• yeniden dünyaya gelseydin, ne olmak isterdin, sualine salise tereddüt etmeden, hayal bu ya, “kuvay-ı milliye neferi olmak isterdim” yanıtını verirdim. ne yazık o şanlı günleri göremedim, mukadderat böyleymiş ki, rahatlığın diken gibi battığı en kepaze, en mülevves günler ile imtihan ediyor bizi yüce tanrı. geceler boyu çekirdek çitleyip, erman toroğlu izleyen, kahramanlık deyince aklına er ryan’ı kurtarmak filmi gelen “mutant” gençlik, kıçının altındaki minderi dahi borçlu olduğu öz tarihini bilmiyor. asabım fena bozuk. gençlik, eğitim sistemimizin harikulade becerisi sayesinde, inkılap tarihi dersleri arasına preslenmiş yakın tarihimizden nefret ediyor.
    acı, ölüm, fedakarlık ve haysiyet manzaralarıyla dolu yakın tarihimizi öss’de çıkacak 15 sorudan müteşekkil bir “baş belası” olarak düşünen gençlik, gerçekliği bile tartışılan braveheart’ın william wallace’sını güçlü ve romantik bulurken antep savunması’nda anıtlaşan arslan parçası şahin bey’i, o kutlu kuvay-ı milliye neferinin öz yaşam öyküsünü, gerçeküstü bir üslupla kıvamlandırılmış “menkıbe” kabul ediyor. çanakkale zaferinde, 250 kilogramlık top güllesini tek başına sırtlayıp, deliksiz bir atışla düşman donanmasının en delikanlı gemisini mıhlayıp, donanmayı cehenneme çeviren seyyid çavuş’un öyküsüne “oha falan” oluyor! inandırıcı bulmuyor.

    anafartalar’da, conkbayırı’nda, seddülbahir’de, arıburnu’nda; sakarya, dumlupınar, afyon’da; urfa, antep, izmir’de; her bir cephede, kuvay-ı milliye’nin cengaverleri, türk tarihinin en karizmatik kumandanlarıdan birinin, mustafa kemal’in emriyle sarsılmış, kendine gelmişti: size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!
    türk savaş tarihinin en dehşetengiz, en vurucu, en gaz ve motive gücü yüksek nida bu olmalı! o, osmanoğulları’nın son subayı, o büyük deha, türk kanındaki kimyayı çözmüş ve o kanda kıvıl kıvıl kaynayan barutu “ölüm” emriyle tutuşturmuştu. türk’ün “ölmek” karşısındaki pervasızlığı, ona kanla sulanmış toprakları vatan kılmıştı. o halde vatan, karış karış türk’ün kanıyla ıslanan bütün topraklardır. kan dökmediğimiz, can kırmadığımız neresi var?
    içimde, tüfengi hükümet kararıyla zorla elinden alınmış bir kuvay-ı milliye neferi var. doru atı, dinlenmiş dinleneceği kadar, uzunca bir sefere hazırlıklı; matarası, fişekliği, kalpağı, tütün tablası… tam tekmil, iki dirhem bir çekirdek, hazır kıta bir nefer! koynundan çıkardığı haritanın kanını şıpır şıpır sıkıp, yeniden önüne açan bir nefer! allahüekber, allahüekber velillahil hamd, diye nefes nefes imameye yol alan bir nefer! musul’u, kerkük’ü, halep’i, şam’ı, bağdat’ı, basra’yı, hicaz’ı, yemen’i, bakü’yü, buhara’yı, semerkand’ı, sivastopol’u, köstence’yi, iskeçe’yi, selanik’i, girit’i, üsküp’ü, saraybosna’yı, cezayir’i, trablusgarb’ı, iskenderiye’yi, kudüs’ü bağrındaki yarasına basıp basıp, acısını ve özlemini dindirecek bir nefer!
    bu kuvay-ı milliye neferi, tüfengine kavuşmayı bekliyor! uzak ufuklara bakarak gözleri nemli, muzaffer mazisine haykırıyor: “bana ölmeyi emret!”
  • sadece vatan hainlerinin iftira attığı türk milletinin dün, bugün ve yarın hazır olacak milli refleksidir. ergenekon'dan beri bulunan bu milli refleksin ismi değişsede bu milletin genlerine işlemiştir. dünya tarihinden bir haber olan gafiller türk'ün boyunduruk altına alınamayacağından bir haberdir. gazi paşa hazretlerinin de söylediği gibi milletimizin kahramanı bol olduğu gibi gafilide boldur. eğer bahsedilen özerklik zırvalamaları devqm ederse kuva-yı milliye ruhu yeniden canlanacaktır(hükümete rağmen). ben olan türk'ün tarihine bakar öyle hainlik yaparım. bu millet hainleri cezasız bırakmaz.
    (bkz: ali kemal)
  • mustafa kemal'in tanımıyla:

