• sadakatsizlik konusunda kadın ve erkek arasındaki farkı ortaya koyan, hangisi daha sadakatsiz sorusunu sordurmayı amaçlayan ve bunu başaran film.

    --- feci spoiler ---

    kadına engel olan tek şey ertesi gün kocasının yüzüne bakamayacak olmasıdır, kocasına duyduğu sevgi falan değil. onda ayrıyken son derece mutlu, gülen, eğlenen, flört eden kadındır. kocasıyla en mutsuz anlarında ise hep eski sevgilisini düşündüğünü anlarız, mutluyken değil ama... kocasıyla çıkarken makyajını takside yapan, günlük kıyafetleriyle çıkan kadın, eski sevgiliyle çıkarken saatlerce özene bezene hazırlanır ve en güzel giysilerini giyer. ama...

    erkek ise diğer kadınlayken gergin, endişeli ve ne yapacağını bilemez durumdadır. yöneten diğer kadındır, o ise yönetilen... karısını sevdiğini söylemekten çekinmez ama sonra çatır çatır gereğini de yapar ve suçluluk duyguları içinde hızlıca olay yerinden uzaklaşır.

    --- spoiler ---

    filmden çıkan sonuç:
    kadın mutsuzsa ve/veya yalnızsa (ihmal ediliyorsa) kalben ve zihnen aldatır. kocasının dizinin dibinde olsa bile... (bedenen aldatmasının veya aldatmamasının bu noktadan sonra önemi var mı? )

    erkek her şekilde aldatır.
  • soylenmesi gerekenlerin bir cogu soylenmis, bu etkileyici filmle ilgili su ana kadar.

    başımdan bir evlilik geçmiş olmasıdır, bazı detayların beni belki de daha çok etkilemesinin sebebi, bilemiyorum; ancak oldukça ince dusunulmus, bir adet mimiğin veya kelimenin bile fazlalik oldugu hissi vermeyen son derece gercekci bir film olmuş bunu rahatlıkla söyleyebilirim. iliskilerin toz pembe dunyasini degil, idealin bulunuldugu sanildigi ortamda bile insan benliginin icindeki bosluklarin bireye nasil baski yaptigini, bunu doldurmak için bazen nasıl yoldan çıkma eğilimlerinde olunabildiğini cok iyi betimlemis. sadece içindeki boşluğa değil, içindeki diğer benlere değil, beraber olduğuna sadakat unsurunun altı çizilmiş. saygıdan gücünü alan bu sadakatla bireyin tutsaklığa nasıl gönüllü olabildiğinin veya bununla mücadelesi son derece etkileyici şekilde anlatılmış.

    ic burkan detaylarla dolu, bir çok sahnesinin belki de saatlerce, günlerce, hatta hayat boyu, düşünme etkisi yaratabilme potansiyeli olan bir film. ancak spoiler adi altinda iki tane alt metin sorusu var ki bunları ilaveten dile getirmek istiyorum.

    spoiler

    filmin sorduğu iki soru var ki üzerinde çok daha fazla düşünülmesi gereken kanımca.

    birincisi kadın erkek arasında en başından beri süre gelen soru. pek sevemediğim o seksist soru. erkek mi daha zayıftır , yoksa beraber olmak isteyen kadın erkeği baştan çıkarmak hususunda daha mı başarılıdır?

    ikinci olarak filmin son sahnesiyle verilen, veya benim verildiğini sandığım ama es geçilemeyecek ,esas olarak tek önemli olan, bir soru daha var kanımca.

    aldatmak bazı durumlarda acabaları yok etmeye yarayıp daha kuvvetli bir şekilde asıl ilişkiye dönmeye mi sebebiyet vermektedir erkeğin yaptığı gibi yoksa. evet böyle bir yanı da var mıdır aldatmanın yeri geldiğinde, ve bunu birey nasıl kabul edebilir veya ettirebilir ki?

    ve ve aldatmamak, yani benliğin isteklerini, arzularını bastırmak ise son sahnede olduğu gibi eşinin seni seviyorum' una karşılık verememek duygusunu mu bünyeye zerk etmektedir? yitirilmiş mevsimler, yapılmış fedakarlıklar... bu duyguyla eşinden bir uzaklaşmaya mı sebebiyet verecektir nihayetinde bu fedakarlık(!).

