• mektup arkadaşı lady rich'e 16 mart 1718'de beyoğlu'ndan şu satırları yazmıştır:

    "babil kulesini hatırlatan bir yerde oturuyorum: beyoğlu'nda türkçe, rumca, ibranice, ermenice, arapça, farsça, rusça, slovence, almanca, hollandaca, fransızca, ingilizce, italyanca, macarca, eflakça konuşuluyor. işin en kötüsü de bu dillerden onunun benim evimde konuşulması. ahır sorumlularım arap, fransız, ingiliz; uşaklarım alman, sütnine ermeni, evde yardımcı kızlar rus, yarım düzine kadar uşak rum, bina yöneticisi bir italyan, yeniçerilerim türk, öyle ki sürekli bunların çıkardıkları ses karışımını dinliyorum. buranın yerlilerinde bu durum garip bir tesir uyandırıyor. çünkü onlar bu dilleri okuyup yazmaksızın tek birisine hakim olmadan aynı anda öğreniyorlar. burada beş veya altı dilde bir dizi kelime bilmeyen kadın, erkek, hatta çocuklara nadiren rastlanır. ben bizzat italyanca, fransızca, rumca, türkçe ve rusça konuşan üç dört yaşlarında çocuklar tanıyorum. rusçayı genellikle rusya'dan gelen dadılardan öğreniyorlar. bu size inanılmaz görünüyor değil mi? bence de öyle, bu, ülkenin en garip yönlerinden birisi ve bu durum fransızca ve italyanca bilgileri çok sathi olduğu halde kendilerini olağaüstü deha sahibi gibi sunan bizim hanımların itibarına gölge düşürüyor."

    mektubun başında ingilizceyi unutmaya başladığından ve dilinin zayıflamasının kendisini üzdüğünden şikayet eden leydinin 18. yüzyıl başlarında istanbul'daki nüfussal ve kültürel yapı hakkında anlattıkları bunlar. o istanbul'da bir gün geçirmek için neler vermezdim. böyle bi zenginliğe ev sahipliği yapmış şehrin hali şimdi ne kadar üzücü.

    şark'tan mektuplar'ı okuyorum bu ara gerçekten müthiş bir seyahatname. leydinin betimleme gücü ve erkeklerin giremeyeceği yerlerden gözlemleri çok değerli.
  • iyi aile kızı deyimini hak eden kadınlardan birisidir, genç kızlık ismiyle mary worthley. (1689-1762). 18. yy.'in ilk yarısında ne kadar önemli sahsiyet varsa hemen hemen hepsiyle görüsmüs, mektuplasmıstır genç kızlık zamanında. pen friend'inin agabeyi ile evlenip lady montagu olan mary, evlenince kocasının sürekli isleriyle ugrasmasından dolayı çok sıkılmıstır. kocası gerçekten de, amcaoglu john montagu'nun icadı sandviçin patentini alıp bunu heryerde satmak için magazalar zinciri açmak istemekte, icatin sahibi ise "daha zaman erken, daha dondurucular icat edilmedi, satamadıgımız mal elimizde kalırsa ne yaparız" diye itiraz etmekte, lady montagu de bu tarıismalardan çok sıkılmaktaydı gerçekten de. haklıydı da. genç kızken hayal ettigi evlilik bir sandviçe indirgenemezdi dogal olarak. ama illa da evlilikle sandviç arasinda bir ilgi olacaksa, bu uykulu sandviç olmalıdır diye aklından geçirmekteydi. "daha kitle turizmi baslamadan söyle bir doguya dogru geziye çıkayım" diye düsünür sonunda. aslinda niyeti katmandu'ya gitmek olmasina ragmen kocasina ben 'india'ya kadar bir gidip gelecegim demis, kocası da bunu 'italia' anlayip itiraz etmemistir.

