• hayatımız boyunca aradığımız cennet, yitirdiğimiz kolonya kokusudur aslında.

    dostum süleyman kargı... abim bizi toplayıp kargı'ya götürmüştü. babam çorum'un bu unutulmuş ilçesinde görevliydi o yaz. çok heyecanlıydım. gurur duyacak değilim elbette, her çocuk kadar seviyordum babamı. limon kolonyasını, küçük saç tarağını, buram buram kokan el sabununu ve diş macununu ve kullandığı keratayı çok özlemiştim.

    çok sevindi bizi görünce, temiz havayı ve çocuklarını derin bir nefesle içine çekti.

    ona ayrılan odaya girdiğimde aldığım koku hala burnumda tütüyor. babasını çok seven ve "ekmek" dedikleri şeyin her zaman il sınırları dışındaki fırınlarda pişirildiğini sanan bir çocuktum ben. üstelik anne şefkatinden de mahrumdum: kadıncağız dokuz doğum yapmıştı bana gelene kadar, ben de olsam dokuzuncudan tiksinirdim herhalde.

    buna rağmen seviyordu babam beni. ankara'da olduğu zamanlarda elimden tutup hacı bayram'a götürüyor, dönüşte döner ekmek ısmarlıyordu. umutluydu benden, okuyacak, büyük adam olacaktım ve dinimi diyanetimi öğrenecektim.

    okudum. (sonra kötü şeyler oldu.)

    okumamış dindarlardandı benim babam (okumuş dindarlardan ayıralım diye söylüyorum, herkesin cehennemi kendine çünkü!) ve iyi bir insan değildi maalesef.

    hayatımız boyunca aradığımız cennet, yitirdiğimiz kolonya kokusudur aslında.

    doksanlarda, gecekondu evimizin sarı ışığında tüplü televizyonumuzu büyülenmiş gibi izlerken, (babam nihayet emekli olup eve dönmüştü) "iyi olmuş" "hak etmişler" "biraz daha dövselermiş keşke" çığlıkları eksik olmuyordu evden. birtakım "anarşist" gençler devlete "başkaldırıyor" ve devlet de onlara "günlerini" gösteriyordu.

    her şey yolundaydı. bütün bunlar olurken bizler sıradan, yoksul, dindar emekçilerdik; vatanımızı, milletimizi, bayrağımızı filan çok seven ve -kimse itiraf etmese de- cennette arzuladığımız arsayı hak ettiğimizi düşünen mutlu insanlardık.

    bir zamanlar tek hayali babası gibi olmak olan bir çocuktum ben oysa. (kuşlar nereye gider sevgili iyi toptaş? yasına gitmedikleri çok açık.)

    onun gibi olmak... (o benim tanrımdı oysa.) muhtemelen cami önlerinde satılan üç beş dini kitabın mağrur bir mutsuzlukla dizildikleri vitrin bölmesinden sırtlarına yapılan masajlar dışında bir... bir...

    dokunan eller, beceriksizce gezinen parmaklar ve kırk yıllık kristal bardaklarla birlikte tozlanmaya terk edildikleri, adına "salon" dedikleri kutsal mağaralar...

    dinlenen hutbeler, televizyon ekranından taşan gözyaşları, avluda yapılan sohbetler, her ölenle hissedilen korku ve o korkuyla büyüyen bencilliğin önlenemez yükselişi...

    babamın inancına göre yetiştirdiğin çocuklardan sorumluydun, ağacı yaşken eğdin eğdin, eğemediysen cennetteki arsayı unut! babam bu yüzden çok üzerimize eğildi, istediği gibi yetişmediğimizi görünce de (kariyeri boyunca şehir dışında çalıştığı için daha az sorumluluk hissettiğini unutmayalım lütfen) üzerine yıkılmayalım diye kaçtı bizden.

    o gün geldiğinde, yeniden dirileceğimiz vakit yani...

    "tanımıyorum bunları" diyecek, "vallahi de billahi de ilgim yok. bırakın çevireyim arsamı-dünyada gecekondum için yaptığım gibi. kimseye bir zararım yok, kimsenin de bana olmasın.

    evlatlarını satan baba sevgili iyi toptaş! üstelik sadece cennet için yaptı bunu. büyük oğlunu gömdüğü gün yas tutmak yerine, "anma şu sarhoşun adını" diyebilecek kadar küçüldü mutsuz karısının karşısında.

    limon kolonyası kokan, evlatlarını -buluğ çağına ermedikleri sürece- temiz bir hava gibi ciğerlerine çeken bir baba.

    sessiz ev'de doktor selahattin, hiçbir müslümanın kendinden gerçekten nefret edemeyeceğini söyler. kendinden gerçekten nefret edemeyeceği için de hiçbir zaman kendisi olamayacağını.

    sevgili iyi baba, hayatta olduğun için çok mutluyum ama ölümümden sonra ikimizi de utandıracak şeyler söyleyeceğini biliyorum.

    yine de benim cennetimde kapım açık olacak sana: radyodan sabah türkülerini dinleriz önce baba oğul, sonra limon kolonyası kokarız kargı kargı.

    sonra... sonra... sonra sen gidecek daha iyi bir yer bulursun mutlaka.

    babalarımıza içelim!
  • öncelikle, doğrusu "limon kolonyağı"dır.

    sonralıkla, size sebebini anlatayım:

    çocukken anneme makyaj, parfüm vs. almak için parfümericiye girerdik.
    hani eskiden açık kolonya alınırdı ya.
    parfümericilerde de büyük cam şişeler olurdu.
    büyük ne kelime koskocaman.
    biri turuncu diğeri sarı kolonyayla dolu olan iki koca şişe.

