• annem dördüncü çocuğuna, yani en küçük abime 7 aylık hamileyken kalp ameliyatı geçirmiş. hatta türkiye'de o derece ileri hamile bir kadının geçirdiği ilk kalp ameliyatı, yapan da vedat içöz. annem ismini ameliyatı yapan doktordan alan vedat abimi doğurduktan sonra doktor ona bir daha doğum yaparsa öleceğini söylemiş ve hamile kalmasını yasaklamış.

    annem 9 yıl idare ettikten sonra bana hamile kalmış. kürtaj olması gerektiğini söylemişler. kürtaj için ankara'ya gitmiş. kürtaj masasında bir anda vazgeçip giyinip çıkmış ve halamlara kaçmış. "ben bu çocuğu doğuracağım" demiş.

    o yüzden bu konuda kürtajla alınan bebeğe bir şey sorma imkanı varsa o bebek benim. bu konuda bir şey diyeceksem ben diyebilirim.

    annem doğumda ölmedi. ama doğumdan bir kaç sene sonra 39 yaşında beyin damarı tıkanıklığı sonucu felç geçirdi ve hayatının geriye kalan 20 senesini vücudunun sol tarafı felçli geçirdi. solak olduğu için sağ elle tekrar yazmayı öğrenmesi gerekti. eve kapalı kaldı, dışarı çıkmak için babama ya da bize muhtaç kaldı. beni doğurmasıyla belki hiçbir alakası yoktur ya da belki biraz da olsa vardır.

    annem hep okuyup avukat olmayı istemiş, ailesi ona imkan tanımamış olsa da okumak konusunda azimliymiş. cüneyt arkın ve yılmaz büyükerşen'le aynı dönemde aynı ilkokulda okumuş. küçükken elvis'e aşıkmış. erken yaşta evlendirilmesine rağmen okuma azmini bırakmamış. evli ve çocukluyken bitirdiği akşam okulunda zayıf tek dersinin beden eğitimi olma sebebi de bana hamile olmasıymış. inşaat mühendisliğinde okuyan ablamın teknik resim ödevlerini, abilerimin resim ödevlerini yaparmış. bunları da dört çocuklu bir aileyi çekip çevirirken yaparmış. bildiğin azimli çalışkan yetenekli kadın. ben malesef bunlara şahit olamadım. felçten sonra azmi sadece sol bacağını ileri atabilmeye, sol kolunu biraz kaldırabilmeye ve tek elle evi çekip çevirmeye işledi. onlar da çok inanılmazdı elbette. mesela hayatında hiç evde dondurma yapmamış biri annemin sırf ben istedim diye yaptığı dondurmayı donmuş haliyle saat başı buzluktan çıkarıp karıştırmasını hayal edemez. tek elle börek açmasını hayal edemez. bulaşıkları, evin temizliğini saymıyorum bile. yine de ilaçlarla ameliyatlarla yıpranmış vücudu onu ancak 58 yaşına kadar, 23. doğumgünümü telefonda kutladıktan birkaç gün sonrasında bir gece sessiz sakin ölene kadar taşıyabildi.

    eklemem gerekir ki ailem hiçbir zaman benim doğumumla annemin rahatsızlığı arasında bir alaka kurmadı bu alakayı ben çok sonra olayları art arda koyunca kurdum. annem her zaman beni doğurmuş olmasından gurur duyardı "iyi ki doğurmuşum" derdi. sadece ekmek almaya gitmediğimde "seni doğuracağıma taş doğuraydım" derdi. bir kere bile "keşke o kürtaj masasından kaçmasaydım" demedi. yani doğurmanın kendisinden bir şikayeti hiç olmadı, olduysa bile ben bunu asla hissetmedim.

    tüm bunlar ışığında ben kürtajla alınmış olabilecek bebek olarak söylüyorum: sorun değil. bundan gocunmazdım. işçi emekli maaşı ve bir piko dükkanıyla geçinen bir ailede sırayla öğretmen, profesör, beyin cerrahı ve müzisyen olabilmiş dört kardeşimin çok çok daha iyi hayatları olabilirdi. annem ve babam halen yaşıyor olabilirdi. o yüzden şu hayatın bizzat sahibi olarak söylüyorum: hiçbir hayat dünyaya başka hayatları karartan bir bulut olarak gelmek istemez. öyle olacağına olmamasının da hiçbir zararı yok.

