• ingilizcede kilise duruma gore ya malum ibadethanedir ya da toptan bir denominasyonu belirtir. katolikler icin vatikan ve tum organizasyonu "the church"tur, mormonlar da resmi olarak "the church of the latter saints"tir, vs. yani orada bina kastedilmiyor, doktrini ve cemaati farkli olan, finansal ozerkligi bulunan ayri dini organizasyonlar kastediliyor. turkcede benzer bir ayrim yok (olmamasinin nedenlerinden biri de sunni ibadet sisteminin laik devlet sponsorlugunda ve tekelinde olmasi).

    boyle farkli denominasyonlar birbirleriyle fazladan "musteri" icin, reyting icin kapisabiliyorlar, herkes daha cok taraftar cekmek istiyor. texas civarindakiler birer felaket, bu megachurchler, joel osteenler filan o kulturun eseri; tam bir buyuk sirket gibi idare ediliyorlar ve buyuk sirket gibi bir halkla iliskiler/lobi mekanizmalari var. ufak tefek olanlarsa etki alanlarini genisletmek icin daha yaratici olmak zorundalar; bazisi kapisina gokkusagi renginde poster asiyor gayler de gelsin diye. gecen gun baska bir tanesini gordum, dana gibi pankart dikmisler girise, soyle:

    "ch...ch
    what's missing?...you are!" (anlamadiysan bil ki dunyanin sonu degil)

    bunun benzerinin bizde de olmasi lazim

    c..i
    ne eksik?...
    duyamiyorum, ananin nesi?

    tabii bu taraftar toplayacagina halki dinden sogutabilir; genclerimizi gencleri koruma kanunu ile bu tip tehlikelere, soguk hava dalgalarina karsi korumaliyiz
  • garip bir şekilde müslüman inancı ile yetiş(tiril)miş insanlara "huzurlu" gelen yerler...her ne kadar sağlıklı bir genelleme için gerekli denek sayısına ulaşamamış olsam da, ülkemize misafir gelen avrupalılar da camilerde huzur var dediğine şahit olmuş durumdayım...sanki kendi dini ile pek barışık ol(a)mayan; kendi dininden farklı bir "ibadet evi" ile karşılaşan herkes için geçerli bu durum (henüz sinagoglarda çalışma yapmadım, yapacağım en kısa zamanda)...
  • başındaki "k" büyük harfle yazıldığı zaman (ya da ingilizcesindeki "c"; church) bir kurumsal düzenlemeyi anlatır ifadedir. biraz tarih konuşalım. hani bu ruhban sınıfına mensup din adamları evlenemezler. işte bunun, çok büyük ihtimalle, gerekçesi toprağın veraset yoluyla kişilere intikalinin önüne geçilmesinin, ve müşterek bir bütün olan kilise'nin elinde kalmasının sağlanmasıdır. çünkü bu din adamları evlenecek olsa, bunların evlatları mirasa ortak olacaktı. zaten bu sayededir ki on ikinci yüzyıl itibariyle kilise, batı avrupa'nın en büyük toprak sahibi konumuna gelmiştir. tabii bir şeyi daha eklemek lazım. sen kalkar er kişi'ye bir daha kadınlara yanaşma dersen, bu er kişi sana muhtemelen "hadi lan ordan" diyecektir. nitekim öyle de olmuştur. bu bekarlık meselesinin tüm batı avrupa boyunca benimsenmesi için kilise'nin yüzyıldan fazla bir süre uğraşması gerekmiştir. buna rağmen kilise çok ciddi direnişle karşılaşmıştır. hatta, bırakın kuramsal düzeyde bunun kabulünü, bekarlığı vaaz eden din adamlarını linçe teşebbüse kadar varmıştır kimi yerlerde bu direniş (misal, normandiya). ama sonuçta ne olmuştur? ideoloji ağır basmıştır. on birinci yüzyılın başlarında icat edilen bu kavram, ya da öğreti diyelim biz buna, on ikinci yüzyılın ikinci yarısı itibariyle (1150'den sonrası yani) kurumsallaşabilmiştir.

    bu da böyle bir anımdır.
  • estetik dizaynlariyla bizzat hastasi oldugum ibadet $eyleri.
  • cumartesi gecesi erkenden yatma sebebidir.
  • öncelikle her dinin ekonomik açıdan bir monopoli olma gibi bir hedefi vardır.

    kilisenin de bu bağlamda orta çağ'da cennetten arazi verme vaadi ile incil'de geçmeyen bir uygulamayı hayata geçirerek toplumların ilk ar-ge merkezlerine örnek olduğu söylenmektedir.

    yine avrupa toplumlarında kilise kurumunun sosyal anlamda insanlar arasında kaynaşmayı sağladığından mütevellit bir nevi finansal sigorta olduğu da söylenebilir. bugün network dediğimiz çevre yapma durumu bu kurumlarda diğerlerine göre daha rahattır.
  • bugün ilk defa kiliseye gittim, gerçek anlamda ilk defa... kültürel ziyaret amaçlı değil.

    hiçbir zaman islama bağlı biri olmamıştım zaten, sözde müslümanlardanım yani. bu yüzden hayatımı inançsız şekilde sürdürdüm. ama içimde, bir yerlerde maneviyatımın boşluğu hissederdim ara ara. internet üzerinden ücretsiz incil veren bir siteye rastladım. zaten hristiyanlığa sempatim olduğundan hiç düşünmedim ve bilgilerimi yolladım. hemen ertesi gün, eğer ilgilenirsem pazar günü çorlu cankurtaran kilisesi'ndeki vaaza misafir olarak katılabileceğime dair bir mesaj aldım.