    türkiye'ye geldiginde özellikle edirne ve istanbul'da bol bol dolasmıstır. (bazı kaynaklar kocasının istanbul'a elçi olarak gönderildigini, lady montagu'nun de o nedenle istanbul'a geldigini iddia ederlerse de bu, 18. yy.da genç bir kadinin tek basina dolasmasindaki acayipligi ört bas etmek için uydurulmus bir resmi tarih versiyonundan baska birsey degidir). istanbul'da çemberlitas'ta bulunan bir youth hostel'de kalan lady montagu çay ve simitten ibaret kahvaltılarını çorlulu ali pasa medresesinin avlusunda yapıyor, oradan ingilitere'deki tanıdıklarına mektuplar yazıyordu. bu mektuplarinda özellikle 18. yy. türkiye'sindeki kadinlarin durumunu incelemistir. (bu mektuplar modern sosyolojinin ilk önemli eserleri sayılır. daha sonraları, kadin muhabbetlerinin amerikan üniversitelerinde yapilan biçimine verilecek ad olan women studies icat olunmadan, 19.yy'da friedrich engels lady montagu'nün mektuplarini okuyacak, "o zaman türkiye'de kadinlara ne yapiliyorsa simdi de ingiltere'de isçi sinifina o yapiliyor" diyerek bir çırpıda inglitere de emekçi siniflarin durumu'nu yazacaktır).

    sultanahmet camii'ni gezerken, sonradan üçüncü ahmet oldugunu anladıgı, "burayı dedem birinci ahmet yaptırdi, hem de altı minareli yaptırdı, biz altı rakamını pek severiz ailecek"*** diyerek bıyıklarını buran, sonra da "ama cami simdi namaz vakti oldugu için kapalı. istersen benim yakındaki eve gidelim de elmas koleksiyonuma bir göz at" diyen adamdan hiç hoslanmamıs, "sen adresini birak ben sana sonra yazarım" demistir. bıyıklı adamın verdigi adresi görünce, ki "devletlûnun ta kendisi, topkapi sarayi, 34000 istanbul"*** yazıyordu, bozuntuya vermemis, gülümseyerek "...gerçekten yazacagim" diye eklemistir. üçüncü ahmet çok mektup gelecegini umarak bunlari barindirmak için topkapi sarayi'nda simdi adiyla anilan kütüphaneyi yaptıradursun, lady montagu ingiltere'ye dönmüs, türkiye'de gördügü çicek asisi, apartman kapiciligi, patates sogan ve bilumum ihtiyaç malzemelerinin arzini her an saglayan çevik kuvvet gibi ileri uygarlik unsurlarini ülkesinde yaymaya çalismis ve chamber of porters, chamber of mobile services gibi meslek kuruluslarinda örgütlenmelerini ve bu meslek kuruluslarinin da üyelerinin meslek ahlakina uymasini saglamasina dikkat göstermistir. türkiye'de gördügü kadin elbiselerinden esinlenerek londra'yi bir moda merkezi yapmaya çalistiysa da birinci françois'nin destekledigi, fransiz devriminden sonra haute couture diye bilinecek o zamanin couture royale'i ile rekabet edememistir. yüzyıllar sonra, yayınlanan ve hâlâ ilgiyle okunan mektuplarının yanısıra "katmandu'ya kadar söyle bir uzanayım" deyip de sultanahmet'te takılacak gençlere öncülük etmesiyle de anılacaktır.
  • çiçek aşısının icat eden türk kadınları tarafından nasıl uygulandığını şöyle anlatmıştır:

    (ingilizce metnin, cevdet paşa tarafından çevrilmiş mükemmel osmanlı türkçesiyle)

    "çiçek illeti burada aşı ta'bir olunur bir iş ihtirâıyla bütün bütün zararsız bir şey olmuştur.

    burada birtakım kadınlar var ki bunu san'at ittihâz edip yazın şiddetli sıcakları geçtikten sonra güz faslında eylül ayında icrâ ederler.