    öte yandan 36 yıldır yaşadığım bu hayat benim için güzel geçti. annem çocukken aldığı sütü eve götürürken ismet inönü caddesindeki köprü üzerinden tren yolunu izler, trenlerin gittikleri şehirleri hayal eder uzak ufuklara dalarmış. vaktin nasıl geçtiğini anlamaz gün batımına kadar hayaller kurarmış. akşama kadar da süt bozulduğundan eve döndüğünde dayak yermiş. bugün o uzak ufuklara dalan, büyük hayalleri olan küçük kızın en büyük fedakarlığıymış gibi hissediyorum. değdiğimi ve başka hayatları da biraz olsun güzelleştirdiğimi umarım.

    save.
  • kürtajı yaptıracak kişi dışında kimsenin söz hakkı falan olmadığı eylemdir efendim. o bebek dediğiniz şey annenin vücuduna tamamen bağımlı bir varlık. anne olmazsa yaşayamaz ve sen de kalkıp anneye bu varlığı beslemek zorundasın deme hakkını nerden buluyorsun merak ettim. kısacası o varlığın anneden bağımsız bir "hayat"ı yok ki zaten bu hayat konusunda annenin daha üstünde bir makamın söz hakki olsun. ha varsa öyle bir teknolojiniz, 2 aylık fetusu anne karnından alıp başka yerde büyütebiliyorsanız, buyrun sunun kürtaja alternatif olarak. yoksa kesin sesinizi bi zahmet.
  • çevirdiğim george carlin videosu, zamanlamadan dolayı büyük yankı uyandırdı. gördüğü ilgiden dolayı da memnunum. ancak abd'de uzun yıllardır kök hücre araştırmaları ile beraber en popüler "bilimsel kırıntılar içeren politik tartışma konusu" olan kürtaj, bizzat memleketin başbakanı tarafından ülke gündemine sokulduğu için, imam-cemaat ilişkisinden dolayı konuşulmaya bir süre daha devam edecektir. bu yüzden, argümanlar sertleşip çarpıklaşmadan ve kutuplaşmalar şiddetlenmeden, üzerine ciddi ciddi oturulup konuşulması gerektiği kanaatindeyim.

    kürtaj, gerçekten de tatsız bir konu. gönül istiyor ki durum hiç o raddeye gelmesin. çünkü en nihayetinde bu riskleri olan tıbbi bir operasyon ve sağlık açısından risklerinin yanında, bilinçaltlarımıza işlenmiş toplumsal bakış açısı dolayısıyla, kürtaj yaptıran kadınların birçoğunun, kürtaj öncesi ve sonrası ruhsal problemler ile karşılaşma ihtimali de ortada. fakat bırakın olağandışı durumları, cinsel ilişki sırasında önlem alınmış bile olsa, "istenmeyen gebelik" dediğimiz şey ile karşılaşılması muhtemel ve bunun neden sonlandırılabileceği veya sonlandırılamayacağı üzerine ayrıntılı olarak düşünmemiz gerekiyor.

    kürtaj meselesini, bilimsel ve toplumsal açılardan iki ana başlığa indirgeyebiliriz. işin bilimsel tarafından başlayalım:

    kürtaja karşı çıkılmasında en önemli sav, anne karnındaki ceninin bir "insan" olduğu ve onu aldırmanın "cinayet" anlamına geldiği şeklinde belirtiliyor. kendi dışımızdaki hiçbir canlıya aynı muameleyi yapmadığımızdan, birçok canlıyı yemek, eğlence vb. gibi nedenlerden yavru, yetişkin demeden çatır çatır kestiğimizden, en azından bir hayvan ile bir ceninin farkını, "rahme düştüğü anda ruh üflenmesi" gibi fantezilere bulaşmadan, cenini insan yapan şeyin ne olduğunu ortaya koymamız gerek. sonuçta "cinayet" yalnızca insan öldürülmesini karşılayan bir tanım. birisi can dostunuz köpeğinizi veya kedinizi bile öldürse, bunun ceza kanunundaki karşılığı cinayet değil, "mala zarar verme" suçudur.

    insanları ve ceninlerini diğer hayvanlardan "farklı" (burada üstün kelimesi kullananları serengeti çayırlarında aslanlar kovalasın) kılan nedir? atan bir kalbe sahip olmak mı? hareket edebilmek mi? nefes almak mı? açıkçası hayır, bunlar tüm hayvanların yapabildiği şeyler. biz insanları diğer hayvanlardan ayıran tek özellik, düşünce yeteneğimizdir. madem "insan hayatı" üzerinden hareket ediyoruz ve ceninlerin insan oldukları gerekçesiyle aldırılmalarına karşı çıkıyoruz, hemen arkasından soru geliyor: bir cenin düşünebilir mi? eğer düşünebilirse, bu işleme hamileliğin hangi evresinde başlar?

