• bu hafta sonu kaza geçireceğim.
    yanımda sevdiğim kadın olacak. o içkili olacak, keyfini bozmasın diye ben geçeceğim direksiyona. içmeye devam edecek, fotoğraflarını çekecek geçtiğimiz yerlerin. o fotoğraflardan uçak yapmayı planlayacağım ben o sırada. fotoğraflardan önce bizim uçacağımızı bilmeden plan yapacağım.

    içki şişede durduğu gibi durmayacak, sevgilim direksiyona müdahale edecek. o, direksiyona müdahale ettiği anın hemen sonrasında bilincini kaybedecek. bana bilinçli olmak kalacak. kazanın her anını yaşayacağım.

    yoldan çıkışımız, arazide sürüklenişimiz, arabanın bir çukura uçup takla atması... benzin kokusu... o koku hep burnumda kalacak... ha patladı, ha patlayacak bir arabadan sevgilimi çekip çıkarmaya çalışacağım.
    onu çekip çıkarmaya gücümün yetmemesi, ilişkimizdeki ilk çaresizliğim olacak...
    ve sonrası çaresizliklerle dolacak...
    etraftan gelen bağrış çağrışlar, yardım eden insanlar... arabadan çıkacağız. arabada bir şeyler bırakıp çıkacağız...

    hareketsiz yatacak yerde. yaşamıyor sanacağım başında beklerken. çaresizce, konuşturmaya çalışacağım onu. nefes alıp almadığını anlayamayacağım. ağlar gibi olacak; ama gözlerinden yaş değil, kan sızacak.

    hastanede başında bekleyeceğim tüm gece. kafamı fena çarptığım halde yanından ayrılamayacağım. o ölmese, ben ölsem olur sanki. böyle istemesem de, böyle düşünmesem de, durum böyle olacak. kendimi bir doktora gösteremeyeceğim. beyin sarsıntısından gitme düşüncesi içimi dolduracak... korkmayacağım, neden korkmadığımı hiçbir zaman anlayamayacağım. olursa romantik bir ölüm olacak. ölümü özlemekten değil, öyle yaşanacağı için öyle olacak. sonradan düşününeğim tüm bunları, kazadan kurtulup sevgiliyi hayatta tutmaya çalışırken dünyadan göçmek romantik gelecek...

    ölümden korkmuyorum ben, anlamsız bir ölümden korkuyorum.

    bu hafta sonu kaza geçireceğim.

    aşkım, bir arabayla kaza geçirecek. insanlar hafif, aşk ağır yaralanacak. aşk arabadan çıkacak; ama yaraları bir türlü iyileşemeyecek.
    yükseliş bitecek, düşüş başlayacak...

    kazanın ardından ona ilk dokunuşum zor olacak. çok özleyeceğim dokunmayı, ama özlemim onu korumayacak. kaburgası kırılacak. artık camdan bir sevgilim olacak benim... ha kırıldı ha kırılacak! artık camdan bir aşkım olacak benim... ha dağıldı, ha dağılacak!
    dokunmaya korkacağım artık.

    kazanın ardından başka korkular da başlayacak. yanında olduğumu hissettiremeyeceğim bir türlü. hastaneye kontrole gideceğiz; dönüşte ağlayacak. ne kadar çaresiz.... ben güçlü olmalıyım, o an o çaresiz kalacak. kaburgasını ben mi kırdım? sevmek istemiştim oysa, dokunmak istemiştim. suçlanacağım, o takside ağlarken. yokolmak isteyeceğim o an. dayanamayacağım onu ağlarken görmeye, hele de suçlanırken... göz yaşları içime akacak. bir kaçış, taksiden alışveriş için erken inip ağlayacağım. bu kaçış sadece bir başlangıç. benim de gözlerimden yaşlar gelmeye başlıyacak. daha çok ağlayacağım, çoğunu o görmeyecek.

