• tek kelime ile berbat bir kitap. şimdi gelin bunun neye göre kime göresini tartışalım; bu bir yazı dizisinin toplu basımı sanırım fakat 'roman' olarak tanımlanmış. tam bilemiyorum belki yazı dizisindeki karakterlerden yeni bir kurgu oluşturulmuştur. kitabı ilk açtığımda çocuk kitabı boyutundaki yazı formatına şaşırdım önce. bu boyutta yazı ile yetişkin romanı uzun zamandır görmemiştim açıkçası. roman yan komşu ismail amcanın zihninden türk aile yapısını anlatan, yeren, eleştiren, zaman zaman onunla kafa bulan bir mizah romanı. fakat bunu yaparken sürekli eleştiren herkesi kötüleyen bir boşbeleş kafanın sayıklamalarını okuyoruz. kendimi okurken dedikoducu bir herif tarafından kaçırılmış ve zorla ailesi hakkında nefret ettiği herşeyi dinlemeye mecbur bırakılmış gibi hissettim. ana karakterin kitap boyunca hakkında olumlu konuştuğu tek şey arabası yahu. murat menteş radikalde bu kitapla ilgili olumlu sonuçlara varan bir edebi değerlendirme yapmış ancak benim edebiyat bilgim kıt. psiko-realist romantik komedi ( murat menteşin bu kitap için tanımı) nin hakkını vermeye belki kültürüm yetmiyordur. ben kendimce bu kıt bilgiyle roman boyunca dedikodu ile edebi metin arasındaki farkı düşünüp durdum. hayır gitsem şimdi bizim alt komşuya iki rakı devirsek o da bana aynen bu dille kaynanasını yerer, kayınpederine küfreder, arabasının iç donanımını anlatır gururla. peki o zaman bunu roman yapan şey ne oluyor?
  • mehmet ali kılıçbay'ın 17 temmuz 2010 tarihli haberturk'te yayınlanan yazısının adı. yazı:

    türkiye’de orta öğretim ders kitaplarında, hatta yüksek öğretime yönelik kitaplarda, aile adeta klişeleşmiş bir şekilde tanımlanmaktadır. bütün kitaplar, sanki birbirlerinin ağzından laf almış gibi, beş aşağı beş yukarı, şuna benzer bir tanım yapmaktadırlar:”aile, insanlığın temel kurumudur. bir kozadır adeta ve hep varolmuştur. yani insanlık tarihi aileyle başlar. bu bakımdan aile, hem tabii, hem ilahi, hem hukuki, hem de ahlâki bir kurumdur”. hemen hemen bütün ders kitaplarında yer alan bu ve benzer tanımlara göre, insanlar önce aileler halinde yaşıyorlardı, sonra birleşerek klan, aşiret, ulus vb gibi daha büyük topluluklar oluşturdular. bu tanımlardaki çelişkiler diz boyudur, ama bir tanesini işaret etmek yeterli olacaktır. “aile hem tabiidir” yani doğada vardır, “hem de hukukidir”, yani kurallarını koyan insan tarafından ihdas edilmiştir. açıkçası, bir şey “tabii” ise, “hukuki” olamaz. hava, tabiidir ve hiçbir hukuki tarafı yoktur.

