• eşim, 6 aylık oğlumun da annesi
  • en çok can acıtandır şüphesiz. düşünsene küçüksün baya ciddi ciddi 15 indesin birine aşık oluyosun hem de hayatında ilk defa aşık oluyosun ve o şekilde de son defa. canını verirsin gibi geliyo hayat boyu yanında olurmuş gibi ama sonra o büyüyo sen küçük ve kırgın kalıyosun. sonra o büyüdükçe çirkin bi insan oluyo bu sefer tiksinmeye başlıyosun ve sonunda belki herkes herşeyi hazmedince ya da yeterince büyüyünce o çok sevdiğin liseden arkadaş desen değil tanıdık desen değil bi insan olarak kalıveriyo hayatında. bugün bile yüzüstü bırakılışını hatırladığında kimseye güvenmemeye sebep olacak kadar derinden gelir lise aşkları.
  • üniversite kazanılıp şehir terk edildikten sonra kısa sürede unutulan ama bir gün evlendiğini duyduğunuzda sizi derinden etkileyen, maziye goturen aşktır.
  • lise aşkı başkadır. o ana kadar hissetmediklerini hissetmeye başlarsınız hem de bu kez hormonlarınız da destekler bu aşkı. genellikle platonik olur. ona açılmaktan korkarsınız çünkü reddedilmekten korkarsınız. birinin sizi reddetmesinden korkuyorsanız o kişiyi önemsiyorsunuz demektir. yoksa hiç kimsenin önemsemediği biri tarafından reddedilme korkusu olduğunu sanmam. bazen ise siz seversiniz içten içe ama bilmezsiniz ki onunda size olan hisleri farklı değildir. bunu yıllar sonra öğrenmek çok acıdır.

    yıllar sonra karşılaşırsınız. yıllar öncesinden gelen duygular birden saklandıkları yerden çıkar ve birden bire bir şeylere başladığınızı görürürsünüz. başladığınız şeyin içerisinde her şey vardır da bir tek o açılamamaktan korktuğunuz önemseme ve masumiyet yoktur. hızlı başlayan "şey" aynı hızla tükenmeye başlar. işte o zaman o "şey"e başlama nedeninin değiştiğini gördüğün bedende yıllar öncesinden izler aramak olduğunu anlarsın ama çok değişmiştir işte. en az senin kadar değişmiştir. belki de aynılaşmıştır sadece, yaşadıkları onu da değiştirmiştir.

    sonuç olarak; en büyük hayalin gerçekleşmesi kadar hayal kırıcı hiçbir şeyin olmadığı gerçeğini bir kez daha yaşarsın. o "şey"den geriye ise demir demirkan'ın bir şarkısının sözleri kalır sadece. yani, varsa vaktin, cesaretin, gücün zamanında değiştir bir şeyleri ki sonra arama aynı bedende eskimiş duyguları.
  • bütün duygularınızı uçlarda yaşadığınız aşktır.
  • yıllar sonra görüldüğünde "bunun için mi o kadar tantana yaptım ben?" dedirtendir. okulun açık ara en karizma, en yakışıklı delikanlısı olmuş sana fıratpen reklamlarındaki tut şunun ucunu döşiyelim abi. allah'tan platonikti.*
  • ne kadar zaman gecse de ustunden asla unutulmayacak olan, hele de ilk asksa. her daim ozlenen, ufacik anilarla hatirlanan, keske aramiza mesafeler girmeseydi de bu kadar ayri dusmeseydik diye yakinilan. her yeni sevgilide aranan ancak yerini hicbir seyin tutamayacagi ask.
  • lise ikinci sınıftayım...

    ilkokul öğretmenimden sonra ilk kez bir kıza aşık oluyorum. her ne kadar esmer sevsem de, bu sarı saçlı, yeşil gözlü kız beni benden alıyor. rölanti de giden kalp atışlarım onu görünce maksimuma çıkıyor. hani çizgi filmde aç kalan kahramanın yemek kokusunu burnuna çekmesi gibi, çekerken de ayaklarını yerden kesip, pişen yemeğe doğru uçması gibi peşinden gidiyorum. öyle alelade, sessiz, sedasız...

