniküler ile çıkabilirsiniz, bunu da görmelisiniz.

    akşam yine sakin, akşam yine güzel geçebilir lizbon'da. eminim güzel müzik çalan yerler vardır, bulmak için kendimi zorlama gereği bile duymadım. lizbon her şeyiyle zaten güzeldi.

    4. gün: brunch ve gezinti için principe real bölgesini tercih edebilirsiniz. dolaşması bile keyifli bir semt. bir cumartesi sabahıysa kalenin arkasındaki bit pazarına da gidebilirsiniz. kesinlikle görülmeye değer.

    keşfettiğim için en mutlu olduğum yer lx factory oldu. köprünün tam altında bulunan bu eski fabrika şu anda dizayn ürünler satan mağazalar, dev bir kitapçı ve cafelerle dolu. gittiğim yerde alışveriş yaparım diyenlerdenseniz buradan çok güzel şeyler alabilirsiniz. özellikle 6-7 metre yüksekliğindeki tavanına kadar kitaplarla dolu olan, içinde cafesi bulunan kitapçıda keyifli vakit geçirebilirsiniz.

    günbatımına doğru cais do sodre iskelesi’nden cacilhas’a geçen vapura atlayıp nefis bir manzaraya tanık olabilirsiniz. bu arada bahsetmeden olmaz, san francisco'daki kırmızı köprü ve rio'daki isa heykelinden lizbon'da da var, ancak karşı kıyıda. görülmeye değer yapılar hepsi.

    özetle lizbon güzel, görülmeye, kalmaya, yaşamaya değer bir şehir.
  • daha önce de defalarca yazıldığı gibi, istanbul ve lizbon'un bir çok ortak özelliği var:
    tepeler, köprüler, taş döşeme sokaklar, tramvaylar, yokuşlar, seyyar kestaneciler ve çok eskilere giden tarih...
    ha bir de: ikisinin de akdeniz'e kıyısı yok, ama ikisi de akdeniz ruhlu şehirler.

    evet, lizbon istanbul'a benziyor, ama daha da güzeli, eski istanbul'a benziyor:
    henüz metropol olmamış, nüfusu on milyonları geçmemiş, insanları insanlıktan çıkmamış bir istanbul'a.

    özetle; bilmem kaçıncı kez sıkıcı avrupa şehirlerinden birine gitmektense, lizbon'a gidilir.
    gidildiyse, zaten bir daha gidilir.

    http://www.flickr.com/atafotogrup/6370398295
  • istanbul ile karşılaştırılmasına şaşırdığım yerdir. evet istanbul antik dokusunu koruyabilseydi, karşılaştırmalar çok haksız olmazdı . oysa ne taşı benziyor ne toprağı . ne şaraphaneleri, ne ara sokakları. bizde bir tane nostalji tramvayı var tünelde . lizbon'da bu tramvaylar adım başı. bizim bir meydanımız var hepi topu, burda her bulvar meydanlara her meydan her sokak denizlere çıkıyor . istanbul'um benim aşkım. ama aşkımı yerden yere çalıyorlar her fırsatta . lizbon ise nadide bir çiçek. yüzyıllardır değişmemiş ne dokusu ne kokusu. mükemmel deniz ürünleri, mükemmel şaraplar , güleryüzlü insanlar, ve beni cok keyiflendiren, kendi kendini eleştirmeye dayalı espri anlayışı.

    gene gelecek ben.
  • kentin turistik tanıtımlarında sarı tramvay ile gördüğümüz alfama mahallesinde yaşayan sadece 900 portekizli kalmış, geri kalan tüm evler airbnb'ye ya da pansiyona dönüştürülüp turistlere sunulmuş, gitmek istemeyenler de artan kiralar sayesinde gitmek zorunda bırakılmış. 1990 senesinde ise bu bölgede 20 bin portekizli yaşıyormuş. kaynak: arte kanalı.

