• kardeşiyle dizidekine benzer olaylar yaşamış birisi olarak fazlasıyla gerçekçi bulduğum mükemmel dizi. tıpkı bu dizideki gibi benim de kendimden 2 yaş küçük bir kardeşim var. dizideki ikiliyle aramızdaki fark birbirimize ikizmişçesine benzememiz. ben ondan daha tembel olduğumdan aynı sene aynı bölümü bitirdik. farklı yönde ilerletme kararı aldık kariyerlerimizi o msn aşkı olan israilli kızla hayatın tadını çıkarmaya israil'e ben sevdiğim kızla evlenebilmem için önümde duran tek engel olan askerliğe gittim. tıpkı bu dizideki cemre'ye benzeyen güzel bir kız arkadaşım vardı, eceydi adı. ona erkenden kavuşabilmek içindi herşey. askerde çarşı izinlerini genelev ziyaretlerine ayıran tertiplerime inat bütün vaktimi kokmuş internet kafe bilgisayarında webcam önünde öl dese bilmem ama öldür dese düşünmeyeceğim tek kıza harcadım. şaka olsun diye dolabımdan onun resmini alıp saklayan tertibime yumruk attığım için 2 hafta disiplin cezası aldım, umursamadım. askeriye gibi bir ortamda o resmin ne kadar değerli olduğunu askerliği solumuş olandan başkası mümkün değil anlamaz anlayamaz zaten.

    askerliğimin bitmesine 3 ay kala kardeşimin ay sonunda evleneceği haberini aldım. msn aşkı hayatının aşkına dönüşmüş, evlilik kararı almıştı kardeşim. aynı zamanda kızın babasının mobilya mağazasında müdür olmuş, hem aşkta hem kariyerinde kazanmıştı. askerliğimi bitirmemi beklemesini, çifte düğün yaparsak daha iyi olacağını söyleyip takıldım ona. telefonu kapattığımda halen şaşkındım. gözümde halen bir çocuktu kardeşim, vazoyu kırdığında yerine dayak yediğim, sırf ezilmesin diye yazdırdığım karate kursunda saatlerce tekme atmasını beklediğim, sırf keyfi bozulmasın diye bakkala dahi göndermediğim dünki çocuktu. 5 yaşına kadar ağır havaleler geçirip sürekli ölüm tehditi atlattığından hep el bebek gül bebek büyütmüştü ailem de onu. o yüzden her şey şaka gibi gelirdi kardeşime. üniversitede dahi karşılaştığı en ufak bir sorunda,zorlukta hüngür hüngür ağlar sorunu benim çözmemi beklerdi.

    askerliğim bitip eve döndüğümde ece okulunu bitirip işe başlamış, kardeşim yaklaşık üç aylık evli bir israil vatandaşı olmuştu. hızlı bir şekilde nişanlandık eceyle. zaten askerden önce nişanlanıp işin adını kesin olarak koymadığımızdan az uykum kaçmamıştı. daha önce bana zerre anlam ifade etmeyen şubat ayı hayatımın aşkıyla nişanlandığım ay olmuştu. şubat'a yüklediğim anlam onunla evlenmeyi kararlaştırdığımız eylül ayına kaptıracaktı nasıl olsa yerini kısa zamanda.

    nisan ayındaydık gece evin telefonu çaldı. ağlamamamak için kendini zor tutan kardeşim karısının beyninde tümör olduğunu söylüyordu. sabaha kadar konuştuk onunla, teselli ettim karısına o haliyle görünmek istemediği için işyerinde odasına içen kardeşimi. çok zor bir 2 ay yaşadı sonrasında bense bir yandan nişanlımla kendime mutlu bir gelecek kuruyor bir yandan kardeşim o haldeyken mutlu olabildiğim için pişmanlık duyuyordum.