    "hükümet merkezi düşmanlarin şiddetli çemberi içindeydi. siyasal ve askeri bir çember vardi. işte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağimsizliğini koruyacak kuvvetlere emrediyorlardi. bu biçimde yapilan emirlerle, devlet ve ulusun araçlari temel görevlerini yapamiyorlardi. yapamazlardi da. bu araçlari savunmanin birincisi olan ordu da ordu adini korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. işte bunun içindir ki yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan, doğruya ulusun kendisine kaliyordu. .. işte buna kuvayi milliye diyoruz."
  • (ayrıca) heyecan verici nazim hikmet ran destanı.

    "... dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki,
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu.
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saati sordu.
    paşalar "üç" dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.

    bıraksalar,
    ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı"
  • tarihi eğip bükme meraklılarının yeni saldırı odağı. kısaca denmek isteniyor ki: kuva-yı milliye osmanlı devleti'nin pkksıdır. bunu da kuva'yı milliye'nin halktan zorla para toplamasına, köylerden çocuk kaçırmasıyla doğrulayabiliriz.

    şimdi bu yetersiz aklın zorla yürütülmüş halinden hareketle biz de farklılıkları ortaya koyalım. kuva-yı milliye pkk olsun birinci meclis'i de biraz zorlamayla dtp yapacağız. başka çaremiz yok. burada keskin bir fark ortaya çıkıyor. pkk dtp'yi yöneten bir askeri güç iken. birinci meclis kuva-yı milliye'yi yöneten bir güçtür. kuva'yı milliye'nin iki aşaması vardır. bunlardan ilki dağınık çetelerin gerilla zihniyetiyle bir araya toplanması ikincisi ise bu çetelerin düzenli ordu çatısı altında eritilmesidir. bahsi geçen köy basmalar dağınık çete oluşumları içerisinde gerçekleşmiş, düzenli ordunun adı konduğunda ise çete faaliyetlerinin önüne geçilmek için büyük çaba sarfedilmiştir. kısaca pkk ile kuva-yı milliye arasında kurulabilecek benzetmeler burada tükenir. düzenli ordu kurulduktan sonra türkiye cumhuriyeti devleti şu anda pkk'ya nasıl bakıyorsa düzensiz çete faaliyetlerine de aynı şekilde bakmış ve bulduğu yerde gücünün yettiğince başlarını ezmeye çalışmıştır.

    pkk ise tedhiş eylemlerine son vermeden bunları legalize etme çabasında olan bir örgüttür. kuva-yı milliye içerisindeki yasadışı eylemler yine kuva-yı milliye tarafından bertaraf edilirken pkk kendi illegal eylemlerini kahramanlık destanıymışçasına sunmaktadır. ya da biraz daha ılımlı ayrılıkçılar tarafından içerisinde bulunulan tarihsel sürecin zorunlu bir sonucu olarak kritize edilmektedir. yani ılımlılar dahi bu eylemleri lanetleyememektedir.

    pkk ve kuva-yı milliye'nin ima yoluyla dahi olsa karşılaştırılmasının eblehlik olacağını açık eden bir başka fark ise birisinin iç savaşta kendi halkıyla çarpışması diğerinin ise vatan saydığı toprağı işgal etmek için gelen dış ülke askerleriyle savaşmasıdır.