    tıbbi araştırmalar gösteriyor ki, insanın düşünebilmesini sağlayan, diğer hayvanlardan farklı yapıdaki beynin cerebral cortex isimli bölgesinde bulunan nöron bağları, bizde ve birçok ülkede kürtaja hukuki olarak sınır getirilen 2,5 - 3 aylık dönemden çok daha sonra, altıncı ay civarında kurulmaya başlıyor. dolayısıyla ceninlerde yetişkinlere benzer beyin dalgalarının -nadiren de olsa- ölçülebilmesi, altıncı ay ve sonrasında mümkün olabiliyor. (bu aynı zamanda, hamileliğin altıncı ayından önce rahme stereo mozart yayını yapmanın, anneye müzik ziyafeti vermekten başka pek bir işe yaramayacağı anlamına da geliyor.)

    durum böyleyken, cenin aldırmayı cinayetle aynı kefeye koymayı teknik açıdan bir mantığa oturtmak mümkün değil. dönüp dolaşıp, "iyi ama kadının içinde başka bir can söz konusu" dediğiniz zaman, yani bilimsel savları kabul etmeyip dini veya kültürel referans ile, üzerinde uzlaşılamamış bir "can" tanımından hareketle dem vurduğunuzda, malesef "banane benim dediğim olacak"tan fazla bir şey söylemiş olmuyorsunuz. işte tam burada ise, bilimsel savları bile gözü kapalı bir şekilde reddedebilme cüretini doğuran, işin toplumsal -ve doğrudan bağlantılı olarak ekonomik ve politik- boyutu devreye giriyor.

    "modern" kürtaj karşıtlığının, dini ve kültürel etkenlerden çok, sanayi devrimi sonrası, 20. yy. başlarında, başta abd olmak üzere batının tarım toplumundan kent yaşamına geçiş sürecinde, sert bir düşüş yaşayan doğum oranları sırasında ortaya çıkmış olmasına çok da şaşırmamak gerekli. tarihin başından beri verdiği hayatta kalma savaşında insanoğlunun en büyük silahı olmuş üremenin, en ilkel halinden bugüne her devirde insanoğluna en büyük getirisi, açık konuşmak gerekirse "işgücünden" başka bir şey değil. doğa şartlarına karşı korunmaktan beslenmeye, ekip biçilenleri depolamaktan makineler inşa etmeye ve onları çalıştırmaya kadar, işgücü ihtiyacı tarihle beraber topluluk>aile>devlet>şirket gibi boyunduruklarla ilerlemiş ve genel bir bakışla, "işgücünü karşılayan üreme" mantığı sebebiyle ortaya "insan hayatının kutsal olması" gibi bir fikir çıkmasına yol açmıştır. binlerce yıl boyunca süregelen bu davranış biçiminin, toplumsal hafızaya, daha doğrusu insanlık hafızasına ne kadar derin kazındığını, hayatın her alanında görebilirsiniz.

    türkiye'de 1970'lerde %0,39 iken, 2010'da %0,18'lere düşmüş doğum oranlarına baktığımızda, kısa vadeli zamanlama olarak ustaca uludere katliamı ile alakalı tartışmaların alevlendiği sırada gündeme taşınması bir tarafa, uzun vadede er ya da geç, özellikle de ekonomik büyüme planları yapan bir hükümet tarafından kürtaj konusunun dillendirilmesi, kalıba cuk diye oturuyor. "en az üç çocuk doğurun" ifadesi ile bu kürtaj mevzusunun paralelliğinden bahsetmeye gerek bile yok sanırım.

    amma ve lakin, süreci ve mantığını anlayabiliyor olmak, gidişatın doğru, iyi, güzel vb. olduğu anlamına gelmez. farketiyseniz yukarıda "insan canının değeri" gibi en kral hümanisti bile kürtaj konusunda düşünmeye itecek bir konudan bahsederken, bir anda insan=işgücü gibi bir noktaya geldik. kürtajın yasaklanmasının neden vahim bir durum olduğunu kavrayabilmek için, burada istatistiklerden sıyrılıp, özele ve hatta bireye inmemiz gerekiyor.