    çıkana kadar dibinden ayrılmazdım.
    adam birilerine kolonya doldururken nasıl el pompasını sıkıyor, o ince borudan nasıl kolonya geliyor, etraf ne güzel kokuyor...
    her parfümerici çıkışı bir kaç saat etkisinden çıkamazdım.

    bir gün mızmızlandım ısrar ettim biz de alalım diye.
    "ayyhh tamam hangisini istiyorsun!" şeklindeki bıkma cümlesinden sonra geçtim cam şişelerin başına.
    "önce koklayayım" dedim.
    seçmece karpuz alıyorum...

    turuncu olanın adı tütün kolonyasıymış. parfümcü amca öyle der demez, "gerek yok öbüründen alacağız" dedim.
    parfümcü amca: limon kolonyası mı?
    ben: limon yağından. evet.
    parfümcü amca: limon kolonyası.
    ben: limon kolon yağından ya evet.
    parfümcü amca: hani koklayacaktın?
    ben: öbürü sağlığa çok zararlı. babam onun yağını çıkardığınız şeyi içiyor. hem de çok pis kokuyor. o pis kokuyu niye sürelim. limon daha iyi. limondan alalım değil mi anne.
    annem: kızım tütünün kolonyası öyle olmuyor ki, onun esansıyla...
    ben: seans mı? ya ben limon yağı istiyorum ama.
    annem: burnu kızardı, gözleri doldu. bir kolonya alacağız abartıyorsun. tamam limondan alalım lütfen.
    ben: limon kolon yağından!
    annem: titretme dudağını bak alıyoruz.

    ve o güne kadar düştüğünde yarasına oksijenli su, tentürdiyot dahi sürdürmemiş küçük canavar, o günden sonra "anne limon kolon yağımı verir misin? yarama dezenfektan yapcam" demeye başlıyor falan...

    hasta olduğunda; ateşli hasta, solunum yolu rahatsızlığı, baş ağrısı, ameliyat sonrası hiçbir zaman elinin altından ayırmadı kendisi.

    kendisi!
    bir anda 3. tekil şahıs oluverdim.
    kendim bile ne kadar tiksindiysem şu an kendimden...
  • bayramlari hatirlatir, bayram ziyaretlerine gittigin zaman, evin eblek suratli ablası herkese kolonya ve seker tuttuktan sonra, ayakları yere değsin diye koltugun ucuna adalet mülkün temeli gibi oturan yavrucagın kafasına, tarlaya bugday serper gibi döker ve o yavrucak limon kolanyasını böyle hatırlar hayatı boyunca.
  • özellikle yurt dışında bir eşini daha bulamıyorsanız, eksikliği fena can sıkıcı, hem hijyenik, hem alışkanlık, hem de ferahlatıcıdır. kokusunu sevdiğim.
  • en çok sevdiğim ferahlatıcı hede. allahım böyle sürüyorum ferahlıyorum. daha iyisi olamaz.

    gördük son zamanlarda bir takım insanlar çıkmış (çoğunluğu da bağyan bunların) "ıyhhh limon kolonyası mı sürdün. kusucamm şimdi. öğğğ" tepkisi veriyorlar. hayır yani bu kadar kötü kokan nedir? hele ki limon kolonyasının aşırı uçucu olduğunu düşünürsek "ulan iki dakkaya gitcek bitcek. bu neyin havası" deyip kafa atma isteği uyandırır bu insanlar.

    tabii işin özü bu şekilden bir- iki insan-cık-la konuşunca kendiliğinden ortaya çıkıverdi. efenim, kolonya amele kokusuymuş. ameleler, fakirler, fukaralar sürermiş. o yüzden herhangi bi şekilde kolonyaya maruz kalırlarsa kendilerini amele zannedebiliyorlarmış. (tamam sonu böyle değil ama aldın sen mesajı) ulan bu memlekette öyle bir nesil üredi ki, alıp kolonyayı süslü şişeye doldursan bir de üstüne marka yapıştırsan sırf marka diye tonlarca para verirler, aynı kolonyayı markete kasa yanına 2 liraya koysan ucuz diye alanla dalga geçerler. harbiden bu nedir ya!
  • sonunda kıymeti bilinen muhteşem karışım.

    yok efendim zamanında “ıy öf pis” denirmiş de şimdi “ay mis gibi kolonya koktu” deniyormuş.

    biz aşkımızı yıllar önce dillendirdik efendiler!

    (bkz: #30435092)

    ama kolonya kokusunu kıro bulan kesime de kucak dolusu teessüflerimizi iletmeden kapatmayalım tabi.

    sağlıcakla...
  • bağımlısı olduğum sıvı.
    (bkz: müptezel)

    alkolik değilim. ben sadece kendisiyle aşk yaşıyorum.
    (bkz: #30435261)
  • tarişin vardi bir de buyuk siselerde olurdu. babannemlerde, ananemlerde olurdu hep.
    ogrencilikten sonraki ilk evimde ben de sahip oldum bu guzel ferahlatan limon kolonyasina, gelene gidene ikram ederdim. hey gidi gunler diyorum.
  • (bkz: dede kokusu)
  • anneannem ve tanıdığım tüm yaşlı insanlar eve gelene kolonya uzatırlardı. misafire git elini yıka demek nezakatsizlik olacağından hem kişiyi ferahlatsın hem de elleri mikroptan arındırsın diye kullanılıyormuş resmen. kokusunu sevmeyenler yüzünden bu eski adet unutuluyor.
hesabın var mı? giriş yap