• tarihte french new wave akimini baslatan film olarak kabul edilen, defalarca izlesem de doyamadigim su gibi film.

    otobiyografik bir filmdir bu ayrica. antoine'in (jean pierre leaud) basindan gecenlerin buyuk cogunlugu francois truffaut'nun basindan gecmistir.

    -spoiler-

    bu filmde her sey truffaut'nun kamerasiyla yaziliyor ve soyleniyor: alexandre astruc'un camera stylo kavramini vucuda geliyor 400 darbe'de. sinema sanatinin senaristlerin istilasina ugradigina inanilan; filmlerin birer edebi eser gibi ele alinir oldugunun ve anlattiklari oykuye odaklanildiginin elestirildigi bir donemde ortaya cikip 400 darbe indiriyor bu inanclara truffaut. filmin konusu 1930'larda fransiz sinemasinda gordugumuz beylik konulardan, yalnizca tanidik sima jean gabin'in olmasi gerektigi bir rolde bu kez bir cocuk var. yine bir baskaldiri sozkonusu: ama bu kez buyuklerin dunyasinda varolmaya calisan, toplumu duzenleyen onlarca kuraldan asiri derecede sikilmis ve ozgurlugune susamis bir cocugun baskaldirisi mevzu bahis. nerdeyse butun film boyunca onun gozlerinden goruyoruz dunyayi. filmin en basindaki sahne mesela: eyfel kulesine dogru arabayla ilerlerken, disariyi arka koltugun penceresinden goruyoruz coklukla. o sahnenin bir diger sahaneligi de film baslamadan filmi ozetlemesi aslinda. bir ayrilis hikayesi olacagini biliyoruz bunun, birileri birilerinden, birileri bir seylerden ayrilacak 400 darbenin sonunda. ama kim? ama ne? ne onemi var? hikayenin degil, gorselin onemini vurguluyor truffaut. antoine'in gayri mesru bir iliskinin sonucu dunyaya geldigini ne annesinden, ne kendisinden, ne de bir baska karakterden duyuyoruz acikca filmin sonuna kadar. ama biliyoruz ki evdekilerle arasi limoni - antoine'in kapi agzindaki odasindan, yatak carsaflarinin olmayisindan, her gece copu dokmek gibi *onurlu* bir gorevi ustlenmis olmasindan anliyoruz. evde kavga mi var - gormemize gerek yok, duyuyoruz. o anda soylenilenlerden cok antoine'in yuz ifadesi onemli ve onu gosteriyor bize truffaut.

    truffaut'nun film elestirmeni gecmisi bu filmdeki sayisiz gondermenin sebebi olsa gerek. sovyet sinemasindan (eisenstein'in odessa basamaklari sahnesi) 1920'ler fransiz sinemasindan (vigo'nun zero de conduite filmi) bircok filme el salliyor truffaut. ozellikle okul sahnelerinin zero de conduite'e olan benzerligini gozden kacirmak imkansiz, tipki bu sahneleri izlerken kahkahalarimizi tutmanin imkansiz oldugu gibi. antoine'in kurallarla basinin dertte oldugunu gostermek icin bu kadar fazla okullu ve ogretmenli sahne gerekmezdi belki: mesela ogrencilerin fransizca dersinde tahtaya siir yazan ogretmenlerinin arkasindan ayaklanip cinsel sakalar yaptiklari sahneyi; ya da beden egitimi dersinde ogretmenleriyle beraber kosmak icin okul disina cikan cocuklarin birer birer siradan ayrilip paris sokaklarinda kaybolduklari sahneyi gereksiz bulabilir bircoklari. hikayeyi ayrintilandirmak degil oysa truffaut'nun amaci - sinema sanatinin ozgunluk ve ozgurlugunu, kamerayla neler yapilabilecegini kanitlamak adeta. cocuklarin ikiser ucer gruplar halinde baslarini alip gitmelerini kusbakisi olarak izlemek korkunc bir keyif, korkunc bir ozgurluk izleyici icin. filmin basrol oyuncusu bir cocuk ve bu cocugun gozunden bakinca bu dunya kipir kipir. kamera bir icerde, bir disarda, bir yukarda, bir asagida, bir yakinda, bir uzakta. oyun gibi cekilmis cogu sahne, elbette ozellikle rene ile antoine'in okuldan kactiklari sahneler. onlar ozgurce dolasirken truffaut'nun kamerasi da ozgurlugune kavusuyor - sayesinde izleyiciler de. ozellikle kameranin bu tarihe kadarki goreceli kisitlanmisligini gozonunde bulundurursak, truffaut'nun -elbette cinema verite akiminin etkisiyle- yaptigi reformu takdir etmemiz kolaylasacaktir.

