• bir zamanlar bir deniz ulkesinde guzel bir deniz kizi yasarmis. denize mahkummus deniz kizi, sulardan ayrilamazmis. ailesi suyla cevrelemis hep etrafini, bacaklari olmamis hic kizin, disari ciksa, soluk almayi bile beceremezmis. insan degilmis..
    evinde kalmayi ister herkes, alisik oldugu yerde yasamayi. ama bu kiza bir hapishane gibiymis sular. cikmak istermis, disaridaki hayati merak eder dururmus, denizlerde soluk baliklar ve bitkilerle gecen hayatinda, hep disariyi hayal edermis.
    insanlari merak edermis. bildigi yalnizca baliklar ve denizin diger sakinleriymis. onlar da zararsiz olduklarindan, butun dunyayi, denizlerin altini ve topragin ustunu hep boyle zannedermis. oyle safmis, o kadr aptalmis ki, disaridaki yaratiklarin kendisine zarar veremeyeceginden eminmis.
    bir gun bir gemi kazasi gormus o hayran oldugu insanlari izlerken, cunku hep boyle uzaktan izlermis onlari, yanlarina gitmesi yasakmis. iste o kazada, yine cekip gitmesi gerekirken, gidememis. bir prens varmis kazaya ugrayan insanlar arasinda. prens olmasi degilmis mesele. kiz onun gozlerinde daha once hic gormedigi bir sey gormus. bir guzellik, bir saflik, bir iyilik, bir asalet. her ne idiyse, kizin solugu kesilmis. soluk alabildiginin farkinda degilmis, o gune kadar, iste farkettigi anda, solugu kesilmis.
    kalbi carpmis bu genc adama, onun olmesine kiyamamis. oysa alisikmis denizin insanlari yutmasina. sadece bu sefer, izleyememis, dayanamamis. tutmus o insani, akintiya karsi, kumsala tasimis.
    bilinenin aksine, hayal meyal de olsa, genc cocuk da gormus kizi, kisa bir sure, sanki bir ruya gibi, bir hayal gibi. ona sarilmaya calismis. kizi kollarinda tutmus, o an asik oldugunu dusunmus kiza. ama kiz siyrilmis kollarindan. izin veremezmis bir insanin onu birakmamasina. hic bir zaman kimse onu tutmamis oysa. yine bildigini yapmis kiz, yine kacmis.
    kendisini terkeden, kim bilir kime giden kizin ardindan bir sure suya bakmis genc adam. belki hayaldi demis. belki oyle bir kiz hic olmadi. belki ben hata yaptim, bir peri kizi gordugumu sandim. belki bir yaratikti, belki korkunc bir hastalikti, yanildim.
    o sirada kumsalda gezintiye cikmis bir baska genc kadin gozune ilismis prensin. prens dediysem, asaleti bir unvan degil bir ruh hali olarak tanimladiginizda karsiniza gelen kisiyi kastettim. bu genc adamin ici disindan guzelmis, ailesi serefli, duzgun insanlarmis, ve dunya uzerinde bulunmayan bir iyilige ve piriltiya sahipmis cocugun yumusak kahve rengi gozleri. hayatta kotuluk oldugunu bilirmis, o kadar saf degilmis. ama yine de hayalleri varmis, ozellikle kumsalda otururken simdi, gozleri daha islakmis uzerindeki kiyafetten. kaybettigi hayale bakip yakamozlardan kamasirken gozleri, cocugun piriltisindan kendisini alamayan genc kadin onun yanina gelmis.
    bu genc kadin, diyelim ki bir prensesmis. insanmis oncelikle, adamla ayni turdenmis. adami gorunce ayni turden olduklarina inanamamis yine de. adam o kadar guzelmis ki.. herhangi bir kadinin cok rahatlikla kapilacagi bu isigin cazibesine kapilmis. adamin yanina gelmis, ve o andan itibaren kendisini dunyadaki en sansli kadin olarak hissetmis.
    ustelik hakliymis.
    kucuk deniz kizi uzaktan gormus bunu. daha once hic gorulmemis bir seymis bu. hic asik olmamis, gitmemesi, terketmemesi gerektigini bilmiyormus. hic sevdigi birisi bir baskasinin yaninda olmamis. kiskanclik nedir bilmezmis. oysa simdi bir anda, okyanusun sulari kararmis, yakamozlar cam kiriklari olmus, aldigi hava zehir doluymus artik.
    nefesi kesilmis.
