• filmin en güzel sahnesi kesinlikle amelie nin kek yaparken nino nun ona bakkaldan maya aldığını hayal ettiği sonra da gözyaşlarına boğulduğu sahnedir.o hayal kırıklığını o kadar güzel görürüz ki gözlerinde..çünkü herkesin yağmur yağarken kek yapmak isteyeceği biri vardır ama onun yerine gelen hep kedidir kedi..
  • imgelerin büyüsü..ayrıntılarda gizli yaşamlar..
    cüce, cam adam, renoir, inanılmaz güzel kediler,bir sebze bile olamayacak insan,ask mektuplari, inanmak istediklerimiz,fotograf öyküleri, bir teneke kutuya sığmış çocukluk, bir deste mektuba saklanmış aşk, illa ki çocukluk, yaşamları gözlemek,insanlara dokunmak, beklenenin gelmesi.. izlenilesi, keyif alınası, insana dair güzel film..
    (parmak göğü gösterirken , sadece aptallar parmağa bakar)
    (senin kemiklerin camdan değil, hayat seni yine de kırabilir),
  • iyi, hoş fakat filmin başında insana bir merak veriyorlar, ''çok acayip şeyler olacak şu kadar saat içerisinde ve tüm hayatı değişecek'' diye. sonra izliyorsun izliyorsun izliyorsun... aa bir bakıyorsun hiçbir şey olmadan bitiyor. yani dil bilmeyen, millet, ırk falan bilmeyen bir uzaylıya izlet, yaratık dile gelip ''bu fransız filmi mi?'' der. o kadar tipik yani bitiş kısmıyla. ilk izlediğimde lisedeydim galiba. etkilendim. amelie gibi beni mutlu edecek ufak şeyler bulmaya çalıştım, bulamadım. hatta kendimi kandırmaya çalıştım, sabah uyanıp hemen balkona çıkınca gelen üşümeyi seviyorum, çaya yirmi şeker atınca alınan şerbet tadı bir harika, her gün on dakika yataktan baş aşağı sallanınca tüm stresim gidiyor gibi şeylerle ama yemedi.
  • "sinemanın büyüsü" diye bir şey gerçekten varmış. insan iki buçuk saat boyunca bir filmi ağzı açık, hangi esprisine güleceğini, hangi görüntüsüne hayran kalacağını şaşırarak, aman hiçbir ayrıntısını kaçırmayayım diye telaşlanarak seyredebiliyormuş. gerçek dünyadan kopup filmin dünyasına öylesine dalabiliyormuş ki, sinemadan çıktıktan sonra girdiği markette "sebzelere onların da ruhu varmış gibi nazik davranıyormuş".
  • minicik detaylar biraraya geldiginde ne kadar kocaman bir guzellik yarattigini kanitlamis bir film. insanlari mutlu ederek mutlu olmanin ne kadar basit ve bir o kadar da zor oldugunu gosteren, sessiz, sakin, enerjik, doyurucu bir ask ve yasam hikayesi. izlenmeli, yasanmali.
  • --- spoiler ---

    filmin başında amelie'nin anteni bozduğu sahnede gollleri sıralayan oyuncu futbolu ile fransa'da hocalığı ile türkiye'de iz bırakmış saffet susiç'tir.

    --- spoiler ---
  • filmde amelie'nin nasıl bir mantıkla düşündüğünü örneklemesi açısından nino'nun gecikmesi üzerine kurduğu varsayımların bile, filmi izlemeye yeter sebep olabileceğini düşünmek mantıklıca. gerçi amelie olsa daha iyi bir kurgu yapardı hemen.