    cok hizlica ileri sariyorum icim ciz ederek ve filmin sonlarina geliyorum - gozetim evinde psikologla olan sahneye. daha dogrusu antoine'in basrolu psikologun buz gibi sesiyle paylastigi sahneye! aslinda truffaut'nun amaci boylesi bir ses senkronizasyonu yapmak degilmis - psikologu oynayacak olan bayanin gelemeyisinden ve truffaut'nun bekleyecek zamani olmayisindan kaynaklanmis bu durum. ama sahane bir sey cikmis ortaya. gozetim evinin soguklugu, insani duygularin yoklugu yuzumuze bu kadar guzel carpilabilirdi. bir baska not da antoine'in bu sahnede emprovizasyon yapiyor olmasi. kullandigi cocuksu ve argo kelimeler ayrica gerceklik katiyor diyaloga.

    filmin sonuna uzun (uzuuuuun) uc sahne damgasini vuruyor. asagi yukari 45 ve 70'er saniyelik ilk iki sahnede antoine kosuyor... kosuyor... ve kosuyor. biz de onunla beraber. o kadar gercek ki kosusu, onunla beraber yoruluyoruz izlerken. ve variyor istedigi yere: okyanusa. birkac adim attiktan sonra duruyor ve kameraya donuyor. gozlerini bize kilitledigi anda donuyor kamera. ozgurlugune kavusmasiyla geri donusu bir oluyor. kacamiyor, geri donuyor.

    iste bu kacamama hali, bu kistirilmislik da ozgurlugune ulasma cabasindaki antoine'in yenilgisidir. ve suratina kondurulan f-i-n, muhtemelen hicbir filmde bu kadar anlam ifade etmemistir.

    - spoiler-
  • cocuklarin "ama sij bije naaptiniz?" ya da "size baba diyebilirmiyim" diyerek gercek hayattta asla raslanmiycak bicimde konustugu yesilcam filmlerinin saygideger yonetmenlerinin otomatik portakaldaki alex in iskence pozuna getirtilip bethoveen esliginde defalarca izlemesi gereken truffaut saheseri. 'nuff said
  • ece ayhan şiiri gibi bir film. aynen öyle; ne eksik ne fazla aynı kararlılıkla tokatlıyor insanı. "çocukların kötü yetiştirilip mutlu olmaları, iyi yetiştirilip mutsuz olmalarından daha iyidir" diyen bir yönetmenin elinden çıkmış ne de olsa; aynı yönetmen,"hafızası zayıf yetişkinler dışında ergenlik kimsede tatlı hatıralar bırakmaz" da demiş. louis althusser'in devletin ideolojik aygıtları arasına aile ve eğitim'i de neden seçtiğinin kanıtı gibi adeta. üst yapıların görece özerkliğine görkemli bir saygı duruşu.