    ortada bir kadın bedeni konusu var. aslında bu konunun adını "kadın bedeni" olarak nitelemek bile çok acı verici. dünya'nın 7 milyarlık nüfusunun yarısında bulunan, nefes almak ya da güneşin doğması kadar doğal bir şeyi öylesine metalaştırmışız ki, 3,5 milyar kadını tek kelimeye* indirgeyip, üzerinde hak iddia edebiliyoruz. çünkü kadın bedenine yönelik algı, insanlığın sözüm ona "ilerlemesi" için gerekli işgücünü sağlayan, george carlin'in de dediği gibi, "devlet için damızlık işlevi gören" bir makine haline gelmiş görür durumda.

    bireye inmek derken, burada algılanması gereken çok önemli bir nokta var ki; o da kürtaj konusunda gerçekten muhatap alabileceğimiz tarafın "kadın" olması. "kadınlar" değil bakın, tek, yekpare, bir, kadın. çocuk yaşında hamile kalmış bir kadın, kocasından şiddet gören bir kadın, kendine bile yetecek kadar parası olmayan bir kadın, tecavüze veya enseste maruz kalmış bir kadın, daha fazla çocuk istemeyen bir kadın, daha ileri bir zamanda çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın, kariyerine yoğunlaşmak isteyen bir kadın, doğum yapmaktan korkan bir kadın, hatta hiç çocuk istemeyen bir kadın.

    senaryolar çok, ancak gerçekte hiçbirinin önemi yok. burada esas olan, sırf çocuk doğurma özelliğine sahip olduğu için "tarla" gibi görülen, kadın cinsinden bir insan ve onun kendi bedeni üzerinde vermeye çalıştığı karara, "insaniyet namına" müdahale etmeye çalışan bir toplum. burada kürtaja karşı çıkmak mı "insani, hümanist, can gözeten" oluyor, yoksa kürtaj hakkını savunmak mı? çelişkiyi görebiliyor musunuz?

    yeterli gelmiyorsa, bu sefer aldırmak istenen, ancak devlet tarafından yasaklanmış olduğundan dolayı aldırılmayıp dünyaya gelen çocuk tarafından bakalım bir de. kendisini istemeyen veya hayatında başına gelmiş çeşitli travmalardan dolayı sevemeyen bir anne tarafından ya da doğrudan onu terkeden annesi dolayısıyla bir yetiştirme yurdunda yetiştirilen, büyük olasılıkla berbat bir çocukluk geçirecek ve gelecekte belki de bir suçlu, zorba, akıl hastası veya ne bileyim, "bir politikacı" haline gelecek çocuk tarafından. bu olasılıkları göz ardı ederek, "ne olursa olsun, yeter ki çocuk doğsun" demek ne kadar akıl karı? ne kadar "insani, hümanist, can gözeten"? bırakın topluma fiziken ve ruhen sağlıklı bir birey kazandırılmasını, böyle bir hayatı şu "işgücü" çerçevesine oturtmak bile neredeyse imkansız gibi görünüyor.

    insanı diğer hayvanlardan ayıran düşüncedir dedik ya, daha fazla üremek için daha fazla üretmek ve daha fazla tüketmek ve üremenin karşısına çıkabilecek her türlü engele refleksif tepki göstermek, insanlığı bir karınca sürüsünden veya bir bakteri kolonisinden ne kadar farklı kılar?

    düşünün, yapabiliyorken.
  • tecavüz gibi özel durumların tecavüz olduğunu bir türlü kanıtlayamayacak binlerce mağdur kadının olduğu bir ülkede hala hakkında atıp tutulan operasyon. yine aynı ülkenin mahkemelerinde "kusura bakmayın, 13 yaşındaki kızınızla 20 tane yetişkin erkek ilişkiye girmiş olabilir ama kızınız yeteri kadar bağırmadığına göre demek ki rızası vardı." benzeri cümleler hiç kurulmadığı için tabi bu görüşe de hak vermek lazım.

    insan hayatını çok önemsediğiniz için mi karşısınız gerçekten? o halde asıl doğduktan sonraki süreçte bu konuya çok daha duyarlısınızdır değil mi? dürüst olun.

    "oğlum ekmek almaya giderken polis tarafından vuruldu"
    - e salmasaydın.

