• öncelikle bu filmi varoluş ve etik üzerinden okumak gerekir. film bir hukuk felsefesi filmidir. bir hukukçunun görevleri üzerinedir.

    ama belki ondan çok dünyaya fırlatılmış olma hali ile ilgilidir. suçludaki suçsuzu, mağdurdaki gayri saflığı, katildeki masumiyeti ve devletteki katilliği inceler. yalnız bırakılmışlık ile bireyi suça iten sürecin ilişkisini irdeler. ama suç anını güzellemez ve suçluya suçunun sorumluluğunu da atfeder.

    ve yine ama, belki en çok, idam cezasının ne denli faydasız, işlevsiz ve gereksiz olduğu üzerinedir. katile en sert şiddeti uygun gören devletin, celladı nasıl bir yere koyduğunu öyle güzel anlatır ki.

    ve belki de en ama, bu film vicdan üzerinedir.

    burada ara ara tartışıyoruz ya, bu filmin o soyut ve "ne ki bu" dediğimiz "ışığı", benim "hukuk" dediğimde anladığım şey aslında.

    "iyi film" ifadesinden nefret eden bir insan olarak, seyrettiğim en iyi film olduğunu söyleyebilirim.
  • şu ana kadar sadece suç ve ceza'dan bahsedilmiş ama, bana fena halde albert camus'nün meşhur romanı yabancı'yı hatırlatmış filmdir. aralarındaki ufak tefek farkları görmezden gelirsek, bu filmin yabancı'nın uyarlaması olduğunu bile söyleyebiliriz. her iki eserde de; hayatın absürtlüğü, kader, vicdan, adalet, yabancılaşma, psikoloji, şiddet, öldürme, idam gibi üstünde düşünülmesi elzem, karmaşık temaların işlenmesi, olayların gelişimi ve yansıtılışı, ilginç bir şekilde oldukça benzerdir.

    avukatın mülakatta yapmış olduğu şu alıntı da unutulmazdır:

    "kabil'den bu yana hiçbir ceza dünyayı iyileştirememiştir..."
  • taşı köprüden aşağıya sakince yuvarlayan, sonunda can yakacağını daha en başından hissettiren kieslowski filmi. ilerledikçe öldürmeye-ölüme adım adım yaklaşıyor, her bir adımda karakterleri daha iyi tanıyoruz. kurban ile katil arasındaki ruh hali benzerlikleri göze çarpıyor. bu benzerlik kurbanın içten içe ölme isteğini gösteriyor belki de...

    kieslowski şiddet içerikli sahnelerde salonu terkeden seyirciler için "yapmaları gereken buydu. filmin seyircilerin üzerinde bırakması gereken etki tam da buydu." diyor. şehri olabilecek en çirkin şekilde göstermek için yeşil filtre kullanıyorlar. görüntü yönetmeni slawomir idziak bu görselliğe "kirli şiir" diyor.
  • bu filmde beni en çok etkileyen an, idam sahnesinde genç adama sigara uzatıldığında ve kendisi filtresiz tercih ederim dedikten sonra, idamın filtresiz sigara bulunana kadar geciktirileceğine dair yaşadığım ufak bir umut oldu. kaçınılmaz son yine olacaktı ancak filmi izlerken size yaşattığı psikolojide idam için yaşanacak ufak bir sarkma umudu bile size nefes aldırabiliyor. ancak yönetmen, hapishanede idama en hevesli kişi olarak görünen ve idam odasını büyük ciddiyetle hazırlayan görevliye hemen filtresiz sigara verdirerek ve bence bunu özellikle o kişiye yaptırarak seyircinin zihninde bu umudun yeşermesine büyük bir ustalıkla izin vermemektedir. bu ve bunun gibi bir çok ayrıntı ile zihinlerde yer eden muhteşem filmdir.
  • kieslowski filmlerinde genel olarak mizansen ve sinematografi ön plana çıkmıştır. fakat bu filmin przypadek ile birlikte bir istisna olduğunu düşünüyorum. evet przypadek kadar olmasa da, güzel bir senaryo ortaya konmuş diyebilirim.
    daha önce de bahsedildiği gibi seksenli yılların polonyasındaki kasvetli hava gerçekten gerek arabalarla, gerek havanın durumuyla, gerekse insanların soğukluğuyla gayet iyi verilmiş.