    çoğu erkek böyledir arkadaş, bir kızı seversin, onun güzelliğinde kaybolursun, titrersin onu görünce, fakat bir türlü açılamazsın.

    ben de öyleyim ona karşı. monica bellucci'nin oynadığı malena karakteri gibi güzelliğine takılıp peşinden yürüyorum. okuldaki diğer kızlar gözüme buğulu gelirken o malena gibi sürekli parlıyor. kalbimin taa ortasına ışıklar saçıyor, fakat ben sessizim işte. cesaretim yok konuşmaya. gizli polis gibi onu takip ediyorum "kalbimi çaldın seni tutuklamam gerek" diyemiyorum, sadece yanında olmakla yetiniyorum. ne bileyim kantinden mesela bir şey alacağı zaman hemen arkasına geçiyorum, merdivenden sınıfa çıkarken ben de arkasından çıkıyorum. okul çıkışı onu bekleyip arkasından yürüyorum. anlayacağınız ona hep yakın oluyor, bir türlü önüne, karşısına geçip açılamıyorum. iki ay böyle platonik takıldım. annem masaya yemek koyduğunda, ya boş gözlerle önümdeki perdeye bakıyor, ya da masa örtüsündeki desenlerde kayboluyorum. uyku desen ayrı muamma. işin özü; yemeden içmeden kesilmiş, her an onu düşünüyor, şiirler yazıyor, gittikçe ona aşık oluyorum.

    yatakta kendi kendine düşünürken lafın lafı açmasına dalıp sabahlara kadar onunla sohbet ediyorum. bıkmadan, keyifle...

    aslında fırlama tarzı yapım vardır. arkadaşlarımın hepsi okulu asan hayta insanlardır. ya atari salonlarında, ya cafe, ya da bilardo salonlarında vakit geçiren kişilerdir. ideali doktor veya mühendis olan tipler yoktu. hayatımın yanlışı mı deyim! yok sa doğrusu mu! hâlâ karar veremediğim derdimi, benim bu tayfaya anlattım. ''olum ben mehtap'ı deli gibi seviyorum, o artık sizin yengeniz ona göre'' dedim. iki aydan beri sevdiğimi fakat bir türlü açılamadığımı onlara anlattım.

    içlerinde yakışıklı bir kankam vardı. adı birol. tüm güzel kızlarla çıkardı. o benim gibi sessiz biri değildi, konuşkandı. fakat hepsiyle gönül eyliyor onlara değer vermiyordu. bu arkadaş bana gerekli taktikleri verdi. nasıl giriş yapacağımı, kızla nasıl konuşacağımı, konuşurken bir an olsun gözlerimi gözlerinden ayırmayacağımı, gerekli her şeyi en ince detayına kadar öğretti.

    artık gerekli motivasyonu, bunca zamandır beklediğim gazı almış ve mehtap'la konuşmaya, onu deli gibi sevdiğimi söylemeye karar vermiştim.

    mehtap öğlen saatlerinde iki tane kız arkadaşıyla kantine indi. birol'la ben de tost ayran alıp karşı masaya geçtik. kız bizim masaya doğru bakıp gülümsedi. çok heyecanlandım. ben de hafiften tebessüm ettim. allahım sonunda ilgisini çekmiştim. birbirimize bakıyorduk artık. o ara ayranı elime alıp salladım. hay sallamaz olaydım, hay yapacağım işe sıçayım arkadaş. ayranı daha önceden açmışım meğer. suratım, üstüm başım hep ayran oldu. kızlar ayrı kikirdiyor, birol ayrı yarılıyordu. yerin dibine girdim. hemen lavaboya koştum. çeşmenin altına kafamı sokup yıkadım, ceketimi de falan iyice temizleyip çıkarken tesadüf koridorda mehtap'la karşılaştım. resmen bana bakıp sesli bir şekilde güldü. nasıl gülmesin ki? yağmura yakalanmış gibiydim. saçlarımdan sular akıp burnumdan damlıyordu. kendi kendime ''hadi olum laf at, tanış kızla, hadisene lan'' gibi cümleler kurdum. mehtap sınıfa çıkmak için ilk adımını merdivene atmıştı ki; ağzımdan bir kelime çıktı.