    sabahları o uyurken seveceğim onu. dokunmadan, gözlerimle seveceğim. gözlerim yetmeyecek, o gözlerimin ona dokunduğunu, onu sevdiğini, öptüğünü, okşadığını anlayamayacak.

    o kalkarken ben düşeceğim.
    benim düşüşüm onunkinden çok daha ağır olacak...

    işe gittiğinde kaza konuşulacak. en samimi arkadaşı ilgisiz kalacak ona. bana yakınacak. gergin olduğu için alınganlaştığını düşüneceğim. sen ona ilgi göster diyeceğim. kızacak, arkadaşını daha çok sevdiğimi sanacak. açıklayamayacağım bir türlü, aylar geçse de açıklayamayacağım, aşk bitse de açıklayamayacağım.
    suçlanmaya dayanamayacağım... ne kadar güçlü kalmaya çalışırsam kalayım, dayanmak zorlaşacak. her zaman ayakta kalmak zor olacak...

    ilk zamanlardaki ayakta kalma becerim, beni olduğumdan daha güçlü gösterirken, gücümü alacak, azaltacak. zor zamanlar geçtikten sonra o ayağa kalkacak.
    o ayağa kalakacak, ben yatmaya kalkacağım.
    onu iyileştirdik, benim sıram ne zaman gelecek?

    bu hafta sonu kaza geçireceğim.
    kazadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

    kaza geçireceğim.
    o arabadan biz sağ salim çıkacağız, aşk çıkamayacak.

    kazayı geçireceğim; geçiremeyeceğim şeyler olacak...
    kadınlardan ve arabalardan korkum uzun süre ilk günkü gibi taze kalacak...

    --------------------------------------------------------------------------------
    ----- original message -----
    from: özlem
    to: haluk
    sent: monday, september 19, 2005 3:20 pm

    işyerinden arkadaşım kaza geçirdi, yolda takla atmışlar, yanındaki hatun direksiyona müdahale etmiş, sollamada karşıdan araç geldiğini görünce müdahale etmiş, müdahale etmese bişey olmayacakmış sanırım, saroza gitmişlerdi hafta sonu, bir anda her şey tepetaklak oluyor, bir anda
    --------------------------------------------------------------------------------
    from: haluk
    sent: monday, september 19, 2005 3:21 pm
    to: özlem
    subject: re:

    durumları nasıl??

    --------------------------------------------------------------------------------
    ----- original message -----
    from: özlem
    to: haluk
    sent: monday, september 19, 2005 3:28 pm
    subject: re:

    bizimkinin kesikleri ve ağrıları varmış. bir uluslararası misafir kabul eden bi siteye üye, alman bi misafiri vardı hafta sonu, kızın iç kanaması varmış galiba, kız arkadaşında da bir takım sorunlar varmış, telefonların şarjları bittiğinden aramıyoruz, akşam haber alacağız

    --------------------------------------------------------------------------------
    from: haluk
    sent: monday, september 19, 2005 3:35 pm
    to: özlem
    subject: re:

    evet, hayat hep gebe.. dogum diyorsak, baska bi yerde yokolus varoldugu icin diyoruz.. sen uzulme, zaman bi yolunu bulup duzeltir yaraladıklarını. gecmis olsun dileklerimi iletirsin..
  • tanri hepimizi minibusculerden korusun... amin..
  • sırtımı dayadığım evren kurucu karmanın temel öğesi. aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek her şeyin bir çarkı var ve istese de kusurlu olamayacak şekilde birbirlerine bağlı olarak işliyorlar demektir karma. ona "felsefe" demek, içini boşaltır. karmanın tanıma veya farkındalık ile tanınmaya ihtiyacı da yoktur. kimseden izin almaz, kimseye imtiyaz tanımaz; herkese eşit mesafede olmasına da gerek yoktur çünkü herhangi bir şey var olurken zaten oradadır. kaza da o saatin içindeki çarka bağlı yelkovan 12'ye geldiğinde duyulan tok "tak" sesi. hepimiz olmayı bekleyen kazalarız. there there klibindeki thom'u hatırlayalım; çaldığı ayakkabılar sayesinde kargalardan hızlı hızlı kaçarken nasıl mutlu olduğunu. halbuki kaçtığını sanırken kaderine koşuyordu. kaza da böyle bir şey; yelkovanın gelmesini bekliyor.