    --- spoiler ---

    senaryoya dönecek olursak ilginç bir detay göze çarpıyor. yirmi bir yaşındaki genç her türlü kötü işi yapmasına, ve üstüne bir taksiciyi -ki o kadar da kötü tanıtılmamıştı- öldürmesine rağmen filmin sonlarında idam edilirken hüzünlendiriyor. idam edilmesini istemiyorsunuz. bunu hak ettiğini düşünmüyorsunuz.
    işte kieslowski bu yüzden büyük bir yönetmen. bir filmden herkes farklı bir şey çıkarabilir. bu gayet normaldir, hele ki bir kieslowski filmiyse onlarca kişi farklı yorumlayabilir -ki zaten öyle de olmuş.
    benim bu film üzerine düşündüğüm ana tema şu şekilde; bir insan ne yaparsa yapsın, gerçekten kötü olmayabilir. içinde gerçekten saf bir çocuk yatıyor olabilir. bu temiz çocuk daha sonra kendini dışarı vurabilir. idam bir şey kazandırmaz. yalnızca kaybettirir. bir insanı kazanmak, kaybetmekten çok daha zor, fakat çok daha erdemli bir yoldur.
    zaten avukatın filmin başından beri iyi bir şekilde tanıtılıp izleyicinin gözünde iyi bir yer edindikten sonra, genci bu şekilde savunması, bizim bu görüşümüze tuz-biber oluyor adeta. bu konuda kieslowski seyirciyi bu şekilde direkt etki altına almış ve işi şansa bırakmamış diyebilirim.
    ek olarak jacek rolündeki miroslaw baka inanılmaz oyunculuğuyla beni oldukça etkiledi. özellikle herkesin bahsettiği o taş sahnesi ve en sondaki idamdan kaçma çabalarıyla aşırı derecede doğal ve abartısız, muhteşem bir oyunculuk sergilemiş.

    --- spoiler ---

    filmle alakasız not: üç arabadan ikisi fiat 126. ne olmuş o sıra polonya'da öyle?
  • --- spoiler ---

    herifin sevgilisini arabasina cagiran taksi soforunun oldurmesi garip bir tesaduf mudur yoksa planlanmis mi pek anlasilmiyor. ki buyuk ihtimalle herifin bundan haberi yoktu. ama tanrinin bir oyunu mu yoksa garip bir tesaduf mu bilinmez, esas oglanimiz aslinda tam da oldurmesi gereken adami oldurmustur. sarkintiligin cezasi tabii ki cinayet degildir ama yine de hafifletici bir etmendir. burada avukat gencomuzun da savunmasinin yetersiz oldugunu dusunebiliriz. tabii ki elinde yeteri kadar bilgi yoktu ama yine de kendisine soylendigi gibi mukemmelliginden soz edilemez. avukat da bunu gercekten hissediyor sanirim ki kendisini esas oglana affettirmeye calisiyor. idami esnasinda yaninda bulunuyor, ailesi ile yakin iliski icerisine giriyor, arabaya tikistirildigi esnada camdan ona selam verip, el salliyor. kiz arkadasi ile konusurken, esas oglani kafede goruyor ve burada mudahale etmedigi icin de kendisine ayrica kiziyor. kurgusu gercekten muhtesem dusunulmus bir film. karakterler ilk basta birbirlerinden cok farkli gosterildiginden ameros perrosvari en sonda mi baglayacak acaba kieslowski bu karakterleri diye bir muddet dusundurtmustur. daha sonradan da dehasina hayran birakmistir. cinayet sahnesi gozleri kapattiracak derecede gercekcidir. sinema deyimi ile tam bir ''metafor'' savasiydi bence. esas oglanin herifi oldurdukten sonra geri donup cekmecedeki sandvici yemesi, kiz arkadasini arabaya aldiginda aynaya asili olan kukla?nin birkac kez gozumuze sokulmasi muhtesem ayrintilar. senaryo cok basit gorunse de filmin her sahnesi hakkinda rahatlikla bir paragraf yazilabilir. kucuk kizlara cikolata, kakao? firlatmasi da dingin giden filmde bir anda cok dikkat cekmistir. taksi beklerken genclere yalan soylemesi de cok guzel islenmis. ve evet sonu gercekten dancer in the dark'a cok benziyor. bence kieslowksi daha guzel islemis, orasi ayri. bir de filmin basindaki yazilarin aktigi kisim mukemmel dusunulmus. sagda kedinin asili oldugu, solunda da kieslowski -galiba- yazan sahne film hakkinda ufak da olsa bir bilgi veriyordu zaten.

    --- spoiler ---

    sonuc olarak kieslowski'nin bence a short story about love'indan daha guzel ya da daha kotu bir film degildir. ama kesinlikle daha psikolojiye dayalidir, daha zorlayicidir. mutlaka izlenesi bir eserdir. goruntuler icin bile zaman ayirmaya deger, hele hele benim gibi balkan ulkesi tecrubesi olan biriyseniz benzerlikler karsisinda hayretler icerisinde kalacaksiniz. ardindan sigara yaktirir, avukatliktan sogutur. aman dikkat.
  • filmde geçen "kabil'den bu yana hiçbir ceza dünyayı iyileştirememiştir." sözü karl marx'a aittir. zaten avukat sözü kullanırken yazarının kime ait olduğunu söylememe gerek yok herhalde diye belirtiyor. (tabii bizim gibi filmin sarı filtrelerinden başka filme dair bir şey söyleyemeyecek toplumlar için keşke belirtseymiş.)

    orjinali şu şekildedir:
    "and besides there is history—there is such a thing as statistics—which prove with the most complete evidence that since cain the world has been neither intimidated nor ameliorated by punishment. quite the contrary." (karl marx, capital punishment, new york daily tribune) (february 18, 1853)

