• "kurumuş kuyunun suyu
    incirin sütü çoktan çekilmiş
    bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
    ayrık otları dikenler bürümüş."

    her yer bir diğerinin ikizi mi, yoksa ahmet erhan ile aynı kuyuda mı buluşuyor gözlerimiz? kuyuda artık su yok, görkemli incir ağacı sanki nesiller boyu kokusuyla deli divane etmemiş gibi sadece bir kaç kuru daldan ibaret ve 'bahçe' olarak adlandırılan harmı ayrık otları, dikenler bürümüş.

    denizci bir seyyah arkadaşım aynı yolu defalarca yürümenin güzelliğini anlatmıştı. belki beş yıldır adım atmamıştım buraya. hangimiz daha çok değiştik, anlayacağız. kuyunun başında çok kalabalığız. büyük dedem soluklanıp karagöle bakıyor belki son defa. birkaç güne domuz bekinde vurulacak arkadaşı tarafından. dedemi görüyorum, at üstünde saltanat, kendinden hiçbir şey vermeyip sadece almaktan ibaret hayatı, müzmin huysuz. 12 yaşında bir başına gurbet yolculuğuna başlayacak babam, tahta bavuluna ne dolduracağını düşünüyor. yıllar sonra gazi'de bir takım itlerin solcu diye öldürdükleri genç, derisinin altına hava basılarak fakültenin çatısından aşağı atılacak. baba pek bir şey değişmedi ülkede, her zaman vardılar ve hep kötüydüler. bize git diyorlar, biz de her zamanki gibi umut edip bütün aptallığımızla kelimelere sığınıyoruz. ve sonra kadınlarım... afrika'da çocuğunu sırtında taşıyan annelere şaşıran günümüz insanlarına şaşırıyor annemin gençliği. kendi ülkesine ne kadar yabancı olabilir insan? annemin sırtında sofrabezi ile hop edilmiş bir çocuk, diğerleri yamacında, zeytin elliyor. az sonra eşeğe çocukları, zeytini ve yaptığı odunları yükleyecek. hiç mi yorulmadın be kadın, hadi dur otur, biraz soluklanalım. belki ateş yakar, ekmeğe dumanın kokusunu sindirip yeriz. kuyunun başında daha kimler kimler? inek sürüdüğü için baş parmağı kopmuş babaannem, bütün ömrü huysuzluk, "o da çocuktu" diyorum. belki o zaman biraz iyi yanlarını görürüm, aksi mümkün değil.

    kuyunun başında çok kalabalığız, mezarlığı çok uzaktan görüyoruz, mezardan bunalan yamacımıza oturmuş. ölürsem buraya gömsünler diyorum, zeytinlere su olurum belki... artık mezarlıkta çok ölümüz var, yaşayan geleceğimiz ise bayır aşağı uzanan çimenleri görünce yuvarlanıyor. sahi çocukluğumda çimenlerde yuvarlanırkenki neşem oğluma aktarılmış olabilir mi? sülalemizin en büyük başarısı budur, çimen görünce yuvarlanmaya başlarız ve düşlerden aşağı düşeriz... müzmin hayalperestler... zeytin eller, çiçeklerden bebek yapar, ahulara kılıçlarımızla saldırırız. ama dur savaşçı, yavrunun önündeki dikenleri yolalım, üç yaş hayatın acımasızlıkları ile tanışmak için hala erken. düşünce tutmayalım ama ağlarsa yanına uzanıp sarılalım.

    belki 250 yıllık zeytinlerin gölgesinde babamın makamlı söylediği bir şarkıda şehre taşıyacağı tahta bavulu, belki dedemin atının tırıs gidişini ve belki de büyük dedemin aldığı nefesi duyuyorum. mezarlık karşı tepede, biz burada kaç kişiyiz? kaçımız o mezardan kaçıp yine de bu bahçeye sığındı? artık ne paylaşılamayan miraslar, ne belini doğrultamadığım işler ne de sılıcanlar var. küçükken sılcan dikenleri mi daha sivriydi, ahlatın dikenleri mi? ah afedersiniz o çör armudu, ahlat değil... çok kalabalığız, hepimiz toprağa uzanıyoruz. başımızdan bulutlar geçiyor. kaçıncı yüzyılın hangi deresinden geldiği belli olmayan bir çiğ tanesi ile buluşuyor ellerimiz. öfke yok, öfke yok. terki diyar eyledi çoktan. yoksa gençliğimizde bir öğlen vakti elimize bir bıçak alıp, ah.. ah az daha.. cinnet nasıl geçirilir? öfke yok.

    artık hiçbiri yok. kuyu boş. incir kuru. dikenler topuğumuzda. çimenlerde yuvarlanalım, başka türlü çıldırmamak elde değil...
  • 1968 tarihli, senaryosunu da metin erksan'ın yazdığıığı olağanüstü film.