    "iş güvenliği olmayan binlerce işçi, kazalarla ölüp gidiyor."
    -e napıcan ekmek parası.

    ama,
    "psikolojim ve imkanlarım şu anda bir çocuğu en düzgün şekilde yetiştirmek için elverişli değil."
    -ahlaksız katil! çatır çatır sevişirken iyiydi.

    edit: tecavuz gibi ozel durumlar haric yapilmasinin cinayet oldugunu savunan goruse atfen yazilmisti ama o silinince yalniz kalmis bu entry.
  • kıyıda durup deniz yıldızı toplamadığım zamanlardı. ilk büyük aşkımdan emekli edilmişim. kim gelse karşıma, kim hayatıma girse, yara bere içinde kalıyor. acımasızım. her sabah aynada yüzüme bakıyorum. tanıyamıyorum. kimden intikam alıyorum, bilmiyorum. sonra bir sabah hamile olduğumu anlıyorum. umursamıyorum. tam kelime bu. umursamıyorum. koca kentin illegal kürtaj yapan tek hastanesinin yolunu tutuyorum, bir kız arkadaşımla. acil kapısından içeri alıyorlar. sıramı bekliyorum. bir form doldurup, bir imza atıyorum. "kanamalı geldi" diye, yazıyor kağıdın sonunda. kız arkadaşım, "ölürsen sorumluluk almasınlar diye..", sıradan bir prosedür olduğunu söylüyor. duvar dibi koltuklarında bekliyoruz. sıkılıyorum. uykum geliyor. sıra bana geldiğinde orta yaşlı hemşireeşlik ediyor. gri bir odaya giriyorum. mavi bir önlük giyiyorum. bir sedyeye uzanıyorum sırt üstü. odadaki diğer kadın, köşede duran mavi plastik kovayı bacaklarımın arasına denk gelecek şekilde taş zemine yerleştiriyor. umursamıyorum. başka kadınların uyuduğu bir odada uyanıyorum. hiçbir şey hissetmiyorum. durmuyorum da. tek yaptığım, kovaya bıraktığım artıkların babasından da ayrılmak oluyor. yirmi iki yaşındayım.

    ellerim mi titriyor? oysa hiç olmaz bana. ellerimi karnımın üzerinde kilitliyorum. tatildeyim. "istanbul'a gelmelisin.." diyor, telefonun öbür ucundaki ses. doktorum. "kan tahlilerin fena çıkmadı ama başka bir sorun var. hamilesin." hamileyim... bunca yıl sonra... eskiyi hatırlıyorum. bunalıyorum. elim telefona gidiyor. tanıdık sesler arıyorum. paylaşıp, küçültmek istiyorum ızdırabımı. ızdırap mı?... hamileyim... bu bir ızdırap mı benim için? gene mi ben karar veriyorum? hiç mi değişmiyor insanlar? yıllar hiçbir işe yaramıyor mu, ya hiçbir şey öğretmiyor mu?... kaza mı bu?... eşyalarımı toparlanıp yola dökülüyorum. yolda, dökülüyorum. her kilometresinde bir yanımı bırakıyorum yolun. kolsuz, bacaksız, kanatsız, savunmasız iniyorum koca şehre. çifte kavrulmuş bir karar sanki vermem gereken. o gün acımayan bedenim, bugün sızlıyor. o gün çekmediğim pişmanlık, bugün boğuyor. haksızlık bu. ya kime? yıllar önce, hamile olduğumu anladığımın ilk saatinde sırt üstü uzandığım sedye, bacaklarımın arasındaki o mavi kova ne kadar uzak ve puslu geliyor. kılım kıpırdamamıştı. iğneli fıçıda sallanıyorum oysa günlerdir. her şeyi hatırlıyorum. yok saydığım her duyguyu anımsıyorum. canım acıyor.

    "doğuracak mısın?" diye soruyor bir arkadaşım. o hiç sormamıştı bu soruyu. sessizce eşlik etmişti bana. gece de evinde konuk etmişti. kızlar ve erkekler arasındaki arkadaşlık farkı bu olmalı. ısrarla soruyor: "doğuracak mısın?"yine mi söylemeyeceğim diyorum, gülüyor. madem doğurmayacaksın söyleme, diyor. söylüyorum. "bari bunu doğur", diyor. daralıyorum. söylediğime pişman oluyorum. söylemediğime pişman oluyorum. kız arkadaşlarla erkek arkadaşların farkını daha iyi anlıyorum. kızlar sır tutamıyor.
    sırt üstü uzandığım ameliyat yatağında
    gözlerim
    o tiksindirici,
    mavi,
    plastik
    kovayı arıyor.
    bir odada
    tek başıma
    uyanıyorum.
    otuz yedi yaşındayım.
  • kadın, doktora gidip "ben kürtaj yaptırmak istiyorum" dediğinde doktor kendisine kol, bacak, kafa koparmalı kürtaj görüntüleri izletecekse eğer; kadın da kendisine açlıktan sefaletten kıvranan, yetimhanelerde zor koşullarda yaşamaya çalışan, savaşlarda ellerinde taşlarla cephelere sürülen, her türlü pis işte üç kuruşa çalıştırılan, sokaklarda tiner ya da bally çeken, kapkaç ve yankesicilik yaptırılan çocukların videolarını izletebilir.

