• geçenlerde bir kez daha izledim ve karar verdim, bence en 'güzel' godard filmidir bu.

    sinema görmek istediğimizi gördüğümüz bir bakışın yerini tutar'a yakın bir veciz sözle açılıyor film. godard filmleri öyle ya da böyle film yapımı ve sinemayla alakalıdır zaten ama le mepris hem godard'ın kariyerindeki, hem de otto e mezzo ya da la nuit americaine gibi 'bir nevi' muadili filmlerden ayrılıyor. öncelikle diğerlerinden farklı olarak le mepris'in politik de bir film olduğunu söylemek lazım. bu minvalde fellini fazla kişisel, truffaut da suludur godard'a göre.

    bana kalırsa film 'beklenti'ler üzerine, kaldı ki arz talep meselesinde arzu edilene göre üretilenin yarattığı bir beklenti vardır (bu beklentilerin manipülasyonunu yapan amerikalı yapımcı filmin en önemli politik noktasıdır sanırım); filmde 'satan' bir film bekleyen yapımcı, kafasındaki erkek profiline uyan bir eş bekleyen kadın var. bu bağlamda filmin başında bardot'nun vücudu üzerinde dolanan kamera önemli, zira bazin'dan alıntılanan sözde geçen gaze yani bakış 'sinemada eril bakış'a dönüşüyor burada. (bkz: laura mulvey)

    bu anlamda düşününce bence godard'ın emptati yaptığı fritz lang'dan ziyade paul'dür. çünkü paul eşi için amerikalı bir yapımcı tarafından satın alınmayı kabul eder, ayrıca paul'ün komünist olması da önemli bir detaydır. burada karısı için kendisinden ödün veren paul, seyirci için film yapan (ya da ısmarlama yazan) yani yaratıcılığından ödün veren yönetmenin alegorisidir, hatta filmin bir yerinde camille'e her şey senin için diye bağırıyor ki zaten dillendirmese de bu saikle hareket ettiği aşikar. buradan hareketle film aynı zamanda paul'ün özgürleşmesinin hikayesidir diyebiliriz, bu özgürleşme godard'ın aynı dönemlerde anna karina ile yaşadığı problemlerle (ve bb'nun siyah peruk takmasıyla) daha da anlamlanır.

    bir de şu var ki godard bu filmde herkese giydiriyor bana kalırsa, eşine, seyirciye, yapımcılara ve dahi sinemaskopa... filmden alıntılanacak bir çok söz var, özellikle fritz lang'ın muhteşem kariyerine rağmen yaşadıkları ve söylediği tumturaklı sözlerin her biri böyle ama özellikle not almadım, bahsedemiyorum.

    işin politik tarafına bakarsak; eseri yozlaştıran, zengin, istediğini yaptırabilen ve elde eden, güzel ve entelektüeli satın almış durumda *olan, ayrıca seyircinin ne istediğini çok iyi bilen bir amerikan yapımcı sanırım işin politik tarafını da çok iyi özetliyor. daha açamıyorum, yerim dar.

    daha önce dediğim gibi renk kullanımı; bb'nun maviden, kırmızıya ve sonra sarıya değişimi, capri'deki kareler, sinemaskop hepsi çok etkileyici. üzerine bardot var. ayrıca yine (bu sefer ismiyle de selam ediyor) brechtyen yabancılaştırmalar, kısa planlar sonraki filmlerine * * nispeten az olsa da yine mevcut.

    son olarak bence godard filmin sonunu biraz romantik bir şekilde bağlıyor. zira kazanan yazar ve yönetmen olurken, godard arzuları ve hırsları öldürüyor. ve filmin sonunda evine zaferle dönen savaşçının öznelinden zaferini kutluyoruz.
  • --- spoiler ---

    arkadaş kimse de çıkıp demiyor ki adam karısına tokadı aşk ediyor
    karısı da bu ilk kez olmuyor son zamanlarda var sende bi haller dediğine göre
    kadının yollu imajının dışında sıkıntıları var, şiddete ve hakarete maruz kalıyor.
    adam kadına senin gibi bir daktilocuyla neden evlenmiş olabilirim ki, diyor mesela

    tamam güzel film, güzel diyaloglar, sekanslar, renkler ama sırf bardot'un poposunun göründüğü sahneler var diye aşüfte damgası yemesi kabul edilemez. kadın kocasına öfkeli, mutsuz, manen bocalıyor, sadece seks oyuncağı muamelesi görüyor, ben bilmem beyim bilir diyor bir şey sorulduğunda örneğin.

    kaldı ki finalde de kadın mesleğine dönme kararı alıyor zengin yapımcıyla gitmek yerine.
    yani filmin adındaki aşağılama kadının adamı aşağılaması değil özünde adamın kadını metlaşatırması parayla seksle ve mal mülkle elinde tutmaya çalışmasının altında yatıyor gibi, olamaz mı sayın seyirciler sorarım size?