    çorlu'da kilise olduğunu bilmiyordum, halbuki daha önce yine kültürel amaçlı ziyaret için araştırmıştım. meğer açılalı çok olmadığı için o sıra bulamamışım. kararsız kaldım, günler hızlıca geçti ve pazar günü karar verip bir şekilde gittim. benimle iletişime geçen adam karşıladı beni, gayet sıcakkanlı bir karşılamaydı. daha sonra 4. kata çıktık ve beni oradaki insanlarla tanıştırdı. böyle bir şey olamaz, hepsinin o kadar farklı havası vardı ki. son derece samimi ve sana bakarken gözleri parlıyor. herkes dayanışma halinde, birbirlerine bir şeyler ikram ediyor. ailesiyle gelenler, tek gelenler, çocuğunu alıp gelenler... kimsenin görevi olmaması rağmen, biri kalkıp çay dolduruyor. diğeri evde bir şeyler hazırlamış, onları dağıtıyor ve buna benzer birçok örnek. haliyle çok etkilendim. camilerdeki cübbeli sarıklı tiplerle ve onların hitap ettiği insanlarla hiç alakası olmayan insanlardı bunlar.

    ilk defa geldiğim için pazar günleri ne yapılır, ne edilir hiçbir bilgim yoktu. vaaz/tören/ayin ne diyeceğimi bilmiyorum ama onu yapmak için salona geçtik. klasik kilise tarzındaydı, çok ufak ve gösterişsiz bir kilise olmasına rağmen bile tuhaf şeyler hissedip, mest oluyorsun resmen.

    tüm duaların, ilahilerin türkçe olmasına biraz şaşırdım. böyle olacağını biliyordum zaten ama şahit olmak başka bir şey. bu çok güzel bir şey sözlük. islamdaki gibi ne söylediğini bilmeden o kulak tırmalayan arapçayı kullanmıyorsun. ayinin sonunda bana da dua okundu, herkes ellerini kaldırarak benim duama ortak oldu. kıpkırmızı olduğumu yüzümün ısınmasından hissettim hemen zaten.

    bilmiyorum, benim için çok güzel saatlerdi. hediye ettikleri incil ve birkaç destekleyici kitapla evime döndüm. bundan sonra neler olacak hiç bilmiyorum. ama bildiğim bir şey var, pazar günleri elimden geldiğince oraya gitmek istiyorum.
  • din derslerinde kafama kafama vurulan saçma sapan bilgiler yüzünden kutsal mekan olduklarını çok sonra anladığım yerdir.

    en çok " müslümanlık son din. en iyisi. diğerleri değiştirilmiş. " bilgileri heralde beni etkilemişti. belki, bu bilgiler doğrudur. bilemiyorum. zaten din ile aklımda kalanlar ve bildiklerim işte okulda gördüklerimdir. sonradan kalkıp hiç araştırma hevesine girmedim. ama bu dinlere inananların olduğunu söyleme gereksiniminin hiç duyulmaması ve söylenmemesinin yanlış olduğunu sonradan anladık.

    14 yaşında gittiğim bir kilisede diğer dinlere inananların olduğunu gördüm. antakya da saray caddesinde dolaşırken, gireyim dedim kiliseye. kalktım girdim. elllerim cebimde, umursamazca dolaşıyordum kilisenin içinde. bir papazın sesiyle irkildim. " burası kutsal mekan çıkar ellerini cebinden, saygılı ol. " piyuuuvv nasıl şok oldum. hani bu hristiyanlık, yahudilik tırı vırı şeylerdi. hani yalan yanlıştı her şey bu dinlerde. hepsi kafamdan teker teker uçuverdi. sadece kafamda yankılanan " kutsal mekaannnğğğğ mekannğğğğğğğ " lafları idi.

    tabi o günden sonra dinin gökten ordan burdan indiği için önemli olmadığını, inananların yüklediği anlamdan dolayı saygı gösterilmesi gereken bir şey olduğunu öğrendik.
  • eski yunanca "ekklesia" * kelimesinden türeyen "kilise"nin türkçe karsiligi topluluktur. eskiden insanlarin biraraya gelerek toplanti yaptiklari yere bu isim verilmekteymis; daha sonra isanin ortaya cikmasi ve hristiyanligin * benimsenmesiyle bu kelime, ayni inanca sahip olan insanlarin toplandigi mekani adlandirmak icin kullanilir olmus.
  • papaya sordum ama pek oralı olmadı. yoğunluğuna verdim üzerinde durmadım ama ortada bir sorun var. evropa'nın güney şeridinde turistik yerlerde şapeller, kiliseler, bir boy büyüğü katedraller falan para çarkının parçası olmuş. kimisi kafayı çevirdiğiniz her yerde karşınıza çıkan yardım sandıkları aracılığıyla, kimisi de açık açık aleni bir şekilde ücreti kabilinde bilet almanızı isteyerek insanlardan para koparmaya çalışıyor. öyle ki vatikan'da bile daha önce merdivenlerden dehlizlerde kaybolup gezebileceğiniz kısım, müze kisvesi altında paralı hale getirilmiş.