    + baksana!
    - (bana döndü)...
    + çok güzel gülüyorsunuz.
    - kikikiki
    + (tebessümle) artık her gün bir kase yoğurt dökerim kafama.

    aynen böyle dedim. pek alengirli laf bilmem.
    ''dersten sonra konuşuruz, geç kalıyorum'' diyerek sınıfa koştu.

    45 + 45 = 90 dakika beklemek... hayatımın en uzun anı...
    ve nefret ettiğim sesin kulaklarımda çınlayan senfonisi. bu ses bu kadar mı güzeldi? bu kadar mı anlamlı?

    (okul zili... zırrrrrrrrrrrrrrrr) ...

    zaman dolmuş zil çalmıştı. yine sessiz bir şekilde sınıfın kapısında bekliyordum. her çıkan salak gibi bana bakıyor, küçümser tavırla burnunu kırıştırarak yukarı kaldırıyordu. ığğğğğ, iyyyy edenler de cabası... bir anlam veremedim. derken mehtap çıktı. ''merhaba'' dedim. ''ayğğğ'' dedi. ''noldu ki'' dedim. ''ekşimik gibi kokuyon'' dedi. utandırdı beni. bir buçuk saatte üç kere yerin dibine girmek nasıl bir his o zaman anladım. ''bunun suçlusu sensin'' dedim. ''nasıl yani'' dedi.

    + çok güzelsin ve ben bu güzellikte aptallaşıyorum.
    - ( utangaç bakış )
    + seni seviyorum ve sana delice aşığım.

    pat diye söyledim. birol öyle yap dobra ol demişti ve göt olduğum cevap;

    + teşekkür ederim ama ben başkasını seviyorum.
    - (sana ne dese ikinci kez göt olacağım kelime) kimi?
    + şeyyy...
    - (zorluyorum göt olmak için) evet, kimi?
    + arkadaşın var ya birol. he işte onu.

    bu cevabı duyunca gözlerim doldu, boğazım düğümlendi. ilyas salman gibi çömelip ''neden ha neden'' diye ağlamamak için kendimi zor tuttum. ama hayır! birol şener şen gibi yapmazdı. o beni aldatmaz, mehtap'a yüz vermezdi. yıkıldım o an. hiçbir şey söyleyemedim. en son ''sana mutluluklar, üzgünüm'' falan dediğini hatırlıyorum. kapının eşiğine yaslanmış şekilde merdivenlerden aşağıya inişini seyrediyorum. her adım da kafası biraz daha iniyor, yavaş yavaş yok oluyordu. tıpkı şu an olduğu gibi. artık tamamen çıktı hayatımdan. yaşım 30'u geçti ve onu hiç düşünmüyorum. üzerime dökülen ayrandan mıdır bilmem ama artık ayran gönüllü oldum. öyle hiç bir kıza değer vermiyorum artık.

    birol mu? birol delikanlı adamdır. ilk kez bira içtiğim o gün anlattım olanları. ''sen benim kanımsın'' dedi ''kanımsın diyorum olum, insan kardeşine böyle şey yapmaz'' dedi. onu görmemek için başka okula kayıt oldum.

