• memlekette adam gibisini bulmak, çölde vaha bulmak gibi.
    anasını satim, çevredeki en iyi kreşe, çuvalla para döküp yolluyoruz,
    3 yaşındaki çocuğun, boyama kitabındaki çizgilerin içini boyamadı diye (karalamış) kağıdını yırtıp çöpe atıp cezaya ayırıyorlar.
    ki öğretmenini uyarmıştım da, "üstüne gitmeyin, canı nasıl boyamak istiyosa öyle boyasın" diye

    2 gündür kafamdan duman tütüyor. arkadaş bu ne ya...

    yahu ben çocuğun "taşırmadan boyaması"nı istemiyorum, kendi isterse boyasın, yardım isterse öğret. istemezse rahat bırak.
    ben çocuğun bale yapmasını da istemiyorum. istiyosa katılsın, istemedi mi zorlama.
    faaliyet diye yemeyin lan çocukların başını... 3 yaş lan bu 3!
    3 yaşında çocuğun tek yapacağı şey oyun oynamaktır anasını satim...

    şiir ezberletmeyin, çizgi içi boyamaya zorlamayın, yemek yesinler diye "kim önce bitircek" diye yarıştırmayın çocukları yahu.
    yeter ulan öeh!

    memlekette kafama göresini bulamadığım kurum. amk!
  • 3 yaş 8 aylık oğlumun bu hafta 3 gündür gittiği okulu.

    önceki günlerde alışma maksatlı gittiğimizde yanında hep ben de olduğum için sorun çıkarmamıştı. öğretmeniyle gitmiş, oyunlara katılmış, orda olmaktan keyif almıştı. ama 3 gündür işin ciddiyetini anladı ve işkencemiz başladı. ilk gün ağlayan başka çocukların da etkisiyle birkaç saat ordan ayrılmama izin vermedi. sürekli zırıl zırıl bazen de zarul zurul ağladı. hiçbir şey yapmadı, oyunlara katılmadı. ben gittikten sonra da mutsuz hareketleri devam etmiş ama en azından uyumuş ve daha rahatmış. ikinci gün, ağlamanın tonu ve süresi değişmekle birlikte, beni yine bırakmak istemedi ama bu sefer daha kısa sürede ayrıldım oradan. sonrasında o da daha iyiymiş. bugün, birlikte gittik yine. sürekli işe gitmem gerektiğini, bu sayede para kazandığımı, işe gitmezsem ve para kazanamazsam ona istediği oyuncakları alamayacağımı vs. anlattım. anladı, kabul de etti ama yine ağladı. bu sefer, sevindirici bir şekilde, beni kapıdan uğurladı öğretmeniyle, el salladı. şimdi evdeyim, işten tüm haftalık izin almış olmama sevinmekle birlikte, evde vakit geçiremiyorum. kendimi alışverişe, çaya, çikolataya vurdum. maviş gözlerinin yaşıyla, bükük dudaklarıyla bana el sallayışını gözümün önünden silemiyorum. ne zormuş bu uyum süreci yahu! o küçücük kalbinde ne türlü tedirginlikler barındırdığını düşündükçe ara ara gözyaşlarıma engel olamıyorum. evet, geçecek, biraz sabır. bi süre sonra kendi isteğiyle gidecek oraya ve ben o zaman da minik ellerinden çıkan sanat eserlerini görünce ağlayacağım. annelik hep bi ağlama hali galiba... onun gelişimi açısından en doğrusunun bu olduğunu düşünüp içimi rahatlatmaya çalışıyor ve yavrumun kalbine serinlik versin diye dua ediyorum allah'a. allah daimi ayrılık vermesin hep korusun yavrularımızı.

    1,5 ay sonra edit: ikinci haftanın ortalarında ağlamalar, zırlamalar son buldu. okula gitmesi gerektiğini anladı ve kabullendi. öğretmenini, arkadaşlarını*, orada vakit geçirmeyi, bir şeyler öğrenmeyi seviyor. öğrendiği şarkıları, parmak oyunlarını evde bize de öğretiyor. dans edişi, hali tavrı büyüyüverdi sanki bu kısa sürede. ama biz en büyük faydasını konuşma yönünde gördük. yaşıtlarına göre konuşmada tembel ve geride olan oğlum pek çok kelimeyi söylüyor, kendini çok daha iyi ifade ediyor. her ne kadar haftasonunu iple çekse de şükür sıkıntı yok. hem hangimiz seve seve gittik ki okula*? iyi ki göndermişim :)

    5 ay sonra edit: belki de bizim karşımıza iyi bir kreş, iyi insanlar çıktı bilemiyorum ama tek bir an bile gönderdiğime pişman olmadım. henüz küçük olduğunu düşünüp keşke gitmese diyen babannemiz bile kısa süre içinde "iyi ki gitmiş kreşe, nasıl da büyüyüverdi" diye düşündü. ara karne gösterimizi, öğrendiği dansları, şarkıları, oyunları, insanlarla daha sosyal ve aktif diyaloglar içine girmesini izlemek keyif veriyor. bir haftadır hasta olduğu için gidemiyor okula ve iki gündür isyanlarda. artık okula gitmek istiyormuş!

