• bir çanta markası. reklam sloganı da şöyledir: "çantada... keklik!"
  • babamın hasretle baktığı, gördüğü zaman çocukluğuna gittiği, çocuk olduğu, kızım göremiyor diye üzüldüğü, kızımı ne zaman görse keklik sesi çıkarmayı kendine vazife bildiği.

    babamın hayatı bu kuşta gizli, göçebeliği, nenemin sılada öldüğü günü bilmemesi mesela, dedemin onu ziyarete gelip dönüş yolunda ölmesi bu kuşta gizli. artık tanıyamadığı kendi çocukluğunun arkadaşları bu kuşta gizli.

    ey asil kuş, senin adını duydukça babamın gözlerine yaş doluyor, memleketini, ait olduğu toprağı özlüyor, kerpiç evini, köyünü, toprak damını, köyünün mezarlığını... bir gün mutlak gideceği yeri özlüyor.

    babamın gurbeti, hem neden senin dağlarında keklik yok ki?
  • duz ovada avlanip kanadi kanadina baglandiktan sonra sıkıdım sıkıdım oynatan hayvan.
  • evcilleştirilmiş olanını da gördüm çocukluğumda, bizzat evde besledik. yaşıtlarımdan en büyük farkı kanatları, gagası, kuş tüyüyle kaplı vücudu ve konuşamaması (veya başka bir dil konuşması) idi. kitap okurken kucağıma gelir, uzun uzun benimle beraber kitaba bakardı. evin balkonunda kaldığında gelir gagasıyla kapıyı çalardı. ben okuldan gelirken ve daha görüş alanında bile değilken o pek coşkun ötüşü ile bütün sokağa ve anneme geldiğimi haber verirdi.....
    öldüğü gün hayatımda ilk defa diş çektirmeye gitmiştim. ilk defa dişçi koltuğuna oturan bir velet olarak ortalığı ayağa kaldırmam gerekirdi, ama ben çekilen dişimin ne korkusunu, ne acısını, ne ağrısını hissettim.
    eşşek kadar oldum, hala aklıma geldikçe ağlarım.
    bu başlık da nerden çıktı sabah sabah anlamadım.
  • "keklik küsme barışalım
    yuvamıza kavuşalım
    senden ötmek benden gitmek
    yolumuzda ağlaşalım"

    sözleriyle ilişkideki rol dağımını mükemmel özetleyen türkü.

    bülbül öter gelinir, keklik öter gidilir. bu işler böyledir.
  • bu sabah, gözlerimin henüz yalnızca birini açabilmişken, yatak odasından banyoya uzanan mecburi güzergah üzerinde bulunan teras kapısının penceresinde bi hareketlenme olduğunu fark ettim. pıtıdı-pıtıdı-pıt.

    hava hala karanlıktı. bir kuş gördüğümden emindim. güvercin olduğunu varsaydım, girdim duşa. banyodan çıkarken aynı sesi bir daha duydum: pıtıdı-pıtıdı-pıt. yok. değil. güvercin olamazdı. bi kere güvercine göre daha ağır bir kuş olmalıydı. ayakları yere daha geniş basıyordu üstelik. yani, yürüyüşünün sesi bunları söylüyordu en azından. ve fakat neydi bu? üstte bornoz, ayakta terlik, çıktım ankara'nın ayazına.

    pıtıdı.

    terastaki tek eşya olan, sert plastikten imal edilmiş malzeme sandığının arkasına saklandı. sandığın sağına doğru hamle ettim, soluna kaçtı. pıtıdı-pıt. soluna geçtim, sağına seğirtti. pıtıdı. tekrar sağa geçtim. bu sefer sandığın sol tarafında uzanan terasa doğru pıtıdı-pıtıdı kaçmaya başladı. anaa! keklik lan bu! terasın yaklaşık 60 cm. yüksekliğindeki korkuluk duvarı boyunca bir o yana bir bu yana koşup kaçacak bir delik bulmaya çalışıyordu. duvarın üstüne atlamayı ya beceremiyor ya da cesaret edemiyordu. bi oraya bi buraya bakıyor, bu, başına sultan kavuğu gibi bi'şey dolamış tuhaf yaratıktan nasıl kaçarım diye dehşetle çırpınıyordu.