    yıllardır düşündüğüm hususlardan birisidir. evet evliliğim süresince ve öncesinde hiç aldatmadım. özel bu yönde bir heves veya bir bastırılmışlık bile yaşamadım. ama yitirilmiş mevsimler duygusu boşanmamda çok büyük bir etkendi. evliliğimi yaşarken hissettiğim, ancak evliliğim sonrası ise adını koyabildiğim bir duygu. o boşanma imzasını attığımda yaşadığım mutluluğun sebebi bu olsa gerek dedim, son derece severken, her şeye rağmen, hislerime güvenip ayrıldığımda. benliğin tek bir şey istememesi, içimizdeki diğer benlerin istekleri ve azadın getirdiği mutluluktu bu sadece.

    kişi onunla, içindeki tüm boşlukları ama tüm boşlukları onunla dolduracağım algısıyla, içindeki diğer tüm ben'leri inkar ederek yola çıktığı zaman, ve dışarıda akan hayatın hiçbir unsuruyla ilgilenmemeye çalıştığı zaman, bu yitirilmiş mevsimler hususu baş gösteriyor bir süre sonra illa ki. ancak algı genelde tam ters yönde. öncesinde ne kadar çok fedakarlık o kadar çok sevgi ölçütü olarak algılandığı için hatta, sonradan "son" çok daha bir acılı oluyor en az taraflardan birisi için. evet, geçmişte tam öldür(e)mediklerimizin hayaletlerini yanımıza yoldaş yapmamalıyız bu adımı atarken, bekar hayata dair hiçbir büyük ukte kalmamalı. zira işte kalırsa, o vazgeçişler ve hayaletleri bireyi bir süre sonra tutsağa çeviriyor nihayetinde. gardiyanı ise eşi, ve kendisine olan öz saygısı oluyor. bir imza atmış, bir söz vermiş nihayetinde birey. bu iki arada ezilmeye başlıyor.

    aynen böyle cereyan ederken iç dünyada olaylar, birey bir süre sonra, kendisine saygı diye adlandırdığı şeyin aslında içindeki diğer ben'lere saygısızlık olduğunu, artık seslerini bastıramadığında anlıyor. içinde bir tane ben olmadığını belki binlercesi olduğunu, ve aslında hepsine büyük bir saygısızlık yaptığını çok daha sonra anlayabiliyor. o noktada bir karar alıyor. ya eşine ya da kendisine sadakat. ya kabulleniş, ya da aldatma, kendisini ve eşini. ama daha da önemlisi bence kendisini...

    benim için vazgeçtiğimi farketmediğim şeyler diğer ruhlar, bedenler değil, sosyalliğimdi, değişen hayatımdı. eski hayatımdan bilinçli veya bilinçsizce bir vazgeçişim vardır işte benim de. benim de mevsimlerim bir şekilde yitiyordu, ve nihayetinde isyan eden içimdeki diğer ben' ler oldu. ve sonrasında ise kendime sadakat... aslında eşime olan sadakat ve saygı...

    acaba kadının yaşadığı da bu kopuşun başlangıcı mı dedim, yazılar akmaya başladığında...

    spoiler

    yıllardır düşündüklerimi biraz daha netleştirdi biraz da işte böyle. sevdim bu filmi.
  • 2010 yapımı bir massy tadjedin filmi. modern hayatı fon alan yapım, ilişkiler ve aşk üzerine sade ama çarpıcı sahneler sunuyor.

    --- bruce willis ölüymüş ---

    -açılış sahnesi harika. keira knightley ve sam worthington' dan oluşan reed çifti bir partiye hazırlanıyor. ve paralel kurgularla gecenin farklı anlarına şahit oluyoruz. jo'nun art arda hem mutlu hem endişeli hallerine tanık olmak sinemasal açıdan güzel bir deneyim.

    -filmin iki kadın oyuncusu eva mendes ve keira knightley vücut tipleriyle tezat oluşturuyorlar. birincisi dolgun hatlarıyla dünyevi, şehvetli bir tipken; diğer kadın fazla zayıf ama zarif bir görünüm taşıyor.

    -fazla zayıf demişken keira knightley ciddi anlamda çok zayıf. yüzü peri kızları kadar güzelken, bu kadar sıska bir vücudu tercih edip kendini çirkinleştirmesini anlayamıyorum. birkaç kilo almasında hiç bir sakınca yok, hele vücuduna bakınca.

    -hikaye günümüzde geçtiği için cep telefonu ve bilgisayar gibi teknolojik aletler de filmde yer alıyorlar. ama eğer kişi istemezse her türlü iletişim olanağına sahip olduğu halde karşıdakiyle bağını koparabilir. işte film bunu çok güzel yansıtmış. jo, kocasından gelen aramayı yanıtlamıyor veya konuştuğu zaman kısa, yetersiz cevaplar veriyor. alex' de iletişimde yeterli bulmadığı için jo'nun maillerine cevap vermediği iddiasında.