    mehtap bankada çalışıyor yedi senedir ve evli şu an. edirne'li bir öğretmenle evlendi. adam çok yakışıklı. bir oğlu, bir de kızları var. adamın adı da birol.
    yaaa evet o birol. aşk böyle bir şey arkadaş, kulaktan kulağa seni seviyorum demek kadar ilginç. sen ona "seni seviyorum" dersin o başkalarına... her ne kadar ona tapsan da...
    liseli aşkımın hikayesi de böyle işte ve ben kayıtsız kaldım bu işe, yapabildiğim en iyi şeyi yapıp yine sessiz kaldım. hiç açmadım bu mevzuyu. ne birol'la ne mehtap'la görüştüm. sessizce kapadım defteri. allah mutluluklar versin ne diyeyim.
  • 2007, izmir.

    facebooktan bir mesaj geliyor bana, tanımadıgım biri. "naber, sen de mi izmirdesin...." tarzı eski bir arkadaşa gelen mesaj. profile giriyorum ortak bir kaç ortaokul arkadaşım, izmire lise için gelmiş lise 2de bir çocuk. ben sizi tanımıyorum diyorum kibarca, özür diliyor, karıştırmış. atmıyor bir daha mesaj. ismim o kadar generic bir isim ki normal karsılıyorum. merak ediyorum ben de bir ortak arkadaşıma soruyorum. "çok iyi çocuk" diyor. benim de ilgimi çekiyor, stalker hayatıma ilk adımı atıyorum.

    2008, izmir.

    dersaneye gidiyorum, 2 sene sonra öss ye gireceğim. yaz günü sıcak dışarısı. sınıfa biri giriyor, girer girmez hatırlıyorum, aylar önce mesaj atan o çocuk. içimi bir heyecan kaplıyor. cocuk ilk günden neşeli, her sınıfta olan hafif tombul, her ders espri yapan, herkesin hemen sevdiği çocuk işte. en arkada oturuyor. ben de en neşeli halimle ortalarda oturup sürekli konuşuyorum. tanışıyoruz teker teker, beni tanıdığına veya hatırladığına dair en ufak bir ipucu yok.

    aylar geçiyor, bir sonbahar günü, ders arasında sınıfça muhabbet ediyoruz. ben renkli kalemlerle herkesin dogum gununu yazıyorum, derdim aslında onun ilgisini çekmek, en tatlış halimle öğreniyorum tarihi. sonra biraz muhabbet ediyoruz, hepimizden numaralarımızı istiyor o da. veriyoruz sırayla. o gün, ders çıkışı kızlarla bir eve gidip yemek yapacağız. makarna yapabildiğimiz tek yemek. benim akşama doğru moralim kaçıyor eve dönmeye karar veriyorum. yol üstünde bir avm ye girip kafa dağıtırken o çocuktan mesaj geliyor. "makarna partisi nasıl gidiyor?"

    o gün saran muhabbetimiz aylar sonra, uzunca bir flört sonrası ilişkiye dönüyor. o beni ilk gün beğenmiş, tüm o neşem, sıcaklığım ilgisini çekmiş. bense güvenemiyorum erkeklere hele öyle popüler tipe. hayır diyorum, arkadaş kalalım. ikna ediyor beni. çok seviyor beni. ben de seviyorum. aynı şehri kazanıyoruz, tesadüf değil. aynı ilçedeyiz. komşu oluyoruz.

    2010, istanbul

    beş yıllık üniversite hayatı boyunca hiç ayrılmıyoruz, erasmus ayrılığı, acılar, mutluluklar, hayal kırıklıkları, başarılar. herşeyi birlikte göğüslüyoruz. mutluyuz.