    buna karşılık modern antropoloji biliminin araştırmalarının gösterdiği üzere, aile, toplumsal değişim sürecinin bir aşamasında, avcı-toplayıcı toplulukların tarım yapmaya başladıkları neolitik dönemde, yani en erken bundan 10-12 bin yıl ortaya çıkmaya başlamıştır. yerleşik tarımla birlikte kurumsallaşmaya başlayan özel mülkiyet, bu mülkiyetin nasıl aktarılacağı sorununu da gündeme getirmiştir. kandaşlık ilişkilerinin ağır bastığı ortaklaşmacı toplumlarda böyle bir sorun yoktur, çünkü özel mülkiyet yoktur. öyleyse, aile özel mülkiyetin ve bunun aktarımının öz çocuğudur. ünlü antropolog claude levi-strauss, ailenin yapısının kültür ile üreme zorunluluğu arasındaki bir uyumlanma sürecinde belirlendiğini söylemektedir. soruna bu açıdan bakıldığında, kültür (yani üretim, tüketim, birikim, mülkiyet, toplumsallık, zihniyet) değişimlerinin aile yapısını değiştirdiği görülür. nitekim eski yunan ve roma’da köleleri de kapsayacak kadar geniş bir aile yapılanması varken, endüstri toplumlarında sadece ana-baba ve evlenmemiş çocuklardan meydana gelen çekirdek aile esas tip haline gelmiştir.

    bizim eğitim sistemimiz, “insanlıkla birlikte başlayan” ve hiç değişmeyen bir aile yapılanması kurgularken, hiç olmamış bir şeyi öğrencilere gerçekmiş gibi öğretmektedir. iş bu kadarla kalmamakta, “türk ailesi” ve bazen de “müslüman ailesi” denilen hayali bir yapılanma tipi icat edilmekte, bundan beteri, bu hiç olmamış yapı kutsallaştırılmaktadır.

    “türk ailesi” tipolojisi, şu veya benzer ifadelerle oluşturulmaktadır: “türk aile yapısında gelenekler çok güçlüdür”, “türk ailesi, babanın reisliğine dayanır. kadın aile içinde özgürdür (dışarıda değil), tasarruf yapma hakkı vardır”. “türk aile yapısında kadın fedakârdır, itimat edilen, güç veren şahsiyettir”. “islamiyetin kabulünden sonra türk aile yapısı pek değişmedi, çünkü islamın öngördüğü aile yapısı türk aile yapısından pek farklı değildir, her ikisi de iffet merkezlidir. aile bir fedakârlık müessesedir, şirket değildir”. ve nihayet tipolojiyi belirleyen en önemli tanım: “baba çalışır, eve bakar, anne kocasına itaatle ve çocukları yetiştirmekle yükümlüdür. çocuklar da, yaşlandıklarında anne ve babalarına bakarlar”.

    bu tanım yansız bir şekilde çözümlendiğinde, “müslüman türk ailesinin” hiç de fedakârlık ve iffete dayalı olmadığı, bir çıkar birliği olduğu görülmektedir. baba, çalışıp eve bakmakta, ama çok ucuza bir konfor sağlamaktadır. anne, iktisadi bir güvenceye kavuşmakta, bunun bedelini “fedakârlık” yaparak ödemektedir. eve mahkûmiyetinin nedeni, daha çocukluğundan itibaren evlenmek için yetiştirilmesi ve kendi başına ayakta durma olanaklarının ona sağlanmamasıdır. çocuklar da, büyüklerin yaşlılıklarının güvencesi olarak yetiştirilmektedir. bunun neresinde iffet vardır, bilinmez.

    tarih boyunca, dünyada, türklerde ve müslümanlarda böyle bir aile tipinin belirleyici hale geldiği hiç görülmemiştir. bu ülkede ders kitaplarında yazanlar ne olursa olsun, türkiye’deki ailelerin ezici çoğunluğu tamamen çıkarlar doğrultusunda kurulmaktadır. yani aile, bu ülkede esas itibariyle, erkeğin en büyük paya sahip olduğu bir şirkettir (ortaklık). istisna sayılacak kadar az olan “aşk evlilikleri”nin dışında, türkiye’de aileler, berdel, beşik kertiği, başlık parası, çeyiz, görücü usulü, gazete ilânı, tv programı ve yüzlerce başka yöntemle, tamamen maddi nedenlerle kurulan küçük çaplı bir şirketlerdir. soyu devam ettirme, daha iyi maddi koşullar, düşkün ebeveynlerin kendilerine baktırma, ev işlerini yaptıracak ucuz “hizmetçi” bulma, baba ve ağabey baskısından kaçma vb. gibi sayılamayacak kadar çok neden ve bu nedenlerin çeşitli biçimlerdeki bileşkeleri aile kurulmasının kökeninde yer almaktadır. nitekim kızlarımızın çoğunun hiç tanımadıkları bir adamla evlenmek için evliyaya adak adamalarını, çaput bağlamalarını “ilahi bir görevin yerine getirilmesi” olarak yorumlamak ne kadar mümkünse, “türk ailesi”nin esasının “iffet” olduğunu söylemek de o kadar mümkündür.