    -gene modern, şehirli yaşamda karşımıza çok çıkan bir şey: alkol. hem de çok miktarda. karakterlerin, geceleyin neredeyse her sahnede ellerinde içki dolu kadehler var. alkol artık iletişimin bir parçası haline gelmiş.

    -tabii, vurucu son sahne de tereddütlerde bırakıyor izleyiciyi. benim fikrime göre jo, son sahnede yaptığı mimikle 'dün gece'yi sonlandırdı. kocasına ve evliliğine geri döndü.

    -filmle ilgili söylenebilecek olumsuz bir durum da durgun olması. daha sürükleyici hale getirilebilirdi belki.

    --- bruce willis ölüymüş ---
  • --- spoiler ---

    “i always think about you when things aren’t going well.”

    --- spoiler ---
  • aldatmak nedir, asıl aldatan kimdir sorularının cevabını bir yerde tokat gibi yüzüme çarpan film olmuş.

    --- spoiler ---

    aldatmak sadece "o" olmayan bir bedenle sevişmiş olmak mı?
    yoksa
    "onun" dışında bir başkasını düşünmeye başlamak mı?

    şimdi, asıl aldatan hangisi?
    kadın sadece diğer adamla sevişmediği için aldatmamış mı oluyor?

    hayır, asıl kadın aldatıyor. hep aldatmış üstelik. hep aklında o diğer adam varmış.

    adam da aldattı.

    ama en azından kadına göre daha masumdu. buna masum demek de doğru değil sanki ama.
    en azından sevdiği kadının yanına isteyerek geri geldi.
    ama kadın, gidenin ardından göz yaşı döktü.

    kadın kocasını sevdiği için değil, diğer adama güvenmediği için seçmişti.

    adam yaşadığına pişmandı, kadın yaşamadığına.

    --- spoiler ---

    pek bi alakasız yüzeysel not:
    kıvrımlı hatlara sahip kadın güzel kadındır.
  • ben beğendim, olmuş bu film.

    öncelikle son derece sığ bir şekilde başlıyorum değerlendirmeye.kadro tadından yenmeyecek cinsten,sırf bunun için bile iki cins de rahatlıkla izleyebilir:
    olgun ve dolgun kadın severim diyen beylere: eva mendes
    kaslı erkek severim diyen hanımlara: sam worthington
    yok ben kadının zarif olanını severim diyen beylere: keira knightley
    kas filan boş işler bir güzel gülüş dünyaya bedel diyen hanımlara ki şahsım da bu gruba dahil:guillaume canet
    daha ne ister insan.

    ekşi, kutsal bilgi kaynağı olduğuna göre filmin konusunu da yazmak icap eder ama ve lakin spoiler vermeden yazmak neredeyse mümkün değil. bu yüzden iksv'den copy paste'in gücüne sığınıyorum:(yalnız filmin adı "son gece" yerine "dün gece" olsaymış sanki daha uygun olacakmış.)

    "sadakatsizlik nedir? sevişmek? flört etmek? aklından geçirmek? new york’lu mükemmel çift joanna ve michael, michael’ın çekici ve işveli bir arkadaşıyla çıktığı iş gezisi sonrası aldatmak, pişmanlık ve arzu üzerine acı bir biçimde kafa yoracaktır. ama bunun sonucunda joanna eşini suçlayacak ve başkasının kollarına itecek, sonra da kendisine hâlâ âşık olan eski erkek arkadaşıyla öylesine buluşacaktır. bu işin sonu nereye varacaktır? iran asıllı amerikalı senarist massy tadjedin’in ilk yönetmenlik denemesi olan bu romantik dram, 2010 toronto film festivali’nin kapanış filmi oldu."

    --- spoiler ---

    filme gelirsek , imdb vs. gibi sitelerde çok yüksek puanlar almamış ama bence son derece etkileyici bir yapımla karşı karşıyayız. çok az karakterle nispeten kısıtlı mekanlarda ilerleyen filmin yönetmeni belini diyaloglara ve anlık bakışlar,mimikler,hareketlerdeki duygu geçişlerine dayamış, çok da iyi etmiş. sam worthington ve eva mendes bu kadar ağır ilerleyen bir filmde kendilerinden beklemediğim kadar iyi performanslar sergilemişler. guillaume canet'e zaten söyleyecek sözümüz yok. keira knightley ise -kendinden aslında pek haz etmezdim ama- bence neredeyse ödüllük bir performans sergiliyor.