    olmek istemis. ilk defa hayatinda. artik suda duramiyormus. ne yapsam kurtulsam demis. bir cadi varmis kimsenin gitmedigi. aldigi her zaman verdiginden cok olan cadiya boyun egmis. ona guzel kuyrugunu vermis, ve guzel sesini. hic bir zaman ses cikaramayacakmis artik. hic bir zaman yuzemeyecekmis suda. ama kiz razi olmus ruhunu satmaya. belki o kadar da iyi degilmis kendisi. simariklikla terkettigi adama olan aski gozlerini kor etmis.
    cadi diye anilan kisi aslinda bu sulara mahkum biriymis. kiza istediklerini vermeden once onu uyarmis, demis ona, elimde olsa sana bunu yapmazdim diye. ama gozleri asktan kor olmus kiz, sesini, ruhunu, kuyrugunu seve seve kurban etmis. o olmayacaksa yanimda, yasamasam da olur, yuzmesem de, konusmasam da. var olmamin anlami yok demis.
    ruhumu vermis deniz kizi, ruhuma anlam veren adam yoksa, olmasina ne gerek var ruhumun? onsuz surecek sonsuz bir iskence olacaksa olumsuz hayatim, onunla bir sureligine varolmayi tercih ederim demis.
    yeni kavustugu bacaklari gercek degilmis, bu nedenle her yurudugunde, aslinda kalbi surunurmus yerlerde. gozlerinden yaslar dokulurken, kalbinden akan kan saclarindan dokulurmus topraga. herkes kizil sacli bir kiz gormus, guzel bacaklariyla yuruyen. kizin bacaklari aslinda yokmus, saclarindan isledigi gunahla akarmis kani, aslinda kalbinin ustunde yuruyormus.
    prensi bulmus kiz, sonunda bulmus. prens onu gormemis ama. gozleri kalbindeymis prensin. kizin kalbine bakmak istemis. ama kizin kalbi artik yerinde degilmis. aski ugruna sattigini da soyleyememis, surunuyorum, yerdeyim, diyememis kalbiyle sevdigi adama, aslinda senin icin yerdeyim diyememis. prens bakmis bu ruhsuz, kalpsiz kiza. bulamamis sevecek bir sey. yanlis yere baktigini farketmemis.
    gecip gitmis yanindan. kiz konusamamis, gitme diyememis. yanindan gecerken hayatinin aski, onu kaybettigini farketmis.
    ozur dilemis icinden, sevdiginden, ve kendisinden, hayatlarinin mutlulugunu kaybettirdigi icin. ve evsiz, barksiz, paramparca kalbini yollarda surukleyerek, ev bildigi denize gitmis.
    deniz de almamis artik onu. kendisi de istemiyormus ki artik kendisini, suclayamamis denizi. yine de birakmis kiymetsiz vucudunu sulara. akmak istemis, yokolmak istemis, artik hissetmemek istemis.
    guzel prensin bir yerlerde guzel bir prensesle mutlu oldugunu bilmek, kanli saclarinin orttugu cesedindeki gulumsemenin tek sebebiymis.
  • 80'lerin ilk yarısında pamukbank tarafından dağıtılan sinema davetiyeleri sayesinde tanışmıştık küçük deniz kızı çizgi filmi ile. başına ne iş geleceğinden habersiz, şen, gamsız çocuklar olarak girmiştik sinema salonuna. salondan çıkarken dönüştüğümüz şey ise ağlamaktan helak olmuş, depresyon denen kavramla vaktinden pek önce tanışmış minik zombilerdi. işin ilginç tarafı, çocuklarına sinema salonunda eşlik eden ebeveynler de darmadağın olmuştu andersen'in bu acımasız hikayesi yüzünden. 7'den 70'e herkes gözyaşlarına boğulmuştu.
    aradan onyıllar geçtikten sonra, hikayenin o vicdansız versiyonunu kimin hazırladığını merak eder oldum. ve işin içinden japonlar çıktı. çizgi filmin ojinal adı "andasen dôwa ningyo-hime" idi. 1978'de "hans christian andersen's the little mermaid" adı altında gösterime girmişti. disney'nin alabildiğine yumuşatılmış versiyonlarının tersine bu çizgi filmde andersen'in orjinal öyküsüne körü körüne sadık kalınmış, dünyanın dört bir yanındaki çoluk çocuğun psikolojisinin içine de afiyetle edilmişti.
  • tıpkı kurşun asker masalında olduğu gibi hans christian andersen’nin hayatıda yaşadığı trajedileri cinsiyet kavramı, toplumdaki sınıfsal farklılıklar gibi alt öğeleri sevgi -fedakarlık ana temasıyla harmanlayarak dışı vurduğu masaldır.