    kürtaj görüntülerinin çok çeşitli olabileceğini zannetmiyorum, lakin bu çocuk trajedilerin envai çeşit videosu temin edilebilir.
  • anneye, çocuk yapmanın evcilik oynamaktan farklı olduğunu öğretti bu çağ.
    "ana rahmini romantize etme" gerzekliğinin, çocuk yapmayı kutsallaştırıp "kadın"ı biraz daha kötürüm bırakmanın getirdiği lüksü ortadan kaldırma tehditi getirdi çünkü "kadının seçim hakkı".

    kürtaj, bu haklardan biridir.

    tekin olmayan bir dünyada, yüreği beş para etmeyecek şerefsizlerin elinde yiten giden genç kızlar var.

    yer yer yasal tecavüzler (reşit olmadan evlendirilmeler, akraba evlilikleri, sevgililik kurumu vs)

    yer yer yasa dışı tecavüzler

    kadın rahmini paramparça etmiş geçmiştir.

    ve kadın rahmi hakkında, kadın dışında kimsenin ahkam kesmeye hakkı yoktur. üzerinde önceden mutabakata varılmış bir gebeliğin tek taraflı sona erdirilme kararı elbette ki etik olmayacaktır- ancak üzerinde önceden anlaşmaya varılmamış bir gebeliğin akıbeti, pembe panjurlu pencereler ve her sabah seni seviyorum diyen bi eş olmayacaktır bi çok kadın için.

    kadınları uyutmayın ulan artık.

    işte kadının bu trajedisini bir parça rahatlatmıştır kürtaj- otu ski romantize ederken iki düşünün de konuşun. en azından gençlerin kafasını bulandırmayın.

    sevgili hemcinsim,

    diş çekmekten bile kolay ve sancısız bir süreçten bahsediyorum.
    ve sen hayatının sonuna kadar bakmakla yükümlü olacağın bir canlıyı "kimseye güvenerek" dünyaya getiremezsin- kendinden başka.

    ve sen, kendin, bunu yapmak zorunda değilsin.

    altı üstü bir sperm hücresinin senin yumurtana denk gelmesi bu- tanrının mucizesi falan değil.
    ve sen, bunu yaptırdığında daha az kadın olmayacaksın
    ve sen, bunu yaptırdığında daha az saygı uyandırmayacaksın

    bu senin hayatın.

    o içindeki şey henüz bir "bebek" değil. o embriyo.

    kimseyi katletmiyorsun- orada henüz "biri" yok.

    ve ona ihtiyacı olacak sevgiyi ve bakımı madden ve manen sağlayamayacaksan, onu kendinden önceye koyamayacaksan, onu dünyaya getirmek bedelini asla ödeyemeyeceğin bir kötülük olacak.
    ve hatta şimdi pembe pembe düşünüyor olabilirsin, yapabileceğini sanırsın ama forever is a long time. hormonlarının cıvıklığı mantığını bulandırmasın.

    uyutmasın kimse seni "kutsallık" hikayeleri ile.

    ve bu hakkını sonuna kadar savun
    savun ki

    bu içine edilen sevgili ülkemde yarın öbür gün hastane bile olmayan mekanlarda, gizli gizli, kir pas içindeki aletlerle, doktor olmayan insanların elinde parçalanıp gitmesin hiç bir kadın..

    hiç bir kadın bu muameleyi hak etmez çünkü.
  • kürtaj zaten anne adayının da bayılarak geçirdiği, 3 ayda bir yaptırdığı bir operasyon değildir, olamaz. en basitinden kürtaj hadisesini yaşamış bir kadının bir daha çocuk sahibi olamama riski vardır. ardından getirdiği hormonal bozukluklar ve kadının psikolojisinde yarattığı büyük çöküntüler de hafife alınamaz. bunun dışında genlerin yarısını oluşturduğu biyolojik olarak kanıtlanmış olan baba adayı durumu şüphesiz daha kolay atlatacak, "bizim hatun da çocuk aldırdı geçen gün" tarzı cümleleri kurabilecek ve olayın altından (çok büyük olasılıkla) rahatça kalkabilecektir. oysa rahminden bir şeyler kazınan taraf, bu bebeğe hostluk eden kişi yani annedir. olayı bire bir yaşayan da odur, ondan başka herkes yalan ağlar.