    bir insanın bu filmi 27 yaşında çektiği de düşünüldüğünde bu truffaut denen adamın nasıl bir dahi olduğu da kavranabiliyor. sevgili françois truffaut, ziyadesiyle şımartılarak ve abartılı bir ilgiyle büyütülmüş bir çocuk olsam da sizi anlıyorum. üstelik daha iyi anlıyorum. biliyor musunuz? sevgi fazlasıyla büyüyen çocuklar özellikle ilişkilerinde çok mutsuz olabiliyorlar. elbette biliyorsunuz. bana ne oluyorsa.
  • çarpıcı bir realizmle işlenmiş konusu kadar --ki sanırım new wave dalgasının olaylarından biri budur-- ışığıydı kadrajıydı sahnesiydi falan --bu da new wave şeysi-- çok başarılı bir yapım. bir sefer küçücük çocuklarla inanılmaz iyi bir iş çıkarılmış, hani hokkasıyla mürekkebiyle uğraşırken ata yırta defteri bitirip "naapçam şimdi" olan veledin sahnesini alalım, ne kadar uzun ve tek shotta çekilmiş bir sahne, antuan'ın koşusu da keza öyle. beni en çok vuran sahne ama sanırım tutuklandığı zaman hayatkadınları ve kapkaççılarla birlikte, hindi kafesi gibi bişeyin içinde hapsedilmesidir. hiç kimse "lan ufacık çocuk bu" demez, yetişkinlerin yöntemiyle yetişkinler gibi cezalandırılır. bir çocuğa dünyanın ne kadar adaletsiz davranabileceğini gözler önüne serer, ve çocuğun kendi yöntemleri ile geliştirdiği çözümlerin durumun vehametini arttırması ve kimsenin duruma çocuk tarafından bakmayıp, "yok böle olmasını istemiyoduk, böyle olduğunu göre sorunlu bu çocuk sorunlu evet evet kesin" şeklinde conlusion'lara zıplamasına şahit eder. bir çocuğun dünyasını capture edebilme yetkinliği açısından trufua'nın kendini stilize etmiş olması kaçınılmaz, görerek yapılabilcek türden bi analiz değil sanki
  • insanların genel olarak sanat filmlerine, özelde de fransız filmlerine karşı bir önyargısı var. bunda sanat filmi çekiyorum, o zaman neden izleyicinin canını alacak kadar sıkıntıya sokmuyorum diye düşünen yönetmenlerin de payı var. bir de hollywood, izleyicileri takip etmesi kolay filmlere alıştırıyor. bu nedenle seyirciler "sanat filmi" kalıbını duyunca arkasına bakmadan kaçıyor.

    oysa her sanat filmi anlaşılmaz ya da avangart olma peşinde değil aslında. önyargılar bir kere aşıldığında sanat filmleri, ana akım filmlerden daha keyiflidir hatta. çünkü bu tür filmler hem daha gerçekçi hem de gişe rekoru kıran filmlere göre derin hikayeler anlatıyor. atıyorum bir captain america filmi izlerken kendinizi ya da arkadaşlarınıza benzer insanları orada görme şansınız yok. ancak sanat filmlerini izlerken hakikaten böyle bir durum vardı diyebiliyorsunuz. yönetmenler ve senaristler bu hikayeleri anlatırken detaylara ortalama insandan daha fazla kafa yorduğu için de günlük hayatta üstünkörü baktığımız kavramları detaylı şekilde anlama şansımız oluyor.

    400 darbe filmi de bahsettiğimiz tanıma tam olarak uyuyor. merkezde sorunlu görünen bir çocuk var. bu tür insanlarla kendimiz de karşılaştık ya da benzer hayatlar yaşadık. bu nedenle kariyerine sinema eleştirmeni olarak başlayan françois truffaut'nun bu filmi çok özel bir yere sahip. şimdi sanat filmlerine karşı önyargılarınızı yıkacak bu filmde neler yapılmış bir inceleyelim.

    --- spoiler ---

    filmin merkezinde sorunlu "görünen" bir çocuk olduğundan bahsettik. antoine doniel adlı ana karakterimiz, truffaut'nun kendi hayatından izler taşıyor. yönetmenimiz tıpkı ana karakteri gibi sert ve ilgisiz bir ailede büyümüş. çocukluğunun büyük bir kısmında da duygusal olarak ihmal edilmiş. filmi değerli kılan özelliklerden biri de bu aslında. çünkü bir yönetmen anlatacağı her konuyu bire bir tecrübe etmek zorunda değil. mesela hindistan hakkında film yapacak bir yönetmenin daha öncesinde orayla ilgili yaşanmışlığı olmasına gerek yok. metodik araştırma ile hikaye için gerekli şeyleri öğrenebilir ve filmi bunun üzerine kurabilir. truffaut'nun durumunda ise filmin hikayesine benzer bir hayat yaşadığı için aynı araştırmayı çok uzun süredir yapmış oluyor. bu nedenle anlatımda daha derin noktalara dokunabiliyor.