    daha önce venedik aynı kaderi paylaşmıştı, şimdi ise lizbon yalnızca turizm için yaşayan bir film platosuna dönüşmek üzere sanırım. kentin girişine instagram logosu koyulsa da olur şu durumda. fernando pessoa bu durumu görse ne düşünürdü kim bilir.
  • geçtiğimiz hafta hanımla ve minik kızımla 4 günümü geçirdiğim şehir. taa ağustos ayında thy'nin kampanyası ile adam başı 430tl'ye bilet alıp kenara atmıştık. zaman geldi geçti, seyahat sona erdi. diğer seyahatseverleri bilgilendirmek üzere aşağıdaki gibi gezi planımızı ve gerekli ücretleri özetlemek istedim. gitmeden önce kafamızda bir çok soru vardı, buna benzer sorularınız varsa cevaplarını bulmak istiyorsanız aşağıdaki yazıma göz atın derim.

    1. gün:

    uçağımız saat 15.15 gibi lizbona indiğinden, şehre gidip otele yerleşmek ancak saat 17.00'yi buldu. havaalanından şehre metro ile gidilebildiği gibi 3 kişi ve üzeri bir grupsanız direk taksiye atlayın derim. havaalanı-şehir merkezi taksi ile yaklaşık 10 euro tutuyor ve 15 dakikada ulaşabiliyorsunuz. otelimizi özellikle gün içinde dinlenme imkanı olsun ve kolayca ulaşabilelim diye merkezi seçtik, figueira meydanının hemen yanında idi. şehir'in bu kadar merkezinde 4 yıldızlı bir otel ancak kampanya olduğu zamanlar gecelik 100 euro'ya geliyor. pekala metro ile de ulaşılabilen daha uygun oteller bulmak da mümkün tabii.

    ilk akşam klasik olarak figueira meydanı, rossio meydanı, augusto caddesi ve ticaret meydanını dolaştık. ilk akşam yemek için biraz plansızdık, önce meydanların çevresindeki yerlere baktık, fakat buralar her halinden turist avı bekleyen mekanlar olduğu belli idi. 12 euro ya sardalyeli menüleri görünce biraz uzaklaşıp arka sokaklara girmeye başladık. hotel mundial'in hemen yanındaki restauranta daldık. koca bir karışık ızgara balık tabağı, peynir/tereyağ/zeytin tabağı ve 3 bira'ya 35 euro ödeyerek lizbon'da fiyat/performans anlamında iyi bir başlangıç yapmış olduk. bu menüye türkiye'deki sıradan bir balıkçıda 2 katını rahat ödeyebilirdik. restaurantda kaldığımız 2 saat boyunca, sporting lisbon-benfica derbisinin maç önü röportajlarına kulak misafiri olduk. takım otobüsünin stada gelişine kadar izlettirdiler, futbol seyirciliği bizdeki ile aynı sanırım. portekizde de futbol aynı bizdeki gibi gündemde her zaman en önde yer alıyor.

    2. gün:

    bu gün akşam gördüğümüz yerleri bir de gündüz gözüyle görelim diyerek aynı rotayı takip ettik. daha sonra şehir içi ulaşım işini çözmeye karar verdik ve bir metro istasyonunda bulduk kendimizi. buradaki makinelerden önce 0,5 euro depozitolu bir kart alıyoruz ve buna günlük 6 euro ya yine makineden günlük sınırsız bilet yükletebiliyoruz. yalnız makinelerde geçen en büyük para 50 euro, buna dikkat etmek gerekir. bu bilet metro, tramway, otobüs her yerde geçiyor ve ilk kullanıştan sonra 24 saat geçerli. haftalık veya aylık bilet yok. sonraki günlerde yine ister günlük bilet yükletilebileceği gibi, tek binişlik 1,4 euroluk bilet de yükletilebiliyor. yine otobüs ve tramwaylarda cash de geçiyor. fakat özellikle tramwaylarda bileti şöförden alırsanız 2,85 euro gibi bir ücreti var. 5 yaşın altındaki çocuklar için lizbonda seyahat ücretsiz.