    burda önemli olan, insanların "nasıl olsa kürtaj diye bir şey var canım, doğum sensin kontrol yöntemleri de sana girsin" tarzında bir anlayış benimsemediklerinin anlaşılması ve bu bağlamda meydana gelebilecek herhangi bir kazadan ötürü bir ömür boyu 3 insanın suçlanmasının saçmalığının görülmesidir. iki tarafı da reşit insanlardan oluşan genç bir çiftin korunmalarına rağmen başlarına hamilelik gibi bir durum gelmesi, tarafların 20-21 yaşlarında oldukları düşünüldüğünde belki de olabilecek en kötü şeydir. korunmalarına rağmen başlarına böyle bir şey gelmesi kesinlikle "sorumsuzluk" olarak nitelenemez. "sikişirken iyiydi ama?" şeklinde cümlelere de, söz konusu eylemin 18 yaşından büyük ve bekar olan insanlar için yasalar tarafından da serbest kılınmış bir eylem olduğunu açıklayarak karşı durulabilir. kaldı ki bu cümleyi kurabilecek mantalitede bir insanın da büyük ihtimalle kürtaj yaptıramamış bir annenin zoraki olarak dünyaya getirdiği bir şey olma olasılığı yüksektir.

    istenmeyen bir çocuğun zorla dünyaya getirilmesinin sonucunun ya cami avlusu ya da topluma zararlı bireyler olacağını ve en azından (ana baba çocuk olmak üzere) 3 kişinin hayatını mahvedeceğini görmek sosyolojiden biraz anlayan ya da insanların seçimlerine biraz saygı göstermeyi bilen insanlar için zor olmasa gerek. kaldı ki, hayatı zorlaştırıyor diye (misal) 4 kredilik bir dersten f veren öğretmeni öldürmekle kürtajın farkı yıllar önce anlaşıldığından bu hadise yasaldır.
  • hakkinda bazi yanlis algilarin oldugu operasyon. simdi kürtajin yasaklanmasi gerektigini savunanlar, kendilerini anne karnindaki bebegin mutlak koruyucusu olarak görüp, kutsal insan hayatinin vazgecilmezligi, yasam hakkindan filan dem vurup kürtaj yaptiran kadinlari cinayetle sucluyorlar ya bu baglamda kürtaji savunanlari da kadinin zevki icin, refah bir hayat sürmesi, dertsiz tasasiz olmasi icin bebegin pir pir eden minicik kalbini kaziyarak kopartarak öldüren, cinayet saksakcilari olarak gosteriyorlar.. ha iste.. azicik embriyoloji icin lütfen.
    simdi neymis ne degilmis bir bakalim.
    bir kere abuk subuk paylastiginiz resimlerin bir cogunun photoshoplu olmasini gectim, hamileligin en az 12. haftasina ait oldugunu biliyormusunuz? tabii ki hayir, nereden bileceksiniz.
    simdi, hamilelik haftasi hesaplanirken son regl oldugunuz tarih baz alinir. buna karsin döllenme, bu tarihten iki hafta sonrasindan itibaren baslar, cunku yumurtanin olgunlasma suresi budur. yani hamilelik haftasiyla döllenme ve bebegin gelisim haftasi baska seylerdir. arada iki hafta var.kürtaj dusunulen bir cok hamilelik 5.-10. haftada sonlandirilir, bu da döllenmenin 3.8. haftasina tekabül eder. yani o sacma sapan resimleri bir unutun ilk once. yani hamileligin 10. haftasi (ve artik kürtajin yasal süresinin sonundaki) 8 haftalik 27 mm lik embriyo demektir, buna karsilik 6 haftalik embriyo yaklasik 12 mm dir.
    peki embriyo nedir?
    rahim mukozasina yerlesmis, (nidasyonu tamamlamis ki bu sure de döllenmeden itibaren 2 haftayi bulabilir) döllenmis yumurta hücresine zigot denir.
    bundan sonraki 8-10 hafta boyunca embriyo adini alir. daha sonra ise fötus denir.
    ceza hukuku acisindan hamilelik bu nidasyon ile baslar yani ertesi gun hapi gibi döllenmeden sonra yerlesmeyi engelleyen preparatlar kesinlike kürtaj kapsamina girmez.
    yine ceza hukuku acisindan bir insanin hayati dogum sancilari ve rahim agzinin acilmasi ile baslar. bu da hamilelik boyunca gerceklesmesi muhtemel kazalar yüzünden annenin cinayet sucundan hüküm giymemesi,buna karsin, doktor ve ebelerin hatalarinin cezalandirilabilmesi icindir.
    döllenmis yumurta konuyla alakasiz 14 gunden sonra rahim mukozasina yerlemesiyle beraber dikkatleri toplar. cunku artik embriyonal surec baslamistir. ilk kalp atislari yaklasik 23 gunden itibaren duyulur. 3.haftayla beraber organlarin yerleri sekil almaya baslar.döllenmenin 8.haftasinda henüz islevsel olmayan organlar olusmustur, mesela akciger ilk olarak 20. haftayla beraber devreye girer. bu sureden once yapay solunum cihaziyla beraber bile fötus yasamini devam ettiremez.
    dördüncü haftayla beraber gelecek beyin, omurilik ve sinir hücleri olusacak olan sinir borusu gelismeye baslar. 33.gunden itibaren beynin ve omuriligin ayri gelisimi gozlenebilir.beyin hücrelerinin olusumu en cok 2.ve 5.ay arasinda gorulur ve dogum sonrasinda da devam eder.korteksin gelisimi 6.hafta, sinapslarin gelisimi 9.haftada baslar.bu baglamda kürtaj karsitlarinin beyin dalgalarinin 6.haftadan itibaren olculmeye baslandigi argümani sacma sapandir, bu degerler ilk olarak 6.ayla beraber olculebilir.
    7.haftayla beraber emrbiyonun aci hissetmesi tezi de kesinlikle bilimsel degil. embriyonun bir seyler hissetmesi, algilayabilmesi icin korteks in gelismis olmasi ve minimal sinaps sayisina ulasilmis olmasi gerekir. bu da 24. haftadan once mümkün degil. aci ve bilinc icin thalamus ile korteks arasinda iletisim olmasi gerekir. bu da 24. haftadan once mümkün degil.