    örneğin film tek bir olay etrafında ilerlemiyor. karakterin zamana yayılan gelişimi söz konusu. bu nedenle pek çok değişkenin bir araya gelmesi gerekiyor. burada senaryoyu yazan ve filmi çeken kişilerin yolunu kaybetmesi çok olası çünkü elinizde birden fazla neden ve birden fazla sonuç var. ancak truffaut, neden sonuç ilişkisini kurmak konusunda sıkıntı yaşamıyor çünkü "bir çocuk nasıl yetiştirilmemeli." konusunda deneyim sahibi.

    filmin başarılı olduğu bir diğer nokta da nedenleri ortaya koyarken işi melodramaya vardırmaması. antoine filmin başında zaten ailesinden kopmaya başlamış. bu nedenle ilk travmaları atlatmış ve genel bir umursamazlığa ulaşmış bir karakter var. örneğin sekiz yaşına kadar kendisine büyükannesinin baktığını filmin sonlarına doğru öğreniyoruz. böylece çocuğun terk edilme sonrası yaşadığı sıkıntıları es geçiyor film.

    bu da mantıklı bir tercih aslında. çünkü eğer işin ta en başından başlasaydık antoine'nin öfkesine şahit olamazdık. terk edilmiş bir çocuk ve onun yaşadığı düş kırıklığı hikayenin anlatmak istediği noktayı görmemize engel olurdu. burada ise antoine, öz annesi tarafından istenmediğini biliyor. ayrıca ellerine geçen her fırsatta çocuğu başlarından atmak istediklerini de görüyoruz. ancak antoine bu durumu artık kanıksadığı için yoğun duygular yaşamıyor. böylece ağır bir melodramadan ziyade duygusal dengesi daha sakin kurulmuş ve temel olguları gösteren bir film izleyebiliyoruz.

    film bu nedenleri ve sonuçları da çok gözümüze sokmadan işliyor. örneğin baba karakteri aslında anne kadar huysuz değil. ancak zamanını kendisine ayırmayı tercih ediyor. anne ise antoine'e hamileyken onu aldırmak istemiş. bu nedenle geçmişteki hatalarının tüm öfkesini antoine'den çıkarmaya çalıştığını tahmin etmek zor değil.

    merkezde antoine olduğu için hikaye akışı da onun bakış açısıyla kuruluyor. böylece yetişkinlerin sürekli yaptığı ancak farkında olmadıkları ya da bir takım bahanelerle kendilerinden uzaklaştırdıkları hataları da daha net görme şansımız oluyor. örneğin ailesi antoine'nin sürekli yalan söylemesinden şikayetçi. ancak söylediği her şeye çok büyük tepkiler verdikleri için çocuğun bu yolu seçtiğini anlamıyorlar. evde anne daha sert ve antoine "annem öldü." yalanını uydurduğunda neden ölen kişinin kendisi olduğunu fark edemiyor. ya da antoine ve okuluna bakalım. tüm sınıf erkek çocuklarla doluyken haylazlık kaçınılmaz bir şey. en uslu çocuğu bile iki üç tane akranının yanına koysanız o da yaramazlık yapar. ancak öğretmen bunu bir türlü kabul edemiyor ve muhtemelen 12-13 yaşlarında olan ve ergenliğe yeni adım attıkları için kafaları karışık bu çocukları anlamamakta ısrar ediyor. elinde kalan ise hayli başarısız bir sınıf oluyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak 400 darbe google'da sanat filmi diye aratsanız karşınıza çıkacak ilk örneklerden biri aslında. ancak hem sıkıcı değil hem de hayatın çok içinden bir durumu ele alıyor. çünkü insanlar gerçekten çocuklarını ihmal ediyor ancak yönetmenler de yetişkin oldukları için bu konu üzerine çok eğilmiyorlar. en fazla çocuğunu ihmal eden anne ya da babaların pişmanlıklarını izleyebiliyoruz. bu film, soruna ihmal edilen çocuk tarafından baktığı için bir yetişkinin üzerine kafa yormak istemediği durumları derinlemesine anlatmayı başarıyor. sanatın işlevi biraz da budur aslında. insana normalde sahip olamayacağı bir bakış açısı kazandırmak. bu nedenle 400 darbe hem sanat filmleri açısından hem de sinema üretimi olarak çok değerli bir çalışma diyebiliriz.
  • 400 darbe adiyla bilinen françois truffaut'nin (nun ya da non herneyse) yonettigi guclu bir film. çok öznel olacak ama: antuan isimli, olması istendiği şekilde olmadığı için hem okulu hem de ailesi tarafından itilmiş kimseden destek bulamayınca da bir nevi asi moduna giren kendi halinde bir veledin hikayesini anlatır.
  • truffaut'un "merak" denen olguyu seyirciye mükemmel bir tuzak kurarak oyuncunun altbeninden çıkarıp izleyenin gözüne soktuğu şahane film.bunun nerden anlaşabileceğini spoiler'a saklamak çok daha mantıklı olacak.