    ulaşım işini halletikten sonra hedefimiz meşhur 28 numaralı tramway'ı kullanarak sao jorge kalesine çıkmak idi. martim moniz meydanından kalkan bu tramway, alfamanın dar yollarından geçerek kaleye kadar çıkıyor. sao jorge kalesi ise, lizbon'u tepeden görebileceğiniz, muazzam fotoğraflar yakalayabileceğiniz güzel bir lokasyon. manzara dışında ise fazla bir espirisi yok. giriş yetişkinler için 8,5 euro, 10 yaş altı çocuklar için ise ücretsiz. kaleden yokuş aşağı alfama'ya ya da figueira'ya doğru rahatlıkla yürüyebilirsiniz.

    buradan sonra rotamız belem tarafı idi. belem için 15 numaralı tramway'a binmeniz gerekiyor, bunlar da figueira meydanı veya ticaret meydanından kalkıyor. yaklaşık 20 dakika da belem'e ulaşıyor tramway. burada jeronimo manastırının önündeki durakta inip, sahile doğru yürüyüp kaşifler anıtına vardık. yine sahilden yürüyerek de 20 dakika içerisinde belem kulesine ulaştık. 16. yüzyılın başında, vasco de gama anısına yapılan bu kule oldukça etkileyici, yarım saat boyunca her açıdan fotoğrafını çektik. önünde çok uzun bir giriş kuyruğu olmasından mütevellit, içine girmekten vazgeçip yanındaki parkta çimlerde vakit geçirdik.

    belem bölgesi tarihi anıtları, manastırı, yeşili ve parkları ile kanımca lizbon eski şehir merkezine göre daha iç açıcı ve ferah bir bölge. sahilde kahve içecek, bira yudumlayacak çok sayıda hoş mekan mevcut. buradalarda bütün gün yürümenin ardından gelen yorgunluğu atmak çok keyifli. belem kulesi sonrası, tramwaydan indiğimiz durağa doğru yürüyüp, meşhur pasteis de belem'e gittik. içeride 400 kişilik yer olmasına rağmen tek bir oturacak yer bile yoktu. biz de take a way sırasına girip, tanesi 1,05 eurodan 8 adet belem turtası alıp, karşısındaki parkta afiyetle yedik. günde elli bin adet turta satmayı, biraz da popülerliğe olan hayranlığa yoruyordum fakat o turtaları yedikten sonra gerçekten de hak verdim, adamlar bu üne boşuna kavuşmamışlar. bu atıştırma sonrası pasteis de belem karşısındaki duraktan tekrar tramway ile figuiera meydanına döndük.

    otelde biraz dinlenmenin ardından, metro ile park durağına gidip, eduardo vıı parkında biraz gezinti, ardından marques de pompal meydanından tekrar metroya binerek akşam yemeği için ünlü cervejario ramiro'ya gittik. kapıda 5 dk'lık sıra beklemenin ardından boş bir masaya yönlendirildik. ününe yakışır şekilde tüm masalar dolu, servis hızlı, garsonları güleryüzlü bir mekan. yemek olarak 1 tabak dolusu tereyağlı ekmek ile başlangıç, sonrasında zeytinyağında sarımsakla sotelenmiş karides, yaklaşık 1 kg'lık yengeç, bir tanesi 250 gram gelen 2 adet king prawn karides ve yemek üzerine etli sandwich ve 3 adet bira. sanırım bu menüyü türkiye'de yemek için ciddi bir hesap ödemek gerekecekti. ramiro'da tüm bu menü 75 euro tuttu.