    hiç unutmam bir haziran gecesi nevizadede arkadaşlarımla içmişim son bekarlık gecelerimi dolu dolu yaşamak adına, eve döndüğümde saat 2.00 falan civarı yine. kapıyı açtım annem, babam uyanık ve üzüntülerini gizleyemedikleri halde beni bekliyorlar. hep en kötüsünü düşünen insanlardan olduğumdan direk aklıma kardeşimin eşi geldi annemlerin bu haline göre o ölmüş olmalıydı. ben ne oldu, ne bitti diye soru yağmuruna tutarken onlar bana telefonu gösterdiler "kardeşini ara" diyerek. aradım ağlamaklıydı yine sesi. ne olduğunu sordum. "abi, abi , abi askere alacaklarmış beni" der demez hüngür hüngür ağlamaya başladı. sonradan öğrendim dünyanın en kolay vatandaşlık veren ülkesidir israil. yaşam kalitesi ve nüfus azlığı değil bu kolaylıktaki sebep, vatandaşının israil devletine olan inanılmaz ağır yükümlülükleri. terör tehditi altındaki bir ülke ,ağır vergiler ve askerlik israil vatandaşı olma hayali kurdurmaz kimseye. "bırakamam abi karımı bu halde askerlik abi askerlik yapamam ben askerlik" diyor deli gibi ağlıyordu. o ağladıkça ben de tutamıyordum gözyaşlarımı. onu her düştüğünde defalarca kaldırmıştım ama bu defa büyük bir çukurdaydı. askeriyeye teslim olmak için 2 haftası vardı, ve askerliğini bitirmeden yurtdışına bütün çıkışları yasaklanmıştı. "abi abi lütfen lütfen bişey yap kurtar beni askerden dayanamam öldürürürüm kendimi" demesi son noktaydı artık benim için.

    telefonu kapattıktan sonra sabaha kadar düşündük anne babamla. tüm planların çok zayıf olduğunu anladığımız anda onların söylemek belli etmek için kendini yırttığı benim ise kendime bile söylemeye çekindiğim tek yol geldi aklıma. "onun yerine ben gitsem" dedim titrek bir ses tonuyla, bizi tanıyanlar dışında herkesin bizi ikiz sanmasına sebep olan bir fiziksel benzerliğimiz vardı sonuçta. benim sesim kalın onunki çok inceydi ama orduda kim ne bilirdi onun sesini. ibranice bilmiyordum ama kardeşim de tam olarak bilmiyordu. ayrıca israil'de aşırı dindarlar ve çok yaşlılar dışında hemen hemen herkes ingilizce konuşurmuş günlük hayatta ve çok ırklı(arap-avrupalı kökenli israil vatandaşı vs) israil ordusunda . itiraz dahi etmedi ailem, sadece sarılmakla yetindiler bana. aldığım bu karar kardeşim etrafımda olduğu sürece kendi hayatımı asla yaşayamayacağımı ve bu hayatın artık bir parçası olmak istemediğini söyleyen ece'nin yüzüğü suratıma fırlatmasına sebep oldu. çok üzüldüm kahroldum ama hayatına kıymayı dahi düşünen kardeşime yardım etmem gerektiği gerçeğine sıkı sıkı tutunarak çabuk atlattım bu olayı. hem askerden dönünce onu yeniden kandırma ihtimalim vardı yani, yada en azından ben öyle hayal ediyordum.