    --- spoiler ---

    bir çok kişi bu filmden bahsederken meseleyi "tutkuya" getirip bırakıyor. oysa ilk sahnesinden finaline kadar neredeyse tüm filmi saran büyük bir umutsuzluk, çaresizlik ve keder var. dönemin kırsal kesiminde bir kadının düşebileceği en kötü durumlar olan, sevmediği bir erkek tarafından dağa kaçırılma, istemediği ama maddi durumu iyi olan bir erkekle evlendirilme, düğün evinden kaçtığı için ailesi tarafından reddedilme, içki sofralarında kadehlere sakilik yaptığı için adının kahpeye çıkması ve gerçekten sevdiği tek erkeğin jandarmalar tarafından vurulması; hepsi birden fatmanın başına geliyor. sanki filme adını veren kuyunun içinde fatma var ve bir türlü dışarıya çıkamıyor. dönemin kırsal kesimindeki kadınların içinde bulunduğu koşulların kötülüğüne vurgu yapan toplumsal gerçekçi bir taraf var gibi filmde.

    mizah unsurunun bulunmadığı filmde orhan gencebayın çok az susan sazı da tuz biber ekiyor dramatizme. iyi yazılmış, iyi çekilmiş güzel ve kederli bir türk filmi.

    --- spoiler ---
  • "bugunlerde bulursam bir tane, icine avazim cikana kadar bagiracagim..
    karanlik taslarina degsin sesim ve icimde birikmekten yorulmus nefesim.
    bir cevabi yok sorularimin, kaygilarimin bir karsiligi yok.
    yuvarlak agzina egilip simdi, egilip, gogsume degen ve solugumu kesen kesifligine.. ve suya, ve derinine ve sirdasligina dayanip, avazim cikana kadar, yankilanana kadar kulagima.. kimseye diyemediklerimi, diyemeyeceklerimi..
    alsin gomsun icine,
    kuytumdakileri
    kuyu.."*
  • karanlık ve aydınlık yüzümü barıştıramıyorum.

    olan bitenin yanında yazının ne zararı olabilir ki diye düşünüp iğnemle kuyu kazıyorum.
    iğnemi çok severim, kim sevmez ki iğnesini, biriciktir, değerlidir.
    ama suyu bulunca kuyu bitiyor; iğne de kayaya çatıp kırılıyor.
    kuantuma göre her şey bir enerji formu olduğuna göre kırılmak da mümkün değil aslında.
    yani zaten boşluklardan ibaretiz. olsa olsa bükülebiliriz.
    neyse.
    nerde kalmıştım?
    - kuyunun dibinde.
    ip nerde peki?
    - ip kısa.
    kuyu maybe?
    - kuyu derin.
    hiç mi ümit yok?
    - biraz daha uğraşırsan belki öbür ucundan çıkabilirsin dünyanın. ama iğneni de kırdın. tırnaklarını kullanman gerekecek.
  • ölmemiş gayet iyi durumda. kanlı ishali de yenmiş, tedavisi devam ediyormuş. videosunu izledim iyi görünüyordu.
  • hikayesi olan bir isimdir. büyük ihtimal bu süreci takip edenler tarafından hep hatırlanacaktır.

    haber
  • --- spoiler ---

    kadınlığını hep acıyla yaşayan, defalarca kötülüğe maruz kalan fatma'nın, sevdiği adamla isteyerek birlikte olmasının ardından ilk defa güzelliğini estetik düzeyde görürüz. baştan sona keder dolu filmde, saadeti, huzuru ve en önemlisi sevgiyi göstermesi açısından güneşin ışık saçtığı bu birkaç dakikalık an bile kadın, güzellik ve iyilik adına çok şey söyleyen güçlü bir sahnedir. varın gerisini siz düşünün.

    --- spoiler ---
  • 90'lı yıllar efsanesi olan mükemmel oyun.

    az kaldı oğlum sabredin... elim az daha ekmek tutmaya başlasın kuracam misket oyunları federasyonunu.
    sonra gelsin yerel, ulusal kuyu oyunu ligleri. hey yavrum.
  • çocukluğumuzda misketlerle oynadığımız bir oyundu bu. sırayla misketler atılır [uçulur], kuyuya girince zehir olur oyuncu, sonra kuyudan bi karış çizer o alana yaklaştırmaz, vurduğu oyuncu, "ölür". bi de kuyuya girip panzehir olmak wardır, panzehir de bunu yakaladığı yerde sker. garip bi oyundu, oynamazdım, fazla da anlamamışım aslında.
  • deliliğe en fazla yaklaştığın yer.
    ya tırmanacaksın çıplak ellerinle, kanayacak dizlerin,
    yada karanlığın huzurunu saracaksın titreyen ruhuna, dibinde kalacaksın.
    nemli, soğuk ama dingin, rahat.
hesabın var mı? giriş yap