    yaklaşık 10 yıl sonra editi: ahaha nasıl da dramatik anlatmışım yahu (: o günler gözümde yeniden canlanıverdi (: bu entride bahsi geçen sıpa şu an 13 yaşını geçti, 7. sınıfa gidiyor danabaş. tam bir ergenus :) valla kreşten başlamak üzere okul seçimi önemli arkadaşlar, araştırın kayıt yaptırmadan önce. seçici olun, fiyatından önce aradığınız nitelikleri taşıyıp taşımadığına bakın. kimi zaman bir devlet okulu en pahalı kreşten iyidir çocuğunuz için. öğretmeniyle mutlaka tanışın. benim çocuğum bu kadını bu adamı sever mi deyin. zamanla alışır demeyin, ilk izlenim önemli. çok şükür ki bu süreçte (bir tane de 9 yaşında oğlum var) bizim karşımıza iyi insanlar çıktı ve pişman olmadık ama pişman olduğumuz anda da vazgeçebileceğimizi hep bildik. zorla değil ya dedik. okula tapusunu vermiyoruz ya çocuğun dedik. biraz da şans yardım etti belki de. bu ana kadar gayet iyi geldik. haa kreş iyidir arkadaşlar, gönderin yahu.
  • 22 aylık kızımı adam gibi bakıcı bulamadığım için yazdırdığım eğitim kurumu.

    mantığım şuydu; bütün gün cahil, türkçesi bozuk bakıcılarla akşama tv izleyeceğine eğitimli ellerde, diğer çocuklarla vakit geçirsin.

    22 aylık çocuğu her kreş kabul etmiyor. ülkemizde kreşler genel olarak 3 yaşından büyük çocukları kabul ediyor ki bu aslında akıl almaz bir durum.

    işim gereği bir kaç avrupalı çalışma arkadaşım var. ben "çocuğum daha çok küçük kreş için" diye kriz geçirdikçe inanamaz gözlerle bakıyorlar bana. meğer avrupa'da bizdeki gibi kadın tutup 3 yıl çocuğa baktırma mefhumu yokmuş. ancak filmlerde gördüğümüz kadar zengin aileler üniformalı filan dadılar tutabiliyorlarmış. geri kalan tüm aileler çocuklarını 3 aydan itibaren istedikleri zaman, uygun gördükleri kreşe götürüp bırakıyorlarmış.

    merak ettim ve londra bölgesindeki kreşlerin web sitelerine baktım. gerçekten de söylendiği gibi her birinin yaş aralığı 3 ay-5 yaş.

    yine ülkemize özgü bir abukluk işte. maaşlarımız çok düşük olmasına rağmen, çalışan kadınlar olarak emin olmadığımız, kayıt dışı istihdam ettiğimiz, hiçbir eğitimi olmayan kadınlara çocuklarımızı emanet etmek zorunda kalıyoruz. zaten sen kreşe vermeye kalkışsan, babası,babaannesi,aile büyükleri hemen "o daha çok küçük" diye baskı kuruyorlar.