    sanırım iki gün önce -bir şeylerin hiç yaşanmamış olmasını istediğimde kafamdaki her şeyi birbirine buladığımı fark ediyorum- ben de bir kazaya şahit oldum. metamorfik konuşmuyorum bildiğin trafik kazasıydı. aslında "trafik kazası" da tamlama olarak olayı karşılamıyor; o daha çok arabalar birbirine girmiş gibi hissettiriyor. bundan bir araba bir kıza girdi. sevgilimle geçirdiğim her gün gibi yine güzel bir gündü. eve dönmek için otobüse binmiş ve durağım geldiğinde inmiştim. otobüsün arkasından dolandım, sola baktım araba geliyor mu diye. saliselik algı içinde yaşanıyor şimdi uzun cümlelerle aheste aheste anlatabilsem de. ben karşıdan karşıya geçerken arabalara da teğet geçerim; otobüslerin burnumu yaladığı, tekerleklerin ayakkabımın ucuna sürttüğü olur. beynimdeki bu konuyla ilgili birimin iyi çalışması bir yana; olması gerekenin olacağına yaslanmanın hafifliği. sola baktım araba geliyor mu diye, geliyordu. hızlıydı da oldukça. önemli bir ana cadde olduğu halde trafik ışığı, üst geçit, yaya geçidi gibi gerekliliklerin hiçbiri yok. "geçebilir miyim..." diye düşündüm; "geçerim lan" dedim. geçtim de zira beni tereddüte düşürecek kadar huzursuz geliyordu araba hissetmek mümkündü. ayağımı kaldırıma attığım sırada "ay!" diye bir "ne yapacağımı bilemiyorum ve kötü bir şey geliyor başıma. tanrım lütfen." kısaltması geldi kulağıma. kafamı çevirdim hemen. araba geldi, kıza çarptı, "dank!" diye ses geldi, kız hala fren yapmayan arabanın üzerine serilirken kafası da camın köşesinde çarptı ve o tok "tak!" sesi duyuldu. vurmalı çalgılarla içli dışlı oldum. değişik iş ortamlarında çalıştım. 24 senedir yaşıyorum. rahatlıkla bir kafadan o ses çıkmamalıydı diyebilirim. sonunda direksiyonu sola kırdı -evet fren hala cumadan dönmedi- ki kızcağız da arabanın üstünden savrulabildi. michael jackson gibi havada iki tur atıp olduğu yere serildi. ellerimi kaldırıp sonrasında öylecene indirdiğimi hatırlıyorum. sessiz sinema oynasaydık "çaresizlik" isimli bir filmi böyle anlatabilirdim sanırım. kıpırdayamadım.

    yaklaştım ilk şok dalgasından sonra kıza etrafında oluşmaya başlayan kalabalığı yararak. suratına bakmaya başladım; 17-18 yaşındaydı. kan arıyordu gözlerim; çok bekletmedi. kafasından gelen kırmızı ve taze yeri kaplayan şey kandı. yayılıyordu kafasının etrafından. 10 dakika içinde hastaneye kaldırıldı. o 10 dakika süresince kıpırdatmamaları için çok mücadele ettim bu akıllanmayan malak halkla. "evet kıpırdatmayın" diyerek bana destek olan kıza çarpan şoförün arkasını dönerek "sonra bir şey olur üstümüze kalır" dediğini duydum ve elimden zor aldılar. bunları anlatmayacağım. bildiğim tek bir şey var; iki gecedir uykularımı haram eden, gördüğümün rüyasını görmeme neden olan. ben geçmeseydim o kız da geçmezdi. arkamda olduğunu bile bilmediğim o kızın benden güç alıp, "o geçti ben de geçerim" dediğini biliyorum. belki yapmamalıydı, düşünüp kendisi değerlendirmeliydi. zira dalgın da olabilirdi. sağlam basan adımlarıma ve tereddütsüz hareketlerime güvenerek peşimden geldi; bana güvendi.