    küçük deniz kızı yeryüzünü idolleştirir önce. bilinmeyene ve yasak olana korkunç bir tutku duyar. bu bilinmeye olan tutkusu karşısına prensi çıkartır. prense aşık olur olmasına ama birlikte olmaları imlamsızdır. o bir deniz canlısıdır, prens ise insan. insana dönüşür dönüşmesine ama sesini kaybettiği için bu seferde aşkını söylemez prense. prens başkasıyla evlenir. kalbi iyice kırılır küçük deniz kızının. sevdiği insanı öldüremeyeceğinden evine de geri dönemez. kendini öldürerek trajik sona ulaşır.

    andersen aslında bu masalda bizlere yaşadığı cinsek kimlik- yönelim bunalımını, edward collin’e duyduğu karşılıksız aşkı, collin’nin genç bir kadınla nişanlandığını öğrendiğinde yaşadığı kalp kırıklığını anlatır. küçük deniz kızı kendisidir aslında. yasak olana tutulmuş, duygularını bastırmak zorunda kalmış ve acı çekmiştir.
  • orijinalinde küçük deniz kızı deniz olur, ama disney versiyonu (bkz: little mermaid) olayı tatlıya bağlamıştır, kıyamamışlardır ariel'e.
  • hasta ruhlu bir kuzeylinin küçük çocuklara asla okutulmaması gereken masalı. son cümlesi "mutluluğu kendi etrafında aramadığı için çok üzüldü" idi. yuh be kardeşim bir çeşit pedagoji yöntemi mi yoksa bu? şimdiden hazır ol. zaten kuzeyden masallarda bile iyi bir şey gelmez. gelse gelse soğuk rüzgarlar gelir.
  • wikipedia'da özetini okuyunca çok acıklı gelmişti de hikayenin aslını okuyunca son derece saçma bir hikaye olduğu anlaşılıyor (okuduğum versiyon şu bu arada, belki diğer versiyonlar daha düzgündür). başları güzel hikayenin, kız denizi yeterli bir miktarda seviyor falan ama yukarıdaki dünyaya inanılmaz bir ilgisi var. ilk su yüzeyine çıktığı vakit prens'i görüyor, beğeniyor; sonra prensin gemisi batıyor, kız prensi kurtarıyor, iyicene aşık oluyor.

    kız büyükannesine soruyor "ben yukarda yaşayabilir miyim, nası yaşarım?" falan stili şeyler. büyükanne "bizim yaşam süremiz 300 yıl onların 70-80; ama biz ölünce köpük oluyoruz* onların ise ölümsüz ruhları yaşamaya devam ediyor. ancak yukarıdan bir adam seni tüm kalbiyle severse ve senle evlenirse onun ruhu sana da geçer ve senin de ölümsüz bir ruhun olabilir" diyor. burdan itibaren hikaye bencillikler ve saçmalıklar hikayesine dönüşüyor. denizkızı "en kısa süre içinde yüzeye çıkayım da hem aşık olduğum adamla beraber olayım hem de ölümsüz ruhum olsun. ne güzel işmiş" moduna giriyor. yani böyle sözleri yok tabii de ölümsüz ruh işine prens'in aşkından çok daha fazla takılmış gibi.

    kız deniz cadısına gidiyor, kendisine bacak verecek iksiri alıyor, sesini cadıya veriyor; yukarı, prens'in sarayının oraya çıkıyor. ha bu arada prens'in başka bir kadınla evlendiği günün ertesi günü denizkızı ölecek gibi bir kehanetsel ekliyor cadı; yani onu cadı yapmıyo da olabilir, neyse. sonra prens'le abi-kızkardeş tarzı bir ilişkileri oluyor. prens kızı daha çok bebekmiş gibi seviyor, o da ölümsüz ruh olayına yetmiyor galiba.

    prens bi ara denizkızına tüm kalbiyle sevebileceği tek kızın onu sahile vurduğunda kurtaran tapınak maid'i olduğunu söylüyor (denizkızı prens'i sahile bıraktıktan sonra yakındaki tapınaktan bir kız prensi bulup iyileştiriyor falan hikayenin öncesinde). ama o kız galiba tapınak kızı diye kimseyle evlenemiyo mu ne tam anlamadım, prens "onun yeri tapınak, o yüzden ne yazık ki asla beraber olamayız" diyor. sonra da denizkızına "ama sen onu bana hatırlatıyorsun, senin sayende onu kafamdan atabilirim belki. senle hiç ayrılmayalım." tarzı iyice öküzce şeyler söylüyor. denizkızı pek sallamıyor gerçi; zira artık tek derdi götünü kurtarmak: denize geri dönme imkanı yok sanırım, mermaid haline geri dönemiyor, prens başkasıyla evlenirse de anında ölecek, güzel bir son değil. o yüzden prense ful ilgi halinde devam ediyor. gerçi onun dışında prense sırılsıklam aşık zaten o da var tabii.