    filmde hiçbir şey siyah ya da beyaz değil, griler üzerinden gidiyor her şey. hiçbir karaktere neden sadakatsizlik yapıyor diye kızamıyorsunuz.kendilerince haklı nedenleri olduğundan değil gerçek hayattaki gibi olduğu için.gerçek hayatta da herkes her zaman doğru kararları veremiyor. hiçbir ilişki/evlilik dışarıdan göründüğü gibi -hatta belki içeriden göründüğü gibi- mükemmel olamıyor.bu filmdeki gibi iki tarafın da belki de adını koyamadığı sorular, pişmanlıklar, şüpheler yönetiyor aslında ilişkilerimizi.işte film bence tam da bu açıdan yani gerçek hayattan kopmadığı için başarılı.diğer bir başarısı ise karakterler ve ilişkilerinin kurgusu: sanki michael ve laura tam kuzey amerika'nın estetik anlayışlarına uygun ve daha yüzeysel karakterler olarak sunulurken joanna ve alex hem karakterleri hem de ilişkilerinin şekli ile daha zarif, daha derinlikli hatta bir nebze bohem gösterilmeye çalışılmış seyirciye.(zaten bu iki karakterin de avrupalı olması pek tesadüf değil gibi) michael'in, laura'yla geçirdiği gecenin sabahındaki pişman hali ile joanna'nın max'in arkasından yaşadığı üzüntüyü karşılaştırınca film bittiğinde fiziksel olarak -hem de bir kere de değil- aldatan sadece michael olmasına rağmen asıl aldatanın laura olduğu izlenimine kapıldım şahsen. kadın olduğum halde bana deseler ki "seçmek zorundasın: eşin bir gecelik bir ilişki mi yaşasın yoksa hala çok derin duygular beslediği eski sevgilisiyle yarım kalanların, yaşanamayanların pişmanlıklarını yâd ettikleri birkaç saat mi geçirsinler?" sanırım bu filmden sonra ilkini tercih ederdim.

    --- spoiler ---

    bitirmeden, naçizane, bir uyarımı da yapmak isterim. konu olarak ilk anda çok örtüşüyor gibi durmasa da en son revolutionary road'da bu kadar gerilmiştim. iki filmde de ilişki/evlilik açmazlarını izlerken insan ister istemez günlük hayata uyarlıyor bazı şeyleri ve sorgulamalar başlıyor kafada.bu yüzden ilişkilerinin/evliliklerinin cicim aylarını geçirmiş çiftler, hele de izlediklerini içselleştirme eğilimleri varsa, bu iki filmi de seyretmeden önce bir kere daha düşünmeli bence.
  • sinema filmlerinin kalitesini o filmin sonu olması belirlemez ki, bu filmin bir sonu vardı zaten. " everything will flow" ...

    gayet şık bir filmdi. ne eksiği ne fazlası ne abartısı olan. senaryo ve kurgu yeterince senkronize olmuştu filmde. oyuncular ünlü olmayınca beklentiler düşük kalır her zaman. filmin başrollerinde hollywood starlarını koysaydınız bu filmi beğenmeyecektiniz. ancak bu denli az oyuncu ve mekan ile gayet başarılı bir film olmuş.

    bence closer 'dan sonra yapılmış en iyi ilişki filmi. film dram üzerine kurulu ancak karşı cinslerin birbirleriyle olan diyaloglarının alt metinleri seyirciye direkt öz eleştiri, geçmişe yolculuk ve birkaç soru ile başlıyor. hangi insanın hayatında, düzenli giden bir ilişkide eski sevgili çıkmazı yaşanmaz ki? bunu da tam sadelikte aktarmış film seyirciye.

    --- spoiler ---

    kadın, eski sevgilisine hala kayıtsız kalamazken, eşine olan sadakatini asla göz ardı edemiyor. tüm benliğiyle eski sevgilisinin olmak istediğinde, kocasına duyduğu saygıdan dolayı geri adım atıyor.

    erkek ise, en başta karşı çıktığı ve kabul etmediği durum ile gayet baştan çıkarılabilir oluyor ve sonunda dürtülerine yenik düşüyor.

    al sana basit kadın-erkek farkı. hani venüs ile mars vardı ya. ha işte ondan... kadın, her şeye rağmen, kendine hakim olabilir ve dur diyebilir. erkek ise, her ne kadar kabul etmeyip red etse de, yine kadın tarafından baştan çıkarılabilir ve yenilebilir.