    --- spoiler ---
  • senaryo yazarı paul’ün (bkz: michel piccoli) eşi camille javal rolündeki brigitte bardot’nun sadece güzel bir kadın değil daha da güzel bir oyuncu olduğunu açıkça her sahnede görüyoruz. ulysses ve penelope arasındaki ilişkinin paul tarafından, camille ile ilişkisini nasıl algılıyorsa öyle yorumlanıyor olması, filmin en açıklayıcı anlamadıysanız anlatıcı kısmı olsa gerek. kadın erkek ilişkilerinde her şeyin nasıl ters yüz olabileceğini daha dün çok severken nasıl olup da iğrenmeye, hor görmeye başlanabileceğinin üstelik bunun için öyle aman aman bir soruna gerek olmadığını yeniden bir daha kafaya kakan filmde benim için en leziz kısımlar fritz lang’in fritz lang rolünde arz-ı endam ettiği yerlerdi. mekanların (bkz: capri adasi) ve renklerin (bkz: kirmizi) güzelliğine de değinmeli..
  • paso genel planlardan olusan sinematografisiyle dikkat çeken film.
    ayrica - izledigim vcd'nin kalitesi mi düsüktü bilmiyorum ama - rezalet bir ses miksaji, duyulmayan diyaloglar ve güzel bir müzigin basarisiz kullanimini da ekleyeyim.

    --- spoiler ---

    gördügüm ve anladigim kadariyla filmle ilgili genel kani, bozulan evliligin tek suçlusunun kadin oldugu yönünde... ben buna katilamiyorum; adam filmin basinda godosluk yapmadi mi? karisini elin herifinin arabasina bindirdi, gitti baska kadinlarla oynasti. yani kadin kötüydü de adam melek miydi? degildi bence.

    sonuç olarak filmin sonuna dogru camille'in de dedigi gibi, hem kadinin onu aldatmasina, hem de iliskinin yikilmasina onlari hayat zorladi.

    veya

    senarist kocanin silahi vardi, ama kullanmadi; kullanmayacakti. bunun yerine, karisindan kurtulabilmek için kendi davranislarini kullandi, evliligi için bir senaryo yazdi ve oynadi. aslinda filmde bu dogrultuda birçok öge var; karisindan kaçarak savasa giden adamin hikayesi, öldürmenin çözüm olmayacagi, "onu kaybedecegi"ne dair sahneler... ve roma, özgürlügün simgesidir. kadin, adam tarafindan kandirilir, yanlis yola düser. böylece suçlu kadin olacaktir, hayat olacaktir, ama adam olmayacaktir. kadin, çiktigi yolculukta kaybeder*. adam artik özgürdür, roma'ya yola çikar. kamera, ulysses'in çiktigi savastan, evine zaferle dönüsünü çeker.
    seklinde yorumlanabilen film.

    --- spoiler ---
  • fritz lang, michelle piccoli ve brigitte bardot oyuncu olarak bulunurlar bu filmde; jenerik yoktur, fonda filmde emeği geçenleri dış ses tek tek okur.
  • godardin bir diger alttan alttan giydiren filmi. isteyen istedigi gibi okur ama benim okumam su yonde;
    bir alman bir fransiz bir amerikali ve italyan set iscileriyle cekilmeye calisilan bir film. amerikan figuru goruldugu uzere gayet snob, yukardan bakan ve istedigini elde edebilecedini dusunen sekilde cizilmisken, alman figuru gayet makul , sofistike gorunmektedir. kadin figuru ise biraz gariptir, cunku "hayat beni zorluyor sen degil" sozunden de aslen istemedigi bir gidisata suruklendigini sezeriz, ortada gozle gorulen bir sey hem vardir hem yoktur. adamin onu "sozde" terkedisleri ve kisa zaman dilimleri sonrasinda geri donusleri, bu terkedisleri legallestirmedigi icin olusan muglak iliskilerinin gidisatini zedelemektedir. digerleri gibi izlemesi zevkli bir godard filmidir, dusundurur.
  • hatta:

    "jerry prokosch: whenever i hear the word culture, i bring out my checkbook. (to his assistant) come here. (he places his checkbook on his assistant's back and writes out a check.)

    fritz lang: some years ago - some horrible years ago - the nazis used to take out a pistol instead of a checkbook."
  • mavi:

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel

    le mépris (1963, yönetmen. jean-luc godard) (görüntü yönetmeni: raoul coutard)
  • kieslowski'nin üç renk - beyaz'ında afişi görülen filmdir.
  • asil adam rolunde michel piccoli oynar. bir de filmin orijinal muzigi* bes duyunuzu da tatmin edecek turdendir.
hesabın var mı? giriş yap