    --- spoiler ---

    habil ve kabil'in hikayesine filmde de dokunuş vardır. kadın meselesi sebebiyle kardeşin kardeşi öldürmesi olarak bilinen hikaye jacek lazar'ın kız arkadaşı sebebiyle bir taksiciyi öldürmesi olarak işlenir. tabi "kadın" vatanı, toprağı da simgelediği için filmde kızın kırmızı ve beyaz giymesi (polonya bayrağı renkleri) tesadüf değildir. kieslowski toplumsal gerçeklikleri bireysel hayatlarda işler.

    karakterlerin isim seçimleri tesadüf değildir. taksi şoförü waldemer (kurallara uyan, kurallara sıkı sıkı bağlı) sistemi, sistemdeki düzeni temsil eder. jacek lazar ise isa'nın en büyük mucizesi ölüden dirilttiği lazarus'un temsilcisidir. jacek'in köprünün üzerindeyken akan trafiğe attığı taş, işleyen düzene atılmış bir taştır. filmde kullanılan sözünü söylerken karl marx’ın etkilendiği kişi lambert adolphe quetelet'dir. kriminoloji'nin kurucusu. suçu oluşturan sabit etkenler olduğunu, suçun bireysel değil toplumsal bir unsur olduğunu savunan 19'uncu yüzyılın en büyük düşünürü. düzenin en büyük temsilcisi devlet hiçbir şeyi sorgulamadan/temel sebeplere inmeden suçu "bireyde" değerlendirerek varlığını sürdürmeye devam eder. filmde de kieslowski’nin bize göstermeye çalıştığı şey budur.

    --- spoiler ---
  • krzysztof kieslowski'nin bireyin elinden çıkan öldürme eylemiyle devlet tarafından verilen ölüm kararı üzerinde düşünmemizi isteği nefis film. toplumun gözünde öldürme eylemi bireyselse bu affedilmeyecek bir şeydir ve cezalandırılmalıdır. peki, bu suç nasıl cezalandırılacaktır? ömür boyu hapis bunun için yeterli midir? yoksa kısasa kısas anlayışı ile hareket edilip suçu işleyen bireyin hayatına devlet tarafından son mu verilmelidir? öldürme eyleminin meşru olmadığını düşünen ve bu yüzden nefretle dolan insanlar bu eylemin devlet eliyle yapılması karşısında neden benzer bir öfkeye kapılmazlar? devlet eli sihirli bir el midir ki bir tarafta dehşet verici bir suçken diğerinde bir hakka dönüşüyor? devlet bu cezayı toplumun kalanı için yaptığını söyler. aslında söylemek istediği bu cezayı senin adına veriyorum, bu cezayı aslında sen veriyorsun, bu insanı birlikte öldürüyoruz, sen, o, siz, onlar... bu sorumluluğu hepimiz eşit olarak paylaştığımızda bireyin elinden çıktığında bir suç olan ölüm bizim elimizde yapılması gereken bir eyleme bürünür. ve böylece hepimiz vicdanımız temiz şekilde yolumuza devam edebiliriz. olan biten budur, ancak insanlar devlet eli ile işlenen cinayetin sorumlularından biri olduğunu aklına dahi getirmez. fakat bunu aklına getiren biri var. kieslowski "bu ülkede birisi, başkasının boynuna ip geçirip ayağının altındaki tabureye tekme atarsa, bunu benim adıma da yapıyor demektir" sözüyle bu noktaya vurgu yapıyor. diğer taraftan fyodor mihailoviç dostoyevski bir nesil öteden herkes her şeyden sorumludur sözüyle kieslowski'ye destek çıkıyor. kieslowski burada taraf tutmuyor, on emir'deki öldürmeyeceksin emri üzerinden yola çıkarak kim tarafından, kimin adına ve ne amaçla yapılırsa yapılsın yasaklanan bir eylemi birey-devlet ekseninde inceliyor. dekalog serisinden çıkarak uzun metraj haline getirilen bu film, tıpkı serinin diğer bölümlerinde olduğu gibi, insanları kendileriyle yüzleşmeye, üzerinde durmadıkları ya da akıllarına getirmeye korktukları kavramları ve düşünceleri tekrar gözden geçirmeye davet ediyor.
  • kieslowski*nin en sevilen işlerinden birisi. ozellikle atmosfer, adamimizin oldurme olayina girmeden once warsowa sokaklarinda yaptigi gezinti, arkada calan preisner * ama en cok da filtrelenmis gokyuzu insani vurur. bu film degil başka bir şey.
    (bkz: bunu yapan insan olamaz)
    (bkz: euphoria)
    (bkz: slawomir idziak)
    (bkz: dekalog 5)
    (bkz: #1675882)
  • rus oykuculerden etkilenilmis gibi bir havasi var gibi gelmisti bana.hata safhada burkucu dramatizasyon,sahneleri insanin icine isliyor adeta.lars von trier in kieslowski den ve bu filmden etkilendigini dusunuyorum dancer in the dark bazinda.
hesabın var mı? giriş yap