    --- spoiler ---

    belki "teenage" kitleyi tatmin etmeyen bir film olmuş olabilir. ancak, 30 yaş neslinin tam da aradığı filmlerden biridir bu. güzel bir geçmiş özetidir. yormaz, zorlamaz. basit ve kolay bir dille, belki küçük bütçe ile, nokta atışını tam yapmış...

    tek kelimeyle bayıldım!
  • kadınların ve erkeklerin bilinçaltı seçimlerinde birbirlerine ne kadar tezat olduklarını bence en doğru cast'la ortaya koyabilmiş film.. hiçbir kişisel ilişkiden etkilenmeksizin - heteroseksüel bir erkek için kadınsı dolgun hatlar karşı konulamaz çekiciliğe sahipken; heteroseksüel bir kadın için güzel gülen, o konudan bu konuya geçerek her şeyi konuşabildiğin, eğlenceli erkek figürü karşı konulması zor özellikler. o değil de, guillaume canet'nin bu kadar güzel güldüğünü anca bu kadar güzel ağladığını gördükten sonra kabullendim.

    edit: imla.
  • yapılmış en başarılı ilişki filmlerinden biridir zannımca, imdb tarafından ziyadesiyle "underrate" edilmiştir.

    belki de filmde kendinden bir şeyler bulmak şart keyif almak için, bilmiyorum.
    fakat amaç aldatma kavramını sorgulatmaksa, yönetmen ve senaryo amacına ulaşmış diyebilirim.

    michael'ın yalan söylerken ıkınıp sıkılması karşısında jo'nun rahatlığı,
    film boyunca michael'ın jo'ya olan sevgisinden hiç şüphe etmememize rağmen günün sonunda "baştan çıkarılma"ya yenik düşüp gardını indirenin yine michael olması,
    diğer taraftan jo'nun sürekli kendini durdurması,
    jo derin duygular beslediği ve bir geçmişi olan adama karşı gardını indirmezken michael'ın kendisine hiçbir şey ifade etmeyen, pespaye bir hatuna direnememesi,
    dikkati çeken noktalardı.

    jo her ne kadar hislerine ve arzularına yenilmeyip cinsel bir aktivite içine girmemiş olsa da, michael'ın yaptığının daha masum görünmesiydi burda anlatılmak istenen.
    yıllarca hep aldatmayı başka bir karşı cins üyesiyle yatmak olarak tanımladık ama belki de gece uyuyamadığında o'nu düşünmekti aldatmak?
    jo mu aldattı, michael mı?

    film, insanın suratına aniden inen okkalı bir osmanlı tokadı gibi gerçekçiydi bence.
    ve bu kadar gerçekçi olmasını da belirsiz biten sonuna borçlu..
    jo'nun da söylediği gibi, sabah kalktığında o gün neler olacağına dair en ufak bir fikrin yok.. yüzlerce, binlerce gün hiçbir şey olmadan geçmiş olabilir ama o gün bir anda dünyan değişebilir.
    nasıl şu anda benzer hikayelerin içinde olan insanlar ilerde neler olacağını, olayların nasıl sonuçlanacağını bilmiyorsa, biz de jo ve michael'ın sonunu bilmiyoruz.

    her şeyiyle çok çok etkileyici bir film olduğunu düşünüyorum, mutlaka görülmeli..
  • gayet de kadin dusmani bir film.
    klasik bir "erkek aldatir kadin aldatmasin" filmi.
    erkegin tahrik olmasi dogal, vah vah seytan kadin bastan cikardi.
    aldatsa da erkek masum, erkek hep magdur, aldatmayan kadin dusunsel olarak sey ettigi icin suclu. kadin hep suclu.
    oldu.

    ayrica jo ve alex'in yarim kalmis aski ic acitti.

    bir tarafta sirf seks dusunen iki zayif ve karaktersiz insan, diger tarafta goz yaslarina ve asklarina ragmen en buyuk ihaneti sarilip uyuma naifligi olan iki karakterli insan.

    ondan sonra yok michael masummus asil seytan kadinmis. guzel ic camasiri giymismis, yatmamis olmasi da kadini aklamazmis, dusuncesinde biri varmismis. erkegin somut eylemi ise sayilmazmismis sirf cinsellikmismis..
    oldu.

    asklarina ragmen evlilige ve iliskideki otekine saygi duyan iki insanla, sirf zevk olsun diye hicbi boku sallamayan iki duygusuz sikisken pis tipin karsilastirmasini yap. alik michael'i da hakli gor, bu da film yorumun olsun.
    yorum falan degil bu mizojini.

    boyle filmler dunyayi da ozetliyor aslinda.

    aldatilsa da kadin suclu, aldatmayinca da kadin suclu. erkek? ooo o hep hakli.

    alinacak ders var: evlenmeyiniz.
hesabın var mı? giriş yap