    kardeşim karşıladı beni kudüste. bana olan borcunu ömrü boyunca ödeyemeyeceğini söyleyerek bir hafta boyunca kral hayatı yaşattı bana. ortadoğunun en lüks restoranında yedirip, en lüks otellerinden birinde ağırladı beni. orduya teslim oldum. basınımızda ekseriyetle karalanan israillilerin de aslında bizim kültürümüze ne kadar yakın yaşadıklarını, hiç de öyle bize aksettirdikleri gibi müslüman düşmanı adamlar olmadığını öğrendim. israil ordusundaki araplardan din kardeşi olarak beklediğim ilgi, yardım ve ahbaplığı israillilerden gördüm. arapların arap olmayan müslümanlara 2. sınıf müslüman muamelesi yaptıklarını israil ordusunda geçirdiğim günler öğretti bana. 2. askerliğimin 4. ayı dolduğunda kardeşimin azalan ziyaretlerinden şüphelenip annemi aradım. kardeşimin eşinin vefat ettiğini, kardeşimin cenazenin kaldırıldığı gün cenazeden hemen sonra benim pasaport ve kimliğimle türkiye'ye döndüğünü söyledi. ben "nasıl yani lan?" demeye kalmadan çemkireceğimi anlayan annem ama "şoktaymış çocuk oğlum" dedi. sinirden telefonu kırmak üzereydim artık uğruna hiç tanımadığım bir cehennemde 4 aydır askerlik yaptığım kardeşim bana veda dahi etmeden, daha kötüsü beni haberdar dahi etmeden türkiye'ye dönüyor hem de benim pasaport ve kimliğimle. kendi pasaport ve kimliğini kızın babasının dükkanından alarak dönebilirmişim askerliğin bitiminde tenezzül edip bunu söylüyor anneme annem söylemeden duyuyorum ahizeden. sinir krizi denen olayı o anda keşfediyorum boku bokuna askerlik yaptığım 4 aya mı, boku bokuna askerlik yapacağım 14 aya mı ağlayacağımı bilmeden boku bokuna kaybettiğim ece geliyor aklıma ağlıyorum.

    askerliğimin 14. ayına gelmişim. eskiden her hafta en az 2 kere arayan ailem ayda bir iki defa arıyor. kardeşimin sesini en son 1 ay önce duymuşum. gazze şeridinde çatışma haberi geliyor. tatbikattan dönüyoruz o sırada olay yerine en yakın yer bizim bölük. tamamı israil'de olmak üzere daha önce en az 10 sıcak çatışma gördüğüm için eskisi kadar heyecanlı değilim artık. arabadan iniyoruz biz karşı siperde 3-5 terörist beklerken onlarcası karşılıyor bizi hoşgeldin ateşiyle. hemen yanımda duran oyun tasarımcısı adamın beyninden giren kurşun ayıltıyor beni. daha önceki çatışmalarda 2 kişi vurmuşum ama hiç bu kadar yakın olmamıştım ölümle. çatışmayı bırakıyor cesede yeniden bakıyorum, midem bulanıyor savaş meydanında kusuyorum. tam kafamı kaldırdığım o savunmasız anda yiyorum ilk kurşunu, en ağır ağrı sandığım diş ağrısının 100 katı bir ağrı kaplıyor bedenimi. ben daha yediğim kurşuna yanarken 2.si parçalıyor omuzumu, göğüs kafesimden içeri giren kurşunu dahi hissetmeden narkoz yemiş ameliyat hastası misali ağır bir uykuya dalıyorum. adımı düzgün teleffuz edemeyen insanların ülkesinde, adını dahi bilmediğim şehirler için 3 kurşun yediğim geliyor aklıma kapanırken gözlerim.

    gata benzeri bi askeri hastahanede açıyorum gözlerimi. yaşlı hemşire ibranice sevinç naraları atıp, kayıtsızlığımı görünce ingilizce şükürler olsun diyor. 10 gün komada kaldığımı söylüyor yarım saat sonra odama gelen albay, hizmetlerim için israil ordusunun bana minnetar olduğunu ve ordudan terhis edildiğimi söylüyor. madalyayı çekmecenin üstüne koyup, ömür boyu türk parasıyla neredeyse bir öğretmen maaşına denk gelen gazi aylığından faydalanacağımı söylüyor. terhis olmaktan sonra söylediklerini duymuyorum tabi o anda, neredeyse yediğim 3 kurşuna sevinecek hale geliyorum zira bu haber nedeniyle.