    para-din ilişkisi ezelden beridir grift bir mevzu falan da buradaki sorun, bildiğin ibadet yerine ve tanrının ruhani evi ya da huzuru olarak kabul edilen mekana girmek için insanlardan para istenmesi. hakikaten bu durumun tuhaflığını anlatabilecek kadar kelime bilgim yok. ekonomik kriz mi, dinin çok uzun süre önce zaten laçkalaşmış olması mı, madem kimse gelmiyor ve bir işe yaramıyor bari turistik tesis olarak değerlendirelim düşüncesi mi nedir bilemiyorum ama bir şekilde bu düşünce oturmuş. bir katedralde, cami avlusunda kağıda basılmış duaları parayla kaktırmaya çalışan uyanıkların yaptığı gibi, silik mürekkeple basılmış bilgisayar çıktısı alınmış ve makasla kesilmiş kağıt üzerindeki dualar için 2-3 euro ya da 20 tanesi 3 papele satılan mumların bir tanesini alıp yakmak için 5 euro "rica ediliyordu". kimi zaman bu işin kılıfı restorasyon çalışması falan oluyor ki beyin devrelerim hepten çaresiz kalıyor. sanki restorasyonu papazların keyfine bırakıyorlar da eline kireç, boya badana, spatula alan merdivene çıkıp başlıyor sağı solu düzeltmeye.

    pazar gününe denk gelen kilise ziyaretlerinde, ayin olmasına ve pekçok ziyaretçi olmasına rağmen sıraların boş kalması da ayrı ilginçlik. tamam elalem ayinin dilini anlamıyor da yerel halkın da pek umrunda değil. müze gezer gibi gezmeye gelmişler yüzlerce yıllık yapıyı o kadar. dindarlar zaten hemen kendini belli edip diz çökerek bir şeyler mırıldanıp kalkıyordu. protestanlar muhtemelen cıklayıp içinden küçümsüyor, geri kalanların büyük çoğunluğunun aklından da rahibi denk getirip birlikte bir fotoğraf çektirsem süper olurdu ya, olur mu acaba gibi kofti düşünceler geçiyordu.

    yani ben iç huzuru bulamamış ve çaresiz bir şekilde bunu bulmaya çalışan ve dinden medet uman biri olsam, bu manzara karşısında baştan yılardım. mesai saatlerine, siestaya, fiestaya, boka püsüre göre çalışan tanrının evi mi olur. oranın 7/24 insanlara açık olması lazım ki sıkıntısı, tasası, yardıma ihtiyacı olanı gelip kullansın. ne kadar evsiz, aç açıkta ya da bunları soyup soğana çevirme niyetlisi manyak varsa gelip doluşsun değil mi? evet aynen öyle. kainatın ve tüm insanların yaratıcısının huzurundan bahsediyoruz değil mi? elbette en ağır şartları göğüslemek için kurulmuş bir yapı olmalı. bu dinin inananları ve inancı yayma sorumluluğu taşıyanları isa'nın tüm insanlığın günahları için kendini feda ettiğini söylüyorlar. o halde fedakârlık kurumsal olarak devam ettirilmeli, madem din kurumsal bir yapı.

    konudan sıkıldığım için kısa keseyim. bu kilisede para toplama işinin şöyle güzel bir tarafı var. din meraklısından para toplanıyorsa, bir ihtimal tapınakların devlet bütçesi üzerindeki yükü hafifliyordur. en azından teorik olarak bu mümkün.

    dünyada bütçe üzerinden din işlerine (burda müslüman-sünni anlayın) en fazla kaynak aktaran ülkelerden birinde yaşayan biri olarak bu uygulamayı destekliyorum ve önerilerimi sıralıyorum:
    - camide ayak bastı parası alınsın.
    - cuma için ayrı para alınsın.
    - az önce osmanağa taraflarında kafa ütüleyen bir hoparlör cızırtısı eşliğinde fatih sultan mehmet han hazretleri, otlukbeli savaşı diye vaaz veren ve 50 metre yarıçapına kadar çarşıya net yayın yapan vaizler için ekstra para alınsın.
    - abdest ve ibadet için kombine ve ayrı ayrı günlük, haftalık, aylık, yıllık e-kart çıkarılsın.
    - cami gezmeleri (sultan ahmet, selimiye falan) namazlı-namazsız vs. şeklinde tarifeye tabi olsun.
    - seccade, tespih, takke kirası alınsın, abonman sistemi gelsin.

    bence olur. bütçeyi de adam gibi işlere harcarız. gördüğümüz gibi kiliseler ilham kaynağı yerler olabiliyormuş.
hesabın var mı? giriş yap