    ne çarpan bendim ne de karga tulumba arabaya atmaya kalkan. kazaydı. olması gerekiyordu. bir suçum yoktu. beklememek dışında. olmayı bekleyen kazalarız. beklemedim karşıya geçtim. biliyorum peşimden geldi. yelkovanla akrep buluşurken saniye olmak zormuş.
  • ön sol tarafı bariyere çarptığımızda, araba yan dönüp kayarak sağdaki refüje doğru ilerlemeye başladı. ellerimi kafama siper ettim. motordan gelen gök gürültüsüne benzeyen ses giderek yükseldi. yolun sol başından sağ ucuna sürüklenmemiz o kadar uzun zaman aldı ki, istemeden kafamı kaldırıp gözümü açtım ve yola baktım. ön cam, üzerime gelen bir hortumu gösteren büyük ekran televizyon gibiydi. karanlık; genişleyerek etraftaki her şeyi örtmeye başladı. gözbebeklerimin büyüdüğünü hissettim. ayağımın altından, asfalta sürtünen jantın çığlığı patladı, refüjün içine doğru hızla savrulup düz bir şekilde yere vurduk.kafam aniden geriye doğru kalkıp koltuğun arkalığına hızla çarptı. istemsiz açılan göz kapaklarım titreyerek tekrar açılıp kapanmaya başladı. kesik kesik gördüğüm en acayip sahne; sürücünün suratında patlayan hava yastığının içinden fırlayan beyaz tozların ahenkli uçuşuydu. sağ ve sol yanımdan hızla şişen,camların üzerinden tepeme doğru inen perde şeklindeki hava yastıklarının içinde debelenmeye başladığımda havada ters ilerlediğimizi fark edip ikinci çarpmaya hazırlanmak için ellerimi tekrar kafamın üzerinde birleştirip, diyaframımda biriken tüm havayı dışarı boşalttım.

    araba ters şekilde yere vurduğunda kafamın savunmasız kalan ön tepe bölgesi çarpmanın etkisiyle patlayıp yan cama biraz kan fırlamasına neden oldu. ve ikinci havalanma... ikimiz de bağırmayı aniden kesip uçmanın sessizliğiyle baş başa kaldık. tekrar yere düştüğümüzde sağımdaki cam “pof” sesiyle patladı. kısa bir an da olsa üzerime yağan cam parçalarını gördüm. tekrar havalandık ve ben, uçmaktan sıkılmaya başladım.

    otobanın kenarında ters duran arabanın camından kolumu tutup dışarı çıkarmaya çalışan birileri yüzünden sağ kolum boydan boya yırtıldığında hissettiğim acı uyanmama sebep oldu. bırak diyebildim sadece. bıraktı. bayıldım.

    burnumun dibinde bir jandarmanın postalı... “iyi misiniz?” evet, harika hissediyorum. siz nasılsınız? “ambulans biraz acele, kanaması var” kimin? geçmiş olsun abicim. “mezitli kavşağı evet acele edin biraz” mezitli nerenin babuş? ölü var mı? “ambulans, biraz daha acele lütfen” çogiçiyolar ondan oluyo bu kazalar. evet evet ondan. ıııııh!

    kel kafalı, bıyıklı, sağlık görevlisinden çok kadastro memuru gibi görünen adam, elindeki ışığı gözüme doğrultmuş. “adını söyle. günlerden ne?” cemaziyülevvel “adın ne? bugün günlerden ne? üşüyo musun?” tam uykuya dalarken yeniden, adamın boynundan tutup kendime çektim. a pozitif lan anlıyo musun? a pozitif. bak sakın öldürme beni. bana bak a pozitif. ölürsem skerim seni. çok pis skerim. “yoldayız. kırık yok. mersin devlet hastanesine, evet evet. anlaşıldı. bilinci açık evet” bilinci mi oldum? a pozitif, duydun mu?