    korkmasın diye çıktım terastan.

    ben işe gidince bütün gün açlıktan ölmesin dedim. dedim de, lan keklik ne yer ki? zavallı hayvana güvercin muamelesi yaparak bir kaba ekmek bir diğerine su koymak suretiyle, terasta görebileceği bir yere bıraktım. bu arada iyice korkarak son bir gayretle kendini teras duvarına attı zavallı. ben de olası bir intihara sebebiyet vermemek için terastan çıktım. son baktığımda orda durmuş düşünceli düşünceli aşağıya, karşı binaya falan bakıyordu. umarım aşağı atlamaz, hiç uçabilecek bi hayvana benzemiyor çünkü. hayır, atlamazsa nasıl bakacağımı falan da bilmiyorum ama bulurum bi yolunu herhalde.

    sabah sabah terasıma "konan" korkmuş bir kuştur keklik.
  • hüznün ruh eşidir keklik.
    yanı başıdır.
    dağların güzelidir, morudur, alıdır.
    avlanmaz o, avlanırsa gurbet selamları yarım kalır.
    ne zaman göğünde keklik uçan bir türkü dinlesem kederime konar kınalı ayakları, içim acır.

    keklik
  • bir keklik hayatı boyunca bir milyon tane kene yiyebiliyormuş. bizim için bir hayli gerekli bir eylem. türkiye'de bir yandan neslini kurutmak üzereyiz.

    kekliğin ya genelde yürüyüşüne, ya da yürüyüş tarzlarından birine fethiye'de kayalamak* diyorlar. bu şive sözlüklerindeki gayılamak ile aynı olabilir. eğer aynıysa sekerek yürümek demek. eğer farkı varsa; yan yan, hızlı ve ahenkli adımlarla yürümek, ayrıca gözden kayboluvermek anlamlarına geliyor. öğrendiğim kadarıyla kayalamak hiç de yavaş bir yürüme şekli değil, gayet de hızlı ve gözden/takipten kaybolmaya uygunmuş.

    kekliğin bir sanatı daha var ve bunu bıldırcın gibi bazı av kuşlarıyla paylaşıyormuş: keklik tam saklandığı yerde sıkıştırılıp kaçamadığında, uçamadığında bir kaç çöpü pençeleriyle tutup akyüz* geliyor. ters dönüyor. bu çok iyi kamuflaj; insan ortadaki, çöplerin hemen altındaki kuşu göremiyor. sadece köpek bulabiliyor, av köpeği. kuş altta çöplerin daha altında duruyor, bekliyor oluyor. fırsat bulursa tekrar pırr uçacak.

    öf aman da aman da
    şu dağlarda keklik kalmadı.
    oyna len de kör arabım sen oyna,
    senden başka yiğit kalmadı.

    [ben*, taşla ateş arasında kaldım... hem şaşırmış bir haldeyim, hem perişan bir halde!] feridüddin attar - mantıku't-tayr

    "yaşar merimdir, yaşar alçak gönüllüdür, akkındır; yaşar bütün güzel huylarını dedesinden almıştır." fakir baykurt - keklik

    (ilk giri tarihi: 12.3.2014)

    (bkz: kerimoğlu/@ibisile)
    (bkz: mühre)
    (bkz: gak gak gubarak)
    (bkz: domuz çukuru/@ibisile)
  • türk müziğinde hüznü simgeler.. vefakâr bir ana yüreği, sabrı düstur edinmiş bir yârdır keklik.. şu türküyü dinleyen hangi avcı kıyar onun gözünün yaşına şaşarım..

    keklik
  • müzeyyen senar'dan dinledikçe ağlatan, ağladıkça da bir kez bir kez daha dinlenmek istenen şarkı.
hesabın var mı? giriş yap