    ---spoiler---

    filmin kahramanı olan çocuk , işlemiş olduğu düşünülen bir suç nedeniyle psikolog karşısına çıkarılacaktır.psikolog , kadındır , çok güzel bacakları vardır ve kısa etek giyinmektedir.önceden konu hakkında bilgisi olduğu anlaşılan bir başka çocuk , filmin kahramanına , psikologla konuşması sırasında kesinlikle bacaklarına bakmamasını öğütler ; ıslahevi yetkililerinin bilerek hazırladıkları bir tuzaktır bu ve hakkında verilecek kararı önemli derecede etkileyecektir.filmin kahramanı olan çocuk , bu öğüdü tutar ve sahne boyunca kadının bacaklarına bakmaz.truffaut , işte tam da bu sahnede kurmuştur tuzağını.görüntü kuşağında çocuğun tedirgin yüzünü , mümkün olduğunca tek bir yöne bakan -kadının yüzüne- gözlerini görürüz.ses kuşağında ise kışkırtıcı sayılabilecek sıcak sesi duyulur.böylelikle seyirci de bir beklenti içine sokulmuştur ama o beklentisini sürdüredursun ansızın sahne biter.kadın da bacakları da gösterilmez.seyirci çocuğa kurulan tuzağı merak ederken kendisi aynı tuzağa düşer.

    ---spoiler---

    truffaut ,burada seyirciyi aynı şehirli ahlakının ikiyüzlü sorunsalı içinde yakalamayı amaçlar.daha doğrusu , ona yakalatmasını ister.kadının bacaklarına ve çocuğun tepkisine odaklanan ıslahevi yetkilileri ile şehirli seyircinin aynı beklenti iştahı içinde olduğu ve aynı ahlak sorunsalını paylaştığı cisimleştirilmiş olur.çocuktan esirgenen seyirciye de verilmez.sonuçta ikili tuzak üzerine işleyen bu sahnede asıl eleştiri seyircinin beklentisini yönlendiren ideolojiyedir.
    truffaut ,"çıplak merak olabilir mi ? merak dediğimiz ne kadar masum , ne kadar herşeyden bağımsızdır ?" sorusuna sadece bu sahneyle bile değinebilerek nasıl bir yönetmen olduğunu gösterir..bu filmle ilgili yazılacak birçok şeyin benim için sadece ilk bölümü olabilecek bir girizgah olsun bu entry..

    to be contunied ..
  • ölümünden kısa bir süre önce yapılan bir röportajda ölümden korkmadığını çünkü ölümü hayatın bir uzantısı olarak gördüğünü söyleyen truffaut, sadece çocukların anne ve babalarından önce ölmelerini trajik bulduğunu söylemişti. filmin adı argoda okulu kırmak, dersleri asmak, serserilik yapmak anlamına geliyormuş.
  • bugune kadar yapilmis cocuk ruhunu en iyi analiz edebilen film oldugu soylenir. bilmem ne derece dogrudur. cogu filmde bu filme referanslar vardir izleseniz sasar kalirsiniz.
  • özetle;

    toplumsal kapatılma "kurum"larının resmi geçidini verir bu film. aile, okul, ıslahevi, (c)ezaevi... ve bireyin/çocuğun bu kapatılmışlık içindeki çırpınışının resmini.

    bu resimdir ki, şu anda hemen her ailenin duvarını "süsler".
hesabın var mı? giriş yap