    o aralar her şeyin iyi gittiği söylenemezdi. bir şeyler birikmişti son yıllarda ve tam da patlaması gereken zamandı. olması gerekenler oluyordu. bitmesini zaten istiyordum her şeyin ama bilmediğim, eksik kalan bir şey vardı. yani herşeyi toplayınca, denklemin eşitlenmesi için eksik olan bir değer. o bilmediğim şeyi görmek için, istemeden, yaşamak istedim.

    “kafanı koy şöyle. kolunu getir. tamam” yavşak, doktor değil padişah sanki. tavırlara bak. bişeyim yok benim bıraksanıza lan! “üfle şuraya üfle çok konuşma” ben sürmüyodum ki. ben niye üflüyorum. “üfle lan”

    yanımda yatan, karnına bıçak saplı adamın sırıtmaya başlamasıyla ani bir kahkaha çıktı ağzımdan. alkolmetrenin küçük borusu püft diye fırladı gitti. adam kafasını bana döndürüp suratıma gülmeye başladı bu seferde.

    hayatımda daha önce hiç görmediğim el ele tutuşmuş genç bir çift başımda belirip üzüntülü gözlerle beni izlemeye başladılar. sözler en zor zamanlarda sarılacağınız en önemli şeylerdir. beklenti, umut, mutluluk aklınıza ne gelirse, sözlerin içine bir yerlere saklanır ve en çaresiz anınızda siz her hangi bir sözün kafanızda uyandırdığı en güzel duyguyu seçersiniz. genç kız “geçecek” dedi. elini dizime koydu. geçecekti. ama her şey değil. bazıları geçecek.

    odaya her gelen acıyan gözlerle önce kafama, sonra sırasıyla kollarıma, bacaklarıma bakıp üzgün ifadelerini el çantalarına koyup gidiyorlardı.

    hayvan barınağına getirilip bırakılmış gibi hissettim.

    başlangıçta bize yardımcı olmaya çalışan, tamam hallederiz gibi bir şeyler fısıldayan polisler, sürücünün ana avrat küfürlerini duyar duymaz alkollüdür raporu hazırlayıp acil servis odasını terk ettiler. bir hemşire geldi. kolumu kendine doğru çekip elindeki gazlı beze benzeyen şeyle kolumu zımparalamaya başladı. “bunu şimdi yapmamız lazım. biraz acıyacak ama camlar başka türlü çıkmaz” hangi camlar?

    annemi özledim. çok özledim.

    ayağa kalktım. kolumdaki hortumları, bilmediğim apartları söküp kapıdan çıktım. iki hemşire ve bir doktor, koridorun sonundan bir şeyler söyleyerek üzerime doğru koşmaya başladılar. sırtımı dikleştirip üzerlerine doğru yürüdüm. içim, o zamana kadar hissetmediğim garip bir huzurla doldu. sanki o güne kadar yaşadığım tüm kötü şeyler; tüm ayrılıklar, tüm hayal kırıklıkları, nefret ederek özlediğim herkes, yavşak geçmişim ve siktiğimin geleceği, hepsi üzerime gelen üçlü savunmanın arkasındaki kapıdan çıkınca, o hastanenin karnıbahar kokulu koridorunda kalacak, gözyaşı dökmeden sevdiğim tek kadının kucağında kafamın arkasından gelen ağrılı ama huzurlu o uykuya dalacaktım.

    bakışlarımdaki hiddetten çekinen hastane savunması yolu açmak zorunda kaldığında, tereddüt etmeden hızımı artırıp çift kanatlı kapıyı ittirdim.