    prens komşu kralın kızıyla evlense iyi olur tadında söylemler oluyor sarayda. prens pek istemiyor ama yine de gidiyor bir gemiyle komşu krallığa, denizkızı da yanında. sonra komşu kralın kızı o tapınak maid'i çıkıyor (haydaa); tapınakta dini eğitim mi ne görüyomuş anlamadım adam gibi. prens çok mutlu oluyor bu duruma. bi kaç gün içinde o kızla evleniyorlar. aynı gün denizkızı dahil bi sürü insanın katıldığı gemi üzerinde bir evlilik gezisine çıkıyorlar. o gezi sırasında denizkızının ablaları derinden çıkıp gelip kıza deniz cadısından aldıkları bir bıçağı veriyorlar; bıçağı saçlarını cadıya satarak almışlar (buradan itibaren tekrar güzelleşiyor hikaye*; fedakarlık, zor seçimler giriyor işin içine). prensi bu bıçakla öldürürse tekrar balık kuyruğu çıkacakmış. sonra geri denizin dibine gidiyorlar.

    denizkızı gerilime giriyor, düşünüyor bıçak işi üzerine, sonra bıçağı denize atıyor. sonra da kendini denize atıyor. bu acıklı bir son gibi. yani böyle bitseydi acıklı olurdu. ama ölmüyor, onun yerine birtakım air elementalvari, ethereal formda dolaşan kız grubu uçarak geliyor ve denizkızını denizden yükseltip kendilerinden biri yapıyorlar. cennetten gelen ruhlar falan da değil bunlar; kesinlikle varoluş nedenlerini anlamadığım birtakım hayalet kız grubu. "bizler havanın kızlarıyız. ölümsüz ruhlarımız yok ama biz de 300 yıl yaşıyoruz, eğer 300 yıl boyunca çok iyi şeyler yaparsak biz de ölümsüz bir ruh elde edebiliriz" diyorlar. galiba cennette gidememiş ama ikinci bir şans verilmiş ölü kızlar topluluğu gibi bir şey bu, pek açıklaması yok. denizkızını da çok iyi şeyler yaptığı için aralarına almışlar (ne? yaptığı iyi tek şey prens'i fırtınadan kurtarmaktı. bi de belki prens'i öldürmemek; ama o iyi bir şey yapmaktan çok kötü bir şeyi yapmamak oluyor.)

    son paragrafta da şöyle bir şey diyor havanın kızlarından biri: “unseen we can enter the houses of men, where there are children, and for every day on which we find a good child, who is the joy of his parents and deserves their love, our time of probation is shortened. the child does not know, when we fly through the room, that we smile with joy at his good conduct, for we can count one year less of our three hundred years."

    başkalarının ahlaklı, iyi hareketlerine şahit olmak iyi iş yapma kavramına hangi şekilde giriyor anlamadım kesinlikle.
  • valla ben bu kızın aklına edeyim yani, başka bir şey demiyorum. sağ ayağımda içe basma sorunu var, yetmez gibi bir de büyük ayaklı bir insanım. eskiden iyi kötü, her çeşit ayakkabı giyebiliyordum. yaş ilerleyince giyebildiğim tek tür olan spor ayakkabıyı bile titiz ve detaylı bir araştırmanın ardından bulup alabiliyorum. ayaklarım bana o kadar acı ve zorluk veriyor ki, bir deniz cadısı gelip bana balık kuyruğu verse hemen atlarım yani. salak kız, ağırlıksız ortamda fışır fışır salınırken sen gel elin herifinin peşinden karasal ortamda sürünmeye. annesi yok tabi kızcağızın, sahipsiz kalmış kadersiz evladım.
  • hafta sonu izlediğim bir çocuk müzikali.

    özellikle balık moly ve sebastian'ı beğendim. ki sebo sanırım murat altınok ve kendisi hem yönetmen hem uyarlayan.

    yalnız hikayeyi beğenmedim. küçük denen deniz kızının masala göre hayattan dileği bir prens bulup ona aşık olup evlenmek. çoğunluğu küçük kız çocuklarına oyun sahneliyorsun ve çocuklara tek derdi koca bulmak olan bir karakteri anlatıyorsun. bu nedir ya? eyvallah "uyarlama bu. masal öyle" diyebilirsin. e o zaman oyuna hamsi de koyma. şu kız çocuklarını edilgen kabul eden işleri bir bırakalım ne olur. neyse yine de emeğe sağlık.
  • çok sevdiğim bi masaldır.yazarının hayalgücüne ve yaratıcılığına hayranımdır.ama çocukları depresyonla tanıştırabilecek kapasitede bi sona sahiptir aynı zamanda.masalın sonunda prens başkasıyla evlenince deniz kızı intihar edip denizde bi köpük oluyo.böyle de acıklıdır işte.
  • çocuklara anlatılmaması gereken bir masal. zavallı deniz kızı sonunda köpük olup uçuyordu, biz çocuk aklımızla bile anlıyorduk tabi onun öldüğünü.
    çocuklara bu tip depresif, dram masalları istemiyoruz, mutlu sonla biten masallar istiyoruz.

    bir diğer depresif masal için (bkz: kibritçi kız)
hesabın var mı? giriş yap