• edirnenin en yesillik mekani..tek katli eski tip evlerden olusur.. yunanistan siniri denebilir.. (bkz: sogutluk)
  • levent yüksel'in sesinden durduk yerde hüzne boğan şarkı. hayır giden yok gelen yok öyle şapşalca bir hüzün işte.
  • kiyisinda denize karsi rakinizi icip birbirinden leziz mezeler yiyebileceginiz lokantalar vardir (ilk aklima gelenler sirinyer, sahil restaurant). hemen tum iskenderun'da oldugu gibi ulkenin geneline gore acik goruslu, modern dusunceli bir halki var. misal bir lokantasinda ramazanda bir masa iftar acarken hemen yanindaki masada insanlar raki icer. bir taraf digerine allah kabul etsin derken, diger taraf da afiyet olsun gencler der. ne bir taraf digerine sakirt, yobaz, dinci der ne diger taraf oburune gunahkar, ateist, laikci der.

    simdiki dindar, tinerci, musluman, cami dusmani, imam hatip, allah'a hakaret sozlerini agizlarindan dusurmeyen tepedeki birlik ve beraberik dusmani bolucu siyasilerin gidip gormesi gereken yerlerden sadece birisidir.
  • şarkının introsundaki müzik vazgeçtim'i dolayısıyla no volvera'yı andırır, fakat şarkıların pek alakaları yoktur.karaağaç, levent yüksel'in çok iyi becerdiği slow söyleyerek adam öldürme tekniklerinde kullandığı nadide bir parçadır.
  • birdenbire akla gelince huzunlendiren sarki. gidenlere de kalanlara da ayni siddette darbe indirir herhalde. neden mi?

    yar gidiyor musun
    gitme
    içimde bir korku var
    biliyor musun
    böyle başlar ayrılıklar

    gidiyor musun diye soran cevabin evet olacagini bilir, gitme, kal derken ayriligin kesin oldugunu bilir. ne yapabilir bu durumda? o son demlerin tadini cikarip, son anlardan gunler, aylar ve belki de yillarca idare edebilecek anilar yaratabilir sadece. simsiki sarilabilir son bir defa mesela, sevdigini sinesine sokmak istercesine. ister ki o sarilisla sevdicegin kokusu sinsin ustune, kendi sicakligi da sevdicekle gitsin. sevgili de seviyorsa gittigi yer ekvator dolaylari bile olsa ruh usumesinden kacamayacaktir, gittigi yer hep cok cok soguk olacaktir. kiyamaz ki insan, "al iste benimki de seninle gelsin, ruhun usumesin" diyesi gelir.

    gel biraz
    kokunu bırak
    baharımı al
    soğuktur oralar

    diyesi gelir de, o son sarilista ne agzindan bir laf cikabilir, ne de sevgilinin yuzune bakilabilir. belki ik mik iki zirva laf eder, kederinden anlamli bir cumle bile kuramaz. giden sevgilinin gozlerine baksa huzun gorup "batsin bu dunya!" diyerek ortaligi yikacagindan korkar, tavana oraya buraya bakar. o yuzden aglayip aglamadigini bilemez gidenin.

    ağlıyor musun
    ağlama hayırlara uğurlar

    donecek misin diye sormaz artik, itiraf eder: "gurbete giden döner mi dönmez mi belli değil bilirim..." tek yapabilecegi ayriligin kisa surecegini, gidenin unutmayacagini umit etmektir geride kalanin, bir karaagac golgesinde, cebinde umitlerle yasar gider.

    alakali bakinizlar:
    (bkz: veda busesi)
    (bkz: cok uzaklara giden donus tarihi belirsiz sevgili)
  • lozan bari$ antla$masinda yunanistanin turkiyeye sava$ tazminati olarak verdigi yerle$im birimi.
  • yar gidiyor musun
    gitme
    içimde bir korku var
    biliyor musun
    böyle başlar ayrılıklar
    gel biraz
    kokunu bırak
    baharımı al
    soğuktur oralar
    ağlıyor musun
    ağlama hayırlara uğurlar

    gurbete giden döner mi dönmez mi belli değil bilirim...
    ben bir karaağaç gölgesi buldum cebimde ümitlerim..

    sözlerinden müteşekkil serçem duygusu içeren, insana lavinya şiirini anımsatan (e baharımı al üşüme filan diyor ya), damar ötesi bir şarkı. levent yüksele backvocallik de yapar sezen aksu bu şarkıda..
  • sezen aksu'nun ölümünden sonra rüyasında gördüğü uzay heparı'yı düşünerek yazdığı şarkıdır...
  • lozan antlaşmasında yunanistan'dan savaş tazminatı olarak alınmıştır. diyalog şu şekilde gelişmiş olabilir:

    itilaf devletleri elçisi: tamam..sanırım bütün şartlarda anlaştık...
    ismet paşa: yok ya... savaş tazminatı ne olacak?
    itilaf devletleri elçisi: yahu..ne istediyseniz aldınız, bir de savaş tazminatı mı istiyorsunuz?
    ismet paşa: tabi..biz yendik nihayetinde..eze eze..
    itilaf devletleri elçisi: e de adamların parası yok baksana.. donunu mu alacaksınız..
    ismet paşa: hımm.. o zaman atinayı bize versinler..
    itilaf devletleri elçisi: neee???
    ismet paşa: selanik de olur....
    itilaf devletleri elçisi: karaağaç'da anlaşalım...
  • kokusunu dahi bilmediği sevdiceğinin bir el yazısını bulur da, hayata bağlanır diye tırnaklarıyla dibindeki toprağı eşelediği ağacın adıydı.

    köklerine saklanan ümidi bulur da, saat üzerindeki saçma çubukların daha hızlı dönmesini sağlar diye tırnaklarını uzatmıştı. yakalamaya çalıştığı köylü güzeli enstantanesine hiç uyum sağlamayan kırmızı ojeli uzun tırnakları karaağacın köklerine doğru yol almaya çalışırken, gurbete gidenin dönüp dönmeyeceğini soran sorunun, soru olmadığını bilecek yaştaydı.

    gitme, derdi, şarkıda demeselerdi, ama hayat şarkılar gibi değildi, muhatap arardı. hayat şarkılar gibi değildi cümlesini kuranın kendisi olmamasını diledi.

    gözünü açtığında ağacı değil suyu, gölgeyi değil güneşi sevdiğini hatırladı. gölge sadece yağmur varken katlanılabilendi. tırnaklarının arasına girmiş gurbet karaağacı toprağını temizleyebilmek için, hayatında ilk defa, yüksek bir kayadan suya atladı.
    karaağacın verdiği gazla atlaması dibe kadar batması için işe yaramış, açılan bikinisini yüzeye çıkana kadar düzeltmeye zamanı yetmişti belki ama şarkıda bahsi geçen korkunun bikininin sıyrılması korkusu olmadığını biliyordu. ulvi insanlar, yar korkuyor musun derken elbette bunu kastetmiyorlardı. yar… ama korkuyordu.

    ben olsam şarkının adını karaağaç değil çelişki koymak isterdim deyip çok etkileyici olacağıdı, ama yuttuğu tuz oranının fazlalığından , kurduğu cümlenin en anlaşılır kısmı pikinisini düzeltmeye çalışırken çıkardığı gulp sesiydi. yar.. yine de gitmeseydi. ya da giderken deseydi de, bekleseydik.
hesabın var mı? giriş yap