    6 gün sonra taburcu olur olmaz iner inmez pansuman yaptıracağım sözü vererek uçuş izni koparıyorum doktordan. kardeşimin eski kayınbabasının dükkanına gidiyorum pasaport ve kimlik almak için. bizim türk filmlerindeki babacan fabrikatörlere benzeyen adam kahve ikram ediyor bana. kısa bir sessizlik sonrası "kötü çocuk senin kardeşin" diye lafa giriyor, "rahmetli kızımı kaç kere aldattı, kızım onun yüzünden hastalandı" diyor ardından. türkçe hassiktir diyorum istemdışı, kelime oyunlarına dökülmeyecek kadar büyük bir şok yaşıyorum o an. adam daha da arttırıyor şok halimi "tümör olduğunu öğrenmeden 2 gün önce boşanmak için avukata başvurmuştu kızım" diyor ağlayacak gibi oluyorum. "karımı yanlız bırakamam abiiğğğğ " diye hüngür hüngür ağlayan kardeşim geliyor aklıma midem bulanıyor. beynimden kurşun yemişe dönüyorum 2 gün boş boş geziyorum avm'lerde. neden nasıl niye? sorularına cevap arıyorum.

    kardeşimin ağzını burnunu bir güzel kırmak ve daha önce ciddi bir şekilde fiske dahi atmadığım kardeşimin dayaktan illallah ettiğini anlayana kadar onu dövmek öncelikli amacım oluyor sabiha gökçen'e indiğimde. haberi olsun istemiyorum bu yüzden direk eve gidiyorum. annem ve babam artık gerçek mi sahte mi olduğunu dahi bilemediğim bir sevinçle karşılıyor beni. umurumda değil bir an önce onu bir zamanlar düşünmeden uğruna canımı vereceğim kardeşimi bulmak, benden boku bokuna çaldığı ayların hesabını sormak istiyorum. evde olmadığını anlar anlamaz kalmam için yalvaran ailemi hiçe sayarak çıkıyorum yeniden yola.

    sigortadan aldığı para ve israildeki evini satıp yatırımlarını kullanarak devraldığı bar geliyor aklıma. rotayı nevizadeye çeviriyorum. ilkokul arkadaşım serkan çıkıyor karşıma. şimdi değil serkan dememe fırsat vermeden sarılıyor.tüm hikayeyi boşboğazlık yapan annemin annesine anlatması sayesinde biliyormuş meğer yani master için yurtdışına çıktım yalanına kanmıyor artık. bilmiyorum benden duyman doğru mu ama sana çok ayıp ettiler kardeşim diyor bi süre sonra. öyle tabi diyorum şimdi nevizadeye gidiyorum bacaklarını kırmaya it herifin. hadi ece neyse de özgür(kardeşim) böyle bişeyi sana nasıl yapar anlamam. kan yeniden beynime sıçrıyor, elimdeki sigara yere düşüyor. boğazına yapışıyorum serkan'ın hızlıca anlatması için. meğer kardeşim neredeyse 3 aydır eceyle çıkıyormuş, telefonundan yonja benzeri o zamana kadar duyduğum ama ilk kez gördüğüm facebook'a giriyor ve kardeşim ve ecenin sarmaş dolaş, kucak kucağa, dudak dudağa fotoğraflarını gösteriyor bana serkan. ailemin de bu ilişkiden haberdar olduğunu ve annemin annesine dediğine göre özgür'ün karısını unutmasına yardımcı olduğu için anne babamın durumdan şikayetçi olmadığını söylemesi son çivi oluyor tabutuma. oturdum kaldırıma bir sigara yaktım. tüm intikam hırsım, kardeşimin ağzını burnunu dağıtma planlarım, eceye olan kronik sevgim, aile kavramına olan inancım, yaşama sevgim aynı anda kayboldu. beynimi boş vitese aldım o anda. hava alanına döndüm hemen, gözüme ilişen ilk yer olan bombay'a bilet aldım. nerde olduğumu geçtim yaşadığımdan dahi bihaber olan ailem beni ararken tayland'ı, kamboçya'yı, arjantin'i, peru'yu gezdim yıllarca. uzun zaman sonra yeniden bir insani duygu kazandırdı bana yolculuklarım; merak. serkan'ı aradım ailemi sormak için. kardeşim eceyle evlenmiş 2 ay sonra boşanmışlar. kardeşimin eceyi düğününden 2 hafta sonra aldatmaya başladığına birinci elden şahit olduğuna yemin etti serkan. sevineceğimi oh olsun diyeceğimi sanıyordu serkan, ben de sevinirim sanıyordum ama herhangi birşey hissetmedim. tıpkı kardeşimin nevizade işini batırdığını şimdi babamın kırtasiyesinde kaderine küfrede küfrede çalıştığını söylediğinde olduğu gibi, tıpkı annem ve babamın defalarca serkan'a benden haber aldıysa onlara söylemesi için yalvardığını ama kardeşimin bi kere bile benden bahsetmediğini söylediğinde olduğu gibi kayıtsız kaldım.