    şöyle ki nice adamlar ahbâbına haber gönderip 'aşılanmak ister misin' deyu istifsâr ederler.

    ve cem'iyyet edip teferrüce giderler. tamâm onbeş onaltı kişi bir yere ictimâ' ettiklerinde bir ihtiyâr karı bir ceviz kabuğu içinde, en iyi çiçek çıkarmış olanlardan birinin çiçeği cerâhatini getürüp, 'hangi damarından aşılanmak istersin' diye herkesten sual eder ve ânâ göre o damarı deler ki acısı ancak bir tırmık acısı kadar olabilir, oraya iğnenin alabildiği kadar cerâhat ilkâ eder ve üzerine bir yarım ceviz kabuğu kapatır..."
  • "türk kadınlarının en büyük süsü türk oluşlarıdır. onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. çünkü her türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır." sözlerinin sahibi ingiltere'nin osmanlı elçisinin eşi.
  • (bkz: çiçek hastalığı) geçirip,yüzünde hastalığın izleri kalmış olan ve istanbul 'da yaşadığı dönemde çiçek aşısının uygulanmasını hayretle gören kadın. iki çocuğunu istanbul 'da aşılatmıştır. ingiltere'ye dönünce de aşının ingiltere'de kullanılmasına yönelik agresif çalışmalar yapmıştır.
  • nevşehirli damat ibrahim paşa ve george washington arasında, amerikalı bir bestecinin dağarcığında kurulan enteresan bir bağın düğümünü bilmeden atmış olan türk dostu ingiliz hanımefendi..

    https://www.academia.edu/…şiirinden_doğan_bir_şarkı

    ne tatlı ayrıntılar..

    ___
    bin yıl sonra linkler kaybolup gittiğinde arayanlar için makalenin künyesi:
    "lady mary montagu ve nevşehirli damat ibrahim paşa’nın şiirinden doğan bir şarkı" - emre aracı, 2015

    alternatif link:
    https://emrearaci.weebly.com/…ante_october_2015.pdf
  • 18. asırda dersaadet'e gelen bu asil leydi türk kadınlarını pek bir sevmiş olsa gerek ki haklarında şöyle demiş: «şüphe yok ki türk kadınları bizden çok hürdür.» bizler için pek garip bir ifade. dışarıdan bir gözün söyledikleri ile bizim söylediklerimiz çelişki içerisinde. lâkin leydinin sözüne itimadım var.
  • 18. yüzyıl başinda arnavutluk'tan geçerken,
    şu gözlemi yapmıştı:

    "hristiyanlar ile müslümanlara bölünmüş halde yaşayan ve bir ihtilafa düşmeyen insanlar en iyi dinin hangisi
    olduğundan emin olmadıklarımı açıklıyorlar; ama hakikati inkâr etmek istemedikleri için, temkinli davranarak
    cumaları camiye, pazarları da kiliseye gidiyorlar."

    arnavutların selamet yolunda başvurdukları bu güvenceler benzersiz bir örnek sayılmazdı. makedonya'nın hellence konuşan toplulukları da bu temkini paylaşıyorlardı; dinlerinin ne olduğu sorulduğunda, "bakire meryem'in
    şetaatiyle miüslümanım" diyorlardı.

    osmanlı imparatorluğu ve avrupa
  • mektup arkadaşı olmak istemeyeceğiniz türden bir üsluba sahip, mektuplarını lüzumsuz şekilde uzata uzata yazan, 18. yüzyıl başlarında ingiliz elçisinin eşi olarak saraylarda takıla takıla türk kültürüne hayranlık besleyen ve türk kadınlarını her fırsatta övmezse ölecek adlı hastalığa tutulmuş hanfini, yazdığı tüm mektuplarda şöyle güzeller, böyle asiller, öyle bombastikler diye diye uzatmış mektubu. türk kadını dediği de halk değil tabii ki, saraylarda köşklerde yalılarda çılgın tedrisatlardan geçmiş sözde soylu sınıf.

    (bkz: şark mektupları)
  • istanbul'da yaşarken yazdığı doğu mektupları kitabı fransa'da 1763-1856 yılları arasında sekiz defa tekrar basılmış. montagu mektuplarında edirne'deki bir türk hamamını betimler. bu betimleme, istanbul'u hiç ziyaret etmemesine rağmen jean auguste dominique ingres'ye hayalinden meşhur "türk hamamı" resmini yaptırtmıştır.
hesabın var mı? giriş yap