    --- spoiler ---

    nino çok gecikti. amelie'ye göre bunun sadece iki açıklaması olabilir:

    birincisi;

    fotoğrafı bulamadı.

    ikincisi;

    fotoğrafı birleştirecek zamanı olmadı, çünkü polis tarafından kovalanan üç azılı suçlu onu rehin aldı ve kaçmayı başardılar.
    ama bir kaza geçirdiler ve iyileşince hiçbir şey hatırlamıyordu.
    bir kamyon şöförü onu aldı ama bir kaçak olduğunu düşündüğü için, onu istanbul'a giden bir sandığa koydu. orada, afgan maceracılarla karşılaştı.
    afganlar onu sovyet füzelerini çalmak için yanlarında götürdüler ama kamyonları tacikistan'da bir mayına rast gelince infilak etti.
    tek kurtulan oydu. dağcılar ona yardım ettiler.
    ve o da bir mücahit oldu.

    sonuçta amelie, hayatının geri kalanını olmadık şeyler geçiren ve kafasında aptal bir şapkayla dolaşan biri için üzülmeye değmeyeceğini düşündü.
    --- spoiler ---
  • filmi dünya üzerinde en overrated film ilan edenlerin dünyadaki bütün overrated filmleri izleyerek en overrated filmin bu olduğuna karar verdiklerine inanmak gibi bir naiflik yaparak bu filmden ne anladığımı açıklamaya çalışayım, troller dışında ota boka "atmosferik yarrak metal" bakınızı vererek müthiş komikli espirikler yapan yazarlarımıza da eğlence fırsatı çıkar hem.

    "amelie seven kızı ezelim" furyası almış başını gidiyor, her ergen de kendini bir umut sarıkaya sandığında ortam biraz gergin oluyor, ama öfkem asla bu filmi beğenmeyenlere yönelik değil, olamaz da... çünkü, hiç kimse bir eseri beğenmek zorunda değildir, ama kıt kanaat bilgisiyle "romatik komedi bu" demek, "bunu seven kız özentidir kezbandır" demek bence şiddetli bir ayarı hak ediyor. erkeklerin kadınlara bok atmak -ve tabii arada diğer erkeklere de ibne diyebilmek- için bir filmi oyuncak yapmaları bence oldukça berbat bir hareket, çünkü filmler siz onu bunu "ibnedir, özentidir, kezbandır" diye etiketleyin diye yapılmıyor bilmem inanır mısınız? o bir eser, onun ardında ciddi bir emek var, kusura bakmayın ama o emek de tutup bir kutsal damacana'ya ya da recep ivedik'e harcanana benzemez. yani sen filmi yine beğenme, ama lütfen gerçekten kaliteli olduğu her halinden belli olan, bilinen bir sanat eserini, yani bir resmi, bir filmi, bir fotoğrafı, bir şarkıyı turnusol niyetine kullanmaya kalkma...

    ha kaldı ki kendini sinefil zanneden ergenlerimiz bu "aşağılama" işini anca amelie, anca eternal sunshine of the spotless mind üzerinden yapabiliyorlar, eğer quinceanera'yı bilseler onun hakkında da "kezbanın teki evlenmeden olmaz deyip sürttürüyor, sonra hamile kalıyor, boktan film" yazarlardı, ama işte anca en popüler filmleri bildiklerinden onları kullanabiliyorlar "kezban ayracı" olarak. çapları o kadar. bense, böyle filmlerin bu amaçla kullanılmasına sinir oluyorum. o bir eser, sen beğen ya da beğenme, bu iş için kullanamazsın. dikkat edin, bu insanlar aynısını, hiçbir bok bilmedikleri ve anlamadıkları başka şeyler için de söylerler "fargo sevenler entel olma özentisi, dali sevenler farklı olma özentisi içinde, bunuel sevenler yancıdan öte değil" falan da demeye kalkarlar. çünkü onlar "anlamıyorsa", hepimiz anlamamak zorundayız, eğer anladığımızı söylüyorsak kesin yalan söylüyoruzdur, kesin bi bok anlamamışızdır ama hava atmaya çalışıyoruzdur, kesin başka hiçbir filmi/ressamı/heykeltraşı bilmiyoruzdur... eeeh yettiniz ama artık! siz kimsiniz de kendi beyninin alamadığı her şeyle dalga geçmeye çalışan piç çocuğu oynuyorsunuz?