    arkadaş gavur yapıyor işte.alışması biraz zaman alacak ama en doğru kararı verdiğime inanıyorum. benim durumumda olan,cahil cühela kadınlardan bıktığını hisseden anneler varsa iletişime geçmekten memnun olurum.
  • sosyalliğe pek bir katkısı olmadığını düşünüyorum.
    kreşlerde büyüdüm. faydası olsa bende görürdük.
    bence sosyallik genetik.
  • zaman yok albümlerini, bir kere dinledim, bir daha dinlemek istediğimden pek emin değilim. müzik bana hitap etmiyor herhalde, diye düşündüm, ama bir dakika; the rapture'ın echoes'unu baştacı etmişim, e bu insanlar da yan sahneden tadı kaçmış derecede bol 'delay'li ve yavan ritmli "sistır seyvaaa" nidalarıyla beynimi gıdıklamışlar, dur bi albüme bakalım, belki iyi şeyler yapmaya çalışmışlardır, diye düşünerek yaklaşmışım müziklerine, ama maalesef beni şaşırtan bir şey olmamış.
    şimdi bir flashback yapalım; 2003 senesinde yazılmış, http://www.stylusmagazine.com/review.php?id=1410 linkindeki echoes eleştirisine bir göz atalım. sonuna kadar okuyup geldiniz mi? gelemediniz, sabırsız bir insansınız, tamam mühim değil, ilk paragrafta italik bir söz var, ona dikkat çekerek başlayalım:
    - discopunk? it’s so passé, darling. [diskopank mı? taze bitti be hayatım.]
    tekrar ediyorum, herifçioğlunun [nick southall] bunu söylediği tarih, 2003. ama esas nokta bu da değil. yazının echoes hakkında ne kadar yüzeysel yargılara sahip olduğunu farkettiniz mi, ben ettireyim: yazar, olio'dan sonra gelen heaven'daki cayır cayır gitarları 'anlamıyor', sonra open up your heart gibi yavaş bir parçayla "temponun tamamen kaybedildiği" gibi saççmasapan, albüm estetiğinden bihaber cümleler savuruyor ortalığa. o kadar da albüm dinlemiş, yazı yazmış senelerce. üzüldüm. sevindim. [youtubkz: yalçın küçük on emel sayın]. müzikyazarlarının çoğunun yaptığı hataya düşmekten de geri kalmıyor: grubu ve albümdeki müziği değil, dinleyenleri | hakkında konuş[ul]anları baz almak. neyse..
    şimdi bu iki meseleyi toparlayayım: diskopank | dansrok diye dergi, albümarkakapak yazılarınızla [bu da yeni yeni yenilen başka bir nane, albüm - grup tanıtım yazısını, poşetin üstüne değil, bizzat albüm kapağına yazmak, soğuk içiniz] vurguladığınız şeyi, elin kötü yazarı bile 2003'te passé ilan etmiş, siz ülkeye hezarfen havaalanı'ndan franz ferdinand'la yeni giriş yapmış heyecanıyla hareket ediyorsunuz, bu bir. bilakis, the rapture'ın [+dfa'nın] echoes'da yaptığı şey, türü kristalize etme çabası değil, hem bulunduğu onyıla damgasını vuracak, hem de gelecek kuşaklara kalacak güzellikte bir müzik ortaya koymaktı; o yüzden outkast, primal scream vb müzisyenlerin 'çoktan yaptığı' bir şeyi değil, iyi yaptığı şeyleri yanlarına alarak onların düzeyinde başka bir iş yapıyorlardı, bu da iki. sizse, bence tam da bu kötü yazarın dediği şeyi yapıyorsunuz, üzerine hiçbir şey koyamadan, düstur edindiğiniz davul - bas düzenlemelerinin, inekçanlarının, gitar efektlerinin, şarkısözlerinin gölgesinde, ancak "türk rock tarihi" başlıklı statükocu kitapların "2007'de neler oldu" bölümünde yer bulacak kadar çaba gösteriyorsunuz. keyfiniz bilir.
  • üniversite mezunu bir insan olarak yepyeni oyuncaklarla oynayıp egomu ve yaşayamadığım çocukluğumu tatmin etmek adına başvurduğum fakat red cevabı aldığım vasat eğitim yuvası. 22 yaşındaki bir insanın kreş okuyamaması insan haklarına aykırıdır bence. hayatım boyunca üniversite diplomamın yanına asabileceğim bir kreş karnemin olmamasının ezikliğiyle yaşayacağım artık.
  • evde huyu suyu bilinmeyen bir bakıcıyla tüm gün başbaşa kalacağına eğitimli uzman bir kadroya sahipse çocuğun teslim edilmesinin en uygun olduğu yer.
  • eskiden isminin popcorn olduğu, sonra crash ve daha sonra -laf aramızda aceleye geldiğini düşündüğüm ve pek benimse(ye)mediğim- bugünkü ismini almış ve nihayetinde bir kaç gün evvel "zaman yok" isimli albümlerini tarkan gözübüyük prodüktörlüğünde piyasaya sürmüş olan grup..bazı filmler için artısı ve eksisi ile, verilen emeğin hürmetine onu en az hasarla eleştirebilmek için "hoş bir seyirlik" denilir ya, ben de bu albüm için "eşine az rastlanır hoş bir dinlemelik" deyip izninizle yarım kalan şarabımı içmek istiyorum..
  • buralarda çocukluğumu geçirmiş biri olarak ileride olması muhtemel çocuğumu kesinlikle yollamayı düşünmem. çocukken gerçekten kendimi yalnız hissediyordum ilk olarak. ihtiyaç duyduğum insanlar kesinlikle kreş çalışanları ve kreş bebeleri değildi. bazen gitmemek için yalvarır, kandırmacalar yolu ile bırakılırdım. oyundan başımı kaldırdığım anda kandırıldığımı anlar, ağlar dururdum. adaşım olan bir yaşıtım ile bahçede en son biz kalır, kreş çalışanları tarafından '''ismim', ailen geldi!'' dediklerinde ikimiz de bahçe kapısına koşardık ve hep adaşımın ailesi gelmiş olurdu. ben de bu sefer tek başıma bir köşede beklemeye başlardım. ha bu arada, porselen gibi bir çocuk olmama rağmen beni prenses seçmeyip, bana karton kanat takan, ''horozumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular'' şarkısını uygun görüp, okutan kreş çalışanları, size sesleniyorum. umarım çocuklarınız yaşadıklarımı yaşamıştır. eşekler.
  • "belki bugün biraz yorulur da gece erken uyur" umudu ile her sabah çocuklarımızı gönderdiğimiz ilim irfan yuvası.
hesabın var mı? giriş yap