    gazetelerin artık magazin sayfalarına düşmüş olan aile kavgası haberleri bu konuda inanılmaz miktarda kanıt sağlamaktadır. bursa osmangazi ilçesinde 9 ay önce görücü usulüyle tanışarak resmi nikâh kıyan bir çift, 4 temmuzda da düğün yaptı. işte türkiye’ye özgü “kutsal aile” öyküsü buradan itibaren başladı. aylarca önce nikâh kıyılmasına rağmen, bir de düğün yapılıyor, çünkü takı toplanacak ve evlilik masrafları sıfırlanacak veya en aza indirilecek (yani halka açık bir şirket kuruluyor). ancak takıların takılmasının ardından , iki tarafın ailesi arasında, takıların kime ait olduğu kavgası çıkıyor. üstelik, düğün öncesi, hangi takının hangi aileye ait olacağı konusunda bir anlaşma yapılmış.

    yeni evli çift boşanıyor, çünkü takıları paylaşamadılar, böylece erkek eve bakamayacak, kadın da fedakârlık yapamayacak. ah kör talih! şu takıları bir paylaşabilselerdi, ne güzel bir “kutsal türk ve müslüman ailesi” daha kurulacaktı!

    link: http://www.haberturk.com/…zarlar/533177-kutsal-aile
  • afili filintalar'da okurken iyiydi de, kitaba donusturmeye hic gerek yoktu. neyse artik olmus bir kere.
  • fatih altınözün kitap haline getirdiğini düşündüğüm tefrikasının adı. buna april yayıncılığın afili filintalardaki bannerına bakarak karar verdim.
  • bülent somay'ın 8 mayıs 2011 tarihinde radikal'de çıkan yazısında pek de iyi bahsedilmez kendisinden:

    kutsal ailenin sırrı dünyevî ailededir

    --- spoiler ---

    aileyi kutsallaştıralım, yüceltelim, ulvi bir kaidenin üzerine koyalım ki, dünyevi ailenin içinde gizlenen çeşit çeşit rezalet gözlerden gizlensin.

    --- spoiler ---
  • yeni bölümü afili filintalarda ’düello-2.devre’ ismi ile yayınlanmış tefrika.
  • "deli desen değilim çünkü her gün kravat takıyorum. normal desen o hiç değilim çünkü her gün kravat takıyorum."
  • havalar güzel iken, evime de yakın diye istiklalde bir iki dolaşırım, hoşuma gider. ara sıra kitapçılara da uğrarım, o da hoş olur.

    bu kitap, işte o uğramalarda üç dört kere elime gelip de en sonunda, okuyayım da sen de kurtul ben de diyerek satın aldığım bir kitap, doğruya doğru. şimdi elimde bir haftadır sürünüyor. bu boyutta bir kitabın okunma süresi iki, bilemedin üç gündür, bu bir haftadır elimde..

    günlük hayatta bu kadar / bu şekilde konuşan bir adam masama otursa bahane bulur kalkarım, aynı adamın kafasının içinde iki aynı kişinin konuşmasını inadımdan okuyorum. sırf başladığım kitap bitsin diye, başka bir şeyden değil. ne eziyet çekiyorum arkadaş, olacak gibi değil.
hesabın var mı? giriş yap