    ...

    merdivenleri inerken, annesinin elini tutmuş kıvırcık saçlı düğme dudaklı bir kız çocuğuna göz kırptım. beni taklit etmek isterken beceremeyip, iki gözünü birden kapatıp açtı. gülümsedim. yere, a pozitiflerimin yanına uzanıp karanlık gökyüzüne baktım. daha değil, dedim. “daha değil” dedi. gözünün birini kırptı.
  • olmadan önce zamanın yavaşladığı fenomen.
  • hukuk terimi olan kaza tüm tedbirleri alsak da öngörülemeyecek olandır. halk dilindeki kaza ise iki çocuk birbirine istemeden zarar verdiğinde "kazara oldu abisi"dir. yani taksirdir, kusur bulundurur ama istenmiyordur.
  • intiharin askercesi.
  • gülten akın şiiri:

    "çocuk gözleriyle ilkin
    kendi hikayesine ağladığını bilemedi
    şöyle uzanıverdi göğe son defa
    son defa maviyi aradı
    bulamadı"
  • her zaman "olmazsa daha iyi olan" ama kimi zaman daha kotu sonuçlanabileceği düşünülerek sonucuna sukredilen olay. soyle ki:

    iklim, öğretmenliğinin ilk yılında 3 tane 13-14 yas cocugunu ingiltere'de bir yaz kampına goturmekle gorevlendirilir. cocuklarin oglene kadar ingilizce ders gordukleri kampta, ogleden sonra göz alabildigine uzanan cayırlarda cesitli spor aktiviteleri yapılmaktadır. kampın ortalarına dogru bir gun yine cocuklar boyle bir spor -golf- aktivitesinde iken, iklim odasında cocukların donusunu beklemektedir. derken kapı acılır cocuklardan biri -kız- odaya girer, anlattıkları gulme krizinde oldugu icin anlasilamamaktadir ama su olay gerceklesmistir:

    bu kızcagiza bir golf sopası verilmis, onunde duran topa tum gucuyle vurduktan sonra sopanın eğik bir yorungede neredeyse 360 derece savrularak kızın omuzlarından arkaya kıvrılması istenmistir *. kız denileni yapmıştır yapmasına da aynı grupta bulunan diger bir cocuk -erkek- kızın arkasında kaldığı ve sopanın yorungesine girdigi icin alnının ortasına golf sopasının ucunu yemiş ve ayakları yerden kesilerek yere iki seksen ucmustur. tabi ki sopayı taşıyan kız bu durumdan mutlu degildir ama gülme krizine girmiştir. iklimde kafasında canlandirdiği bu absurd komedi filmi karesine gulmeden edememiştir. ancak erkek cocugun akibetini merak ettiğinden dışarı fırladığında yatakhane girişindeki kanepeye uzanmış cocugun kafasına buz bulunamadığı icin pepsi makinesinden alınan kutu kolanın kondugunu gormus, kutuyu hasarı gormek icin cektiginde cocugun alnında golf topu buyukluğunde ve sertliğinde bir şişle karşılaşmıştır.

    hayatında ilk defa boyle bir durumla karsilasan iklimin cocugu sakinlestirirken kafasındaki soru "acaba cocugun kafasının icinde ne hasar oldugu" sorusudur. cocuga 1 agri kesici ve buz torbası veren kamp yonetimi, bir hastaneye gitmeye gerek gormemistir ancak iklim o golf sopasının cocugun gozune gelip kor edebilecegi, burnuna gelip kırabilecegi, ağzına gelip dişlerini sokebilecegi gibi binlerce senaryoyu kafasından gecirdigi icin ve bir beyin sarsıntısından korktugu icin sabaha kadar uyumamis ve cocugu her yarim saatte bir uyandırarak geceyi gecirmistir.

    10 yıl sonra, cocugun kafasındaki sis 2 gunde indigi ve bir hasar olmadigi icin her aklına geldiginde iklim bu olaya gulmustur ancak olasılıkları dusununce onu sukrettiren bir kaza olarak zihinlerde kalmıştır.
  • artikeli es'tir.
    (bkz: eskaza)
hesabın var mı? giriş yap