    http://www.svss-uspda.ch/…e/facts/embryo-bilder.htm linkteki son resim, 8 haftalik bir embriyonun buyutulmus halidir. turkiyede zaten hamilelik en gec bu asamada kürtajla son bulabilir. 3.,4, resim 6 ve 7 haftalik embriyonun halidir.
    http://www.svss-uspda.ch/…s/fruchtsack_7_wochen.jpg
    http://www.abortionaccess.info/…bortionpictures.htm
    bu resimlerin hic biri bir insana ait degil, bu resimler bir embriyoya ait. bir canli evet, ama cinayet eyleminin objesi olabilecek bir insan degil.
    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/…begin_gelisimi.sw

    yani hamileligin 10.haftasindan once gerceklestirilen kürtaj, cinayet degildir. cinayet icin bir insanin öldürülmesi gerekir. insanin olusmasini neye indirgerseniz ingirdeyin, bir embriyoya tam bir insan manasi yukleyemezsiniz. tibbin soyledigi budur. herkesin etik anlayisi farkli olabilir. sen diyebilirsin ki ben kürtaji kendi ahlakima sigdiramiyorum o zaman sen yaptirmazsin. ama bir baskasina katil damgasi yukleyemezsin.

    o yuzden sevgili hemcinsim, hayatinda muhtemelen okudugu tek kitap kurani kerim ve türevleri seklinde olan, bilgisiz, demagoji yapip acikca yalan soyleyen kitlenin dediklerine inanma.hamileligini sonlandirarak bir cinayet islemiyorsun. vicdanen de bunun yukunu tasima.
  • tabii ki onlem almak daha iyi korunma yontemidir.ancak bir sekilde hamile kalindiysa o cocugu dogurmayip (genelde tercih edilen duygu sömürüsü dolu tabirle) 2 aylik bir yasami "öldürmek" mi yoksa 17-18 yaşında bir insanin anne olmasi ve daha okula giderken kendi parasini bile kazanmazken dogurması, bir anlamda simdiye kadar surdurdugu hayati yokedip oldurmesi mi?
    bir yanlislik olabilir bir aksilik veya dikkatsizlik de olmus olabilir ama bunun ceremesi tum bir hayat boyunca cekilecek diye bir kural yok.ve elimizde tibbin sagladigi imkanlar da varken bunlari kullanmayip din adina ahlak adina veya cinayet diyerek reddetmek halihazirda yasamakta olan bir insanin hayatini yoketmektir bence
hesabın var mı? giriş yap