    3.gün:

    bu günümüzü tamamen sintra ve cabo da roca'ya ayırdık. akşamı ise bairro alto bölgesinde fado dinleyerek kapattık.

    sintra'ya ulaşım için, rossio tren garından her 15-20'dk da bir kalkan trenler kullanılabilir. yaklaşık 40 dk'da varıyor. tek yön gidiş yetişkinler için 2,3 euro, çocuklar için ise 1,10 euro. depositolu kartın ücreti ise 0,50 euro. sintra'ya varır varmaz, tren istasyonunu karşısındaki tourism information'a varıp gerekli bilgileri almak gerekir. sintra'da ilk yapılacak, saraylar arası shuttle yapan 434 no'lu otobüs'e binmek. tren garından inip sağa döndüğünüzde bu otobüs duraklarını göreceksiniz. 5 euro'ya aldığınız bilet ile gidip dönebilirsiniz. burada gezilmesi gereken en önemli yapı palacio de pena, sintra'nın zirvesinde yer alan ünlü kale bu işte. eğer vakit varsa diğer saraylarda gezilebilir. palacio de pena'ya giriş bileti 14 euro, 5 yaş altı için ücretsiz, ayrıca bilet alınan yerden kaleye çıkmak için de ekstra 3 euro shuttle'a bayılıyorsunuz adam başı. kalenin içi de dışı da muazzam. buraya kadar gelip bu giriş ücretini ödemek de değer. kaleyi gezdikten sonra, yine aynı shuttle ile önce kale dışına sonra yine 434 nolu otobüs ile sinta şehir merkezine geldik. zaman kaybetmeden, 434'ün kalktığı duraktan bu sefer 403 nolu cascais otobüsüne binerek avrupa'nın bittiği nokta olan cabo da roca'ya ulaştık. bu yolculuk da yaklaşık 40 dakika sürüyor. cabo da roca'da yapılacak fazla aktivite yok. inanılmaz güçlü esen rüzgara kapılmadan bol bol fotoğraf çekmek, ve 11 euro ödeyip buraya geldiğinize dair bir sertifika almak yapılabilecek 2 aktivite.. aile iseniz hepinizin adını aynı sertifikaya yazıyorlar, ayrı ayrı 11 euro ödemiyorsunuz yani. cabo da roca'dan sintraya dönüş için yine aynı 403 nolu otobüs kullanıyor. otobüsler yetişkin için kişi başı 4 euro/tek yön şeklinde. sintra'dan lizbon'a ise yine geldiğimiz trenle dönüyoruz. akşam fado ya gitmeden önce, mutlaka tadılması önerilen pastel de bacalhau'yu tatmak üzere augusto caddesindeki ünlü casa portuguesa do pastel de bacalhau'ya gittik. burada tanesi 3,5 euroya satılan bu içi kaşar peynirli balık köftesini mideye indirip bir görevi daha mutlulukla tamamlamanın verdiği huzurla otele döndük.

    fado'yu son geceye bırakmıştık. fado için o kadar çok alternatif var ki, bunları incelemeden ziyade bairro alto'ya giderek gözümüzün kestiği yere girdik. alfama semtinde club de fado, parreirinha de alfama gibi çok kaliteli fado mekanları mevcut. ama iki kişi 120-130 euro gibi fiyata çıkıyorsunuz buralardan. yemekler lizbon ortalamasının üzerinde pahalı bir de fado'ya ilave ücret isteniyor. burada daha üst düzey fado sanatçıları sahne alıyor. bairro alto'da ise fiyatlar daha uygun. tavsiye üzerine canto do camoes'e gitme niyeti ile yola çıkmıştık fakat buranın kapandığını görünce çok yakın başka bir yere rasgele girdik. bir şişe beyaz şaraba 10 euro, 2 morina balığına 20 euro, bir de başlangıç tabağına 5 euro olmak üzere toplam 35 euro ödedik, 2 saat boyunca da fado ziyafeti yaşadık. 100-150 euroluk mekanlar çok farklı mıdır bilmem ama 35 euro ya da gayet mutlu mesut ayrıldık mekandan. bu arada bairro alto, lizbon'un gece hayatının aktığı bölge. kafeleri, barları, eğlenen genç nüfusu ile zaman geçirmesi oldukça keyifli bir semt. bekar seyahat ediyorsanız burada daha çok zaman geçirmenizi öneririm.
hesabın var mı? giriş yap