    yukarıdakiler bir imaya yönelik olarak yazıldı. ancak böyle bir ima olmadığına dair kıvırmalar her zaman görülebilir. bunlar anlayışla da karşılanır. gelelim ima olmadan yapılan fahiş hatalara. resmi tarihe saldıracağım diye kendini kaybetmekten de bahsetmek lazım. zabıt ceridesini ilk defa görüp de "vay amına goyum, istiklal harbi'ne karşı çıkanlar da varmış" şaşkınlığına sürüklenen pek çok bu yollarda helak oldu. bunu daha önce de gördük, ileride de göreceğiz. ulan tabi ki karşı olan bir sürü adam olacak. birilerinin karşı olması istiklal harbi'nin hatalı olduğunu kanıtlamaz ki. demokrasi denilen şey benim ülkemde "doğru" bulma mekanizması olarak kullanılıyor ya ne diyeceğimi şaşıyorum. yahu güzel kardeşlerim. doğru zaman zaman kişiye, zamana ve mekana göre değişen bir olgu olsa da bazı doğrular vardır ki bunları değiştiremezsiniz. örneğin tarihin seyri içerisinde doğruluğu kanıtlanmış kararlar vardır ya da yanlışlığı. bu yüzden tarihi kazananların bakış açısına göre yazarız. gazi paşa önderliğinde bir meşru müdafaa kararı alınmıştır. döneminde bu karara katılmayanlar olmuştur. bunlara zor da uygulanmıştır. gerek bu dönemde ve gerekse sonrasında yaşanan gelişmeler meşru müdafaa kararının "doğru"luğunu göstermiştir. dolayısıyla meşru müdafaa fikrine katılmayanlar olsa da hatta bunlar çoğunluukta olsalar da -ki değiller- kararın tarihsel bakımdan doğruluğu tartışılamaz.

    bir diğer hatalı husus da istanbul hükümeti'nin iddialarıyla başka hükümetlerin (artık kimse onlar!) iddialarını karşılaştırmaktır herhalde. kimse yapmasın böyle bir şey, yoksa komik duruma düşer. 1918 ile 1923 arasında, yani kuva-yı milliye bünyesinden çıkan düzenli ordu istanbul'u kurtarana gerçekte istanbul hükümeti diye bir şey yoktur. iddiaları ortaya atan da kuvvacılardan sıkıya gelen de işgal kuvvetleri, yani ingilizlerdir. (burada sürpriz yumurta var.)

    son bir not: artık cahil insanlar resmi tarihe saldırmasınlar yahu.
  • kuvâ-yı milliye tabiri tarihimizde “millî” kuvvetler” düzenli olmayan silâhlı birlikler ve kuvvetler için kullanılan bir tabir olarak göze çarpmaktadır. bu kuvvetler, düşmana karşı ülkenin korunması ve savunmasının pekiştirilmesi, birlik ve beraberliğin sağlanmasını hedeflemişlerdir. bu yüzden de, vatanın işgali karşısında halkın malının, canının, dininin, ırz ve namusunun korunması, kısaca ülkeye karşı olabilecek her türlü saldırıya karşı eski askerî komutan ve askerler ile bunlara katılan askerlerin kendi aralarında oluşturdukları savunma birliklerine “kuvâ-yı milliye” denilmektedir.

    özellikle, izmir’in işgalinden (15 mayıs 1919) itibaren istilâcı güçlere karşı birlikte hareket etmek için, batı cephesinde olduğu kadar, güney ve güney doğu bölgelerinde de “kuvâ-yı milliye” adını verdiğimiz bu direniş birlikleri kurulmuştur.

    23 mayıs 1919’da, 57. tümen komutanı albay şefık’in harbiye nezareti’ne “durumun düzeltilmesi için, kuvâ-yı milliye teşkilâtı vücuda getirmenin en iyi tedbir olabileceğini” bildirmesi ve erkân-ı harbiye-i umûmiye başkanı cevad paşa’nın son fıkranın önemli olduğunu bildirmesi kuvâ-yı milliyenin başlangıcı kabul edilebilir.

    o tarihte, “kuvâ-yı milliye ne oluyor?” şeklinde alaylı soru soranlara en güzel cevabı hakimiyet-i milliye gazetesi vermiştir: “kuvâ-yı milliyenin ne olduğunu milletin sinesinden ve hilâfetin merkez-i vahdetinden koparıp terkettiğiniz izmir’de, adana’da, maraş’ta, urfa’da canları, kanları ve tırnaklarıyla boğuşan vatanperverlere sorunuz".
  • halk tarafindan finanse edilmiş halk tarafından donatılmış yine halk için savaşmış olan bir halk kurtuluş ordusur.

    halk tarafından finanse edilmeyen, halk tarafindan donatilmayan ve halkı icin savasmayan diger ne idugu belirsiz oluşumlarla karistirmayin!
  • okuduğum kitaplarda ve kaynaklarda 9 farklı yazılış şekline rastladım. derlediklerim bunlar. kendi çapımda çevirisini de yaptım. en doğru hangisi bilmiyorum.