    yaşadıklarımla olan paralelliği yüzünden olsa gerek uzun yıllar sonra ilk kez bir dizi takip ediyorum. size çok anlamsız sıradan ve zaman doldurmak için çekilmiş gibi gelen bir sahne ekran başımda ağzıma ediyor bazen benim. kuzey'in bıçaklanışı yediğim kurşunları, hapisten çıkışı terhis olduğum anları, ailesinin kayıtsızlıkları ailemin umursamazlığını getiriyor aklıma. yeterince sarhoş olmadan bakamıyorum ekrana bu diziyi izlerken.
  • türk dizi tarihinin;

    - en tırt holdingini, (bütün mahalleyi işe aldılar)
    - en tırt ceo'sunu, (hiç danışmanı, avukatı falan yok, en küçük sorunda bütün yetkileri damadına devretti)
    - en tırt komiserini, (kuzey'in peşine takıldı olay çözmeye çalışıyor, arada kuzey'i alttan alıyor, sakinleştiriyor falan)
    - en tırt mafya babasını, (alt tarafı bir adam vurdu, japonya'ya kaçtı herif)
    - en tırt girişimcilik hikayesini (makara),
    - en tırt stilistini (sabah sporunu park aletlerinde yapıyor)

    barındıran dizi.

    kabul edin aslında senaryo komple ilkokul müsameresi gibi ama izliyoz işte mal mal.
  • şu dizideki kuzey karakteri var ya, kadın ikiyüzlülüğünün timsalidir. adam bildiğin on numara hödük ama herkesler ağzının suları akarak izliyor herifi. lan madem bayılıyorsunuz maço adamlara bu kadar, vatanımız membağı lan bunların, öküzden bol ne var memleketimde. ama güzel çankırı'mın kavruk delikanlısı yapsa bu tripleri sümüğünüzü atmazsınız adama, bu sarı sikli yapınca ooovvv beybi.

    ben de niye içlendiysem bu kadar amk.
  • bade işçil'in zengin ve güzel tiki kız rolüyle oyunculuk sınırlarını zorlamasıyla saygımı kazanmış dizi. bade, oyunculuğuyla adeta gerçek hayatta da zengin ve güzel tiki kız olduğuna inandırıyor bizi. ayrıca golf kulübünün girişinde karşılaştıkları sahnede bade'nin, kuzey'le güney'in kardeş olduğunu öğrenince "tahmin ettim" demesiyle de gregor mendel'e selam çakmış dizidir. kardeşlerden biri norveçli balıkçı, diğer pakistanlı gazeteci gibi, ben bile hala emin değilim kardeş olduklarına, ama o şak diye anladı. özetle saygımı kazanmış dizidir diyebilirim.
  • izledik stres olduk tamam. gittim içeri tabi dizinin etkisindeyim düşünüyorum neler oldu diye. lan dedim o anda "evreka"

    burada gerçekten son zamanlarda gördüğüm (hatta hayatımda gördüğüm) en iyi ürün yerleştirmeyi kullanmış vodafone'a bir tebrik iletiyorum.
    bence ödül almalı (ciddiyim)
    neden mi?