    gelelim bu entry'de esas anlatmak istediğim şeye... bir akım, kendini farklı sanat dallarında farklı şekilde belli eder. sinemada dalivari bir hayal gücü yoğunluğu beklemek bence biraz zor (gerçi dali'nin disney'e yaptığı çizgi film epey sıra dışıydı, ama o da çizgi film, yani normal sinema çekim teknikleriyle öyle bir şey yapamıyorsunuz, işiniz yine animasyona kalıyor) amelie ise, komple animasyon bir film değil, nitekim konsepti de bu değil. ben bu filmde sadece anlatımı güçlendirmek, karakterlerin iç dünyasını verebilmek adına filme eklenmiş bazı hayalî öğeler kullanmış olan jeunet'nin filmin genelinde o işi epey güzel kotardığını düşünüyorum. çünkü günlük hayatta geçen, gayet gerçekçi karakterlerle işlenmiş bir filme, konu bütünlüğünü bozmadan daha fazla hayalî öğe eklenmesi mümkün değildi. bu durum, filmi bambaşka bir konsepte taşırdı, kendi içinde değişirdi. haa, ama derseniz ki "çok daha sıradışı, çok daha büyülü gerçekçi bir film olabilirdi" vs., eğer filmin geçtiği ortam tamamen bir yaratı evren olsaydı, mesela yine aynı yönetmene ait olan delicatessen gibi başlı başına alternatif evrende, tamamen film için yaratılmış bir dünyada geçseydi, çok daha fazla gerçek dışı öğeyi kaldırabilirdi, nitekim delicatessen de amelie'ye göre çok daha yaratıcı bir filmdir, çünkü o film bunun için, buna göre yaratılmıştır.

    bu görüşlerime itiraz edilebilir, "hayır çok daha fazla x akımının izini taşıyabilirdi" denebilir ya da "bu film hiç hayalî öge içermese, başlı başına öyle bir film olsa daha iyi olurdu" denebilir, "amelie ırkçı bir film, film boyunca hiç siyahi fransız görmedik, siyahların olmadığı bir paris olabilir mi ulan?" denebilir, "tamam her şey iyi güzel ama bilmiyorum, bana bir şey hissettirmedi film ve benim için de önemli olan bu, o yüzden beğenmedim" denebilir, ama çok rica ediyorum "kezban filmi bu yaa", "bunu seven entel gözükmek için seviyor", "kızlara yaranmak isteyen meriçler izliyor bunu", "bunu seven ibne gibin, puşt gibin biri", "bi bok yok olm bu filmde, neyini anliyim", "yarraaamın sürrealizmi" filan gibi cümleler kurmadan önce bir kez durup düşünün. o anda çok zavallı, çok cahil, cehaletiyle övünmeyi marifet sana bir aptal gibi gözüküyor olabilirsiniz.

    hoş, gerçekten entelektüel olan insanlara "entel" aşağılaması yapan, bilmediği-anlamadığı şeylerle bilip anladığından daha çok övünen, "çok düşünüyon, düşünme" felsefesiyle yetiştirilmiş insanlarsanız, o cümleleri yine sarf edeceksiniz korkarım.
  • filmi bir duman şarkısıyla özetlemek gerekirse

    ''ah eğleniyor kendi başına
    ah neşesi yeter...''
  • hala nasıl oluyor da "feel good" diye kategorize ediliyor, nasıl olur da mutluluğun formülü olarak sunuluyor anlayabilmiş değilim.

    ilk defa izleyenleri mazur görebilirim; onları angband'ın zindanlarına ya da malta'ya falan sürgüne göndermeyi uygun bulmuyorum(gönderecek malta da kalmadı zaten) ...yalnız bu filmi birden fazla kez izlemiş olan ve hala aynı şeyi savunan adamlara bir çift sözüm olacak:

    -olm ben çok üzülüyorum lan! bu film beni artık çok hüzünlendiriyor. tarifsiz kederlerle oynaşıyor, peluş oyuncağımı aşındırıyorum. gerçekten de amelie'nin filmde var olarak bir film süresi boyunca temsil ettiği her şey o kadar uzak o kadar imkansız ki...hiçbir zaman bu naiflikte bir aşk yaşayamayacak olmanın hüznünü yaşamıyor musunuz siz?

    ne, "koy götüne gitsin" mi? ne yapayım, "bu mevsim çok güzel hatunlar var" kaçırmayayım mı? siz bu filmi hak etmiyorsunuz...şimdi beni yalnız bırakın...
hesabın var mı? giriş yap