    1. kuvva milli: ulusal güç
    2. kuva-yı millî: ulusalın gücü
    3. kuva-yı milliye: ulusun gücü
    4. kuva-ı milli: ulusalın gücü
    5. kuva-ı milliye: ulusun gücü
    6. kuvva-yı milli: ulusal güç
    7. kuvva-ı milliye: ulusun gücü
    8. kuvvacı
    9. kuvayımilliye: ulusun gücü

    arapça harflerle kaf, vav, mim, lam, ye. şedde var, sesli harf olmayınca böyle varyasyonlar oluyor.
  • türk eğitim sistemi'nin, hamaset edebiyatçılarının, siyasetçilerin, askerlerin, bir takım "aydın" ve yazarların öyle ya da böyle içini boşaltmaya ve erozyona uğratmaya çalıştığıdır. netice itibariyle; kanla türk bayrağı yapmakla, "kurtuluş savaşı abartılmıştır" demek arasında bir fark göremiyorum.

    milliyetçilik, gayri-müslim düşmanlığı, vatan elden gidiyor paranoyalarımız, cahilliklerimiz, varoşların katil yetiştiren okullara dönüşmesi hepsinin nedenleri var, hepsinin neden-sonuç ilişkisi kurulabilir. fakat, kurtuluş savaşı abartıldı, zaferler büyütüldü, hepimizi bu yalanlarla uyuttular, anestezi altındayız-uyanın gibi histeriye varan saptamaların varlığı karşısında seyirci kalmak giderek zorlaşıyor. seyircisiz histeri olmaz, bu hareketlerin de bir neden-sonuç ilişkisi vardır ve zamanla anlaşılır.

    herkes bilir ki antepliler/urfalılar/maraşlılar fransızları yenilgiye uğratmamıştır. elbette bundan bir zaferdir diye bahsedilemez. kuvayi milliye ruhu; silahı, yiyeceği ve başında devleti olmayan bir halkın büyük ülkelerin, büyük ordularına teslim olmak yerine mücadele yolunu tercih etmeleridir.

    antep yenileceğini bile bile 11 ay mücadele etmiştir ve yenilmiştir. yiyeceksiz ve silahsız 11 ay bir orduya karşı koymak ne demektir bilir misiniz? aptallık değil mi? oysa düşman askerini gördükleri gün şehrin altın anahtarını kadife bir yastığın üstünde teslim etmeleri gerekirdi. fakat o zaman nazım hikmet kara yılan'ı, kuvayi milliye destanını yazamazdı. o zaman fransız askerine karşı bir zafer kazanılmamıştır, bir mucize gerçekleşmemiştir. mücadelenin verildiği her yerde olduğu gibi...

    biraz okuyan, biraz düşünen, biraz sorgulayan herkes; türk eğitim sisteminin ve geleneksel türk hamasi siyasetinin, darbe edebiyatının boyalı/cilalı dayattıkları, 2. cumhuriyetçilerin, karşı devrimcilerin tezleri ile gerçeklerin arasındaki farkı ayırd edebilir/ayırd edebilmeli.

    (bkz: biz artık o ulus değiliz)
  • en bilgili geçineninden en mütevazisine kadar hemen hemen hiçbir otoritenin doğru yazmasını bilmediği tamlama. daha kuva-yı milliyenin adını yazmayı bilmeyen bir türkiye'den ne olur onu da merak ediyorum.

    1- kuvva değil kuva çünkü kuvvet iki v ile* yazılır ama kuva öyle yazılmaz. tek v ile yazılır ve a'sı uzun okunur: kuvâ
    2- -i ya da -yi değil -yı çünkü farsça tamlamalarda son harf açıksa yani â, î ya da û harflerinden biriyle bitiyorsa tamlamayı kuran ekin başına y gelir ve yine ilk kelimenin son sesi ince ise i, kalın ise ı seslisi takip eder.
    3- milliye: bunda pek sorun çıkmıyor. milliyye diye yazmak ise hakkında yorum bile yapılmayacak kadar saçma.
hesabın var mı? giriş yap