    hatırlayalım: (hafif spoiler)

    kuzey'in telefonu çalışmaz ve taksiciden telefonunu ister. taksicinin telefonunda cemre'yi arar. cemre numaraya uzun uzun bakar ve açıp açmamakta tereddüt eder. ekranda 3-4 saniye boyunca kocaman bir 0549 lu numara gözükür (vodafone).
    cemre'nin açmamasını anlarız çünkü o anda kuzey'in onu çağırması onu büyülü bir dünyaya çağırmıştır. hiç bir şeyin bu anı bozmasına izin vermez.
    sonunda açar telefonu.

    ama asıl olay burda kopar: taksici arkasına döner ve der ki: "tünele giriyoruz" (yani telefon çekmeyebilir anlamında)
    sen, ben, evdeki herkes, nilgün teyze, fatma yenge hepimiz "ayayaaaa aaaaay ayy gelme diyemicek beykoz korusuna.. ay ay ay kız ölecek" diye tırsarız. ve gerçekten de doğal bir şekilde tırsarız.
    ama gel gör ki vodafone her yerde, tünelde bile çeker.

    tünelin içinde bile çok net duyar kuzey'i cemre.
    zeynep'i arar, haber verir.

    vodafone'a alkışlar gelir kanımca.
    bu kadar güzel reklam yerleştirme yapınca da alttaki hashtag'li saçma twitter mesajlarını da artık çekebilirsin vodafone.

    elini sıktık. tebrik ettik.
  • dizinin özeti şu şekildedir.

    güney: n'oluyo oğlum ya?
    cemre: kuzey n'oldu?
    ali: kuzey olm n'oluya lan?
    anne: n'oluyo çocuklar?
    banu: güney n'oldu, bişey mi oldu?
    kuzey: bişey yok aq yaa...
  • bence bu dizideki en saçma şey çocukların isimleri.

    türkiye'de oğullarına kuzey, güney isimlerini koymuş tek bir fırıncı bulamazsınız.

    fırıncı çocukları sabri olur, remzi olur, mahmut olur.
  • ilk başta hollywoodvari bir gençlik dizisi gibi başlamıştı ne güzel. sonra gene araya silahlar girdi, namus girdi, intikam girdi falan. saçma sapan bir şeye dönüştü. yani bugün bir kuzey dediğin nerden baksan 4-5 kadının namusundan sorumlu. eski karısı var, eski sevgilisi var, eski sevdiği var, kardosunun eski nişanlısı var, anası var danası var.. herif bildiğin ulusal namus operatörü. kötü yola düşecek gibi mi oldun? hemen arıyorsun geliyor, mis gibi ev tutuyor, arada bir para gönderiyor, etrafındaki hergeleleri dövüyor.. bütün dizinin namusu bu herifin omuzlarında. kimse de demiyor ki aga sana noluyor? tam tersi herkes kabullenmiş, herkes memnun. adam bildiğin türkiye'nin en çok tavsiye edilen operatörü ya, canıms.
  • iki tane simitçi çocuğunun koca holdingi batırdığı dizi.

    valla ancak bizim memlekette olur zaten.
  • --- spoiler ---

    kuzey babası ile arasında oluşan duygusal yoğunluktan biraz olsun sıyrılmak için mutfağa kaçar. gözleri nemlidir, bardağı suya tutup lavabonun üzerine koyar ve toparlanmak için tezgaha yaslanıp ufka dalar. işte o zaman fark ettim ki, karısından yeni boşanmış, günlerce hastanede kalmış bir baba ile evi otel gibi kullanan oğlunun mutfağı bizim mutfaktan kat kat daha düzenli. 9 yılı amatör, 8 yılı profesyonel olmak üzere 17 yıldır mutfak ile ilgilenen eşime döndüm, baktım ki üstüne döke saça kestane yiyor hiç sesimi çıkarmadım. ama o mutfak bana çok koydu.

    hadi dedim simay mı toparladı acaba gitmeden, ama kendisi yaralı parmağa işeyecek birisi değil kaldı ki bu iki adamın götünü toplasın.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap