• nesiller arasında üç bin yıldır süregelen tartışmalar bütünüdür.

    "bugünün gençleri lüks ve gösteriş düşkünü, saygısız, başkaldıran, geveze ve obur yaratıklardır." - sokrates / m.ö. ıv. yy

    “günümüzün gençleri öyle umursamaz ki, ilerde ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağır başlı davranmayı öğretmişlerdi. şimdiki gençler, kuralları hiçe sayıyorlar, çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar” - hesiad / m.ö. vııı. yy

    özellikle hesiad 'in açıklamalarını çok sevdim, kendisine her an baba diyebilirim..
  • -üff baba manyak yakışmış
    -sensin manyak eşşooleşşek
  • sümer tabletlerinde bile varolan çatışma. bugün "gençlik çok bozdu bu ne biçim kuşak" diye atarlananlar 80'lerde yüksek bel kot giyip birbirine zıt tokai, herıld yani şakaları yapıyordu.
  • şöyle bir örneğine denk geldim:

    20 yıllık bir grubumuzun davulcusu ekipte bulunan 14 yaşındaki gence seslenerek:
    - şşt emo!
    - ne var satanist?

    harika bir ortamda çalışıyorum!
  • belki şöyle birşey olabilir:

    gün içinde yaşanan olayların sözlükteki yansımalarına bakmak şeklindeki garip alışkanlık sonucunda 25 subat 2009 thy ucak kazasi hakkında neler yazılmış acaba diyerek ilgili başlığın altına yazılanlara bakmaya başladım. kazalara karşı duyulan empatinin (o uçağın içinde ben de olabilirdim, bu haberi gören yakınlar o zaman nasıl paniklerdi gibi soruların) getirdiği üzüntü, sıkıntı ve yüzlerce insanın ölmesiyle sonuçlanan tipik bir kaza olmamasının getirdiği garip avunma hissi içinde ilgili başlık altında, reklamlardan esinlenerek fell like a star yazabilecek dünya görüşüne sahip (en azından bir iki tane) nadide öküzü belki yaşları çok küçüktür diyerek görmezden gelmeye çalıştım. eh, savaşları ekranda "canlı canlı" seyrederek, gün boyunca medyadan öğrendiği "şok şok şok" haberlerle sarsılarak, silah denen şeyin "ölüm makinası" olduğunu sanarak büyüyen, gmail'in bir günlük kesintisine facia* diyen bir nesilden başka ne beklenebilir diye düşündüm. toplumsal duyarlılığını koruyan insanlar da yeterince tepki vermiş bu sözlere, ancak benim buradaki derdim başka: acaba toplumsal duyarsızlık ya da ahmaklık olarak gördüğüm bu şeyler aynı zamanda yaşlanıyor olduğumu da gösteriyor olabilir mi? acaba kuşak çatışması böyle birşey mi?

    benden bir önceki neslin babanın karşısında bacak bacak üstüne atılmaz görüşü benim neslimde acaba yapılabilir mi, yapılabilir belki de biçimine dönüştüğüne göre belki kendimden sonraki nesille şu diyaloğu yaşayacağım:

    - hey baba, playstation'ım bozulmuş, yeni bir tane alsana meeeen, iyi olur yaanee.
    - harçlıklarını biriktir kendin al.
    - youaa mada fakaaaa.

    bu son cümlenin sarfedilmesi üzerine sahibinin suratında patlayacak olan okkalı tokadı hayal ederken torunlar aklıma geldi:

    - dede dede, zırıbiçrekimizin zerçikötrek'i çalışmıyor, yenisini alsana bize.
    - alayım çocuklarım.
    - heyooo bu sayede firtöçkelemlerin zertışponuçlarıne yepsıçpötük yapabileceğiz.

    kötü birşey mi söyledi bunlar, yoksa çocuğuma attığım o okkalı tokat hala iletişim kurabiliyor, söylenenleri anlıyor olmamın sonucu muydu?
    belki bu artık kuşak çatışmasından çıkıldığını ve tahtalıköye giden yola emin adımlarla yaklaşıldığını ifade ediyor olabilir.

    kuşak çatışması, özellikle toplumsal duyarlılığa bağlı konularda nesillerin kendinden sonrakilere yaşadıklarından öğrendiklerini anlatma çabası ile yaşça küçük insanların yaşanmamışlıklar dolayısıyla kolay anlamamaları sonucunda oluşan bir sürtüşme, ama büyük nesil için hala iletişim kurabilirliğin göstergesi de.. bu çatışmadan çıkılan dönem de masallar anlatan tonton dede dönemi olsa gerek. alacakaranlık kuşağı gibi, evet.
  • ben ve benim yasitlarim yonca evcimik'in yaslandigina taniklik etmis nesiliz. ajda pekkan'in yaslandigina taniklik eden gelecek nesil ile bir kusak catismasi yasayabilecegimizi dusunuyorum.
    yalniz en baba kusak catismasini internet oncesi-sonrasi nesli yasadi. kazasiz belasiz atlattilarsa, bize de pek bir sey olmasa gerek.
  • bizler yaşımız itibariyle kendimizi bilmeye başladığımız zamanlardan bu yana ak parti diktatörlüğü ile yönetiliyoruz. öncesini sadece anımsamaya çalışıyoruz, ya da belgesellerden görebildiğimiz ve kitaplardan okuyabildiğimiz kadarıyla işte. fakat şunu açıkça görebiliyorum ki ülke on sene içerisinde tam anlamıyla ülke olma sıfatını ticarethane sıfatına terk etti. bunun son ayaklarından biri olarak yeni yök yasa tasarısıyla üniversitelerin şirketleştirilmesi gerçekleştirilmeye çalışılacak. globalizasyon ve şirketokrasi milli benliği ve ulus devleti yıkarak, yerine dünya vatandaşlığını koymaya çalışıyor. öngörülebildiği gibi sonu küresel tek bir medeniyet ve ırksal ayrımların ortadan kalktığı bir dünya devletine atılım. bu sebeple ki, romantik düşüncelerimi bir kenara bırakarak realist olmak gerektiğini görüyorum. bu büyük ve sancılı bir değişim. ya dışında kalarak yok olmak ya da adaptasyon sağlamak olarak iki tercih mevcut. ancak yanlış anlaşılmasın ki, düzenin ellerini kollarını bağladığı bizler, düzene adaptasyon sonucu ahlakımızı ve insanlığımızı kaybetmek zorunda değiliz. tam aksine, değişimin karşısına çıkmak değil, değişimin içinde var olarak değişimi yönlendirmek gerektiği kanaatindeyim. aksi, birey için intihardır, tecrübeyle sabittir.

    90'larda bugün pop şarkılarını dinlediğinizde bile daha yoğun bir duygu halinin mevcut olduğunu, daha doğadan olduğumuzu görebilirsiniz. mekanikleşiyoruz. teknoloji, insanın tümden mekanikleşmesine, duygularını da ruhunu da mekanikleştirmesine sebep oluyor. kapılarını kapitalizme sonuna kadar açmış bir ülkenin bizim adına yozlaşma dediğimiz bu virüse karşı koyması imkansız. ve hayatımda ilk defa kuşak çatışması denen durumun ne olduğunu anlamaya başlıyorum. "şimdiki çocuklar elde iphone" diye başlayan her bir cümlemiz, kuşağımızın geçmekte olduğunu gösteriyor. oysa ki bizler dokunmuştuk, saklamıştık, değer vermiştik. koleksiyon duygumuz vardı. ellerimizle o cipsleri kurcalamıştık. sokaklarda meşe oynamıştık, mahalle maçları yapmış, aylık oynamıştık. birbirimizi telefonla değil kapının pencerenin önünden bağırarak çağırmıştık. ellerimizle atari oyunlarının şifrelerini yazmıştık hiç bilmediğimiz dillerde. hissederek yapmıştık, pantolonlarımızın dizleri hep delinirdi düşmekten sürünmekten. bacaklarını iki yana açıp kapı aralarına tırmanmayanı yoktur sanırım. bizler, iyi kötü sonduk. hala elindekini hissedebilen son nesil. hala doğanın çocukları olan son nesil. bizden sonrası, hatta bizden olanlar bile baktı ama görmeyi beceremedi. duydu ama dinleyemedi. sevdi ama bağlanamadı. kızdı ama nefret etmedi. çiçek kokusundan oda parfümüne terfi ettiler, halbuki annem ne güzel de toplardı bahçeden koyardı bir bardağa güzel koksun diye evimiz... "kirlenmek güzeldir" diyor ya malum marka, hani duygularımızı ele geçirerek pazarlıyor kendini, haklılar bizim için kirlenmek güzeldi. kumların toprağın içinde geçti çocukluğumuz. ninniler söylenerek, masallar anlatılarak büyüyen bir nesilden geriye, sonrasına adapte olmuş mekanik insanlar bıraktık. delicesine koşardık biz, yorulmak nedir bilmezdik. eve geldiğimizde yemeğin kokusu evi sarmış olurdu kutsal annenin güzel ellerinden. artık pizza sipariş ediyor anneler, vakitleri yok. vakitsizlik çağındayız, hala durmadan koşturuyoruz fakat ne gülmeye ne eğlenmeye. koşarak gülen bir nesilden acelesi olan bir nesil bırakıyoruz geriye. bizler bırakıyoruz artık. artık, eskiyenin yerini yenisi alsın diye çekiyoruz elimizi eteğimizi yavaş yavaş. ellerine bir elektronik alet aldığında kullanmayı beceremeyen ebeveynlerimize gülmüştük ya bir zamanlar, geleceğin gülünen insanları olmaya hazırlıklı olmalıyız sanırım..