    2016, istanbul

    işe başlıyoruz, gene beraberiz. farklı ilçeler. haftada bir görüşüyoruz. özlüyoruz, çok özlüyoruz. askerlik, çalışma hayatına biraz daha alışma, para biriktirme vs olmasa evleneceğiz. plan bile yapamıyoruz.
    evet bir sonu yok bu hikayenin. uzun süren bir lise aşkı. sırrıysa güven, güven ve güven. sevildiğini bilmek, onun mutlulugunu kendi mutlulugunun önüne koymak, dürüst olup ona her daim güvenmek. huzurlu olmak kısacası. içinde facebook şifresi ne acaba korkusu olmaması. çok sevmek.
    teşekkürler okuduysanız. ben simdi bu duygusal yazıyı onunla paylaşmalıyım.

    gelen mesajlar üzerine edit: evlendik.
  • --- dikkat ağır geri zekalılık içerir ---
    sınıfta bir kız vardı. akıllı, sevimli, güzel bir kız. ara sıra sohbet ederdik. haberim olmadan yavaş yavaş sevmişim. o nasıl oluyor diye sormayın, ben de bilmiyorum çünkü birkaç yıldır aynı sınıftaydık. yani görür görmez aşık olma durumu yoktu. yavaş yavaş içimde büyümüş işte hınzır...

    bir salaklık yaptım sonra. konu açıldı bir sınıf arkadaşım sevdiğim birinin olup olmadığını sordu. var dedim ben de. kim olduğunu öğrenmek için çok ısrar etti. bir de ilkokuldan yani eski bir arkadaşım da olunca ısrarlarına dayanamayıp söyledim. bir de kimseye söylememesi için yemin ettirmiştim...

    iyi halt ettim tabii. ertesi gün sınıfa gelince bir baktım ki duymayan kalmamış. hiç istemediğim, kontrolümde gelişmemiş bir durum; utangacım üstelik, inkar bile edemedim. kabullendim. sustum...

    ara sıra sohbet ettiğim kızın yüzüne bile bakamaz oldum. benim gibi öğleleri okulda kalıyordu. yüzüne bakamadığım için öğleleri okulun kimsenin kullanmadığı arka merdivenlerinde geçirmeye başladım. o da benimle hiç konuşmuyordu. zaten niye konuşsun ki? kızdan kaçıyordum ama bu yetmedi tabii. murphy yasaları devreye girdi. sınıftakiler isimlerimizi alay eder gibi haykırarak tempo bile tuttular ama o hiç sert tepki vermedi, kızmadı...

    ortalık yavaştan durgunlaştı sonra. her şey normale dönmeye başlıyordu. ona gidip hislerimi hiç söylemedim. bilirsiniz, ilk başta söyleyemezseniz zaman geçtikçe daha da zorlaşıyor bu zıkkım. okula yürüyerek gidiyordum. o servisle. nereden mi biliyordum? apartmanlarımız karşı karşıyaydı. evet böyle de saçma bir durum. arkadaşlarımın gazıyla onun olduğu servisle okula gidip gelmeye başladım. sabahları aynı servisi beklememize, aynı sınıfta olmamıza rağmen hiç yanına gitmedim. servisin gelmesini hep 10-15 metre aralıklarla bekledik...

    arada güzel şeyler olmuyor da değildi. mesela bazen bakışlarını yakalıyordum. mesela birinde fotokopi için para toplanması gerekiyordu. öğretmen beni görevlendirdi. liste için sıra sıra gezerken onun sırasına geldim. herkes isim soy ismini söylüyordu. o da söyledi. ben de biliyorum zaten dedim. utanıp gülmüştü. birinde de dershane çıkışı -evet dershanede de aynı sınıftaydık ahaha- arkadaş grubu ile yürürken ismimi yanlış telaffuz eden arkadaşa öyle değil böyle söylenir diyerek ismimin doğru telaffuzunu öğretmişti canımın içi. ismim konusunda sevdiğim tek şey bu olabilir.

    sonra ne mi oldu diye soruyorsunuz? yahu geri zekalılık içerir ibaresini boşuna mı koydum oraya. bir bok olmadı tabii ki. gidip adam gibi konuşmadım kızla. zaten belki de hiç sevmedi beni diye kendimi avuttum. okul bitti, kız gitti ve ben "ya" ve "keşke"lerle yaşanmadığını bilmeme rağmen hiç akıllanmadım...
    --- dikkat ağır geri zekalılık içerir ---
hesabın var mı? giriş yap