    not: kafa karışıklığı, aslında amacım kuşak çatışmasını yazmak değildi fakat konu oraya gelince devam ettim, ilk paragraf alakasız gibi görünüyorsa, kusruma bakılmasın.
  • doğruya doğru var böyle bir şey. ben de ufaktan hissetmeye başladım ne yalan söyleyeyim. en güçlü yaşlanma emaresidir zaten.

    her nesil kendini bir öncekinden farklılaştırmak için değişimi arar ki bu da çok sağlıklı bir şeydir esasen. dünya tarihi böyle yazıldı. sorun, genelde değişim aranırken bulunan şeyin uyduruk olup olmamasıyla ilgilidir. uydurukluk kıstası da epey esnek bir şey. zurnanın zırt dediği yer de orası.

    bir şekilde her gün 18 yaşında insanlarla iç içe olunca görüyorum ki çoğu, daha doğrusu yüzde 99'u hayatı alabildiğine yüzeysel algılayıp yaşıyor. yahut şöyle diyeyim: nasıl yaşamaları gerektiği ima ediliyorsa öyle yaşıyorlar. eşeleyip bulup çıkarmaktansa, hazırlanıp satışa sunulmuş hayatları yaşıyor gibiler. yanisi şu: yeni neslin benim gördüğüm üyeleri arasında, kendini yeni yeni oluşan kendi fikirlerinden yola çıkarak farklılaştırmaya çalışma çabası yok. bu da karışık oldu. insanın kendi fikirlerinin oluşması yıllar alır zaten ama bunun bir de süreci vardır. önce fikir nedir ne değildir bu öğrenilir, sonra da (daha sonra yıkmak üzere) bazı büyük şahsiyetlerden kopya çekilerek bazı yargılar oluşturulur (burada dogmadan ziyade zihni özgürleştiren bir şeyden bahsediyorum). bir noktada insan kafasında dönüp duran birçok alternatiften birinin kendisini tanımladığını fark eder. bu da onun bir dünya görüşü oluşturmasında ilk nokta olur. bu, uzun ve o beynin sahibinin aktif katılımını gerektiren bir süreçtir. arada sırada ben nerdeyim, neden buradayım gibi felsefeyle halvet olan sorular sormayı da gerektirir. benim kuşak çatışmasına dahil olduğum kısım burası oluyor. bir şekilde karşılaştığım yeni nesilden insanlarda soru sormak yok, şüphe etmek yok, hayal gücü sıfırın altında eksilerde. ülkenin geri kalanında durum nedir bilemeyeceğim ama benim görebildiğim kadarında durum vahim. hayal gücü yontulup yok edilmiş nesilden bir bok olmaz. hayal gücü de gördüklerinizi olduğu gibi alıp yeniden piyasaya sürmek değildir.

    işte bu anlattığım şey bir kuşak çatışmasıdır. ufaktan orta yaşa eren kuşak, kendi yerini alacak kuşağa bakar ve beğenmediği yanları sıralar. yeni yaşam araçlarına hakimse genelde haklıdır, nostaljinin pençesinde can çekişiyorsa değildir.
  • pedagoji hocamız ömer üre şöyle açıklamıştı bu olguyu:

    gençler gelecekle, hayalleriyle yaşar; yaşlılarınsa sevdaları ve kavgaları hep geçmişledir. bu iki kuşak, hiç bir zaman ortak bir zaman diliminde buluşamadığından kuşak çatışması yaşanır.

    ki şimdi bakıyorum, gayet yerinde bir açıklama olmuş. annelerle babaların tecrübeleri ve keşkeleri bitmezken, çocukların umutları ve planları vardır genelde.
  • "şunları bir araya toplayayım. bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.

    mutfak işinden de anlarım.
    donattım sofrayı.
    bayağı uğraştım.
    hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
    bayağı da para gitti.

    birinin yediğini öbürü yemez.
    ötekinin içtiğini beriki içmez.
    dört kişilik sofra kurdum.

    mumları da yaktım.
    bak hepsi, erick satie severdi.
    hatırladım.
    müziği de ayarladım.

    geldiler.

    20 yaşında ben,
    35 yaşımda ben,
    40 yaşımda ben ve
    bugünkü ben dördümüz.

    birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
    40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.
    yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
    kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

    yatıştırayım dedim.
    "sen karışma moruk" dediler. büyük hır çıktı.
    komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
    yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

    evin de içine ettiler.

    bende kabahat.
    ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine...

    -can yücel
hesabın var mı? giriş yap